Cilt: 32  Sayı: 2 - 2016
Özetleri Gizle | << Geri
ARAŞTIRMA
1.
Mediasten yerleşimli on schwannom olgusunun retrospektif analizi
Retrospective analysis of ten mediastinum schwannomas cases
İlim Irmak, Umut Sabri Kasapoğlu, Pınar Atagün Güney, Sinem Güngör, Sibel Arınç, Hakan Yılmaz, Mustafa Vayvada, Mustafa Küpeli, Rıza Serdar Evman
doi: 10.5222/otd.2016.1040  Sayfalar 65 - 68
GİRİŞ ve AMAÇ: AMAÇ: Benign sinir kılıfı tümörleri, erişkin hastalarda mediastenin en sık rastlanan nörojenik tümörleridir. İntratorasik yerleşimli schwannomlar ise genellikle posterior mediastene yerleşirler ve bu bölgedeki bütün tümörlerin yaklaşık %75'ini oluşturmaktadır. Genellikle asemptomatik olması ve çekilen toraks görüntülemelerinde düzgün sınırlı soliter kitle şeklinde saptanması nedeniyle farklı öntanılarla değerlendirilebilmektedir. Bu çalışmamızda 2006-2014 yılları arasında tanı konulan 10 schwannom olgusunu retrospektif olarak incelemeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: YÖNTEMLER: 2006-2014 yıllarında Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde schwannom tanısı alan toplam on hasta retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR: On schwannom olgusunun altısı (%60) kadın, dördü (%40) erkekti. Yaş ortalaması 46 yıl olarak bulundu. En sık rastlanan semptom öksürük olduğu bunu göğüs ağrısının takip ettiği görüldü. Toraks CT bulguları incelendiğinde lezyonların altı olguda (%60) üst mediastende lokalize olduğu ve dokuz (%90) olguda lezyonun paravertebral yerleşimli görüldü. Tüm hastaların yapılan fiberoptik bronkoskopik incelemesinde endobronşial lezyon görülmedi. Tüm olguların tanısı cerrahi olarak konuldu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: SONUÇ: En sık üst mediasten tutulumu ile karşımıza çıkan sıklıkla benign karakterli olan schwannom olgularının tanısında invaziv cerrahi işlem gerekir.
INTRODUCTION: OBJECTIVE: Benign nerve sheath tumors, the most common neurogenic tumors of the mediastinum in adults. Intrathoracic schwannomas generally placed in posterior mediastinum, consist of 75 % of all tumors located in this region. Due to it is usually asymptomatic and is detected well-circumscribed solitary mass in the thoracic images, it can be evaluated as different prediagnosis.
METHODS: Between 2006-2014 ten patients that was diagnosed as schwannoma in Süreyyapaşa Chest Diseases and Chest Surgery Training and Research Hospital were analyzed retrospectively.
RESULTS: Six of the ten cases of schwannoma were women (60%) and four were male (40%). The mean age was found 46 years. Most common symptom is cough and it was followed by chest pain. When Thoracic CT findings were examined, in six cases (60%) lesions were located in the upper mediastinum, and in nine cases (90%) the lesion was located in the paravertebral area. Endobronchial lesion was not seen in fiberoptic bronchoscopic examination of all patients. All patients were diagnosed by surgery.
DISCUSSION AND CONCLUSION: CONCLUSION: Diagnosis of schwannoma cases, the most commonly encountered by the involvement of the upper mediastinum, and is often benign characteristically and in diagnosis invasive surgical procedure needed.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

2.
