Cilt: 30  Sayı: 1 - Nisan 2024
Özetleri Gizle | << Geri
1.
Gebe ve emziren kadınlarda osteoporoz: Bir güncelleme
Osteoporosis in pregnant and lactating females: An update
Nidhi Mishra, Hina Masroor, Madhu Gupta
Sayfalar 1 - 15
Amaç: Bu derlemeyi yazmanın amacı gebelik ve emzirmeyle ilişkili osteoporoz (FKÖ) araştırmalarındaki son gelişmeler hakkında bir güncelleme sağlamak ve spesifik tedaviler için mevcut kanıtları özetlemektir.
Giriş: FKÖ, gebeliğin üçüncü üç aylık döneminde ve doğum sonrası doğurganlık çağındaki kadınları etkileyen geçici ve nadir görülen bir osteoporoz şeklidir. FKÖ'nün patofizyolojisi yeterince anlaşılmamış olsa da, FKÖ'nün ilerlemesinde geleneksel risk faktörlerinin yanı sıra hamilelik ve emzirmenin rolünü vurgulayan birkaç vaka serisi, vaka çalışması ve daha az sayıda kohort çalışması mevcuttur.
Metodoloji: 1996'dan 2023'e kadar hamilelik ve emzirmeyle ilişkili osteoporozla ilgili yaklaşık 300 araştırma ve inceleme makalesi okundu; bunlar arasında PubMed, Embase, Scopus, Google'dan çeşitli vaka çalışmaları, vaka serileri, kohort çalışmaları, meta-analizler ve anlatı incelemeleri yer alıyor. Scholar, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) bölgesel veritabanları.
Bulgular: Yaygın klinik bulgular bel ve kalça ağrısı ve nadiren vertebral kompresyon kırıklarıdır. Hamilelik ve emzirme döneminde, kadınlar mineral dengesi ve iskelet metabolizmasında geri dönüşümlü değişikliklere uğrarlar. Hamilelik sırasında artan kalsiyum emilimi ve idrar atılımı ve laktasyonda renal kalsiyum geri emilimi ile birlikte artan kemik emilimi, sırasıyla fetüsün ve yenidoğanın iskelet büyümesini ve gelişimini destekleyen ana maternal metabolik adaptasyonlardır. FKÖ'nün yönetimi, biyokimyasal kemik döngüsü belirteçleri ve kemik histomorfometrisi kullanılarak doğru teşhis ve prognoza bağlıdır. Geleneksel yöntemler arasında kalsiyum ve D vitamini takviyesi, emzirmeyi bırakma, fizyoterapi, destekleyici diş teli ve yatak istirahati yer alır. Bisfosfonatlar, denosumab ve teriparatid, bazı yan etkilerin yanı sıra kemik mineral yoğunluğunun (BMD) iyileşmesini sağlayan, yaygın olarak reçete edilen ilaçlardır.
Sonuç: Vakaların geçici doğası ve eksik bildirimi göz önüne alındığında tedavi önerileri; doğum sayısı, laktasyon süresi, kırık varlığı veya yokluğu, toplumsal durum, yaş, etnik köken ve ırka göre kişiselleştirilmelidir.
Purpose: The purpose of writing this review is to provide an update on recent advances in pregnancy and lactation-associated osteoporosis (PLO) research and summarize the current evidence for specific treatments.
Background: PLO is a transient and rare form of osteoporosis that affects women of childbearing age during the third trimester of pregnancy and post-partum. Though the pathophysiology of the PLO is poorly understood, several case series, case studies, and fewer cohort studies are available highlighting the role of pregnancy and lactation apart from conventional risk factors in the progression of PLO.
Methodology: Approximately 300 research and review articles related to pregnancy and lactation-associated osteoporosis have been read from 1996 to 2023 which include several case studies, case series, cohort studies, meta-analyses, and narrative reviews from PubMed, Embase, Scopus, Google Scholar, World Health Organization (WHO) regional databases.
Findings: Common clinical manifestations include lower back and hip pain and rarely vertebral compression fractures. During pregnancy and lactation, women undergo reversible changes in mineral homeostasis and skeletal metabolism. Increased calcium absorption and urinary excretion during pregnancy and increased bone resorption along with renal calcium reabsorption in lactation are the main maternal metabolic adaptations that support the skeletal growth and development of the fetus and newborn respectively. Management of the PLO depends upon proper diagnosis and prognosis using biochemical bone turnover markers and bone histomorphometry. Conventional methods include calcium and vitamin D supplementation, giving up breastfeeding, physiotherapy, supportive braces, and bed rest. Bisphosphonates, denosumab, and teriparatide are commonly prescribed medications, assuring the recovery of bone mineral density (BMD) besides certain side effects.
