Cilt: 21  Sayı: 2 - 2015
Özetleri Gizle | << Geri
1.
Postmenopozal Kadınlarda Vitamin D Eksikliğinin Depresyonla İlişkisinin Değerlendirilmesi
Evaluation of association of vitamin D deficiency with depression in postmenopausal women
Gül Mete Civelek
Sayfa 0
Amaç: Bu çalışmada postmenopozal kadınlarda vitamin D eksikliğinin depresyonla ilişkisini araştırmak amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon kliniğine başvuran toplum içinde bağımsız yaşayabilen kişisel bakımında bağımsız 55 yaş üstü postmenopozal kadınlar dahil edildi. Çalışma prospektif olarak yüz-yüze görüşme yöntemiyle yapıldı. 20 ng/ml’nin altındaki 25(OH) vitamin D değerleri vitamin D eksikliği olarak kabul edildi. Depresyon varlığı Beck Depresyon Ölçeği ile değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya yaş ortalaması 64.5±7.1 (ortalama±SD) olan 65 postmenopozal kadın alındı. Katlımcıların 33’ünde (%50.8) vitamin D eksikliği, 33’ünde (%50.8) depresyon mevcuttu. Depresyonu olan katılımcıların %45.5’inde, depresyonu olmayan katılımcıların %56.2’sinde vitamin D eksikliği saptandı, aradaki fark istatiksel olarak anlamlı değildi (p=0.384).
Sonuç: Postmenopozal kadınlarda vitamin D eksikliği ve depresyon sık karşılaşılan iki klinik durumdur. Bu çalışmada postmenopozal kadınlarda vitamin D eksikliği depresyonla ilişkili bulunmamıştır. Postmenopozal kadınlarda depresyon varlığında bu duruma yol açabilecek diğer faktörler araştırılmalıdır.
Objective: This study aimed to investigate the association of depression with vitamin D deficiency in postmenopausal women.

Materials and Methods: Postmenopausal women over 55 years who are independent in personal care and who can live independently in community attending the Physical Medicine and Rehabilitation outpatient clinic were included in the study. The study was conducted prospectively by face to face interview method. 25-(OH) vitamin D levels below 20 ng/ml were accepted as indicative of vitamin D deficiency. The presence of depression was assessed with the Beck Depression Inventory.

Results: 65 postmenopausal women with mean age of 64.5 ± 7.1 ( the mean ± SD) were included in the study. 33 (50.8%) of participants had vitamin D deficiency, 33 ( 50.8%) of participants had depression. Vitamin D deficiency was detected in 45.5 % of participants with depression and in 56.2 % of non-depressed participants, the difference was not statistically significant (p = 0.384 ).

Conclusions: Vitamin D deficiency and depression are two common clinical conditions in postmenopausal women. In this study, vitamin D deficiency in postmenopausal women were not associated with depression. Other factors rather than vitamin D deficiency should be investigated for illuminating the causalities of depression in postmenopausal women.
Makale Özeti

2.
Yeni tanı alan postmenopozal osteoporozda kemik döngüsü belirteçleri kırık riski ile ilişkili midir? Kesitsel, klinik çalışma
Are bone turnover markers related to fracture risk in initial diagnose postmenopausal osteoporosis? A cross-sectional clinical study
Şeniz Akçay Yalbuzdağ, Banu Sarıfakıoğlu, İlker Şengül, Nuri Çetin
Sayfa 0
Amaç: Bu çalışmada ilk defa osteoporoz tanısı alan postmenopozal kadınlarda FRAX değerlendirme aracı ile hesaplanan 10 yıllık kırık riski ile kemik döngüsü belirteçleri (KDB) arasındaki ilişkiyi inceledik.
Gereç ve yöntem: İlk defa osteoporoz tanısı alan ve sekoner osteoporoz nedenlerinin dışlandığı 61 postmenopozal kadın hasta çalışmaya dahil edildi. Boy ve kilo ölçümleri, ek hastalıklar, menopoz yılı, laboratuar incelemeler kaydedildi. Dual enerji x-ray absorbsiyometri ile lomber ve femur boynu, femur total T skorları ölçüldü. KDB olarak serum osteokalsin (OK) ve idrar deoksipridinolin düzeyi ölçüldü. FRAX ile 10 yıllık kalça ve majör osteoporotik kırık riski hesaplandı.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 61±39 yıl idi. Menopoz yılı ortanca değeri 15.13 yıl idi (min: 2, max: 40). 10 yıllık ortanca kalça kırık riski ve major osteoporotik kırık riski sırasıyla %1.10 (min: 0, max: 23), %6.9 (min: 3, max: 34) olarak hesaplandı. KDB ile kırık riski arasında anlamlı ilişki saptanmadı. Menopoz süresi ile kalça ve major osteoporotik kırık riski arasında pozitif yönde anlamlı ilişki saptandı (p=0.031, r=0.276; p=0.025, r=0.287). Vücut kitle indeksi ve kalça kırık riski arasında negatif yönde anlamlı ilişki saptandı (p=0.002, r=-0.392).
Sonuç: Biz çalışmamızda yeni tanı alan postmenopozal osteoporoz hastalarında kırık riski ve kemik döngü belirteçleri arasında anlamlı ilişki saptamadık. Farklı hasta gruplarında kemik döngüsü belirteçleri ile kırık riski arasındaki ilişkileri araştıran daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar kelimeler: Osteoporoz, FRAX, kemik döngüsü belirteçleri
Aim: In this study,we investigated the relationships between ten year fracture risk calculated with FRAX assesment tool and bone turnover markers (BTM) in women with initially diagnosed as postmenoupausal osteoporosis.
Material and Methods: After exclusion of the causes of secondary osteoporosis 61 postmenoupausal women diagnosed with osteoporosis were enrolled to the study. Height and weight measurements, additional diseases, menopause year, and laboratory investigations were recorded. Lomber, femur total, and neck T scores were measured by dual-energy x-ray absorptiometry (DXA). As bone turnover markers, serum osteocalcin (OC) and urine deoxypridinoline levels were measured 10-year fracture risk of hip and major osteoporotic fracture was calculated with FRAX assesment tool.
Results: The mean age of patients was 61±39 years. Median value of menopause year was 15.13 years (min: 2, max: 40). The median ten-year hip fracture and major osteoporotic fracture risks were calculated as %1.10 (min: 0, max: 23), %6.9 (min: 3, max: 34) respectively. There was no significant relationship between bone turnovermarkers and fracture risk. Positive significant correlation was found between menopause year and hip fracture risk, and between menopause year and major osteoporotic fracture risks (p=0.031, 0.276; p=0.025, r=0.287). Negative significant correlation was detected between body mass index and hip fracture risk (p=0.002, r=-0.392).
Conclusion: In our study, we couldn’t find relationship between BTM and fracture risks assesed by using FRAX tool in patients with initially diagnosed of postmenopausal osteoporosis. Further studies are needed to investigate the relationship between BTM and fracture risk in different patient groups.
Keywords: Osteoporosis, FRAX, bone turnover markers
Makale Özeti

