Cilt: 39  Sayı: 2 - 2023
Özetleri Gizle | << Geri
ARAŞTIRMA
1.
Metastatik Özofagus Kanserli Hastalarda Primer Hastalığa Yönelik Küratif Doz Radyoterapi ve Eşzamanlı Kemoterapinin Sağkalıma Katkısı
The Contribution of Curative Dose Radiotherapy to Primary Disease with Concurrent Chemotherapy on Survival in Patients with Metastatic Esophageal Cancer
Menekşe Turna, Meltem Kırlı, Okan Özdemir, hamit Başaran, Kadriye Ayşenur Arlı Karaçam
Sayfalar 74 - 78
GİRİŞ ve AMAÇ: Metastatik özofagus kanserli hastalarda standard tedavi sistemik tedavidir. Primer tümörün progresyonu bu hastalarda önemli bir mortalite ve morbidite sebebidir. Birçok çalışmada metastatik hastalık evresinde primer tümöre yönelik lokal tedavilerin sağkalımı etkileyebileceği gösterilmiştir. Bu çalışmada senkron metastatik özofagus kanserli hastalarda primer hastalığa yönelik radyoterapi (RT) uygulanmasının sağkalıma katkısı olup olmadığını değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Metastatik özofagus kanserli hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. ECOG performans skoru 3-4 olanlar çalışmaya dahil edilmedi. İstatistik analizler SPSS 22.0 (SPSS Inc., IBM Corp., Armonk, NY) program ile yapıldı. Analizler için Kaplan-Meier, Log-Rank, ve Cox-regression testleri kulllanıldı.
BULGULAR: 2009-2016 yılları arasında tedavi edilmiş 47 hasta değerlendirildi. Hastaların ortalama yaşı 61 (44-85) ‘di ve %60’ı kadındı. RT dozları ortalama 45 Gy (20-68 Gy)’di. Hastaların %30’u eşzamanlı kemoterapi (KT) aldı. Ortalama genel sağkalım (GSK) tüm hastalar için 14 aydır. Tek değişkenli analizde 45 Gy ve üzeri doz ve eşzamanlı KT almak daha iyi GSK ile ilişkili bulundu (p=0.009, p=0.03). 45 Gy’den daha az dozda RT alanlarda ortalama GSK 9 ay, 45 Gy ve üzeri doz RT alanlarda ise 20 aydır. Eşzamanlı KT uygulanan hastalarda ortalama GSK 24 ay, uygulanmayan hastalarda ise 13 aydır. Çok değişkenli analizlerde GSK’ya etki eden anlamlı prognostic faktör bulunmamıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Metastatik özofagus kanserli hastalarda standart tedavi sonrasında 45 Gy ve üzeri dozlarda RT ve eşzamanlı KT sağkalıma katkı sağlayabilir.
INTRODUCTION: Chemotherapy (CT) is the standard treatment for patients with metastatic esophageal cancer. Primary tumor progression is one of the important reasons for morbidity and mortality. Several studies have shown that aggressive treatment of primary tumor in metastatic patients may contribute to survival. In this study, patients with metastatic esophageal cancer and who received radiotherapy (RT) to the esophagus were evaluated.
METHODS: The patients with metastatic esophageal cancer and treated with esophageal RT were evaluated retrospectively. ECOG 3-4 patients were not included. Analyzes were performed with SPSS 22.0 (SPSS Inc., IBM Corp., Armonk, NY). Kaplan-Meier, Log-Rank, and Cox-regression tests were used for the analysis.
RESULTS: Forty-seven patients between 2009 and 2016 were evaluated. The median age was 61 (44-85); %60 of the patients were female. Eighty-nine percent of the histological subtype was squamous cell carcinoma. The mean RT dose was 45 Gy (20-68 Gy). Thirty percent of the patients had concurrent CT. The median overall survival (OS) was 14 months. 45 Gy and higher RT doses and concurrent CT were associated with better overall survival in univariate analysis (p=0.009, p=0.03). The median OS was nine months in patients receiving <45 Gy, and 20 months in patients who received RT ≥45 Gy; 24 months in patients who received concurrent CT, and 13 months in patients who did not. There was no significant prognostic factor in multivariate analysis.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Forty-five Gy and higher dose RT with concurrent CT after standard treatment may contribute to survival in metastatic esophageal cancer patients with good performance score.
Makale Özeti

2.