Conclusion: Considering the transient nature, and underreporting of the cases, treatment recommendations should be personalized based on the parity, duration of lactation, presence or absence of fractures, societal status, age, ethnicity, and race.
Makale Özeti

ARAŞTIRMA
2.
Postmenopozal osteoporozu olan kadınlarda kemik mineral yoğunluğu ile antropometrik ölçümler arasındaki ilişkilerin değerlendirilmesi
Evaluation of the relationships between bone mineral density and anthropometric measurements in women with postmenopausal osteoporosis
Ayşegül Yaman, Oya Özdemir, Şule Gök, Sevilay Karahan, Yesim Gokce Kutsal
Sayfalar 16 - 21
Amaç
Postmenopozal kadınlarda kemik mineral yoğunluğunu (KMY) etkileyen çeşitli faktörler vardır. Bu çalışmanın amacı, postmenopozal osteoporozu (PMO) olan kadınlarda antropometrik özellikler ile KMY arasındaki ilişkileri değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntemler
Katılımcıların yaş, menopoz yaşı, sigara içme alışkanlığı, ek hastalıkları, eğitim durumu ve medeni durumu gibi demografik özellikleri kaydedildi. Boy, kilo, vücut kitle indeksi (VKİ), bel kalça oranı (BKO), dominant elin parmak oranı (2P: 4P), iskelet kası kütle indeksi (İKKİ), el ve uyluk çevreleri gibi antropometrik özellikler ölçüldü. L1–L4'e ek olarak femur boyun (FB), femur total (FT) T skorları, serum kalsiyum ve 25(OH) D vitamini seviyeleri not edildi.
Bulgular
Bu çalışmaya PMO'lu toplam 181 kadın dahil edildi (ortalama yaş 62,78±7,81 yıl, menopoz yaşı 45,69±5,58 yıl ve VKİ 27,24±4,87 kg/m²). Katılımcıların %64,6'sının en az bir sistemik hastalığı vardı ve %71,8'i sigara kullanmıyordu. Serum kalsiyum ve 25(OH) D vitamini ortalama değerleri sırasıyla 9,71±0,73 mg/dl ve 26,22±15,34 ng/ml idi. Ağırlık ve VKİ, L1-L4 total, FB ve FT'deki T skorları ile anlamlı pozitif korelasyonlar gösterdi. Uyluk çevresi ve İKKİ, FB ve FT'de T skorları ile anlamlı bir korelasyon gösterirken, el çevresi sadece FB'de T skoru ile koreleydi. Öte yandan, T skorları ile diğer antropometrik ölçümler (boy, BKO, 2P: 4P) arasında bir korelasyon bulunmadı.
Sonuç
Bu bulgular, kilosu ve VKİ'si düşük olan hastaların lomber omurga ve femurda daha düşük T skorlarına sahip olduğunu göstermiştir. Ek olarak, uyluk çevresi ve İKKİ, femur T skorları ile pozitif korelasyon gösterdi. Postmenopozal kadınlarda osteoporoz riskini belirlemede bu antropometrik ölçümlerin rolünü ortaya çıkarmak için daha ileri araştırmalar gereklidir.
Background and aims
There are various factors that affect bone mineral density (BMD) in postmenopausal women. The aim of this study was to evaluate the relationships between anthropometric characteristics and BMD in women with postmenopausal osteoporosis (PMO).
Methods
Demographic features of the participants including age, menopause age, smoking habits, comorbidities, educational and marital status were recorded. Anthropometric characteristics such as height, weight, body mass index (BMI), waist-to-hip ratio (WHR), digit ratio of dominant hand (2D: 4D), skeletal muscle mass index (SMI), hand and thigh circumferences were measured. In addition to L1–L4, femur neck (FN), femur total (FT) T-scores, serum calcium and 25(OH) vitamin D levels were noted.
Results
This study included a total of 181 women with PMO (mean age 62.78±7.81 years, menopause age 45.69±5.58 years and BMI 27.24±4.87 kg/m²). 64.6% of the participants had at least one systemic disease and 71.8% were non-smokers. The mean values of serum calcium and 25(OH) vitamin D were 9.71±0.73 mg/dl and 26.22±15.34 ng/ml, respectively. Weight and BMI showed significant positive correlations with T scores at L1-L4 total, FN and FT. While thigh circumference and SMI significantly correlated with T scores at FN and FT, hand circumference only correlated with T score at FN. On the other hand, no correlations were found between T scores and other anthropometric measurements (height, WHR, 2D: 4D).
