Volume: 52  Issue: 1 - 2022
Hide Abstracts | << Back
1.Comparison of Culture Positive and Negative Microbial Keratitis
Semir Yarımada, ozlem barut selver, Melis Palamar, Sait Egrilmez, Sabire Şöhret Aydemir, Süleyha Hilmioğlu Polat, Ayse Yagci
Pages 1 - 5
Amaç: Üçüncü basamak bir merkeze başvuran kültür pozitif ve negatif mikrobiyal keratitli (MK) hastaların risk faktörlerini, klinik özelliklerini ve sonuçlarını değerlendirmek ve karşılaştırmaktır.
Materyal ve Metod: Kliniğimizde 2012-2019 yılları arasında MK tanısı alan 314 hastanın tıbbi kayıtları retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 314 hastanın 142’si kültür pozitif (%45,2) idi. Tanı anında kültür pozitif ve negatif hastaların yaşları sırasıyla 51,39±21,31(14-90) yıl ve 56,68±21,34 (7-94) yıl idi. Kültür pozitif ve negatif hastaların ortalama en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDGK), tedavi öncesi 1,74±1,25 LogMAR (0-3,1) ve 1,91±1,23 (0-3,1) olarak tespit edildi. Kültür pozitif ve negatif hastaların EİDGK düzeyleri arasında ne başvuru sırasında ne de son ziyarette istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu. Hastalardan 92’si (%64,7) bakteri ile ve 50’si (%35,2) mantar ile enfekte idi. En yaygın patojen Pseudomonas aeruginosa (%18,3), ardından Streptococcus pneumonia (%10,9) ve Fusarium spp. (%11,2) olarak tespit edildi. Kültür pozitif hastaların 105 gözünde (%73,9) ve kültür negatif hastaların 149 gözünde (%86,6) keratit odakları santral veya parasentral yerleşimli idi. Çoklu odak en çok kültür pozitif hastalarda mevcuttu (p=0,001) Hipopyon varlığı açısından kültür pozitif ve negatif grup arasında anlamlı fark yoktu (p=0,364). Kültür pozitif MK ve kültür negatif MK hastaları arasında kontakt lens (KL) kullanım oranı sırasıyla %33 (n=47) ve %13,3 (n=23) idi (p<0,001). KL kullanımına bağlı keratitte kültür pozitifliği anlamlı olarak yüksek bulundu (p=0,0001).
Tartışma: Mikrobiyolojik analiz ve kültür değerlendirmesi, mikrobiyal keratitte uygun tedaviyi yönetmek için önemli adımlardır. Prognoz, çoğunlukla mikrobiyolojik ajanın enfektivitesine bağlıdır.
Objectives: To evaluate and compare the risk factors, presenting features and outcomes of patients with culture positive and negative microbial keratitis (MK) who admitted to a tertiary referral center.
Methods: A retrospective review of the medical records of 314 patients who were diagnosed as MK in our clinic between 2012 and 2019 were conducted.
Results: Among 314 patients 142 were culture positive (45.2%). The mean ages of the culture positive and negative patients at the time of diagnosis were 51.39±21.31 (range, 14-90) years, 56.68±21.34 (7-94) years, respectively (p=0.028). The mean best corrected visual acuity (BCVA) of the culture positive and negative patients were1.74±1.25 LogMAR (0-3.1) and 1.91±1.23 (0-3.1) prior to treatment and increased to 1.21±1.30 LogMAR (0-3.1) and 1.27± 1.29 (0-3.1) LogMAR at last visit, respectively. There was not any statistically significant difference between culture positive and negative patients’ BCVA levels neither at presentation nor at the last visit. Ninety-two patients (64.7%) were infected with bacteria and 50 patients (35.2%) with fungi. The most common pathogen was Pseudomonas aeruginosa (18.3%), followed by Streptococcus pneumonia (10.9%) and Fusarium spp. (11.2%). Keratitis foci were either centrally or paracentrally located in 105 eyes (73.9%) of the culture positive patients and 149 eyes (86.6%) of the culture negative patients. Multiple foci were present mostly in culture positive patients (p=0.001). There was not any significant difference between culture positive and negative group for hypopyon presence (p=0.364). Contact lens (CL) wearer ratio was 33% (n=47) and 13.3% (n=23) among the culture positive MK and culture negative MK patients, respectively (p<0.001). Culture positivity was found to be significantly higher in keratitis associated with CL use (p=0.0001).
Conclusion: Microbiological analysis and culture evaluation are important steps in order to manage proper treatment in microbial keratitis. Prognosis mostly depends on the infectivity of the microbiological agent.
Abstract

2.Prospective Study: Frequency of Ophthalmic Findings, Relationship with Inflammation Markers, and Effect on Prognosis in Patients Treated in the COVID-19 Intensive Care Unit
İbrahim Ethem Ay, Demet Alay
Pages 6 - 13
Amaç: SARS-CoV-2 nedeniyle yoğun bakım ünitesinde tedavi alan olgularda göz bulgularının sıklığını ve enflamasyon belirteçlerinin düzeylerini tespit ederek, elde edilen verilerin mortalite ile ilişkisini prospektif olarak araştırmak

Gereç ve Yöntem: 1 Ocak – 30 Haziran 2021 tarihleri arasında bir salgın hastanesinin yoğun bakım ünitesinde tedavi alan, nazofarengeal sürüntü örneklerinden revers transkriptaz polimeraz zincir reaksiyonu testiyle SARS-CoV-2 tanısı doğrulanmış 53 olgu prospektif olarak değerlendirildi. Göz bulgularının, beyaz küre hücresi, nötrofil, lenfosit sayısı ile C-reaktif protein, laktat dehidrojenaz ve ferritin düzeyleri ve mortalite oranı ile birlikte değerlendirmesi yapıldı.