Makülopapüler ilaç erüpsiyonu: Histopatolojik bulgulardaki çeşitlilikler
Maculopapular Drug Eruption: Diversity of Histopathological Changes
Gamze Kulduk, Özben Yalçın, Zeynep Betül Erdem, Damla Karabıyık Altıok, Ilteris Oguz Topal
Sayfalar 79 - 83
GİRİŞ ve AMAÇ: Dermatoloji polikliniklerinde oldukça sık karşılaşılan kutanöz ilaç yan etkileri, patoloji materyalleri arasında da oldukça geniş yer kaplar. Ancak ilaç kullanımı ile ilgili yeterli klinik bilgi elde edilememesi yanlış tanılara sebep olabilmektedir. Bu çalışmanın amacı, ilaç erüpsiyonu tanısına ulaşmada katkı sağlayabilecek histolojik paternleri ve ipuçlarını tartışmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2015-2018 yılları arasında dermatoloji ve patoloji bölümlerince makülopapüler ilaç erüpsiyonu tanısı almış 92 olguya ait hazır boyalı lamlar histopatolojik değişiklikler ve paternlerin dağılımına göre incelendi.
BULGULAR: Bu çalışma, ilacın kesilmesinin ardından klinik olarak iyileşen ve ilaca bağlı olduğu bilinen erüpsiyonun histopatolojik spektrumunu değerlendirmek amacıyla yapıldı. Hiperkeratoz ya da parakeratoz sırasıyla olguların %26,1 (24/92) ve %35,9 (33/92)’ inde saptandı. Epidermiste en sık izlenen değişiklik akantoz (%96, 88/92) en az izlenen değişiklik ise atrofiydi (%4, 4/92). Dermal inflamasyon olguların %97’sinde (89/92) görüldü. Vakuoler interfaz dermatit paterni %93.5 (86/92), spongiyotik dermatit paterni %58.7 (54/92), likenoid dermatit paterni %16.3 (15/92), lökositoklastik vaskülit paterni %7.6 (7/92) oranında saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ilaç erüpsiyonun doğru tanısı, hastalarda oluşturduğu rahatsızlık hissi, tekrarlayan hastane yatışları ve ekonomik sonuçları hatta ölümle sonuçlanabilmesi nedeniyle önemlidir. Ackerman’ın dediği gibi “Ilaçlar histolojik değişikliklerin çeşitliliğini ortaya çıkartır, ancak reaksiyon paternlerinin hiçbiri spesifik değildir.”.
INTRODUCTION: Cutaneous adverse drug reactions are commonly seen in dermatology outpatient clinics thereby comprise a large part of the pathology materials. However, lack of information about drug usage may cause misdiagnosis. Aim of this study to discuss criteria that may help in recognition of drug eruptions due to histological patterns.
METHODS: Ninety-two patients who were diagnosed with maculopapular rash between 2015 and 2018 at the pathology and dermatology departments of our hospital were examined according to distribution of histopathological changes and patterns.
RESULTS: This study was conducted to evaluate histopathological spectrum of eruption which were known to be drug related that cleared following cessation clinically. Hyperkeratosis or parakeratosis was detected in 26,1% (24/92) and 35,9% (33/92) of all cases, respectively. The most common feature in the epidermis was acanthosis in 88 of 92 biopsies (96%) and the least common feature was atrophy in 4 of 92 biopsies (4%). Dermal inflammation was present in 89 of 92 cases (97%). Inflammation was mostly consisted of mononuclear cells. Vacuolar interface dermatitis pattern, spongiotic dermatitis pattern, lichenoid dermatitis pattern, or leukocytoclastic vasculitis pattern was detected in 93,5% (86/92); 58,7% (54/92); 16,3% (15/92); 7,6% (7/92) of all cases, respectively
DISCUSSION AND CONCLUSION: Accurate diagnoses of drug eruption are important because they may cause patients’ annoyance, hospitalization, economic load, and sometimes be fatal. Like Ackerman emphasized drugs elicit diversity of histological changes but none of the reaction pattern is specific.
Makale Özeti

3.