Conclusions
These findings have shown that the patients with lower weight and BMI have lower T scores at lumbar spine and femur. Additionally, thigh circumference and SMI correlated positively with femur T scores. Further studies are warranted to reveal the role of these anthropometric measurements in determining the risk of osteoporosis in postmenopausal women.
Makale Özeti

3.
Ankilozan Spondilit Hastalarında Sistemik İmmün İnflamasyon İndeksi
Systemic Immune Inflammation Index in Ankylosing Spondylitis Patients
Salim Mısırcı, Alev Alp, Lale Altan, Büşra Başar Yılmaz
Sayfalar 22 - 29
AMAÇ: Ankilozan Spondilit (AS) hastalarında sistemik immün inflamasyon indeksi [SII (Platelet (PLT) sayısı × nötrofil sayısı / lenfosit sayısı)] ile hastalık aktivitesi arasındaki ilişkiyi değerlendirmeyi amaçladık.
HASTALAR VE YÖNTEMLER: Tek merkezli kesitsel çalışmamıza 18-65 yaş arası toplam 201 katılımcı (130 AS hastası ve 71 sağlıklı gönüllü) dahil edildi. AS hastaları Bath Ankilozan Spondilit Hastalık Aktivite İndeksi (BASDAI) skorlarına göre remisyon grubu (n=90, BASDAI < 4 olanlar) ve aktif hastalık grubu (n=40, BASDAI ≥ 4 olanlar) olmak üzere iki gruba ayrıldı. SII'nin C-reaktif protein (CRP), eritrosit sedimantasyon hızı (ESH), BASDAI, Ankilozan Spondilit Hastalık Aktivite Skoru-eritrosit sedimantasyon hızı (ASDAS-ESH) ve Ankilozan Spondilit Hastalık Aktivite Skoru-C-reaktif protein (ASDAS-CRP) ile korelasyonu Spearman korelasyon analizi ile değerlendirilmiştir. Aktif AS ve remisyondaki AS gruplarında SII ve diğer parametrelerin hastalık aktivitesini değerlendirmedeki performansını belirlemek için ROC (Receiver Operating Characteristic) eğrisi analizi kullanıldı.
BULGULAR: SII değerleri AS grubunda sağlıklı kontrollere göre ve aktif AS grubunda remisyondaki AS hastalarına göre anlamlı derecede yüksekti (her biri için p<0.001). SII değerleri CRP (rs: 0.384, p<0.001), ESH (rs: 0.243, p=0.005), BASDAI (rs: 0.668, p<0.001), ASDAS-ESH (rs: 0.619, p<0.001) ve ASDAS-CRP (rs: 0.700, p<0.001) değerleri ile pozitif korelasyon gösterdi. AS hastalık aktivitesini belirlemek için optimal kesme değeri 530,22 ×10⁹/L olarak bulunmuştur (eğri altındaki alan [EAA]: 0,902, %95 Güven aralığı (CI): 0,838-0,947, duyarlılık: %72,50 ve özgüllük: %92,22).
SONUÇ: SII, AS hastalık aktivitesini değerlendirmede etkili bir biyobelirteç gibi görünmektedir.
PURPOSE: We aimed to evaluate the relation between the systemic immune inflammation index [SII (Platelet (PLT) count × neutrophil count / lymphocyte count)], and disease activity in Ankylosing Spondylitis (AS) patients.
PATIENTS AND METHODS: A total of 201 participants (130 AS patients and 71 healthy volunteers) aged 18-65 years were included in this single center cross-sectional study. AS patients were divided into two groups based on Bath Ankylosing Spondylitis Disease Activity Index (BASDAI) scores, including remission group (n=90, those with BASDAI< 4) and active disease group (n=40, those with BASDAI ≥ 4). The correlation of SII with C-reactive protein (CRP), erythrocyte sedimentation rate (ESR), BASDAI, Ankylosing Spondylitis Disease Activity Score-erythrocyte sedimentation rate (ASDAS-ESR) and Ankylosing Spondylitis Disease Activity Score-C-reactive protein (ASDAS-CRP) was evaluated with Spearman correlation analysis. ROC (Receiver Operating Characteristic) curve analysis was used to determine the performance of SII and other parameters in assessing the disease activity, in active AS and remission AS groups.