Bulgular: Laktat dehidrogenaz, beyaz küre hücresi, nötrofil ve lenfosit sayısı yüksekliği ile inflamatuar göz bulgusu görülme sıklığı arasında istatistiksel anlamlı bir uyum görülmedi (p=0,308, p=0,694, p=0,535, p=0,374). Multivaryan analizlerde, ferritin düzeyi ile inflamatuar göz bulgusu görülme sıklığı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon gözlenmedi (p=0,087). Ayrıca C-reaktif protein düzeyinin her 1mg/dl artışında inflamatuar göz bulgusu tespit etme durumunun %1,9 azaldığı (%95 CI: %3,3-%0,4) görüldü(p=0,015). İnflamatuar göz bulgusu izlenen 13 olgudan yedisinin yaşamını yitirdiği ve bunun istatistiksel olarak anlamlı olmadığı saptandı (p=0,810).

Sonuçlar: SARS-CoV-2 enfeksiyonu nedeniyle yoğun bakım ünitesinde tedavi alan 53 olgunun 13’ünde (24.5%) oküler yüzeyin inflamatuar muayene bulgusu saptanmıştır. SARS-CoV-2 salgını nedeniyle yoğun bakım ünitesinde tedavi alan olguların oküler yüzey muayenesi ve takibi önemlidir.
Purpose: To prospectively investigate the relationship between the data obtained and mortality by determining the frequency of eye findings and the levels of inflammation markers in patients receiving treatment in the intensive care unit due to SARS-CoV-2.

Materials and Methods: We prospectively evaluated 53 cases who were treated in the intensive care unit of an epidemic hospital between January 1 and June 30, 2021 and whose diagnosis of SARS-CoV-2 was confirmed by reverse transcriptase polymerase chain reaction test from nasopharyngeal swab samples. Ocular findings were evaluated together with white blood cell, neutrophil, lymphocyte count, C-reactive protein, lactate dehydrogenase and ferritin levels and mortality rate.

Results: There was no statistically significant correlation between the elevation of lactate dehydrogenase, white blood cell, neutrophil and lymphocyte counts and the incidence of inflammatory eye signs (p=0.308, p=0.694, p=0.535, p=0.374). In multivariate analyzes, no statistically significant correlation was observed between ferritin level and the incidence of inflammatory eye findings (p=0.087). In addition, for each 1mg/dl increase in C-reactive protein level, the detection of inflammatory eye findings decreased by 1.9% (95% CI: 3.3%-0.4%) (p=0.015). It was determined that seven of 13 cases with inflammatory eye findings died and this was not statistically significant (p=0.810).

Conclusion: Inflammatory examination findings of the ocular surface were detected in 13 (24.5%) of 53 cases treated in the intensive care unit for SARS-CoV-2 infection. Ocular surface examination of the cases treated in the intensive care unit due to the SARS-CoV-2 epidemic is important.
Abstract