Radikal sistoprostatektomi yapılan hastalarda rastlantısal prostat adenokarsinom sıklığını tespit etmek, lokal-sistemik nüks açısından psa takibinin gerekliliğini araştırmak
Frequency of incidental prostate adenocarcinoma detection in patients with radical cystoprostatectomy and research into the need for psa monitoring for local-systemic recurrence
Ahmet Selçuk Dindar, Yüksel Yılmaz, Yigit AKIN, Osman Köse, SACIT NURI GORGEL, Serkan Özcan
Sayfalar 84 - 88
GİRİŞ ve AMAÇ: Mesane tümörü nedeni ile yapılan Radikal sistoprostatektomi(RSP) operasyonunda patoloji materyallerinde insidental olarak prostat adenokanseri saptanma oranı literatürde %10 ile %70 arasında değişen oranlardadır. Literatürdeki bu farkın oluşma nedenlerinden biri prostat spesmeninin kesit aralığıdır. Kesit aralığı azaldıkça kanser saptanma oranları artmaktadır. Bu çalışmanın birincil amacı mesane ürotelyal kanseri nedeni ile RSP operasyonu yapılan hastalarda rastlantısal prostat adenokarsinom sıklığını araştırmak, eş zamanlı prostat adenoCa saptanan ve/veya saptanmayan hastalarda yani kanser tanısı atlanması muhtemel grupta lokal-sistemik nüks açısından 3 aylık PSA takibinin gerekliliğini araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2011-2017 yılları arasında kliniğimizde RSP operasyonu yapılan 115 hastanın patolojileri retrospektif olarak incelendi. Patolojisi non-ürotelyal kanser raporlanan 10 hasta, 5 kadın hasta ve takipsiz 11 hasta, toplamda 26 hasta çalışma dışı bırakıldı. 89 hasta çalışmaya alındı. Operasyon öncesi hastaların hiçbirinde daha önce bilinen prostat adenokanseri tanısı yoktu. Sistektomi materyalleri 3 mm aralıklarla, prostat materyalleri ise 6 mm aralıkla değerlendirilmeye alındı. Patoloji sonuçlarının değerlendirilmesine ek olarak prostat sonucu ister benign gelsin, ister malign gelsin tüm hastalara en az 6 aylık PSA takibi uygulandı. Takiplerinde hastaların PSA progresyonu olup olmadığı ve sağ kalım durumları incelendi.
BULGULAR: Çalışmaya alınan 89 hasta yaş ortalaması 62,8±0,9 olarak hesaplandı. 18 (%20,2) hastada eş zamanlı prostat adenokanser tespit edildi. İSUP sınıflaması göre 15(%83,3) hasta evre 1, 2 hastanın (%11,1) evre 2, 1 (%5,6) hastanın da evre 3 olduğu tespit edildi. Operasyon öncesi PSA değerleri ortalama 2,06±0,2ng/ml idi. Tüm hastalara PSA takibi uygulandı. Prostat patolojisi benign hiçbir hastada PSA yüksekliği izlenmedi. PCa saptanan ve İSUP 3 grubundaki tek hastanın takibinde PSA yüksekliği izlendi. Prostat patolojisi benign gelenler ve malign gelen hastalar yaş, pre-operatif PSA, mesane patolojisi, survey açısından karşılaştırıldı. Gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Prostat patolojisi benign olarak raporlanan hastalarda kanseri atlasak bile PSA yükselmesi olmadığı görüldü. Bu hastaların klinik önemsiz PCa ile yaşadığı zaten mevcut mesane tümörü açısından morbitidesi olan bu hastalarda surveyi etkilemediği düşünüldü.
INTRODUCTION: The incidental Prostat Adenocancer(PCa) detection rate in pathology material from radical cystoprostatectomy (RCP) has rates varying from 10% to 70% in the literature. Studies have blamed one of the causes for these different rates on the use of cross-section intervals with different widths during investigation of prostate specimens. In this study was to research the incidental PCa frequency in patients undergoing operation and simultaneously to research the need for PSA follow-up in terms of local-systemic recurrence.
METHODS: The pathologies of 115 patients undergoing RCP due to bladder cancer 2011 to 2017 were retrospectively investigated. A total of 26 patients,10 patients with pathology reported as non-urothelial cancer, 5 patients who were female and 11 patients who did not attend follow-up, were excluded. 89 patients were included in the postoperative follow-up. Cystectomy materials were evaluated at 3 mm intervals, and prostate materials at 6 mm intervals. In addition to the evaluation of pathology results, PSA follow-up for at least 6 months was applied to all patients.
RESULTS: İn study, mean age calculated as 62.8±0.9 years. Concurrent prostate adenocarcinoma was detected in 18(20.2%) patients. Preoperative PSA was calculated as 2.06±0.2ng/ml. PSA follow-up was applied to all patients. PSA elevation was not observed in any patient with benign prostate pathology. PSA elevation was observed in the follow-up of the only patient in the İSUP 3 with PCa. Patients with benign and malignant prostate pathology were compared in terms of age, pre-operative PSA, bladder pathology and survey. No significant difference was found between the groups.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In patients whose prostate pathology was reported as benign, it was observed that there was no increase in PSA even if the cancer was missed. It was thought that these patients with clinically insignificant PCa did not affect the survey in these patients who already had morbidity in terms of bladder tumor.
Makale Özeti

4.