RESULTS: SII values were significantly higher in the AS group than healthy controls, as well as in the active AS group than AS patients in remission (p<0.001 for each). SII values were positively correlated with CRP (rs: 0.384, p<0.001), ESR (rs: 0.243, p=0.005), BASDAI (rs: 0.668, p<0.001), ASDAS-ESR (rs: 0.619, p<0.001) and ASDAS-CRP (rs: 0.700, p<0.001) values. The optimal cut-off value for the determination of AS disease activity was found to be 530.22 ×10⁹/L (area under the curve [AUC]: 0.902, 95% Confidence interval (CI): 0.838-0.947, sensitivity: 72.50% and specificity: 92.22%).
CONCLUSION: SII seems to be an effective biomarker in evaluating AS disease activity.
Makale Özeti

4.
Postmenopozal meme kanseri hastalarında osteoporoz farkındalığı ve bilgi düzeyleri
Osteoporosıs awareness and knowledge ın postmenopausal breast cancer survıvors
Songül Keskin Kavak, Lale Aktekin, Engin Eren Kavak, Burcu Sevingül, Merve Önoğul
Sayfalar 30 - 36
Amaç: Adjuvan kemoradyoterapisi tamamlanan, hormonoterapi altında veya izlemde postmenopozal meme kanseri hastalarında (PMKH) osteoporoz farkındalık ve bilgi düzeylerini belirlemek ve ilişkili olabilecek faktörleri incelemektir.
Materyal ve yöntem: Mart 2022 ile Aralık 2022 tarihleri arasında menopozu klinik ve biyokimyasal olarak kanıtlanmış 73 meme kanseri hastası çalışmaya dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri ve klinik bulguları kayıt altına alındı. Katılımcıların osteoporoza yönelik bilgi düzeyi (OBD) Osteoporoz Bilgi Testi (OBT), Osteoporoz farkındalık düzeyi (OFD) Osteoporoz Farkındalık Testi (OFT) ile değerlendirildi. P değerleri <0,05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Çalışmamızda hastaların yaş ortalaması 59,8±9,4 yıl (min-max: 32-75). idi. OBD’leri %9,6 ‘sı kötü, %58.9 orta, %31.5 iyi idi. Beslenme bilgi düzeyi (BBD); %9,6 kötü,%37,3 orta,%52,1 iyi seviyedeydi. Egzersiz bilgi düzeyi (EBD); %13,7 kötü, %31,5 orta, %54,8 iyi seviyedeydi. Hasta yaşı arttıkça; OFD, OBD, BBD ve EBD’nin düştüğü gözlemlendi. Eğitim düzeyi yüksek olan PMKH’de OFD de yüksek bulundu ve istatistiksel olarak anlamlı görüldü. (r=0.246, p=0.036). Menopoz süresi ile OBD arasında anlamlı ters korelasyon görüldü. (r=-0.280 p=0.017). Hormonoterapi alan ve almayan hastalar arasında OFD ve OBD; BBD ve EBD açısından anlamlı bir fark görülmedi.
Sonuç: PMKH’de ilk kez Osteoporoz farkındalık düzeyinin değerlendirildiği çalışmamız; osteoporozun önlenmesine ilişkin hasta eğitim programının oluşturulması için çok daha fazla çalışmaya ve kanser hastalarının özelinde farkındalık ve bilgi düzeyini ölçen metodolojik yöntemleri geliştirmeye ihtiyaç olduğunu göstermektedir.
Objective: To determine the awareness and knowledge levels of osteoporosis in postmenopausal breast cancer survivors (PBCS) who have completed adjuvant chemoradiotherapy, are under hormonal therapy, or are being monitored, and to examine potentially related factors.
Material and Methods: Between March 2022 and December 2022,73 breast cancer patients with clinically and biochemically proven menopause were included in the study. The demographic characteristics and clinical findings of the patients were recorded. The participants' knowledge level (OKL) regarding osteoporosis was evaluated with the Osteoporosis Knowledge Test (OKT), and their osteoporosis awareness level (OAL) was evaluated with the Osteoporosis Awareness Test (OAT). P values <0.05 were considered statistically significant.
Results: The mean age of the patients was 59.8±9.4 years. Their OKLs were categorized as follows: 9.6% poor, 58.9% moderate, and 31.5% good. Nutrition knowledge level (NKL) was distributed as follows: 9.6% poor, 37.3% moderate, and 52.1% good. Exercise knowledge level (EKL) was distributed as follows: 13.7% poor, 31.5% moderate, and 54.8% good. As the patient's age increased, it was observed that OAL, OKL, NKL, and EKL decreased. A statistically significant correlation was found between higher education level and higher OAL (r=0.246, p=0.036). There was a significant inverse correlation between menopausal duration and OKL (r=-0.280, p=0.017). There was no significant difference in OAL, OKL, NKL, and EKL between patients who received hormone therapy and those who did not.