3.Short-Term Clinical Results of Preferred Retinal Locus Training
Ayşe Bozkurt Oflaz, Banu Turgut Öztürk, Şaban Gönül, Berker Bakbak, Şansal Gedik, Süleyman Okudan
doi: 10.4274/tjo.galenos.2021.73368  Pages 14 - 22
Amaç: Bu çalışmada foveal skarı ve daha iyi bir fiksasyon için elverişli retinal alanı olan hastalarda mikroperimetri kullanılarak yapılan işitsel biyogeribildirim egzersizi değerlendirildi.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 29 hasta dahil edildi. MAIA (Macular Integrity Assessment, CenterVue®, Italy) mikroperimetri cihazında işitsel geri bildirim egzersizi programı kullanıldı. Tedavinin etkinliğini değerlendirilmek amacıyla öncesinde ve sonrasında: en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDGK), MAIA mikroperimetrinin tam eşik 4-2 test parametreleri olan ortalama eşik değer, P1 ve P2 fiksasyon parametreleri, %63 ve %95 BCEA değerleri, kontrast duyarlılığı (CSV 1000E Kontrast Duyarlılık Testi), Minnesota az görenler için okuma testi (MNREAD okuma kartları) ve yaşam kalitesi anketi (NEI-VFQ-25) karşılaştırıldı. Ek olarak her seansta fiksasyon stabilitesi parametreleri kaydedildi.
Bulgular: Çalışma grubu yaş ortalaması 68.72 ± 8.34 olan 29 hastadan oluşmaktadır. EİDGK median değeri egzersiz öncesi 0.8(0.2–1.6) logMAR iken, egzersiz sonrası 0.8(0.1–1.6) logMAR idi (p=0.003). Fiksasyon stabilitesi parametresi olan P1 değeri ortalaması %21.28 ± 3.08'den %32.69 ± 3.69'a (p = 0.001), P2 değeri ortalaması %52.79 ± 4.53'ten %68.31 ± 3.89'a (p = 0.001) yükseldi. Egzersizden sonra ortalama BCEA %63 değeri 16.11 ± 2.27°² ’den 13.34 ± 2.26°² ’ye (p = 0.127) ve BCEA %95 değeri 45.87 ± 6.72°² 'den 40.01 ± 6.78°² 'ye (p = 0.247) düştü. Her iki gözle okuma hızı egzersiz öncesi dakikada 38.28 ± 6.25 kelime iken, egzersiz sonrası 45.34 ± 7.35 kelime idi (p<0.001). Eğitim sonrası kontrast duyarlılık ve yaşam kalitesi anket skorlarında istatistiksel olarak anlamlı iyileşme gözlendi.
Sonuç: Makula skarı olan hastalarda, geri bildirim egzersizi ile eğitilmiş retinal alan, beşinci seanstan itibaren ortalama retinal duyarlılığı, fiksasyon stabilitesini, okuma hızını, kontrast duyarlılığını ve yaşam kalitesini iyileştirmektedir.
Objectives: This study evaluated acustic biofeedback training (BFT) using microperimetry in patients with foveal scars and an eligible retinal locus for better fixation.
Materials and Methods: A total of 29 eligible patients were enrolled in the study. The acustic BFT module in the MAIA (Macular Integrity Assessment, CenterVue®, Italy) microperimeter was used for training. To determine the treatment efficacy, the following variables were compared before and after testing: Best-corrected visual acuity (BCVA), values obtained in a full threshold 4-2 test using the MAIA microperimeter like average threshold, fixation stability via the P1, P2 and bivariate contour ellipse area (BCEA) 63% and 95%, contrast sensitivity (CSV 1000E Contrast Sensitivity Test), reading speed using the Minnesota Low-Vision Reading Test (MNREAD reading chart), and quality of life questionnaires (NEI-VFQ-25). In addition, changes in the fixation stability parameters were recorded during each session.
Results: The study group consisted of 29 patients with a mean age of 68.72 ±8.34 years. The median value for best-corrected VA was initially 0.8(0.2–1.6) logMAR and increased to 0.8(0.1–1.6) logMAR after eight weeks of PRL treatment (p=0.003). The fixation stability parameter P1 improved from a mean value of 21.28±3.08% to 32.69±3.69% (p = 0.001), and for P2 the mean value improved from 52.79±4.53% to 68.31±3.89% (p = 0.001). The mean BCEA 63% decreased from 16.11±2.27°C to 13.34±2.26°C (p = 0.127), and the BCEA 95% decreased from 45.87±6.72°C to 40.01±6.78°C (p = 0.247) after training. Reading speed with both eyes was 38.28±6.25 words per minute (wpm) before training and 45.34±7.35 wpm after training(p<0.001). Statistically significant improvement was observed in contrast sensitivity and quality of life questionnaire scores after training.
Conclusion: Beginning with the 5th session, the BFT for a new trained retinal locus improved average sensitivity, fixation stability, reading speed, contrast sensitivity, and quality of life in patients with macular scarring.
Abstract | Full Text PDF