Doçentlik Kriterlerinin Türkiye'deki Acil Tıp Kongrelerine Etkisi
The Effect of Associate Professorship Criteria on Emergency Medicine Congresses in Turkey
Ozlem Uzun, Asım Kalkan, Hatice Topcu, SELMAN YENİOCAK, Başar Serhan Siyahhan
Sayfalar 89 - 94
GİRİŞ ve AMAÇ: Aralık 2016 döneminde değişen doçentlik kriterleriyle, ulusal ve uluslararası bilimsel tıbbi kongrelerde sunulan ve bilime katkı sağlayan sözlü ve poster bildirilerinin, kriterlerin değiştiği dönem öncesi ve sonrası durumunu değerlendirmek amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Acil Tıp Uzmanları Derneği (ATUDER) tarafından 2015-2018 yılları arasında düzenlenen ardışık 4 adet Acil Tıp kongrelerindeki poster ve sözlü bildiriler çalışmaya dahil edilmiştir. Elektronik ortamda ulaşılan bildiri kitapçıklarından veriler toplandığı için etik kurul onayı alınmamıştır. Doçentlik kriterleri 2016 Aralık tarihinde değiştiği için bu tarihten önceki son iki kongre ve bu tarihten sonraki iki kongre değerlendirilerek karşılaştırılmıştır. Sırası ile kaç isimli oldukları, yurtiçi ya da yurtdışı katılımları, hangi bölümlerden katılım olduğu ve bildirilerin sözlü ya da poster olup olmadığı değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Acil Tıp bölümü katılımcıları diğer katılımcılara göre, olgu sunumu ile istatistikselaçıdan anlamlı olarak daha yüksek oranda kongrelere katılımları gerçekleşmiştir (p<0,001).Doçentlik kriterlerinin değişimi, yani 2016 Aralık dönemi öncesi kongrelerde bildirikatılımları daha çok isim sayısı ile yapılırken, kriter değişim sonrasında daha az isim sayısı ilekatılım gerçekleşmiştir (p<0,001). Kriter değişim öncesi daha çok poster bildiri ile katılımsağlanmışken, kriter değişim sonrasında sözlü sunum ile katılım oranı artmıştır (p<0,001).Kriter değişim öncesi dönemde kongrelere daha sıklıkla olgu sunumu ile katılımgerçekleşmişken, kriter değişim sonrasında orijinal makale ile katılım oranı artmıştır(p<0,001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada doçentlik kriterlerinin değişimi öncesi düzenlenen kongrelerde bildirikatılımları daha çok isim sayısı ile yapılırken, kriter değişim sonrasında daha az isim sayısı ilekatılımın gerçekleştiği saptandı. Ayrıca kriter değişim öncesi dönemde daha çok poster bildiriile katılım sağlanmışken, kriter değişim sonrası dönemde sözlü sunum ile katılım oranınınarttığı da saptanmıştır.
INTRODUCTION: To evaluate the situation concerning oral and poster presentations given at Turkish and international scientific medical congresses and adding to scientific knowledge before and after the change in associate professorship eligibility criteria that occurred in December 2016.
METHODS: Poster and oral presentations at four consecutive emergency medicine congresses held between 2015 and 2018 by the Emergency Medicine Physicians Association of Turkey were included in the study. As data were collected from presentation booklets accessed online, ethic committee approval was not obtained. Since the associate professorship eligibility criteria changed in December 2016, the last two congresses before that date and the following two after it were compared. Numbers of authors, domestic and international participation rates, the departments involved, and the presence or absence of oral or poster presentations were assessed.
RESULTS: Members of emergency medicine departments contributed to congresses with significantly more case reports than other participants (p<0.001). Presentations at congresses held before the change in associate professorship criteria in December 2016 involved larger numbers of authors, while those appearing after the change involved fewer names (p<0.001). Participation involved more poster presentations before the change in criteria, while the proportion of oral presentations increased after the change (p<0.001). Participation in congresses prior to the change in criteria more frequently involved case reports, while the proportion of original articles increased thereafter (p<0.001).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Presentations at congresses held prior to the change in associate professorship criteria involved a large number of author names, while fewer author names were observed following the change in criteria. In addition, prior to the change, participation involved more poster presentations, while the proportion of oral presentations increased after that change.
Makale Özeti

5.