3.
Yaşlılarda osteoporoz farkındalığı: Yaşlılarımız nerede?
The awareness of elderly about osteoporosis: What about our elderly?
Zuhal Özişler, Sibel Ünsal Delialioğlu, Sumru Özel, Şule Şahin Onat, Alize Yılmaz Şahin, Melike Dolmuş
Sayfa 0
Amaç: Osteoporoz (OP) ve kemik kırıkları yaşlılar için ağrı, fonksiyonel kayıp ve ölümle sonuçlanabilen önemli bir toplum sağlığı problemidir. Çalışmamızın amacı yaşlılarda OP farkındalığının ve bilgi düzeyinin araştırılmasıdır.
Yöntem-Gereçler: Çalışmaya polikliniğimize başvuran ≥65yaş, 203’ü kadın, 47’si erkek toplam 250 olgu alındı. Olguların demografik verileri kaydedildi. 250 olgudan OP hakkında bilgisi olduğunu ifade eden 220 (%88) olguya OP farkındalığının değerlendirilmesinde 26 sorudan oluşan ve OP risk faktörlerinin sorgulandığı anket formu kullanıldı. Anketler birebir görüşme ile dolduruldu.
Bulgular: Cinsiyet ve yaş grupları (<75 ve ≥75 yaş) arasında OP farkındalığı arasında anlamlı fark saptanmadı. Okuma yazması olanların olmayanlara göre OP farkındalığı anlamlı olarak daha yüksekti (p=0,023). Kentte yaşayanların OP farkındalığı kırsalda yaşayanlara göre anlamlı olarak daha yüksekti (p=0,003). Doktor (%48,6) ve televizyon (%39,5) en yüksek orandaki bilgi kaynaklarıydı. Hastaların en fazla bilgiye sahip oldukları OP risk faktörleri sırasıyla yetersiz kalsiyum alımı, kadın cinsiyet, yaşlanma, menopoz ve egzersiz yapmamak iken diğer risk faktörleri konusunda yeterli bilgiye sahip olmadıkları belirlendi.
Sonuç: Geriatrik bireylerde OP farkındalığını yüksek eğitim düzeyi ve kentte yaşamak olumlu yönde etkilemektedir. Ülkemizde geriatrik bireylerin eğitim düzeyinin düşük olması sebebiyle görsel basın ve doktorlar en önemli bilgi kaynaklarıdır. Yaşlıların OP konusunda eğitimini amaçlayan programlar oluştururken bu durum göz önünde bulundurulmalıdır.
Aim: Osteoporosis (OP) and bone fractures that can result pain, functional impairment and death are an important public health problem for the elderly.The aim of our study was to asses awareness and the information level about OP in the elderly.
Materials-Methods: A total of 65 years and older 250 participants (203 were women, 47 were men) who presented to our outpatient clinic were included the study. Demographic data were recorded. A 26 item questionnaire was used in the assessment of information on the OP risk factors in 220 (88%) cases who reported that they were aware about OP.
Results: There was no significant difference OP awareness between gender and age groups (<75 and ≥75 years). OP awareness of literate cases was significantly higher than illiterate cases (p=0.023). OP awereness of cases with urban life was significantly higher than cases with rural life (p=0.003). The main sources of information about OP were physicians (48.6%) and television (39.5%). We have determined that indivudulas had information inadequate about calcium intake, female gender, aging, menopause and lack of exercise as OP risk factors while they did not have enough knowledge about other risk factors.
Conclusion: OP awareness increases with high education level and urban life in elderly. In our country, visual media and doctors are the most important source of information due to the low level of education of elderly. This situation should be considered when creating an educational program about OP for the elderly.
Makale Özeti