4.Fixation stability and preferred retinal locus in advanced stage age-related macular degeneration
Deniz Altınbay, Şefay Aysun İdil
Pages 23 - 29
Amaç: İleri evre yaşa bağlı makula dejenerasyonu (YBMD) olan olgularda fiksasyon stabilitesini ve tercih edilen retinal alanın (TERA) karakteristik özelliklerini değerlendirmek
Yöntem: Bu prospektif çalışmaya az görme birimine başvuran 63 YBMD’li hastanın 63 gözü dahil edildi. Olguların sosyodemografik özellikleri, göz muayene bulguları ve Minnesota Low Vision Reading Test (MNREAD) ile okuma performans sonuçları değerlendirildi. Fiksasyon stabilitesini ve tercih edilen retinal alanın karakteristiklerini değerlendirmek için mikroperimetri kullanıldı.
Bulgular: Olguların %68’inde unstabil fiksasyon, %27’sinde relatif stabil fiksasyon ve %5’inde stabil fiksasyon vardı. Ortalama TERA-fovea mesafesi 5.15°±3.31°(0.75°-14.2° arasında) idi. Unstabil fiksasyonlu olgularda TERA-fovea uzaklığı, stabil fiksasyonlu olgulardan daha fazlaydı (p=0.023). TERA’nın lezyon kenarına olan mesafesi ve absolu skotom boyutu ile fiksasyon stabilitesi arasında anlamlı ilişki yoktu (p=0.315, p=0.095, sırayla). TERA retinada, en sık nazal kadranda (%31), ikinci sırada üst kadranda (%26) bulundu. TERA’nın yerleşimiyle fiksasyon stabilitesi arasında anlamlı ilişki yoktu (p=0.088). Fiksasyon stabilitesi ile okuma hızı ile arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardı (p=0.003).
Sonuç: İleri evre YBMD’de tercih edilen retinal alanın foveaya olan uzaklığı, fiksasyon stabilitesi için çok önemlidir. Fiksasyon stabilitesini etkileyen faktörlerin bilinmesi, okuma hızı ile fiksasyon stabilitesi arasındaki güçlü ilişkiden dolayı bu olguların yakın görme rehabilitasyonunda kullanılacak stratejilerde önemli olabilir.
Purpose: To evaluate fixation stability and characteristics of the preferred retinal locus (PRL) in patients with advanced stage age-related macular degeneration (AMD)
Methods: Sixty-three eyes of 63 patients with AMD who applied to the low vision unit were included in this prospective study. Sociodemographic characteristics, eye examination findings, and reading performance results with the Minnesota Low Vision Reading Test (MNREAD) were evaluated. Microperimetry was used to evaluate fixation stability and characteristics of the preferred retinal locus.
Results: There was unstable fixation in 68% of the cases, relative stable fixation in 27% and stable fixation in 5%. The mean TERA-foveal distance was 5.15 ° ± 3.31 ° (between 0.75 ° -14.2 °).PRL-foveal distance was greater in cases with unstable fixation than cases with stable fixation (p = 0.023). There was no significant relationship between PRL's distance to the lesion edge and the size of the absolute scotoma and fixation stability (p = 0.315, p = 0.095, respectively). PRL was found most frequently in the nasal quadrant (31%) and the second in the superior quadrant (26%) in the retina. There was no significant relationship between the localization of PRL and fixation stability (p = 0.088). There was a statistically significant correlation between fixation stability and reading speed (p = 0.003).
Abstract

5.Evaluation of Optic Disc Perfusion with Optical Cohorence Tomography Angiography in Acute Nonarteritic Anterior Ischemic Optic Neuropathy
Hatice Kübra Sönmez, Hatice Arda, Duygu Gülmez Sevim
Pages 30 - 36
Amaç: Bu çalışmada, akut nonarteritik anterior iskemik optik nöropati (NAİON) hastalarında optik kohorens tomografi anjiografi (OCT-A) kullanılarak, süperfisyal peripapiller vaskülarizasyonun kalitatif ve kantitatif olarak değerlendirilmesi amaçlanmaktadır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya akut NAİON tanılı 11 hasta ve 14 kontrol retrospektif olarak değerlendirildi. En iyi düzeltilmiş görme keskinliği ile beraber tam oftalmolojik muayene ve periferik görme alanı testi, OCT-A ile disk anjiografisi çekimi yapıldı. Kantitatif optik disk perfüzyon indeksleri cihaz tarafından otomatik olarak segmentasyon yapılarak, kalitatif peripapiller perfüzyon koroidal, retinal ve en-face anjiogram görüntüleri karşılaştırılarak değerlendirildi.
Bulgular: NAİON ve kontrol grubu yaş ortalamaları 57,55±12,34 yıl ve 50,79±4,67 yıl idi (p=0.110), kadın/erkek oranı 7/11 (%63,6), kontrol grubu 9/14 (%60), en iyi düzeltilmiş görme keskinliği 0,95±0,63; 0,00±0,0 LogMAR idi (p= 0,001). Görme alanı defekti 10/11 (%91) gözde mevcuttu. Olguların 6’sında peripapiller ve disk başı hipoperfüzyonu olan bölge ile görme alanı defektleri arasında korelasyon tespit edildi. Disk başı kapiller dansite hasta grubunda azalmış istatistiksel anlamlı fark bulundu (p=0,008), Radial peripapiller kapiller dansite sektör karşılaştırılmasında inferionazal sektör hariç tüm sektörlerde hasta grubunda azalmış olacak şekilde istatistiksel anlamlı idi.
Sonuç: Çalışmamızda OCT-A ile disk başı ve peripapiller kapiller perfüzyonu değerlendirilen hastaların görme alanı değerlendirmeleri kısmen korele bulunmuştur. OCT-A, NAİON’de perfüzyonu değerlendirmekte pratik ve noninvaziv olması sebebiyle kullanışlı güncel bir yöntemdir. Hasta sayısının az olması, ölçüm alanının küçük olması, disk ödemi düzeldikten sonra çekim tekrarlanmaması limitasyonlarıdır.
Objective: In this study, it is aimed to evaluate the superficial peripapillary vascularization qualitatively and quantitatively in patients with acute nonarteritic anterior ischemic optic neuropathy (NAION) using optical coherence tomography angiography (OCT-A).
Methods: 11 patients with acute NAION diagnosis and 14 controls were evaluated retrospectively. Complete ophthalmologic examination with best corrected visual acuity, peripheral visual field test and disc angiography with OCT-A were performed. Quantitative optic disc perfusion indexes were evaluated by the device with automatically segmentation and qualitative choroidal, retinal and en-face peripapillary perfusion angiogram images comparison.
Results: Mean age of NAION and control groups were 57.55±12.34 years and 50.79±4.67 years (p=0.110), female/male ratio was 7/11 (63.6%), control group was 9/14 (60%), best corrected visual acuity was 0.95±0.63; 0.00±0.0 LogMAR (p=0.001). Visual field defect was present in 10/11 (91%) eyes. In 6 of the cases, a correlation was found between the peripapillary and optic nerve head hypoperfusion area and visual field defects. Optic nerve head capillary density was found to be decreased in the patient group (p = 0.008), while the radial peripapillary capillary density was decreased statistically significant in the patient group in all sectors except the inferionasal sector.
Conclusion: In our study, visual field evaluations of patients whose optic nerve head and peripapillary capillary perfusion were evaluated with OCT-A were partially correlated. OCT-A is a useful and up-to-date method for evaluating perfusion in NAION, as it is practical and non-invasive.
Abstract