Risk altındaki organların daha iyi korunması için Optimize Edilmiş Hibrit Ark: Prostat Kanserinde IMRT ve VMAT'ın dengeli kombinasyonu
Optimized Hybrid Arc for improved sparing of organs at risk: Balanced combination of IMRT and VMAT in Prostate Cancer
Yucel Saglam, Yasemin Bolukbasi, Ayhan Bingölbali, Ugur Selek
Sayfalar 95 - 102
GİRİŞ ve AMAÇ: Prostat kanseri nedeni ile radyoterapi uygulanan olgularda, toksisite oranlarının düşürülmesi amacı ile IMRT ve VMAT tekniklerinin birleştirildiği potansiyel hibrid radyoterapi planlaması ile risk altındaki organların korunması ve hedef doz konformitiesini nasıl etkileğinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu dozimetrik planlama çalışmasının kohortu, daha önce 78 Gy çift arklı VMAT ile tedavi edilen on ardışık prostat kanseri hastasını içermektedir.Yeni optimize hibrid ark planları, IMRT(8 step-and-shoot fiks alanlar: 225°, 260°, 295°, 330°, 30°, 65°, 90°, 135°) ve VMAT (182°-178° clockwise) kombinasyonu olarak oluşturulmuş ve yeni yapılan IMRT (8 step-and-shoot fiks alanlar: 225°, 260°, 295°, 330°, 30°, 65°, 90°, 135°) her hasta için ayrı olarak planlanmıştır. Doz volüm histogramları kullanılarak, tedavi için kullanılan VMAt, yeni IMRT ve yeni optimize hibrid ark planları risk altındaki organlar açısından karşılaştırılmıştır.
BULGULAR: Hibrid ark tekniği ile, VMAT ve IMRT planlarına göre belirgin daha düşük rektum (p: 0.005) ve mesane (p: 0.005) doları sağladığı gösterilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Optimize edilmiş Hibrid ark plan tekniği, IMRT ve VMAT tekniklerinin avantajlarını birleştirerek, tek başına IMRT ve VMAT tekniklerine göre daha konformal ve homojen planlar yanı sıra daha iyi risk altında organ koruması sağlamaktadır.
INTRODUCTION: In order to seek a lower toxicity risk prediction in patients with prostate cancer, we have evaluated whether prescribing a potential hybrid radiotherapy of IMRT & VMAT optimization might increase sparing of organs at risk (OAR) and target dose conformity.
METHODS: The cohort for this dosimetric planning study included ten consecutive prostate cancer patients previously treated with double arc VMAT to 78 Gy. New optimized hybrid arc plans for combination of IMRT (8 step-and-shoot fix fields: 225°, 260°, 295°, 330°, 30°, 65°, 90°, 135°) and VMAT (182°-178° clockwise) besides new IMRT (8 step-and-shoot fix fields: 225°, 260°, 295°, 330°, 30°, 65°, 90°, 135°) plans were generated per patient. Dose Volume Histograms parameters were compared between treated VMAT, new IMRT and new optimized hybrid arc plans for OAR doses.
RESULTS: The optimized Hybrid Arc technique revealed significantly lower rectum (p: 0.005) and bladder (p: 0.005) doses compared to stand alone VMAT and IMRT.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The optimized Hybrid Arc technique appears to combine the advantages of IMRT and VMAT to provide a more conformal and homogeneous plan with better OAR sparing in comparison to standalone VMAT or IMRT plans.
Makale Özeti

6.
COVID-19 aşısına yönelik tutumlar: Sağlık çalışanları COVID-19 aşısı hakkında ne düşünüyor?
Attitudes towards the COVID-19 vaccine: What do healthcare professionals think about the COVID-19 vaccine?
Gülsüm Kaya, Pınar Özkan Oskay, Şeyma Trabzon, Dilek Aygin
Sayfalar 103 - 114
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma aşılamanın ilk günlerinde sağlık çalışanlarının COVID-19 aşılarına karşı olan düşünce ve tutumlarını değerlendirmek amacıyla yapıldı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma bir devlet hastanesinde Ocak-Şubat 2021 tarihleri arasında yapıldı. Çalışmaya başlamadan önce etik kurul izni ve sağlık bakanlığı araştırma izni alındı. Katılımcılardan Google Formlar aracılığıyla görüşme formunu doldurması istendi. Veriler SPSS 21 programında değerlendirildi.