4.
Kadınlarda Osteoporozun Önlenmesinde Yeşil Çayın Yeri
The Place of Green Tea in the Prevention of Osteoporosis in Women
Gülbahtiyar Demirel, Azime Karakoç Kumsar, Feride Taşkın Yılmaz
Sayfa 0
Kadınlarda özellikle menopoz döneminden sonra görülme sıklığı artan osteoporoz, günümüzde önemli sağlık sorunlarından biridir. Genetik özellikler, D vitamini eksikliği, yetersiz kalsiyum alımı, hareketsiz yaşam biçimi, geç menarş gibi birçok risk faktörleri nedeniyle osteoporozun gelişimi önlenebilmekte ve tedavi edilebilmektedir. Son yıllarda osteoporozun önlenmesinde kullanılan ve farmakolojik olmayan yöntemlerden biri yeşil çay tüketilmesidir. Yapılan yurtdışı çalışmalarında, yeşil çay tüketiminin kemik yoğunluğunun düzenlenmesinde ve kemik sağlığının korunmasında etkili olduğu belirtilmiştir. Ancak ulusal alanda konu ile ilgili yeterli veri bulunmamaktadır. Bu derleme, kadınlarda osteoporozun önlenmesinde, yeşil çay tüketiminin gerekliliğini ortaya koymak açısından sağlık profesyonellerine bilgi sunacaktır.
Osteoporosis is one of the most important health-related problems in today’s world that it is increasing in incidence specifically after menopause in women. Various risk factors including genetics, Vitamin D deficiency, insufficient intake of calcium, sedentary lifestyle and late menarche enable osteoporosis to be contained in terms of its progress and to be treated. The consumption of green tea is one of the non-pharmacological methods utilised in the prevention of osteoporosis in recent years. Studies conducted abroad with relation to this subject matter identified that the consumption of green tea is effective in the regulation of bone density and the protection of bone health. However, this finding lacks sufficient data at the national scale. The present review will provide healthcare professionals information on the necessity for the consumption of green tea in the prevention of osteoporosis in women.
Makale Özeti

5.
Konservatif olarak tedavi edilen distal radius kırıklarında kemik mineral dansitesinin fonksiyonel ve radyolojik sonuçlara etkisi.
Effect of bone mineral density on functional and radiological results in conservatively treated distal radius fractures.
Tolga Onay, Mehmet Müfit Orak, İsmail Oltulu, Talat Çağırmaz, Seyit Ali Gümüştaş, Güven Bulut, Halil İbrahim Bekler
Sayfa 0
Amaç: Bu çalışma, kapalı redüksiyon ve alçılama ile tedavi edilen distal radius kırıklarının, fonksiyonel ve radyografik sonuçları üzerine kemik mineral yoğunluğunun etkisini değerlendirmek üzere tasarlanmıştır.

Gereç ve yöntem: Distal radius kırığı nedeniyle kapalı redüksiyon ve kısa kol alçı ile tedavi edilen 52 hasta (21 erkek, 31 kadın, ort.yaş 63,4 (50-84)) çalışmaya alındı. Hastalar kemik mineral yoğunluğu ölçüm sonuçlarına göre düşük (group I, n = 31) ve normal (Group II, n = 21) şeklinde gruplara ayrıldı. Gruplar iyileşme zamanı, son kontrollerin radyografik parametreleri ve Gartland-Werley fonksiyonel skorlarına göre karşılaştırıldı.

Bulgular: Her iki grup kırık tipi, baskın taraf, cinsiyet dağılımı ve ortalama yaş bakımından homojendi (p = 0.18; p = 0.96, p = 0.38 ve p = 0.42). İki grup arasında radyal eğim kaybı (p = 0.17), volar tilt kaybı (p = 0.24) ve radyal kısalma miktarı (p=0.14) bakımından anlamlı farklılık yoktu. Aynı zamanda kaynama zamanı açısından gruplar arasında anlamlı farklılık yoktu (p = 0.87).Düşük kemik mineral yoğunluğu olanlarda fonksiyonel skorlar anlamlı düzeyde daha düşüktü (p = 0.03) ve kemik mineral yoğunluğu ve fonksiyonel sonuçlar arasında anlamlı pozitif bir ilişki bulundu (r: 0.29, p = 0.04). Fonksiyonel skorlar ile radyal kısalma miktarı, radyal inklinasyon ve volar tilt kaybı arasında anlamlı ilişki yoktu (p= 0.53, p = 0.38, p = 0.57).

Sonuç: Çalışmamız konservatif olarak tedavi edilen distal radius kırıklarında daha düşük kemik mineral yoğunluğu değerlerinin kaynama zamanı ve redüksiyon kaybı gelişimi üzerine anlamlı etkisi olmadığını ancak fonksiyonel sonuçları olumsuz etkilediğini göstermiştir.
Objectives: This study was designed to evaluate the effect of bone mineral density on functional and radiographic results of distal radius fractures, which were treated with closed reduction and casting.