6.Treatment of Nanophthalmos Related Uveal Effusion with Two vs. Four Quadrant Partial Thickness Sclerectomy and Sclerotomy Surgery
SENGÜL OZDEK, Duygu Yalinbas, Mehmet Ozmen, Murat Hasanreisoglu
Pages 37 - 44
Amaç: Nanoftalmus ilişkili uveal efüzyon (UE) tedavisinde iki veya dört kadran kısmi kalınlıkta sklerektomi ve sklerotomi cerrahisinin görsel ve anatomik sonuçlarını bildirmek.
Materyal ve metod: Nanoftalmus ilişkili UE'si olan hastalar dört veya iki kadran (glokomlu olanlar için) kısmi kalınlıkta sklerektomi ve sklerotomi cerrahisi ile tedavi edildi. Aksiyel uzunluk, UE' nin genişliği, ameliyat öncesi, ameliyat sonrası ve en son en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDGK), retinal yatışma için gereken süre, retinal yatışma ve nüks oranları değerlendirildi.
Bulgular: Nanoftalmus ilişkili UE'si olan 10 hastanın 14 gözü ameliyat edildi. Retina dekolmanı (RD) 7 gözde (%50,0) periferik retinayı, 2 gözde (%14,2) makülayı, 4 gözde (%28,6) hem maküla hem de periferik retinayı ve bir gözde ise tüm retinayı etkilemekte idi. On bir göze 4 kadran, glokomu olan 3 göze 2 kadran cerrahi yapıldı. Total RD olan bir göze subretinal sıvının harici drenajı yapıldı. Ortalama preoperatif EİDGK 1,50 ± 0,53 logMAR’dan ameliyat sonrası anlamlı olarak 0,92 ± 0,49'a yükseldi (p = 0,002). Başlangıçta 2 kadran cerrahi yapılan 3 gözden sadece birinde retina yatıştı ve diğer ikisinde kalan 2 kadrana da cerrahi yapılıp 4 kadran sklerektomiye tamamlandığında retinada yatışma sağlanabildi. Toplamda son kontrolde 11 gözde (%78,6) retinanın tamamen yatıştığı, 1 gözde (%7,1) kısmi yatışma ve iki (%14,3) gözde maküla dekolmanı nüksü gözlendi.
Sonuç: Kısmi kalınlıkta sklerektomi ve sklerotomi cerrahisi nanoftalmusu olan gözlerde UE'nin tedavisinde etkili görünmektedir. Gelecekteki olası glokom ameliyatları için üst kadranları korumak amacıyla glokomu bulunan hafif UE’de iki kadran cerrahisi denenebilir, ancak üst kadranlar için ikincil cerrahi gerekebilir. Subretinal sıvının harici drenajı, şiddetli vakalarda daha hızlı bir cevap elde etmek için bir seçenek olabilir.
Objectives: To report visual and anatomical outcomes following two or four quadrants partial thickness sclerectomy and sclerotomy surgery to treat nanophthalmos related uveal effusion (UE).
Materials and Methods: Consecutive patients with nanophthalmos related UE were treated with four-quadrant or two-quadrant (for those with associated glaucoma) partial thickness sclerectomy and sclerotomy surgery. Axial length, extent of UE, preoperative, postoperative, and final best-corrected visual acuity (BCVA), the time needed for retinal reattachment, retinal reattachment, and recurrence rates were noted.
Results: Fourteen eyes of 10 patients with nanophthalmos related UE were operated. Retinal detachment (RD) involved mainly peripheral retina in 7 (50%) eyes, macula in 2 eyes (14.2%), both macula and peripheral retina in 4 eyes (28.6%) and the whole retina in one eye. Eleven eyes had 4-quadrant surgery, and 3 eyes, which have associated glaucoma, had 2-quadrant surgery. External subretinal drainage was performed in one patient who had total RD. The mean preoperative logMAR BCVA of 1.50±0.53 increased significantly to 0.92±0.49 after surgery (p=0.002). Resolution of RD could be achieved only in one of the 3 eyes with 2 quadrant surgery which could only be resolved following a secondary surgery for the remaining two quadrants to complete to 4 quadrants sclerectomy. The final result was total reattachment of the retina in 11 eyes (78.6%), partial reattachment in 1 eye (7.1%), and recurrence of macular detachment in two (14.3%) eyes.
Conclusion: The quadrantic partial thickness sclerectomy and sclerotomy surgery seem to be effective for treating UE in eyes with nanophthalmos. Two quadrant surgery may be tried for mild UE associated with glaucoma to preserve the superior quadrants for future possible glaucoma surgeries, but secondary surgery for the superior quadrants may be needed. External drainage of subretinal fluid may be an option in severe cases to get a quicker resolution.
Abstract