BULGULAR: Sağlık çalışanlarının 160’ı kadın olup yaş ortalamaları 37,27±9,21 yıldı. Sağlık çalışanlarının çoğunluğu (%74,8) herhangi bir COVID-19 aşısı olmak istediğini, hangi COVID-19 aşısı sorusuna ise sırasıyla; SINOVIAC-Çin (%58,7) Biontech/Pfizer Aşısı-Almanya (%28,3), Oxford/Astra Zeneca Aşısı-İngiltere (%5,3), Sputnik V Aşısı-Rusya (%4,0) ve Moderna Aşısı-Amerika Birleşik Devletleri (%3,6) aşılarını olmak istediklerini belirtti. COVID-19 aşısına yönelik olumlu tutum puan ortalaması 3,56 ± 0,88; olumsuz tutum puan ortalaması ise 3,30 ± 0,70 olduğu bulundu. COVID-19 geçirme durumu değişkenine göre COVID-19 aşısına yönelik olumlu ve olumsuz tutum puan ortalamaları arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark saptanmadı (p>0,05). Ancak öğrenim durumuna göre yüksek lisans/doktora eğitimine sahip olan sağlık çalışanlarının daha düşük eğitim düzeyine sahip olanlara göre COVID-19 aşısına yönelik olumlu tutum puan ortalamaları anlamlı oranda daha yüksek bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda sağlık çalışanlarının COVID-19 aşısına yönelik olumlu tutuma sahip oldukları ve olumsuz tutumlarının düşük olduğu belirlenmiştir. Salgınla mücadelede en ön saflarda yer alan sağlık çalışanlarının COVID-19 aşılarına yönelik algı ve tutumları, hem salgını yönetmede hem de salgınla mücadelede başarıya ulaşmada çok değerlidir. COVID-19 aşılama oranlarının artması için çok yönlü ve multidisipliner çalışmalara ihtiyaç vardır.
INTRODUCTION: This study was conducted to evaluate the thoughts and attitudes of healthcare professionals towards COVID-19 vaccines in the first days of vaccination.
METHODS: The study was conducted between January and February 2021 a state hospital. Ethics committee approval and research permission from the Ministry of Health were obtained before starting the study. Participants were asked to fill out the opinion form via Google Forms. The data were evaluated in the SPSS 21 program.
RESULTS: 160 of the health workers were women and their mean age was 37.27±9.21 years. Majority of healthcare workers (74.8%) wanted to have any COVID-19 vaccine, and these vaccines were SINOVIAC-China (58.7%) Biontech/Pfizer Vaccine-Germany (28.3%), Oxford/Astra Zeneca Vaccine-England, respectively. (5.3%), Sputnik Vaccine-Russia (4.0%), and Moderna Vaccine-United States (3.6%). Positive attitude towards the COVID-19 vaccine mean score was 3.56±0.88; the mean score of negative attitude was found to be 3.30±0.70 (p>0.05). The mean score of positive attitude towards the COVID-19 vaccine was found to be significantly higher in healthcare professionals with a master's/doctorate education, compared to those with a lower education level.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In our study, it was determined that health workers had positive attitudes towards the COVID-19 vaccine and their negative attitudes were low. The perceptions and attitudes of healthcare professionals, who are at the forefront of the fight against the epidemic, towards COVID-19 vaccines are invaluable both in managing the epidemic and in achieving success in combating the epidemic. Multidisciplinary and multidisciplinary studies are needed to increase COVID-19 vaccination rates.
Makale Özeti

7.
Pandemi sırasında uygulanan kısıtlamalar ve sınırlamalar geriatrik populasyonda kalça kırıklarını etkilemedi: pandemi öncesi dönem ile bir yıllık pandemi döneminin karşılaştırılması
The restrictions and limitations exerted during pandemic outbreak did not affect the ratio of the hip fractures in the geriatric population: a comparison of the pre-pandemic era versus one year amongst the pandemic outbreak
Ali YÜCE, Mustafa YERLİ, Nazım Erkurt, Serhat Gürbüz, Ali Çağrı Tekin, müjdat adaş, Hakan Gürbüz
Sayfalar 115 - 120
GİRİŞ ve AMAÇ: Pandemi öncesi ve pandemi sırasında kalça kırığı görülme sıklığı benzer olsa da, salgının kalça kırığı ve alt tiplerinin dağılımına etkisi net olarak açıklanamamaktadır.Covid-19 pandemisinin bir yılı ile pandemi öncesi yedi yıllık süre arasında geriatrik kalça kırığı sayısı ve kırık tiplerinin dağılımını karşılaştırarak, bu değişimleri döstermeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 65 yaş üstü kalça kırığı hastaları retrospektif olarak incelendi. 11 Mart 2020 ile 10 Mart 2021 arasındaki döneme pandemi dönemi, 11 Mart 2013 ile 10 Mart 2020 arasındaki döneme ise pandemi öncesi dönem adı verildi. Pandemi öncesi dönem ile pandemi dönemi arasında ölüm oranları ve kırık morfolojisi karşılaştırıldı.
BULGULAR: Pandemi öncesi (80,48±7,38) ve Pandemi dönemi (79,54±7,92) arasında yaş dağılımı açısından anlamlı fark yoktu (p=0,163). Aynı şekilde her iki grupta da kırık paternleri arasında fark bulunmadı (p=.348). Pandemi döneminde daha genç yaş grubunda femur boyun kırıklarının baskın kırık tipi olduğu görüldü (p.038).