Conclusion: Our study, which assessed the awareness level of osteoporosis for the first time in PBCS, indicates the need for further research on the development of patient education programs for osteoporosis prevention and the improvement of methodological approaches specific to measuring awareness and knowledge levels in cancer patients.
Makale Özeti

5.
Ortopedistlerin ve Beyin Cerrahlarının Frajilite Kırıkları ve Fraktür Liyezon Servisleri Üzerine Farkındalıkları: Bir Anket Çalışması
Awareness of Orthopedic Surgeons and Neurosurgeons on Fragility Fractures and Fracture Liaison Services: A Survey Study
Fulya Bakılan, Gizem Sarıçimen, Burcu Ortanca, ONUR ARMAĞAN
Sayfalar 37 - 43
Amaç: Bu çalışmanın amacı Eskişehir’de çalışan beyin cerrahları ve ortopedistlerin frajilite kırıkları ve Fraktür Liyezon Servisleri hakkındaki farkındalıklarını araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Toplam 50 cerraha (21 beyin cerrahı, 29 ortopedist) frajilite kırıkları ve Fraktür Liyezon Servisleri hakkında sorular içeren anket uygulandı.
Bulgular: Tüm cerrahların %95’den fazlası düşük seviyeli travma ile oluşmuş kırıklarda osteoporoz düşündüğünü belirtti. Ancak sadece %69 ortopedist ve %61 beyin cerrahı, frajilite kırıklı hastalarda Dual Enerji X-Ray Absorptiometry istediğini belirtti. Frax® algoritması hakkındaki bilgi yüzdesi ortopedistlerde %17, beyin cerrahlarında %0 idi. Ortopedistlerin %38’i frajilite kırığı olan hastalarda osteoporozun hem tedavisini hem de takibini yaptığını belirtirken, %62’si bu hastaları refere ettiğini belirtti. Tüm beyin cerrahları ise osteoporoz takip ve tedavisi yapmadıklarını, tüm hastaları refere ettiklerini belirtti. Sadece bir ortopedistin Fraktür Liyezon Servisleri hakkında bir bilgisi varken, diğer cerrahların herhangi bir bilgisi yok idi.
Sonuç: Ortopedi ve beyin cerrahi hekimlerinin, frajilite kırıklarının yönetimi ve Fraktür Liyezon Servisleri hakkındaki farkındalığı beklenenden düşüktür.
Objective: The aim of this study was to investigate the awareness of neurosurgeons and orthopedic surgeons working in Eskişehir about fragility fractures and Fracture Liaison Services.
Materials and Methods: A total of 50 surgeons (21 neurosurgeons, 29 orthopedic surgeons) responded to a survey about fragility fractures and Fracture Liaison Services.
Results: More than 95% of all the surgeons stated that they considered osteoporosis in patients who had a fracture with a low-level trauma. However, only 69% of the orthopedic surgeons and 61% of the neurosurgeons stated that they requested dual energy X-ray absorptiometry in patients with fragility fractures. The rate of knowledge about the Frax® algorithm was 17% in the orthopedic surgeons and 0% in the neurosurgeons. While 38% of the orthopedic surgeons stated that they performed both the treatment and follow-up of osteoporosis in patients with fragility fractures, 62% stated that they referred these patients. All the neurosurgeons stated that they did not perform osteoporosis treatment or follow-up and referred all their patients. Only one orthopedic surgeon was aware of Fracture Liaison Services, while the other surgeons had no knowledge.
Conclusion: The awareness of both the orthopedic surgeons and neurosurgeons about the management of fragility fractures and Fracture Liaison services was lower than expected.
Makale Özeti

6.
Median Sinirin Farklı Seviyelerden Ultrason ile İncelenmesi: Değerlendiriciler Arası Güvenilirlik Çalışması
Ultrasound Examination of the Median Nerve at Different Levels: Inter-rater Reliability Study
Burak Tayyip Dede, Fatih Kılınç, Muhammed OĞUZ, Fatih Bağcıer, Ebru Aytekin
Sayfalar 44 - 48
Amaç: Bu çalışmada asemptomatik bireylerde ultrason ile farklı seviyelerde değerlendirilen median sinirin değerlendiriciler arası güvenilirliğinin araştırılması amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Kesitsel bir çalışma. Bu çalışmaya 61 sağlıklı kontrol dahil edildi. Median sinirin karpal tünel girişindeki mediolateral ve ön-arka çapları ve kesit alanı ölçüldü. Karpal tünel çıkışında ve ön kol seviyesinde median sinirlerin kesit alanı ölçüldü. Düzleşme oranı, bilek-önkol oranı ve bilek-önkol farkı hesaplandı.