Material and method: 52 patients (21 male, 31 female, 31 right, 21 left-handside, approx. aged 63.4 (50-84)) who were treated with closed reduction and short arm casting due to fracture of distal radius were included in this study. Patients were divided into groups according to Bone Mineral Density (BMD) measurement results as low (group I, n = 31) and normal (Group II, n = 21). Groups were compared according to healing times, radiographic parameters of the last controls and Gartland-Werley functional scores.

Results: The fracture type, dominant side, gender distribution and mean age were homogeneous in both group (p = 0.18; p = 0.96, p = 0.38 and p = 0.42). There were no significant difference with loss of radial inclination (p = 0.17), the volar tilt loss (p = 0.24) and the amount of radial shortening (p = 0.14) between two groups. There was also no significant difference between the groups in terms of time to union (p = 0.87). Functional scores were significantly lower in group with low BMD (p = 0.03) and a significant positive correlation was found between BMD and functional results (r = 0.29, p = 0.04). There was no significant correlation between functional scores and amount of shortening, loss of radial inclination and volar tilt (p = 0.53, p = 0.38 and p = 0.57).

Conclusion: Our study showed that, lower BMD scores have no signficant effect on healing time and loss of reduction of conservatively treated distal radius fractures, however affect adversly the functional results.
Makale Özeti

6.
Omuz subluksasyonunun bir nedeni ya da sonucu olarak: İzole supraskapular nöropati
Isolated suprascapular neuropathy: A cause of subluxation or a result of subluxation
Onur Velioğlu, Mustafa Turgut Yıldızgören, Ayşe Dicle Turhanoğlu
Sayfa 0
Biz 25 yaşında 6 yıldır olan sol omuz ağrısı olan bir erkek hasta sunduk.
We presented a 25-year-old man who had the left shoulder pain for six years.
Makale Özeti

7.
Güncel Tanı Kriterleri ile Huzursuz Bacak Sendromu
Restless Legs Syndrome with Current Diagnostic Criteria
Meral Bilgilisoy Filiz, Tuncay Çakır
Sayfa 0
Huzursuz Bacak Sendromu (HBS), Willis-Ekbom Hastalığı olarak da bilinen, bacakları hareket ettirme dürtüsü ile karakterize, genellikle rahatsız edici duyular ve uyku bozukluğunun eşlik ettiği kronik bir hareket bozukluğudur. Hastalığın prevalansı genel populasyonda %1-15 arasında değişmekte, çocukluk çağında ise %2 civarındadır. HBS gebelikte en sık karşılaşılan hareket bozukluğudur. Buna rağmen, muhtemelen hastalık hakkındaki bilgi eksiklği sebebiyle HBS hala atlanabilen veya yanlış tanı konulan bir hastalıktır. Primer HBS’ de aile hikayesi %50-70 oranında pozitiftir. Sendromun sekonder formu demir eksikliği, böbrek yetmezliği, gebelik, diabetes mellitus ve pek çok romatizmal hastalıkla ilişkilendirilmiştir. Sekonder formlar genellikle daha ileri yaşlarda ortaya çıkmakta, hızlı progres ve daha kötü prognoz göstermektedir. HBS’nin patofizyolojisi dopaminerjik sistem, santral sinir sistemi demir düzeyleri ve genetik geçiş üzerine odaklanmıştır. Tanı klinik özellikler ve Uluslararası HBS Çalışma Grubu’ nun önerdiği tanı kritelerine göre konulur. Tedaviye başlanmadan önce sekonder sebepler dikkatlice araştırılmalıdır. Hafif formlarda farmakolojik olmayan tedaviler faydalı olabilirken, orta ve şiddetli formlarda dopamin agonistleri, antikonvülzanlar, opioidler ve benzodiazepinler gerekli olmaktadır.
Restless legs syndrome (RLS), also known as Willis-Ekbom Disease, is a chronic movement disorder, characterized by an urge to move legs usually accompanied by uncomfortable sensations and sleep disorders. The prevalance of the syndrome ranges from 1% to %15 in the general population, and about 2% during childhood. RLS is the most common movement disorder in pregnancy. However RLS still remains underdiagnosed probably due to lack of accurate information about the disease. Family history is positive in 50%-70% of the primary RLS patients. The secondery form of the syndrome is associated with iron deficiency, renal failure, pregnancy, diabetes mellitus and many rheumatologic disorders. Secondery forms generally manifests at older ages and have a rapid progression with a poorer prognosis. The pathophysiology of RLS is focused on the dopaminergic system, reduced central nervous system iron and genetic linkages. Diagnosis is based on clinical features and the diagnostic criteria suggested by International RLS Study group. Secondery causes must be carefully investigated before the treatment. In mild forms of the disease nonpharmacologic theraphies might be useful, but in moderate or severe forms of the disease generally pharmacologic therapies such as dopamine agonists, anticonvulsants, opioids and benzodiazepines are required.
Makale Özeti