7.Clinical Features of Untreated Type 2 Macular Telangiectasia and Efficacy of Anti-vascular Endothelial Growth Factor Therapy in Macular Neovascularization
Müge Çoban Karataş, Gursel Yilmaz, aslıhan yüce sezen, Çağla Sarıtürk
Pages 45 - 49
Amaç: Mactel 2 ve kontrol grubunun en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDGK), santral maküler kalınlık (SMK) ve santral koroidal kalınlık (SKK) karşılaştırması ve maküler neovasküler (MNV) membranlı Mactel 2 hastalarında intravitreal anti-vasküler endotelyal büyüme faktörünün (anti-VEGF) tedavi etkinliğinin değerlendirilmesi.
Gereç ve Yöntemler: Mactel 2'li ardışık hastaların retrospektif bir çizelgesi incelenerek, başlangıçta ve takip ziyaretlerinde EİDGK dahil tam bir oftalmolojik muayene,yarıklı lamba biyomikroskopi, florescein anjiyografi ve optik koherens tomografi ile dilate fundus muayenesine tabi tutuldu. En iyi düzeltilmiş görme keskinliği, SMK ve SKK, tanımlanan tüm hastalar (n = 26) ve kontrol grubu (n = 30) arasında karşılaştırıldı. MNV membranlı (n = 7) gözlerde tedaviden önce ve sonra bir alt grup analizi yapıldı.
Bulgular: Merkezi maküla kalınlığı ve SKK, kontrol grubuna göre Mactel 2 grubunda istatistiksel olarak anlamlı derecede düşüktü. MNV proliferasyonu olmayan tedavi görmemiş 41 gözde, takip sırasında EİDGK, SMK ve SKK'da istatistiksel olarak anlamlı bir değişiklik görülmedi. Takip sırasında 7 Mactel 2 hastasının sekiz gözünde MNV gelişti. Tüm hastalar intravitreal anti-VEGF ile tedavi edildi.
Sonuç: Mactel 2 hastalarının MNV gelişimi için sıkı bir şekilde takip edilmesi önemlidir. Olumsuz etkilerden korunmak için MNV geliştirmemiş hastaları takip etmeyi tercih ederiz. Azalan görme fonksiyonu olan proliferatif Mactel 2 hastaları intravitreal anti-VEGF tedavisinden fayda görebilir.
Objective: To compare the best corrected visual acuity (BCVA), central macular thickness (CMT) and central choroidal thikness (CCT) of Mactel 2 and control group and to evaluate the efficacy of intravitreal anti-vascular endothelial growth factor (anti-VEGF) treatment in Mactel 2 patients with macular neovascularization (MNV).
Materials and Methods: A retrospective chart review of consecutive patients with Mactel 2 underwent a full ophthalmologic examination including BCVA and dilated fundus examination with slit-lamp biomicroscopy, flourescein angiography and optical coherence tomography imaging at baseline and follow-up visits. Best corrected visual acuity, CMT and CCT were compared between all identified patients (n=26) and control group (n=30). A subgroup analysis was performed among eyes with MNV (n= 7) before and after treatment.
Results: Central macular thickness and CCT were statistically significantly lower in the Mactel 2 group comparing to control group. Fourty one treatment-naive eyes without MNV proliferation haven’t presented any statistically significant change in BCVA, CMT and CCT during follow up. Eight eyes of 7 Mactel 2 patients developed MNV during follow up. All of the patients were treated with intravitreal anti-VEGF.
Conclusion: It is important to strictly follow up Mactel 2 patients for MNV development. We prefer to follow patients who haven’t developed MNV to prevent from adverse effects. Patients with proliferative Mactel 2 with decreasing visual function may benefit from intravitreal anti-VEGF treatment.
Abstract