Kemoterapi Alan Kanserli Hastalarda Toksik Polinöropati Gelişimi
Chemotherapy Induced Toxic Polyneuropathy in Cancer Patients
Ülkü Türk Börü, Çiğdem Çemberci, Nilay Padir, Adnan Bilgiç, Mustafa Taşdemir
doi: 10.5222/otd.2016.1041  Sayfalar 69 - 74
GİRİŞ ve AMAÇ: Kanser ilaçlarının toksik etkilerine bağlı polinöropatiler gelişme oranı ilaçlara göre değişkenlik göstermektedir. Bu çalışmada taksan ve platin grubu kemoterapi alan hastalarda, ilaca bağlı toksik polinöropati gelişimi oranını belirleme amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmaya taksan (doketaksel ve paklitaksel) ve platin (karboplatin ve sisplatin) alan hastalar alındı. Tüm hastalar klinik ve elektrofizyolojik olarak tedavi öncesi ve sonrası ilaca bağlı polinöropati açısından değerlendirildi. Polinöropati tespit edilen hastalarda anti-Yo, anti-Hu, anti-Ma2/Ta antikorlarına bakıldı.
BULGULAR: Toplam 123 hasta çalışmaya dâhil edildi. 22 tane (%17,8) hasta çalışmayı tamamlayamadan öldü. Tedavi almadan önce 12 hastada (%9,8) kansere bağlı polinöropati tespit edildi. Ölen ve tedavi öncesi kansere bağlı polinöropati gelişen toplam 34 hasta çalışmadan çıkarıldı. Kalan 89 hasta tedaviye alındı. Tedavi sonrası 50 hastada (%56,2) klinik ve elektrofizyolojik olarak kemoterapiye bağlı polinöropati tespit edildi. Paklitaksel+karboplatin alan 56 hastanın 33’ünde (%58,9) toksik polinöropati gelişti. Doketaksel +sisplatin alan 20 hastanın 10’unda (%50) toksik polinöropati gelişti. Her iki grup arasında polinöropati oluşturma açısından istatiksel olarak anlamlı fark gözlenmedi. Her iki grupta da polinöropati gelişimi kümülatif doz ile ilişkili olarak bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İlaca bağlı gelişen toksik polinöropati paklitaksel ve doketaksel grubunda oldukça yüksek oranda gözlenmektedir. Bu sonuçlar bize doz yükseldikçe polinöropati gelişme oranı arttığını göstermektedir.
INTRODUCTION: It was shown that toxic polyneuropathy rate can vary with toxic effects of cancer treatment. We aimed to evaluate chemotherapy induced toxic polyneuropathy in cancer patients who received taxane and platine.
METHODS: We enrolled all patients who received taxane (docetaxel and paclitaxel) and platine (carboplatine and cisplatin). Each patient was clinacally and electrophysiologically evaluated before and after the treatment. In the patients with toxic polyneuropathy were studied anti-Yo, anti-Hu, anti-Ma2/Ta.
RESULTS: Totally 123 patients were included in the study. 22 of the patients (%17,8) died during the treatment. In 12 of the patients (%9,8), clinically and electrophysiologically was diagnosed with polyneuropathy before the treatment. In 50 of 89 patients was developed toxic polyneuropathy due to chemotherapy. 33 of 56 patients (%58,9) who were treated with paclitaxel +carboplatine had toxic polyneuropathy. 10 of 20 patients(%50) who received docetaxel+cisplatin had toxic polyneuropathy. The relation between cumulative dose of paclitaxel and polyneuropathy was statistically significant. The relation between cumulative dose of docetaxel and polyneuropathy was statistically insignificant. The relation between cumulative dose of cisplatin and polyneuropathy was statistically insignificant.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Drug induced toxic polyneuropathy was found fairly high in patients who were treated with taxane and platine. The study pointed out that the toxic polyneuropathy rate is related to cumulative dose.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

3.