8.
Yaşlılarda proksimal femur morfoloji ve dokusunun radyografik değerlendirilmesi yoluyla osteoporozun tahmini, geçerli ve güvenilir midir?
Prediction of osteoporosis through radiographic assessment of proximal femoral morphology and texture in elderly; is it valid and reliable?
Özkan Köse, Ömer Faruk Kılıçaslan, Hasan Onur Arık, Ümit Sarp, İclal Erdem, Mehmet Uçar
Sayfa 0
Amaç: Bu çalışmanın amacı, postmenepozal kadınlarda osteoporoz varlığını kalça grafilerinden belirleyecek en iyi radyografik ölçüm metodunu belirlemek ve bu yöntemlerin geçerlilik ve güvenilirliğini araştırmaktır.
Materyal ve Metod: Kalça ağrısıyla hastaneye başvuran 92 postmenepozal kadın hasta çalışmaya alındı. Kalça radyografileri değerlendirilerek Singh indeks (SI), kanal kalkar oranı (KKO) ve kortikal kalınlık indeksi (KKI) ölçüldü. Tüm ölçümler en az 4 hafta arayla iki bağımsız gözlemci tarafından iki kez gerçekleştirildi. Hastaların kemik mineral yoğunluğu (KMY) Dexa ile değerlendirildi. Analizin ilk kısmında tüm ölçüm yöntemlerinin güvenilirliği test edildi. İkinci kısımda KMY ile ölçüm yöntemleri arasındaki ilgileşim analiz edildi, ilgileşim katsayısı (pearson r) kullanıldı. En sonunda her bir radyografik ölçüm metotlarının sensivite, spesifitesini ve eşik değerini belirlemek için ROC eğri analizi yapıldı.
Sonuçlar: Singh indeksin gözlemciler içi güvenilirlik analizi gözlemci A için kappa katsayısını 0.359,gözlemci B için 0.224 olarak bulundu. SI, gözlemciler arası güvenilirlik analizi gözlemci A için kappa katsayısını 0.070,gözlemci B için 0.051 olarak bulundu. Gözlemciler içi ve gözlemciler arası güvenilirlik KKO ve KKI için iyi ve mükemmeldi(ICC: 0.920 ve ICC: 0.936). SI ve KMY ölçümleri arasında ilgileşim bulunamadı (p: 0.818). Diğer yandan KKO, KKI ve KMY ölçümleri arasında anlamlı bir ilgileşim saptandı (p: 0.001). Osteoporotik ve nonosteopotik hastalar arasında ölçülmüş tüm indeksler anlamlı derecede farklıydı (p<0.05). KKI değeri 0,3 den az ve KKO değeri 0,47 den az osteoporoz varlığını %100 sensivite ve %98 spesifite ile gösterdiği saptandı.
Çıkarımlar: SI osteoporozu saptamada güvenilir değildir ve KMY ile ilgileşim göstermemektedir. Ancak hem KKO hem de KKI güvenilirdir ve gerçek KMY değerleriyle anlamlı şekilde ilgileşim göstermektedir.
Objective: The purpose of this study is to determine the best predictive radiographic measurement method to identify the presence of osteoporosis and test the inter-observer and intra-observer reliability and validity of these methods in postmenopausal women. Materials and methods: Ninety-two elderly female patients who presented with hip pain were prospectively evaluated. Hip radiographs were used to determine the values of Singh index (SI), Canal-to-Calcar Ratio (CCR), and Cortical Thickness Index (CTI). All measurements were performed by two independent observers on two separate occasions, at least 4 weeks apart. Bone mineral density (BMD) was assessed by DEXA. In the first part of analysis, reliability of the all measurement methods was tested. In the second part, correlation coefficient (Pearson r) was used to determine the relationship between the measurement methods and BMD. Finally ROC curve analysis was performed to determine the threshold values, sensitivity and specificity for each radiographic measurement method. Results: Intra-observer reliability analysis of Sing index revealed kappa coefficient of 0.359 for Observer A, and 0.224 for Observer B. Inter-observer reliability analysis of SI revealed kappa coefficient of 0.070 for observer A and 0.051 for observer B. The intra-observer and inter-observer reliability was good and excellent for CTI and CCR for both observers. There was no correlation between Singh index and BMD. On the other hand, there was significant correlation between CTI and CCR and BMD. All measured indices were significantly different (p<0.05) between osteoporotic and non-osteoporotic patients. CTI value less than 0.3 or CCR value less than 0.47 reflects the presence of osteoporosis with 100% sensitivity and 98% specificity. Conclusions: SI is not reliable and do not correlate with BMD. However, both CTI and CCR showed good and excellent reliability, and each index correlated well with the real BMD values.
Makale Özeti

9.
Kırsal Bölgede Yaşayan Risk Grubu Kadınların Osteoporoz Bilgi Ve Farkındalık Düzeyi
Knowledge Level And Awareness About Osteoporosis Among Risk Group Of Rural Women
Emine Eda Kurt, Fatmanur Aybala Koçak, Figen Tuncay, Hatice Rana Erdem, Funda Kıranatlıoğlu
Sayfa 0
Amaç: Ortalama yaşam süresinin uzaması, yaşlı nüfusun artması, sedanter yaşam tarzı ve düzensiz beslenme yanında pek çok hastalık ya da ilaç kullanımı da osteoporoza eğilimi arttırır. Riskli gruptaki osteoporoza bağlı kırıkların tedavi maliyetleri de gün geçtikçe artmaktadır. Dünyada ve Türkiye’de osteoporoz farkındalığı ve algısı ile ilgili yapılmış çok sayıda çalışma vardır. Ancak Türkiye’de özellikle riskli gruplarda farkındalık ve algıyı artıracak çok az bilgilendirme yapılmaktadır. Bu çalışmada kırsal bölgede yaşayan ve yüksek riskli grupta olan kadınların osteoporoz farkındalığı ve bilgi düzeyi değerlendirilmiştir.