8.Effects of upper eyelid surgery on ocular surface and corneal topography
Nihan Aksu Ceylan, Barış Yeniad
Pages 50 - 56
Amaç: Üst göz kapağı cerrahilerinin oküler yüzey ve kornea topografisi üzerine etkilerini değerlendirmek
Gereç ve Yöntem: İstanbul Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, Oküloplastik biriminde pitozis cerrahisi ve/veya üst kapak blefaroplastisi uygulanan 20 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların preoperatif, postoperatif 1.gün, 1.hafta, 1.ay, 3.ay ve 6.ayda gözyaşı kırılma zamanı (GYKZ), Schirmer testleri ile gözyaşı değişimleri, kornea punktat boyanma paternleri, oküler yüzey hastalık indeksi skorları (OSDİ), kornea topografileri ve otorefraktometrik değerleri prospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Dokuz erkek ve 11 kadın hastanın 32 gözü çalışmaya dahil edildi. Hastaların ortalama yaşı 44.8 ± 18.9 (8–74) idi. Hastalar uygulanan cerrahiye göre 3 gruba ayrıldı. On iki göze blefaroplasti (Grup 1), 8 göze blefaroplasti ile birlikte levator cerrahisi (Grup 2), 12 göze levator cerrahisi (Grup 3) uygulandı. Grup 1 ve 2'de Schirmer testlerinde postoperatif 6.ayda da devam eden azalma saptanırken, Grup 3'te değişim gözlenmedi. GYKZ değerlerinde; Grup 3'te 1. haftada azalma saptandı (p=0.028) ve 1.ayda preoperatif değerlere döndüğü görüldü. Postoperatif tüm gruplarda 1.gün ve 1.haftada değişen düzeylerde korneal punktat boyanma saptandı. Hastaların topografik verileri değerlendirildiğinde; Grup 3’ ün K2 değerlerinde preoperatif değerlere postoperatif 1.ayda saptanan değişim (0.3D) istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p=0.006). Hastaların otorefraktometrik sferik, silindirik ve silindirik aks değerlerinde preoperatif değerlere göre postoperatif istatistiksel olarak anlamlı değişim saptanmadı (p>0.05).
Sonuç: Pitozis cerrahisi ve üst kapak blefaroplastisi, uygulanan cerrahi prosedüre göre değişkenlik gösteren ve postoperatif 6.ayda da devam edebilen kuru göz tablosu ortaya çıkarabilmektedir. Üst kapak cerrahisi yapılan hastaların kornea topografileri incelendiğinde levator cerrahisinin refraktif değişime neden olabileceği görülmüştür.
Purpose: To evaluate the effect of upper eyelid surgery on ocular surface and corneal topography
Materials and Methods: Patients who underwent upper eyelid blepharoplasty and / or blepharoptosis repair at Istanbul University, Istanbul Faculty of Medicine, Department of Ophthalmology were eveluated prospectively. Tear break-up time (TBUT), Schirmer tests, pattern of corneal staining, ocular surface disease index questionnaire (OSDI), corneal topography and autorefractor parameters were measured preoperatively, and at 1st day, 1st week, 1st month, 3th month and 6th month postoperatively.
Results: Thirty two eyes of 20 patients (9 male,11 female) were enrolled in the study. The mean age was 44.8 ± 18.9(range: 8–74). Patients were divided into following 3 groups according to the type of surgery performed: upper eyelid blepharoplasty(Group 1), upper eyelid blepharoplasty and levator advancement ptosis surgery(Group 2), levator advancement ptosis surgery(Group 3). There was a statistically significant decrease in Schirmer tests at sixth month in Group 1 and 2 and TBUT values at 1st week in Group 3. TBUT values returned to baseline at 1 month after surgery. Corneal punctate staining detected at 1st day and 1st week in all groups. There was statistically significant change(0.3D) on corneal topography only in Group 3 at 1st month(p=0.028). There were no statistically significant change in autorefractor measurements postoperatively compared to preoperative values(p>0.05).
Conclusion: Blepharoptosis repair and upper eyelid blepharoplasty may result with long lasting dry eye according to type of surgical procedure. Ptosis repair with levator procedures may lead to topographical corneal and refractive changes.
Abstract

9.The Effects of Space Radiation and Microgravity on Ocular Structures
Bahadır Özelbaykal, Gokhan Ogretmenoglu, Şansal Gedik
Pages 57 - 63
Mikrogravite ve uzay radyasyonuna uzun süreli maruziyet sonrasında insanların biyolojisinde fizyolojik ve patolojik değişiklikler görülebilir. Mikrograviteye bağlı gelişen beyin ve göz dokularındaki patolojik değişiklikler uzay uçuşu ile ilişkili nöro-oküler sendrom (space flight associated neuro-ocular syndrome) adı altında toplanmaktadır. Bu derlemede mikrogravite ve uzay radyasyonunun göz üzerine etkilerini tartışan çalışmalar ve sonuçları incelenmiştir. Ayrıca mikrogravite ve uzay radyasyonunun biyolojik yapılara etkilerini azaltmak için neler yapılabileceğiyle ilgili tedavi yöntemleri ve hipotezler tartışılmıştır.
After long-term exposure to microgravity and space radiation, physiological and pathological changes are seen in the biology of humans. Pathological nero-ocular changes are collected under the name of space flight associated neuro-ocular syndrome. In this review, studies discussing the effects of microgravity and space radiation on the eye structures and their results were examined. In addition treatment methods and hypotheses to reduce the effects of microgravity and space radiation on biological structures were discussed.
Abstract