Transrektal Ultrasonografi Eşliğinde Prostat Biyopsisi Yapılan Hastalarda Komplikasyon Oranlarımız
Complications Our Rate Of Patients Who Performed Transrektal Ultrasound Guided Prostate Biopsy
Mustafa Erkoç, Hüseyin Beşiroğlu, Eyyüp Danış, Muammer Bozkurt, Ahmet Gürbüz, Samir Aghalarov, Fatih Akkaş, Osman Can, Erkan Merder, Ahmet Arıman, Alper Ötünçtemur
doi: 10.5222/otd.2016.1042  Sayfalar 75 - 78
AMAÇ: Prostat kanseri dünyada erkeklerde en sık görülen kanserlerden biridir. Transrektal ultrasonografi eşliğinde yapılan prostat biyopsisi, prostat kanserinin tanısında dünyada altın standart yöntemdir. Çalışmada amacımız, kliniğimizde TRUS eşliğinde prostat biyopsi yapılan hastalarda komplikasyonlarımızı tespit etmektir.
YÖNTEMLER: Çalışmamıza kliniğimizde Aralık 2008- Aralık 2014 tarihleri arasında TRUS eşliğinde prostat biyopsi yapılan 1280 hasta dahil edildi. Komplikasyonlar enfektif (prostatit, ürosepsis, epididimit) ve non-enfektif (hematüri, hematospermi, rektal kanama) olarak sınıflandırıldı.
BULGULAR: 82 hastada enfektif komplikasyonlar görüldü. Bu hastaların 63 tanesinde prostatit, 10 tanesinde epididimit saptandı. Sadece 9 hastada yüksek ateş, üşüme, titreme ve lökositoz saptanarak ürosepsis tanısıyla yatış verilerek hastanede tedavi edildi. 118 hastada ise nonenfektif komplikasyonlar saptandı. 101 hastada hematüri saptanırken 10 hasta hematospermi şikayetiyle tarafımıza başvurdu. 7 hastada ise rektal kanama görüldü.
SONUÇ: Transrektal ultrasonografi eşliğinde prostat biyopsisi prostat kanseri tanısında çok güvenilir bir yöntem olsa da invaziv bir yöntemdir. Bundan dolayı nadir de olsa ciddi komplikasyonlar oluşabilmektedir.
OBJECTIVE: Prostate cancer is the one of the most common cancer in the men in the world. In the world,Transrectal ultrasound guided prostate biopsy is the gold standart in the diagnosis of prostate cancer. Purpose of our study, detect the complication Patients who underwent transrectal ultrasound guided prostate biopsy in our clinic.
METHODS: In our study between December 2008 and December 2014 in our clinic transrectal ultrasound guided prostate biopsy performed in 1280 patients were included. Complication in these patients were evaluated in two groups are infective (prostatite, epididimite, urosepsis) and non infective (hematuria, hematospermia, rectal bleeding) complications.
RESULTS: Infective complications were seen in 82 patients. 63 of these patients prostatite, 10 of them epididimite was found. Only 9 patients with high fever, chills, and leukocytosis were determined by giving hospital with a diagnosis of sepsis treated in hospital. In 101 patients hematuria was determined and 10 patients present us with hematospermia complaint. The rectal bleeding was observed in 7 patients.
CONCLUSION: Even though transrectal ultrasound prostate biopsy in the diagnosis of prostate cancer is very reliable method, it is an invazive method. Because of this, although rare, serious complications can occur.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

4.