Yöntem-Gereçler: Çalışmaya primer ya da sekonder osteoporoz açısından risk grubunda olan ve kırsal bölgede yaşayan 583 kadın alındı. Osteoporoz farkındalığını ve bilgi düzeyini değerlendirmek için 3 bölümden oluşan bir anket kullanıldı. Her doğru cevap bir puan olarak hesaplandı.
Bulgular: Çalışmaya alınan kadınların yaş ortalaması 48,21±10,62( 32-78 ) idi. 505'i (%86,6) osteoporoz hakkında bilgi sahibi olduğunu belirtti. Bilgisi olduğunu belirten hastaların bilgi düzeyleri incelendiğinde 240'ı (%47,5) osteoporoz açısından riskli grupta olduğunu biliyordu. Eğitim düzeyi yüksek kadınların risk grubunda oldukları konusunda farkındalıkları daha yüksekti (p<0,001). Osteoporoz risk grubu ile komplikasyonları farkındalığı toplam skoru ve yaş arasında negatif yönde korelasyon tespit edildi (r=-0,473, p<0,001). Toplam skor ile eğitim düzeyi arasında da pozitif yönde güçlü korelasyon olduğu görüldü (r=0,821, p<0,001).
Sonuç: Kırsal bölgede yaşayan kadınların eğitim düzeyi düşüktür. Morbidite, mortalite ve sağlık harcamalarını azaltmak amacıyla, bu kadınlara yönelik bilgilendirme çalışmaları ve toplum taramalarının sayısı artırılmalıdır.
Aim: Prolongation of the average life expectancy, increase in the elderly population, sedentary lifestyle, irregular eating habits; many diseases or drug usage also increase predisposition of osteoporosis. The treatment costs of osteoporotic fractures in high risk groups have been increasing day by day. There are many studies which were made about awareness and perception of osteoporosis in the world and Turkey. However, there have been very little informing to increase awareness and perception especially in high risk groups in Turkey. In this study was evaluated awareness and knowledge of rural women which have been in the risk group
Materials And Methods: Total of 583 rural women within the risk group of primary or secondary osteoporosis were included in the study. A questionnaire consisting of 3 parts was used to evaluate the knowledge level and awareness about osteoporosis Every correct answer was calculated as one point.
Results: The mean age was 48.21 ± 10.62 years, and age range was 32-78 years old. 505 (%86,6) of the women indicated that knowledge about osteoporosis. When knowledge levels of the women who had stated having knowledge about osteoporosis were analyzed; 240 (%47,5) women had been knowing that they were in the risk group. Women who had higher education levels, had have higher awareness about they were in the risk group (p<0,001). There had been a negative correlation between the total score of risk group with complication of osteoporosis awareness and age (r=-0,473, p<0,001). It has been detected that, there was a strong positive correlation between total score and education level (r=0,821, p<0,001).
Conclusion: The education levels of women living in rural area are lower. The number of informative studies and community screening programmes for these women should be increased in order to reduce the morbidity, mortality and healthcare expenditure.
Makale Özeti