Bulgular: Ölçümlerin gözlemciler arası karşılaştırılmasında sadece karpal tünel çıkış kesit alanında istatistiksel olarak anlamlı farklılık vardı (p=0.048). Diğer ölçümler açısından gözlemciler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (p>0.05). Median sinir ölçümlerinde; ön kol kesit alanı ve median sinirin şişme oranı dışında, gözlemciler arası güvenilirlik orta ila iyi düzeydeydi (ICC=0.54-0.81). Medyan sinir önkol kesit alanı için güvenilirlik, değerlendiriciler arası mükemmeldi (ICC=0.91). Ancak şişme oranı açısından, gözlemciler arası güvenirlik zayıftı (ICC=0.27).
Sonuç: Bu çalışmada ultrasonun asemptomatik bireylerde medyan sinir boyutlarını ölçmek için güvenilir bir araç olduğu gösterilmiştir.
Objective: In this study, we aimed to investigate the inter-rater reliability of the median nerve, evaluated at different levels by ultrasound in asymptomatic subjects.
Method: A cross-sectional study. This study included 61 healthy controls. The mediolateral and anteroposterior diameters and cross-sectional area of the median nerve at the the carpal tunnel ınlet were measured. The cross-sectional area of the median nerves at the carpal tunnel outlet and forearm level was measured. Flattening ratio, wrist-to-forearm ratio and wrist-to-forearm difference were calculated.
Results: In the inter-rater comparison of the measurements, there was a statistically significant difference only in the carpal tunnel outlet cross sectional area (p<0.048). There was no statistically significant difference between the observers in terms of other measurements (p>0.05) For the median nerve measurement, agreement was also moderate to good inter-rater reliability (ICC=0.54-0.81), except for the forearm cross sectional area, swelling ratio of the medial nerve. For the median nerve forearm cross sectional area, agreement was excellent inter-rater reliability (ICC=0.91). However, for swelling ratio, agreement was poor interrater reliability (ICC=0.27).
Conclusion: In this study, ultrasound showed to be a reliable tool for measuring median nerve dimensions in asymptomatic subjects.
Makale Özeti

7.
Kronik Bel ağrılı genç ve yaşlı hastaların fonksiyonel durum ve depresyon açısından karşılaştırılması: Çok merkezli kesitsel bir araştırma
Comparison of functional status and depression in younger and older patients with chronic low back pain: A multi-center cross-sectional survey
Yasemin Yumusakhuylu, afitap icagasioglu, Naciye Füsun Toraman, Gulcin Kaymak Karatas, Omer Kuru, Yeşim Kirazlı, Kazım Çapacı, Esma Eriman, Sema Haliloglu, Ayşegül Ketenci
Sayfalar 49 - 54
Amaç: Bu çalışmada genç ve yaşlı kronik bel ağrılı (KBA) hastaların fonksiyonellik ve depresyon açısından farklılıkları karşılaştırılmıştır.
Gereç ve Yöntem: Bu çok merkezli kesitsel çalışmaya, Türkiye’nin 7 bölgesindeki farklı fiziksel tıp ve rehabilitasyon polikliniklerine başvuran kronik bel ağrılı 106 genç 104 yaşlı hasta dahil edilmiştir. Sosyo demografik veriler anketler yoluyla toplanmıştır. Fonksiyonel durum Roland-Morris Dizabilite Anketi (RMDA) ile, psikolojik sorgulama ise Beck Depresyon Anketi (BDA) ile değerlendirilmiştir. Istatistiksel analizler IBM SPSS Statistics 22 paket programıyla yapılmıştır.
Sonuç: Çalışmamıza 106 genç [ortalama yaş: 24.3 (18–30)] ve 104 yaşlı [ortalama yaş: 70.5 (65–108)] hasta katıldı. Cinsiyet dağılımı açısından genç (68 kadın, 38 erkek) ve yaşlı hasta (66 kadın, 38 erkek) grupları arasında anlamlı bir farklılık yoktu (p=0.917). BDA sonuçları gençlerde 11.90±10.6 iken yaşlı hasta grubunda 16.17±10.72 bulunmuşken (p=0.002), RMDA ortalamaları geçlerde ve yaşlılarda sırasıyla 10.31±6.36 ve 16.04±5.36 olarak bulundu (p=0.001).