Tubal Reanastomoz Yapılan Olguların Gebelik Oranları
The Pregnancy Rates After Tubal Reanastomosis
Mehmet Baki Şentürk, Mehmet Sukru Budak, Cihan Toğrul, Ali Emre Tahaoğlu, Deniz Balsak, Sedat Akgöl
doi: 10.5222/otd.2016.1044  Sayfalar 79 - 82
GİRİŞ ve AMAÇ: Tubal reanastomoz olan hastaların gebelik oranlarının ve bu oranlar açısından tubal reanastomoz yapan cerrah faktörünün değerlendirilmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada 01/01/2005-31/12/2013 tarihleri arasında Diyarbakır Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi 'nde tubal reanastomoz operasyonu geçiren 59 hasta retrospektif olarak değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Çalışmamızda değerlendirilen olguların yaş ortalaması 36.66±3.94 yıl, yaşayan çocuk sayıları 4.66±1.85 ve tubal reanastomoz sonrası takip süreleri 3.31±2.08 yıldır. Olguların 28'sinde (%47.4) gebelikte başarı sağlanmıştır. Olguların 43'nün (%72.8) tubal reanastomoz nedeni yeni bir çocuk isteme iken, 9'unun (%15.2) pelvik ağrı, 5'nin (%8.4) dini inanç ve 2'nin (%3.3) yeni bir eşten çocuk istemi olduğu görülmektedir. Olguların 2'sinde (%3.4) ektopik gebelik görülmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Tubal reanastomoz, daha önceden tüp ligasyonu olup da çocuk istemi olan kadınlar arasında sık kullanılmaktadır. Kadınlar çeşitli nedenlerle tubal reanastomoz yaptırmak istemektedir. Bu nedenlerin başında gelişmiş toplumlarda en çok öne çıkan faktör yeni bir eşten bebek sahibi olma arzusudur.Tubal reanastomoz deneyimli merkezlerde ve mümkünse bu konuda spesifikleşmiş cerrahlar tarafından yapılmalıdır. İleri yaş hastalarda başarı düştüğünden bu hasta grubu operasyon öncesinde iyice bilgilendirilmelidir. Tubal reanastomoz operasyonu sonrası gebelik oranları açısından operasyonu yapan cerrahın bu konudaki deneyimi önemli bir faktördür. Bu operasyonlar bu alanda deneyimi olan merkezlerde yapılmalıdır.
INTRODUCTION: To assess the pregnancy rates for the patients who had tubal reanastomosis and the factor of surgeon performing the tubal reanastomosis for these rates.
METHODS: The present study retrospectively evaluated 59 patients who had tubal reanastomosis at the Diyarbakır Women's Health and Children's Disease Hospital between 01/01/2005 and 31/12/2013.

RESULTS: The mean age of the patients evaluated in the present study was 36.66 ± 3.94 years, the number of living children was 4.66 ± 1.8 and the duration of follow-up after tubal reanastomosis was 3.31 ± 2.08 years. Success was achieved in conception in 28 (47.4%) of the patients. The reason for tubal reanastomosis was a new child in 43 (72.8%) patients, pelvic pain in nine (15.2%) patients, religious beliefs in five (8.4%) patients, and a child with a new partner in two (3.3%) patients.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Tubal reanastomosis is common among the women who previously had tubal ligation and wanted children. Women desire tubal reanastomosis for various reasons. Tubal reanastomosis should be performed at experienced centers. The success rates are very good when performed by the surgeons with experience in this field. Due to the reduced success rates in the patients with advanced age, this patient group should be well informed prior to the operation.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

5.
Vücut kitle indeksi ile soluk sonu karbon dioksit basıncı arasında ilişki var mı?
Is there an alliance between body mass index and end-tidal carbon dioxide partial pressure?
Serkan Doğru, Tuğba Karaman, Aynur Şahin, Hakan Tapar, Serkan Karaman, Semih Arıcı, Mustafa Süren, Ziya Kaya, Sibel Devrim, Hasan Kanadlı
doi: 10.5222/otd.2016.1045  Sayfalar 83 - 87
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada amaç; vücut kitle indeksi ile dinlenme halindeki soluk sonu karbondioksit basıncı arasındaki ilişkinin tanımlanmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastalardan yazılı onam alındıktan sonra, yaş, cinsiyet, ağırlık, boy, vücut kitle indeksi ve ASA değerini içeren demografik veriler kaydedildi. Operasyon odasında, 15 dakika sonunda modifiye bir yüz maskesiyle beraber spontan soluyan hastaların, solunum sayıları ve PETCO2 değerleri kaydedildi. Vücut kitle indeksi, solunum sayısı ve PETCO2 değerleri arasındaki ilişki Pearson korrelasyon analizi ile değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmaya toplam 56 hasta dahil edildi. Pearson korelasyon analizi sonucunda, vücut kitle indeksi ile PETCO2 (r = 0.148, p = 0.275), solunum sayısı (r = 0.193, p = 0.154), and PETCO2/solunum sayısı (r = –0.079, p = 0.565) arasında herhangi anlamlı bir ilişki saptanmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma, vücut kitle indeksi ile soluk sonu karbon dioksit basıncı arasında herhangi bir ilişki olmadığını göstermiştir.