10.
Multipl Sklerozlu Hastalarda Osteoporoz Tedavisinde Bifosfonatların Etkinliği
Efficacy of Bisphosphonates for the Treatment of Osteoporosis in Patients with Multiple Sclerosis
İlke Coşkun Benlidayı, Sibel Başaran, Ahmet Evlice, Miray Erdem, Meltem Demirkıran
Sayfa 0
Amaç: Bu çalışmanın amacı multipl sklerozlu osteoporotik hastalarda bifosfonatların etkinliğinin değerlendirilmesidir.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya, Ocak 2011-Ocak 2014 tarihleri arasında, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Kliniği’nde osteoporoz tanısı ile tedavi başlanan multipl skleroz hastaları dahil edildi. Hastalar aldıkları tedaviye göre kontrol (sadece kalsiyum-vitamin D) ve aktif tedavi (bifosfonat+ kalsiyum-vitamin D) gruplarına ayrıldı. Grupların kendi içinde ve gruplar arasında, 12 aylık tedaviye verilen kemik mineral yoğunluğu (KMY) ve biyolojik belirteç yanıtları değerlendirildi.
Bulgular: Çalışma grubu 29 hastadan (14 kontrol, 15 aktif tedavi) oluşmaktaydı. Grupların kendi içinde yapılan değerlendirmede, kontrol grubunun tedavi öncesi ve sonrası, KMY ve biyolojik belirteçlere ait verilerinde anlamlı farka rastlanmamıştır. Aktif tedavi grubunda ise, tedavi sonrasında, L1-L4 T skorunda ve 25(OH)D düzeyinde anlamlı bir artış olduğu tespit edildi. Gruplar arası karşılaştırmada, delta değerleri göz önüne alındığında, KMY ve biyolojik belirteçler açısından, iki grup arasında anlamlı fark bulunmamıştır.
Sonuç: Multipl sklerozlu osteoporotik hastalarda, kalsiyum-vitamin D ve bifosfonat kombinasyonunun, KMY ve biyolojik belirteçler üzerindeki etkisi, tek başına kalsiyum-D vitamini tedavisi ile benzerdir. Ancak, bu konuda yürütülecek prospektif, randomize, kontrollü çalışmalara ihtiyaç vardır.
Objective: The aim of this study was to evaluate the effectiveness of bisphosphonates in osteoporotic patients with multiple sclerosis.
Material and Method: Patients with multiple sclerosis, who was started on treatment with a diagnosis of osteoporosis, at the Department of Physical Medicine and Rehabilitation, Faculty of Medicine Cukurova University, between January 2011 and January 2014, were included in this study. Patients were allocated into control (calcium-vitamin D alone) and active treatment (calcium-vitamin D and bisphosphonate) groups according to their medications. Response to the 12-month treatment in terms of bone mineral density (BMD) values and biological marker levels were evaluated, both within and between groups.
Results: The study group consisted of 29 patients (14 control and 15 active treatment). Evaluation performed within each group revealed no significant difference between baseline and post-treatment values of BMD and biological markers, in controls. However, regarding the active treatment group, a significant increase in L1-L4 T-score and 25(OH)D was detected. When delta values were taken into account, comparison between groups revealed no significant difference with regard to the BMD and biological marker levels,
Conclusion: The effect of calcium-vitamin D alone on BMD and biologic markers was similar to that of calcium-vitamin D and bisphosphonate combination, in multiple sclerosis patients with osteoporosis. However, prospective, randomised, controlled studies are required on this issue.
Makale Özeti

11.
Kronik mekanik bel ağrısı olan hastalarda egzersizle beraber fizik tedavi uygulamalarının sadece egzersiz tedavisi ile karşılaştırılması
Comparing physical therapy accompanying exercise with only exercise treatments in patients with chronic low back pain
Özlem Yılmaz, Pınar Küçük Eroğlu, Fatma Gül Yurdakul, Yeşim Garip Çimen, Filiz Eser, Aslıhan Alhan, Hatice Bodur
Sayfa 0
Amaç: Kronik bel ağrılı hastalarda egzersiz ve egzersiz ile beraber fizik tedavinin etkinliklerini araştırmak ve birbiriyle karşılaştırmak
Gereç ve Yöntem: 3 aydan uzun süredir mekanik bel ağrısı olan 23’er hasta polikliniğe başvuru sırasına göre egzersiz ya da fizik tedavi+egzersiz gruplarından birine dahil edildi. İki grup da 14 gün boyunca, günde 2 seans lomber fleksiyon+ekstansiyon, lomber kasları ve karın kaslarını güçlendirme ve iliopsoas, hamstring ve kuadrisepsleri germe egzersizlerini yaptı. Ayrıca fizik tedavi grubuna 10 seans sıcak paket+terapötik ultrason+interferansiyel akım tedavisi verildi. Bel ağrısı şiddeti görsel analog skala (VAS) ile, bel hareket açıklığı el parmak-zemin mesafesi(EPZM) ve modifiye Schober testi ile, fonksiyonel durum modifiye Oswestry bel ağrısı skalası ile, yaşam kalitesi Short form-36 (SF-36) ile tedavi öncesi ve tedaviden 1 ay sonra değerlendirildi.
Bulgular: Egzersiz grubu yaş ortalaması 59, 21 kadın, 2 erkek hastadan oluşuyordu. Fizik tedavi grubunda yaş ortalaması 60 olan 20 kadın 3 erkek hasta vardı. Her iki grupta da tedavi sonrası ağrı azaldı, EPZM ve M.Schober ölçümü arttı, fonksiyonel durum iyileşti ve SF-36 kategorilerinden ağrı ve fiziksel fonksiyonlarda iyileşme oldu. Egzersiz grubunda SF36- fiziksel rol güçlüğü de iyileşti. Fizik tedavi grubunda ağrıda azalma, EPZM’de artma, fonksiyonel durumdaki iyileşme anlamlı derecede fazla idi. Modifiye Schober testi ve yaşam kalitesindeki değişimler açısından gruplar arasında fark bulunmadı.
Sonuç: Sonuç olarak kronik bel ağrısında egzersizler de egzersiz+fizik tedavi de etkindir. Egzersiz tedavisinden yeterince fayda görmeyen hastalara fizik tedavi uygulamaları ile başarılı sonuçlar alınabilir.
Aim: Investigating and comparing the effects of exercise and physical therapy accompanying exercise treatments in patients with chronic low back pain
Method: Twenty three patients with mechanichal type low back more than 3 months were included one of the exercise or the physical therapy+exercises groups according to their application sequence. Both of the groups performed lumbar flexion and extension exercises, strengthening of the lumbar and abdominal muscle exercises and iliopsoas, hamstring and quadriceps strecthing exercises two times a day for fourteen days. The physical therapy group were given hot pack+ therapeutic ultrasound+ interferential current for ten days additionaly. Degree of low back pain was evaluated with visual analog scale(VAS), range of joint motion was evaluated with hand finger floor distance(HFFD) and modified Schober test, functional status was evaluated with modified Oswestry low back pain scale and quality of life was evaluated with Short form-36 (SF-36) before and a month after the treatments.
Results: In both groups (exercise group: mean age 59, 21 female, 2 male; physical therapy group: mean age 60, 20 female, 3 male) pain intensity was decreased, HFFD and M. Schober were increased, functionality recovered, pain and physical functions of SF-36 were improved after the treatments. SF-36-physical role was also improved in the exercise group. Decrease in pain, increase in HFFD and improving of the functional status were all significantly more in the physical therapy group. There were no difference between the groups in terms of M. Schober measurement and changes of the quality of life.
Conclusions: Exercises and exercises+physical therapy are both effective in chronic low back pain. Successful results can be taken by addition of the physical therapy in patients who do not benefit sufficiently from exercise therapy.
Makale Özeti