Tartışma: KBA sık karşılaşılan ve fonksiyonel ve psikolojik problemlere yol açtığı bilinen bir hastalıktır. Bel ağrısı kaynaklı fonksiyon kaybı ve depresyon ciddi halk sağlığı problem ve kronik dizabilitenin belirleyicilerindendir. KBA gelişimini engelleyecek risk faktörlerinin belirlenmesi ve buna yönelik sosyal programların geliştirilmesi, hassas kişilerde yaşam kalitesini arttıracak, iş gücü kaybını azaltacak ve halk sağlığına önemli olumlu etkileri olacaktır.
Objective: This study compared the differences in functionality and depression between younger and older patients with chronic low back pain (CLBP).
Materials and Methods: This multi-center cross-sectional survey enrolled subjects with CLBP who visited physical medicine and rehabilitation clinics in seven different regions of Turkey. Sociodemographic data were collected via questionnaires. Functional status was evaluated with Roland–Morris Disability Index (RMDI), and psychological health was evaluated with Beck Depression Inventory (BDI).
Results: The sample included 106 younger [mean age: 24.3 (range: 18–30) years] and 104 older [mean age: 70.5 (range: 65–108) years] subjects. No significant difference was found in the gender distribution between the younger (38 males, 68 females) and older (38 males, 66 females) groups (p=0.917). The BDI was 11.90±10.6 in the younger subjects and 16.17±10.72 in the older subjects (p=0.002), whereas the mean RMDIs were 10.31±6.36 and 16.04±5.36, respectively (p=0.001).
Conclusion: The loss of functional capacity and depression resulting from CLBP are serious threats to public health and are predictive of chronic disability. The development of social programs that address risk factors will reduce the risk of CLBP, improve quality of life, reduce workforce losses and contribute significantly to public health.
Makale Özeti

8.
Bir Üniversite Hastanesinde Çalışan Hemşirelerde Boyun Ağrısı Prevalansı ve İlişkili Faktörlerin İncelenmesi
Assessment of Prevalence of Neck Pain and Related Factors in Nurses Working in A University Hospital
İsmail Keskin, Ece Çınar, Ezgi Yıldız Güvercin, Musa Baklacı, Yeşim Kirazlı
Sayfalar 55 - 63
Amaç: Bu kesitsel çalışmanın amacı, hemşirelerde sık rastlanan kas iskelet sistemi rahatsızlıklarından biri olan boyun ağrısının farklı klinik ve birimler açısından karşılaştırılması, ergonomik, demografik ve psikolojik faktörlerin boyun ağrısı üzerindeki olası ilişkilerini araştırmaktır.
Gereç ve yöntem: Şubat 2020-Temmuz 2020 arasında bir ünivesite hastanesindeki Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Beyin ve Sinir Cerrahisi, Kulak Burun ve Boğaz, Nöroloji, İç hastalıkları, Anestezi, Göğüs Hastalıkları bölümlerinin servis, poliklinik ve yoğun bakımdaki 124 kadın hemşire çalışmaya dahil edilmiştir. Katılımcılar SF-36 anketi ve VAS (Vizüel Ağrı Skalası) ile değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmamızda, çalıştığı birim ve bilgisayar kullanımı, ağırlık kaldırma gibi tetikleyici faktörlerin varlığı dolayısıyla boyun ağrısının ortaya çıkması ile son bir aydır boyun ağrısı mevcudiyeti arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmıştır (p<0,05). Ayrıca ek hastalığı olanlarda son bir aydır boyun ağrısı mevcudiyeti istatistiksel olarak anlamlı saptanmışken, yorgunluk, stres, eğitim düzeyi, medeni durum ile son bir aydır olan boyun ağrısı mevcudiyeti arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır.
Tartışma: Kas iskelet sistemi ağrılarına sağlık personelinde sıkça rastlanmaktadır. Hemşireler de ciddi risk altındaki meslek gruplarındandır. Kas iskelet sistemi ağrıları içerisinde boyun ağrıları önemli bir oranı oluşturmaktadır. Hemşirelerdeki boyun ağrısı nedenleri arasında uygun ergonominin sağlanmaması, yaşam tarzları ve çalışma şartları yer almaktadır. Çalışmamızda da uzun süreli bilgisayar başında kalma, ağır kaldırma gibi ergonomi açısından uygun olmayan durumlar ile boyun ağrısı arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmıştır.
Object: The aim of this cross-sectional study is to compare neck pain, which is one of the most common musculoskeletal disorders in nurses, in terms of different clinics and units, and to investigate the possible relationships of ergonomic, demographic and psychological factors on neck pain.
Materials and method: Female nurses working in wards, outpatient clinics and intensive care units were included in this study. Study was carried out between February- July 2020 on nurses working in Physical Medicine and Rehabilitation, Gynecology and Obstetrics, Neurosurgery, Ear Nose and Throat Diseases, Neurology, Internal Medicine, Anesthesiology, Pulmonology departments of our University Hospital were included. Patients were evaluated with Short form 36 (SF-36) questionnaire and Visual Analog Scale (VAS).