10.Surgical Management of Corneal Hydrops: Case Series
Gökçen Özcan, Ömür Özlenen Uçakhan
Pages 64 - 68
Giriş:
Descemet membran (DM) rüptürü / dekolmanı konservatif olarak, sonrasında hastanın görme ve yaşam kalitesini önemli ölçüde etkileyen uzun bir rehabilitasyon dönemi ile sınırlı etkililikle tedavi edilmektedir. Bu olgu serisi ile, tedavinin zamanlaması ve doğası için belirlenmiş altın standart tedavi olmamasına rağmen, mevcut optimal müdahale yöntemlerinin öneminin vurgulaması amaçlanmıştır.
Olgu serisi
Bu olgu serisinde dört DM dekolmanı vakası bildirmekteyiz. İlk olgu keratoglobus, ikinci olgu ise keratokonus nedeni ile akut hidrops geçirmişti ve ön kamaraya izo-ekspansil % 14’lük C3F8 enjeksiyonu ile tedavi edildi. Üçüncü olgu keratoglobus nedeni ile hidrops geçirmiş ve kronikleşmiş ön segment optik koherens tomografide çoklu stromal yarıklarla komplike olmuştu ve dördüncü olguda katarakt cerrahisi sonrası kronik geniş DM dekolmanı gelişmişti, her ikisi de korneal kompresif sütürlerle birlikte intrakamaral % 14’lük C3F8 enjeksiyonu ile tedavi edildi. Dört vakanın hepsinde, DM cerrahi müdahale ile tamamen ve etkili bir şekilde yatıştırıldı.
Sonuç
DM rüptürü / dekolmanının intrakamaral gaz enjeksiyonu ve kompresif korneal sütürler ile cerrahi tedavisi, hızlı semptomatik rahatlama, daha iyi görsel rehabilitasyon ile daha az kornea skarlaşma sağlanmaktadır ve bu hasta grubunda kornea nakli ihtiyacını azaltabilir.
Background: Descemet’s membrane (DM) rupture/detachments have traditionally been treated conservatively, with limited efficacy, and a long rehabilitation period significantly affecting patients’ vision and quality of life. Although there are no established gold standards for the timing and nature of the treatment, we aim to highlight the importance of the current optimal intervention methods.
Case: We herein report 4 cases of DM detachment. First case with keratoglobus and second case with keratoconus had acute hydrops and were treated with isoexpansile 14% C3F8 injection to anterior chamber. Third case with keratoglobus had chronic hydrops complicated with multiple stromal clefts on anterior segment optical coherent tomography and fourth case had a chronic broad DM detachment which occurred after cataract surgery, both treated with intracameral C3F8 injection together with corneal compressive sutures. In all four cases, DM reattached completely and effectively with surgical interventions.
Conclusions: Surgical management of DM rupture/detachment with intracameral gas injection and compressive corneal sutures seems to provide fast symptomatic relief and less healing-related corneal scarring with better visual rehabilitation and may alleviate the need for corneal transplant surgery in this group of patients.
Abstract

11.Diffuse Corneal Edema after an Uneventful Pterygium Surgery: Is it TASS or Toxic Keratopathy?
Ceyhun Arici, Burak Mergen, Oguzhan Kilicarslan, Ahmet Agachan, Beril Tülü Aygün, Akif Ozdamar
Pages 69 - 71
Yirmi dokuz yaşında kadın hasta göz hastalıkları birimimize sorunsuz bir otogreftli pterjium eksizyonu sonrası gelişen korneal ödem tanısıyla yönlendirildi. Hastaya topikal deksametazon verilmesi sonrasında iki hafta içerisinde tam yanıt izlendi. Speküler mikroskobik incelemede cerrahi geçiren gözde şiddetli endotel hücre kaybı gözlendi. Hastanın uzun dönem takibinde ise görme keskinliğinin 20/50’ye düşmesine sebep olan hafif bir korneal bulanıklık izlenmiştir. Steroide yanıt veren bu komplikasyon iki olası etiyolojiyle ilişkilendirildi: hafif şiddette bir toksik anterior segment sendromu veya povidon iyodürün (PVP-I) korneal toksisitesi. Pterjium cerrahisi sırasında göz cerrahları PVP-I’ü dikkatli bir şekilde ortamdan uzaklaştırmalı ve olası ciddi komplikasyonlardan uzak durmak adına ön kamaraya penetrasyondan kaçınmalıdır. Pterjium cerrahisi sonrası difüz korneal ödem ile karşılaşıldığında yoğun steroid tedavisine sunulan vakada olduğu gibi mutlaka başlanmalıdır.
A twenty-nine year old female patient who had been operated for her pterygium was consulted to our department with the diagnosis of corneal edema after an uneventful pterygium excision surgery with conjunctival autografting. The patient was prescribed topical dexamethasone and has shown complete response to two weeks of treatment. Specular microscopic examination showed decreased endothelial cell count in that eye. Long term follow-up of the patient resulted in a mild corneal haze causing a decrease in the vision (20/50). This steroid-responsive complication was linked to two possible etiologies; a mild toxic anterior segment syndrome or povidone-iodine (PVP-I) corneal toxicity. Surgeons should be careful during pterygium surgery to clear PVP-I carefully and avoid any penetration into the anterior chamber to prevent possible serious complications. When diffuse corneal edema is encountered after pterygium surgery, intense steroid treatment should be prescribed as in the present case.
Abstract