12.
Antiviral tedavi alan kronik viral hepatitli hastalarda osteoporoz tedavisinde alendronat ve kolekalsiferol kombinasyonunun etkisi: İki olgu sunumu
Efficacy of alendronate and cholecalciferol combination in the treatment of osteoporosis in patients with chronic viral hepatitis receiving antiviral therapy: Report of two cases
İlke Coşkun Benlidayı, Zainb Al-Bayati, Rengin Güzel
Sayfa 0
Bu olgu sunumunda, antiviral tedavi alan kronik viral hepatitli 60 yaş üzeri iki erkek hastada, osteoporoz tedavisinde, 12 ay süre ile kullanılan alendronat ve kolekalsiferol kombinasyonunun etkinliği değerlendirilmiştir. Hastalara, kronik viral hepatit B tanısı ile, 245 mg/gün dozunda tenofovir disoproxil fumarate kullanmaktayken, dual enerji X-ışını absorbsiyometre ile osteoporoz tanısı koyulup, alendronat ve kolekalsiferol kombinasyonu (70 mg/2800IU) haftada bir kez oral olarak başlanmıştır. Bazal lomber T skorları -2,6 ve -4,9 olan 1. olgu ve 2. olgunun, tedavi öncesindeki ve 12 aylık tedavi sonrasındaki kemik mineral yoğunlukları (KMY) ve 25(OH)D (ng/ml) seviyeleri karşılaştırılmıştır. İlk vakada, tedavi sonrasında, lomber, femur boynu ve total kalça KMY değerlerinde, sırasıyla %1,9, %5,2 ve %13,8 oranında artış olmuştur. İkinci vakanın L1-L4 lomber, femur boynu ve total kalça KMY değerleri ise sırasıyla %23,2, %25,9 ve %14,8 oranında artmıştır. Ancak, tedavi öncesi ve sonrasındaki 25(OH)D seviyeleri karşılaştırıldığında, iki hastada da, vitamin D düzeyinde düşüş olduğu görülmüştür. Sonuç olarak, antiviral tedavisi altındaki kronik viral hepatitli hastalarda, osteoporoz tedavisi için 12 ay süre ile kullanılan alendronat ve kolekalsiferol kombinasyonu, KMY değerlerinde artış sağlamıştır. Bu hastalarda, tenofovir tedavisinin, bağımsız olarak Vitamin D metabolizmasını etkilediği göz önüne alınarak, vitamin D yetersizliğini önlemek için aralıklı olarak 25(OH)D seviyelerinin kontrol edilmesi ve D vitamini düzeylerini optimal seviyede tutmak için yeterli desteğin sağlanması gerekmektedir.
In this case report, the efficacy of 12-month alendronate and cholecalciferol combination therapy for the treatment of osteoporosis in two male patients with chronic viral hepatitis aged above 60 years, who were on antiviral treatment was evaluated. The patients were diagnosed with osteoporosis via dual energy x-ray absorptiometry while receiving 245 mg tenofovir disoproxil fumarate once daily and started on alendronate and cholecalciferol combination (70 mg/2800IU). Baseline T-scores of the two patients were -2.6 and -4.9, respectively. Baseline bone mineral density (BMD) and 25(OH)D (ng/ml) values were compared with post-treatment values. Regarding the first case, following treatment, lumbar, femoral neck and total hip BMD values were improved by 1.9%, 5.2% and 13.8%, respectively. The second case’s L1-L4 lumbar, femoral neck and total hip BMD values were improved by 23.2%, 25.9% and 14.8%, respectively. However, when pre- and post-treatment 25(OH)D levels were compared, a decrease was observed in both patients. In conclusion, 12-month treatment with alendronate and cholecalciferol combination improved BMD values, in patients with chronic viral hepatitis who were on antiviral therapy. Considering that tenofovir therapy effects vitamin D metabolism independently in these patients, it is necessary to control 25(OH)D levels in a regular basis and to support the patient with adequate vitamin D supplementation, in order to optimize serum vitamin D levels and prevent from vitamin D insufficiency.
Makale Özeti