INTRODUCTION: To determine the relation between body mass index and resting PETCO2 in individuals with normal physical status is the primary goal of the present study.
METHODS: After obtaining written informed consents, the demographic data including age, gender, weight, height, body-mass index (BMI), and the ASA score were recorded. In operating theatre, after 15 minutes of spontaneous ventilation in supine position wearing a modified face mask, the respiratory rate (RR), and PETCO2 measurements were obtained. The association between BMI, RR, and PETCO2 were analyzed using Pearson's correlation (r).
RESULTS: A total of 56 patients were enrolled in the study. The Pearson correlation analysis showed no significance between BMI and PETCO2 (r = 0.148, p = 0.275), RR (r = 0.193, p = 0.154), and PETCO2/RR (r = –0.079, p = 0.565).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The present study showed that there was no relationship between BMI and PETCO2, PETCO2/RR or RR.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

6.
Adenomiyozise eşlik eden jinekolojik patolojiler ve adenomiyozis için risk faktörleri
Concomitant gynecological pathologies and risk factors for Adenomyosis
Kerem Doğa Seçkin, Burak Yücel, Mehmet Fatih Karslı, Ali Soydar, Hale Göksever Çelik, Hüseyin Kıyak, Alper Koçbıyık, Gökhan Yıldırım
doi: 10.5222/otd.2016.1046  Sayfalar 88 - 91
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmanın amacı adenomyozis için risk faktörlerinin saptanması ve beraberinde eşlik eden jinekolojik patolojilerle ilişkisinin değerlendirilmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamız, 2012 ve 2015 tarihleri arasında 3. Basamak referans merkez olan hastanemizde beningn nedenlerle histerektomi yapılmış olan 601 hastanın dosyalarının retrospektif olarak taranmasıyla oluşturulmuştur. Histopatolojik inceleme sonucu çalışmaya 236 adenomyozisi bulunan ve 365 adenomyozisi bulunmayan olgu dahil edilmiştir. Gruplar operasyon endikasyonları, demografik ve reprodüktif özellikler ile eşlik eden patolojiler açısından karşılaştırılmıştır.
BULGULAR: 601 olgunun değerlendirildiği çalışmamızda leiomyoma (%56,7) ve uterin desensus (%20,9) en sık operasyon endikasyonlarını oluşturmaktaydı. Adenomyozise en sık eşlik eden patolojiler leiomyoma iken endometrial polip ve hiperplazinin kontrol grubuna göre daha yüksek oranda beraberlik gösterdiği saptandı. Adenomyozisin en sık saptandığı yaş grubu 40-49 yaş olarak bulundu. Geçirilmiş sezaryen, abortus ve küretajın adenomyozis için bir risk faktörü olduğu gözlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Özellikle tedaviye dirençli menometroraji ve kronik pelvik ağrısı bulunan 40 yaş üstü hastalarda ayırıcı tanıda adenomiyozis akla gelmelidir. Geçirilmiş sezaryen, abort ve küretaj adenomiyozis için risk faktörüdür. Endometrial hiperplazi ve polipin de sıklıkla eşlik etmesi nedeniyle adenomiyozis olduğu düşünülen hastalara endometrial örnekleme yapılması gerekmektedir.
INTRODUCTION: To determine the risk factors for adenomyosis and to assess its association with coexisting gynecologic pathologies.