Findings: In our study, a statistically significant relationship was found between units nurses worked in and emergence of neck pain due to the presence of triggering factors such as computer use, heavy lifting and the presence of neck pain for the last month (p <0.05). In addition, the presence of neck pain in the previous month was found to be statistically significant in patients with comorbid diseases, while no statistically significant relationship was found between fatigue, stress, education level, marital status and the presence of neck pain in the previous month.
Discussion: Musculoskeletal pain is common in healthcare professionals. Nurses are also among the occupational groups at serious risk. Neck pain constitutes a significant proportion of musculoskeletal pain. Lack of proper ergonomics, lifestyle and working conditions are among the causes of neck pain in nurses. In our study, a statistically significant relationship was found between neck pain and conditions that are not suitable for ergonomics such as prolonged computer exposure and heavy lifting.
Makale Özeti

VAKA SUNUMU
9.
Alendronat ilişkili poliartiküler sinovit: olgu sunumu
Alendronate-associated polyarticular synovitis: a case report
Büşra Şirin, Fatma Nur Kesiktaş
Sayfalar 64 - 67
Osteoporoz, dünya çapında yaygın olarak görülen, kemik mineral dansitesinde azalma ve kırık riskinde artış ile karakterize sistemik metabolik bir hastalıktır. Önlenmesi ve tedavisinde bifosfonatlar yaygın olarak tercih edilmektedir. Oral ve parenteral olarak kullanılan bifosfonatların yan etkileri arasında gastrointestinal semptomlar, kas iskelet sistemi ağrıları, flu-like sendrom, akut faz reaktanlarında artış bulunmaktadır. Bu olgu sunumunda, alendronat tedavisi sırasında nadir gözlenen bir yan etki olarak poliartiküler sinovit vakası sunulacaktır.
Osteoporosis is a commonly observed systemic metabolic disease characterized by a decrease in bone mineral density and an increased risk of fractures worldwide. Bisphosphonates are commonly preferred for its prevention and treatment. Among the side effects of bisphosphonates used orally and parenterally are gastrointestinal symptoms, musculoskeletal pains, flu-like syndrome, and an increase in acute-phase reactants. In this case report, a rare side effect observed during alendronate treatment, polyarticular synovitis, will be presented.
Makale Özeti

EDITÖRE MEKTUP
10.
Lomber Sempatik Ganglion Bloğu Sonrası Gelişen Osteoporotik Vertebra Kırığı Olgusu
An Osteoporotic Vertebral Fracture Case After Lumbar Sympathetic Ganglion Block
Uğur Ertem
Sayfalar 68 - 69
Literatür ışığında osteoporotik kırık vakalarına baktığımızda osteoporotik kırık oluşumu ile LSGB arasında kesin bir ilişki kurmanın zor olduğu açıktır. Çünkü mevcut vakada hastanın kanser öyküsü, osteoporotik kırık açısından önemli bir risk oluşturmaktadır. Bunun dışında beslenme alışkanlıkları, güneşe maruz kalma, sarkopeni ve diğer risk faktörleri titizlikle sorgulanmalıdır. Ayrıca steroid enjeksiyonu ile kırık oluşumu arasındaki süre çok yakın olduğundan çok yüksek dozda steroid uygulanmadı. Bu bakımdan elde edilen sonucun tesadüfi olma ihtimali bulunmaktadır.
Yazarlara literatüre verdikleri destekten dolayı teşekkür etmek isterim. LSGB ile osteoporotik kırık arasındaki ilişkinin varlığını anlamak için daha fazla olguya ve olgu serisine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu açıdan LSGB tedavisi gören hastalara bu açıdan bakmak faydalı olacaktır.
When we look at the cases of osteoporotic fractures in the light of the literature, it is clear that it is difficult to establish a definitive relationship between osteoporotic fracture formation and LSGB. Because the cancer history of the patient in the current case is a significant risk for osteoporotic fracture. Apart from this, eating habits, sun exposure, sarcopenia and other risk factors should be questioned meticulously. In addition, the time between steroid injection and fracture formation is very close, and very high doses of steroids were not administered. In this respect, there is a possibility that the result obtained is coincidental.
I would like to thank the authors for their support to the literature. I think more cases and case series are needed to understand the existence of the relationship between LSGB and osteoporotic fracture. In this respect, it would be useful to look at patients receiving LSGB treatment from this perspective.
Makale Özeti