TARTIŞMA ve SONUÇ: COVID-19 pandemisindeki kısıtlamalara rağmen geriatrik kalça kırığı oranları değişmedi. Aynı zamanda, kırık tipi dağılımı pandemi öncesi döneme benzerdi. Pandemi kısıtlamaları genç yaş geriatrik grupta kalça kırığını etkilemiş olabilir ancak bu bulgunun tek başına pandemi sırasında geriatrik kalça kırıklarının yönetimi ve planlanması üzerinde bir etkisi olmayabilir.
INTRODUCTION: Although the incidence of hip fractures before and during the pandemic is similar, the effect of the epidemic on the distribution of hip fracture and its subtypes cannot be clearly explained. We aimed to elucidate the changes by comparing the number of geriatric hip fractures and the distribution of fracture types between one year of the COVID-19 pandemic and seven years ago.
METHODS: Hip fracture patients over 65 years of age were analyzed retrospectively. The period between March 11, 2020 and March 10, 2021 was called the pandemic period, and the period between March 11, 2013 and March 10, 2020 was called the pre-pandemic period. Mortality rates and fracture morphology were compared between the pre-pandemic period and the pandemic period.
RESULTS: There was no significant difference in age distribution between pre-covid (80.48±7.38) and covid period (79.54±7.92) (p=.163). Likewise, no difference was found between the fracture patterns in both groups (p=.348)..During the pandemic period, femoral neck fractures have become dominant in the younger age group (p.038).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Despite the restrictions in the COVID-19 pandemic, geriatric hip fracture rates did not change. At the same time, fracture type distribution was similar to the pre-pandemic period. Pandemic restrictions may have affected hip fracture in the younger age geriatric group. However, this finding alone may not have an impact on the management and planning of geriatric hip fractures during the pandemic.
Makale Özeti

8.
Çölyak Hastalarında Hematolojik Parametrelerin Hasta Takibi Ve Diyet Uyumu İle Olan İlişkisi
Relationship Between Hematological Parameters and Followup and Diet Compliance in Celiac Patients
Ayşe Selcen Pala, Yasemin Gökden
Sayfalar 121 - 125
GİRİŞ ve AMAÇ: Çölyak hastalığı genetik olarak duyarlı kişilerde başlıca buğday, arpa, çavdar, yulaf gibi tahıllardaki gluten ve gluten benzeri diğer tahıl proteinlerine karşı kalıcı intolerans olarak gelişen proksimal ince barsak hastalığıdır. Tedavi ömür boyu sürecek glutensiz diyettir. Bu tedaviye sıkı bir şekilde uyulması hastalığın prognozu açısından önemlidir. Hastalığın takibi oldukça maliyetli olduğundan diyet uyumu ve antikor düzeyini yansıtabilecek daha kolay uygulanabilir ve ek maliyet gerektirmeyen parametrelere ihtiyaç vardır. Bu çalışmamızda Çölyak hastalarında hemogram parametreleri ve albümin düzeyinin glutensiz diyete uyumu değerlendirmede kullanılıp kullanılamayacağını belirlemeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 133 hastadan, Çölyak hastalığı tanısı Anti-dTG-IgA düzeyleri ile konfirme olan 57 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların Anti-dTG-IgA düzeylerinin pozitif ve negatif olduğu dönemlerdeki NLR, PLR, MPV, PDW, RDW ve albümin düzeyleri karşılaştırıldı ve glutensiz diyete uyumları ile ilişkisi değerlendirildi.
BULGULAR: Hastaların ortalama yaşı 38,96(19-66) idi. Anti-dTG-IgA pozitif olduğu dönemde negatif olduğu döneme kıyasla RDW değeri(p=0,005) istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksekti. PDW(p=0,02) ve albümin(p=0,035) değerleri ise anlamlı olarak düşük bulundu. PLR(p=0,074) değeri daha yüksek saptansa da bu fark istatistiksel olarak anlamlılık sınırını aşamadı. NLR(p=0,69) ve MPV(p=0,12) değerlerinde ise fark saptanmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çölyak hastalarının diyet uyumunu ve antikor düzeylerini değerlendirmede daha az maliyetli olan ve PDW, RDW ve albümin düzeyleri hasta takibine yardımcı birer parametre olarak kullanılabilir.
INTRODUCTION: Celiac disease is a proximal small bowel disease developing due to persistent intolerance in people who are genetically susceptible to gluten and other gluten-like grain proteins in cereals such as mainly wheat, barley, rye, oats. Treatment is a lifelong gluten-free diet. Strict adherence to this treatment is important for the prognosis of the disease. Since it is quite costly to follow-up of the disease, there is need to parameters that are easy to apply to reflect diet compliance and antibody level and do not require. In this study we aimed to determine whether hemogram parameters and albumin level can be used to evaluate the compliance of gluten-free diet in the celiac patients.