METHODS: The present study was performed by retrospectively analyzing the hospital records of 601 patients who underwent hysterectomy for benign indications at a tertiary referral center between 2012 and 2015. According to final pathology reports, 236 patients with adenomyosis and 365 patients without adenomyosis were included in the study. The study groups were compared in terms of surgery indications, demographic and reproductive characteristics, and accompanying pathologies.
RESULTS: The most common indications for hysterectomy were leiomyoma (56.7%) and uterine prolapse (20.9%). Leiomyoma was the most common pathology that accompanied adenomyosis. Moreover, endometrial polyps and hyperplasia were also more common in patients with adenomyosis. The age group in which adenomyosis was most frequently encountered was between 40 and 49 years. History of prior cesarean section, abortion and uterine curettage were found to be risk factors for adenomyosis development.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Adenomyosis should be included in differential diagnosis, especially in women older than 40 years of age, who present with menometrorrhagia and chronic pelvic pain. Previous cesarean, abortion and curettage are risk factors for adenomyosis. Because of endometrial hyperplasia and polyps commonly accompany this disorder, patients suspected of having adenomyosis should undergo endometrial sampling.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

DERLEME
7.
Prostat Kanseri Tedavisinde Yüksek Doz Hızında Brakiterapi Uygulaması
High Dose Rate Brachytherapy Application in Prostate Cancer Treatment
Alaattin Özen, Şule Parlar, Mert Saynak, Hasan Murat Çaloğlu, Mustafa Cem Uzal
doi: 10.5222/otd.2016.1047  Sayfalar 92 - 98
Prostat kanseri kansere bağlı ölümler arasında önemli bir yer tutmaktadır. Prostat kanseri tedavisinde brakiterapi uygulaması son 20 yıl içerisinde değer kazanmıştır. Prostat kanseri tedavisinde brakiterapi en az prostatektomi kadar etkin tedavi sonuçlarını daha az yan etki ile sağlar. Yüksek doz hızında (High dose rate: HDR) brakiterapi uygulaması genellikle eksternal radyoterapiye ek olarak boost amaçlı kullanılmakla birlikte tek başına düşük doz hızında (Low dose rate: LDR) brakiterapiye alternatif olarak da kullanılabilir. HDR monoterapisi kısıtlı klinik deneyim nedeniyle kontrollü çalışmalar dışında kullanılmamaktadır. LDR brakiterapiden farklı olarak kapsül ve seminal vezikül invazyonu olan hastalarda HDR brakiterapi uygulanabilmektedir. Bu uygulama minimal invaziv bir prosedür sonrası hızlı bir iyileşme ile sonuçlanan ayaktan tedavi özelliğine sahiptir. Bununla birlikte uzun dönem sekel ya da ciddi yan etki gelişme riski cerrahi yöntemlere göre daha azdır. Erektil disfonksiyon açısından da daha iyi bir korunma sağlar.
Prostate cancer is an important cause of cancer releated deaths. Brachytherapy application in patients with prostate cancer has been gained value increasingly in the last 20 years.Effective treatment outcomes with much lower side effects at least as prostatectomy can be achieved with brachytherapy.Although high dose rate (HDR) brachytherapy application is used in addition to external radiotherapy as boost dose, it can be used as monotherapy for an alternative to low dose rate (LDR) brachyterapy.Nevertheless, due to limited clinical experience, HDR monotherapy is not recommended except in controlled clinical trials.Differently from LDR, HDR brachytherapy can be used in patients with invasion of prostatic capsul and/or seminal vesicle.This application is a minimal invazive procedure and ambulatory treatment resulting in a quick recovery. Development of long term sequelae or serious side effects are lower than those of surgical procedures. At the same time it also provides a better protection in terms of erectile dysfunction.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

8.
Ortopedik cerrah tirotoksik fırtınaya yakalanmamak için ne yapmalı?
What should an orthopaedic surgeon do to not encounter thyroid storm?