METHODS: 57 of 133 Celiac patients whose disease was confirmed with Anti-dTG-IgA levels were included to the study. NLR, PLR, MPV, PDW, RDW and albumin levels were compared and the relationship between adherence to a gluten- free diet and adherence to a gluten-free diet was evaluated in periods when Anti-tTG-IgA levels are positive and negative.
RESULTS: The mean age of the patients was 38.96(19-66). RDW value, at Anti-tTG-IgA positive the period was significantly higher compared to the period when it was negative(p=0.005). PDW(p=0.02) and albumin(p=0.035) values were significantly low. Although the PLR(p=0.074) value was found to be higher, this difference was not statistically significant. There was no difference in NLR(p=0,69) and MPV(p=0,12) values.
DISCUSSION AND CONCLUSION: PDW, RDW, albumin levels are more cost-effective, and they can be used as an auxiliary parameter to evaluate dietary adherence and antibody levels in Celiac patients’ follow-up.
Makale Özeti

OLGU SUNUMU
9.
Plasenta previa olmaksızın plasenta akreata vakalarının konservatif yönetimi.Olgu sunumu.
Plasenta previa olmaksızın plasenta akreata vakalarının konservatif yönetimi.Olgu sunumu.
Aytaj Jafarzade
Sayfalar 126 - 129
Plasenta Akreata Spektrumlu vakalarda sezeryen sonrası histerektomi hala altın bir standart olarak kalmaktadır. Yüksek maternal mortalite ile seyreden Plasenta akreata spektrum’un nadir de olsa conservatif tedavi seçeneği mevcuttur. Bizim sunmuş olduğumuz vakalar PAS’ın başarılı konservatif tedavisine bir örnek olacaktır.
Obstetrisyenler için PAS akla yalnız plasenta previa, alt segment yerleşimli plasentalar ve geçirilmiş sezeryen öyküsü olan hastalarda geliyor. Lakin vakaların 1/3 plasenta previa olmaksızın PAS olduğu bilinmektedir. Tersiyel merkezlerde seçilmiş olgularda PAS’ın konservatif tedavisi mümkün olduğu düşüncesindeyiz.
Conservative treatment and hysterectomy after cesarean section, which is the gold standard, are applied in PAS with a high maternal mortality rate.
Two cases with Placenta Accreata Spectrum (PAS) without placenta previa which was successfully treated conservatively were presented.
For diagnosis of PAS obstetricians focus on placenta previa or low-lying placenta and previous c-section history, however, 1/3 of all cases are diagnosed with PAS without placenta Previa. The gold standard in the treatment of PAS is hysterectomy. In this case, conservative treatment in tertiary centers has been shown to be succesful.
Obstetricians shouldn't just focus on placenta Previa. Conservative treatment modalities should be performed in tertiary centers.
Makale Özeti

10.
COVID-19 Enfeksiyonu Sonrası Gelişen Bir Poststeroid Pannikülit Olgusu
A Case of Poststeroid Panniculitis After COVID-19 Infection
İlayda Uysal, Ilteris Oguz Topal, Özben Yalçın
Sayfalar 130 - 132
Poststeroid pannikülit, kortikosteroidlerin kesilmesinden sonra ortaya çıkan nadir bir komplikasyondur. Steroidlerin hızlı kesilmesi veya dozun hızlı bir şekilde azaltılmasından kaynaklanır. Klinik olarak yanaklar, göğüs gibi cilt altı yağ dokusundan zengin bölgelerde yerleşmiş cilt altı nodüller olarak görülür. Literatürde bildirilen vakalar pediatrik ağırlıklı olup çok az erişkin olgu vardır. Bildiğimiz kadarıyla COVID-19 enfeksiyonu sonrası gelişen bir vaka bildirilmemeiştir. Burada COVID-19 tedavisi sırasında steroid alan erişkin bir hastada tedavi kesildikten sonra gelişen bir Poststeroid pannikülit olgusu sunulmaktadır.
Poststeroid panniculitis is a rare complication that occurs after corticosteroids withdrawal. It is caused by the rapid discontinuation or dose reduction of steroids. Clinically, it is seen as subcutaneous nodules located in areas rich in subcutaneous adipose tissue such as cheeks and breasts. It is mostly seen in children. There are very few adult cases in the literature. As far as we know, no case has been reported after COVID-19 infection. Here, we present a case of poststeroid panniculitis that developed after treatment discontinuation in an adult patient receiving steroids during COVID-19 treatment.
Makale Özeti