Betül Ekiz Bilir, Bülent Bilir, Mehmet İşyar, Ayşe Tuba Tonbul, Kadir Öznam, İbrahim Yılmaz, Selami Çakmak
doi: 10.5222/otd.2016.1043  Sayfalar 99 - 104
AMAÇ: Non iyonik kontrast maddeler gibi iyot içeren preparatların kullanıldığı görüntüleme tetkiklerinde, kas protein yıkımına neden olan travmalarda, kosta kırıklarında, pürülan artrit gibi enfektif olgularda, kalça osteokondromatozisinde, artroskopik sinovektomi gibi çeşitli ortopedik cerrahiler esnasında veya sonrasında tiroit fırtınası gözlemlenebilmektedir. Bilhassa komorbid kardiyak sorunu olan yaşlı popülasyonda ve çoğunluğunu kadınların oluşturduğu ortopedik implant cerrahisinde, ötiroit hale getirilmeden opere edilen tirotoksikoz olgularında, tiroit fırtınası tetiklenebilir. Bu eğitim makalesinde, planlı olarak gerçekleştirilen ya da acil operasyon kararı alınan tüm ortopedik operasyonlarda, tiroit fırtınasının nasıl tanınabileceği ve buna karşı yaklaşımın anlatılması amaçlandı.
YÖNTEMLER: Bu araştırmada, elektronik veri tabanlarında dil kısıtlaması olmadan, The Cochrane Collaboration The Cochrane, The Cochrane Library (Issue 2 of 12, Feb. 2011), Ovid MEDLINE (Jan 1924 to Jan Week 1 2015), ProQuest, US National Library of Medicine National Institutes of Health (NLM) ve PubMed, Elektronik ortamda veritabanlarında literatür taraması yapılarak, Ocak 1974 ile 6 Ocak 2015 tarihleri arasında “tirotoksikozis”, “tiroit fırtınası, “radyo aktif iyot tedavisi” ve “ortopedik cerrahi” üzerine yapılmış ve basılı olan klinik veya deneysel çalışmalar “VE”, “VEYA” şeklinde tarandı.
BULGULAR: Elde edilen makaleler arasından, konu ile ilgili inceleme ölçütlerini karşılayan iki adet makale saptandı.
SONUÇ: Tiroit fırtınası sırasında PTU kullanılan vakalar taburcu edilme aşamasında kontrendikasyon yoksa daha az hepatotoksik olan metimazole çevrilmelidir.
OBJECTIVE: Thyroid storm can be seen in many situations like radiologic imaging with non-ionic contrast agents, trauma that causes muscle destruction, rib fractures and septic arthritis. Thyroid storm may be triggered in thyrotoxic patients who were operated before supplied euthyroidism and especially in the elderly population suffering from cardiac problems. In this educational article, we aimed to discuss how to recognize and approach to the thyroid storm in planned or emergency orthopaedic operations.
METHODS: Without language restriction in this paper, the electronic databases; The Cochrane Collaboration The Cochrane, The Cochrane Library (Issue 2 of 12, Jan. 2015), Ovid MEDLINE (Jan 1924 to Jan Week 1 2015), ProQuest, US National Library of Medicine National Institutes of Health (NLM) and PubMed dating from Jan 1924 to Jan. 2015, were searched for comparative experimental studies using the terms: “OR”, “AND”. On-line literature searches were conducted using the key words “thyrotoxicosis”, “thyroid storm”, “radioactive iodine treatment”, and “Orthopaedic surgery ” in combinations.
RESULTS: In the obtained articles two were related with the study criteria.

CONCLUSION: In the thyroid storm during the discharge stage if there is no contraindication, cases used propylthiouracil must be converted to the less hepatotoxic methimazole.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

OLGU SUNUMU
9.
Hayatı tehdit eden bir hastalık: Sezeryan skar gebeliği
A life-threatining disease: Cesarean scar pregnancy
Yasemin Çekmez, Tuncay Küçüközkan
doi: 10.5222/otd.2016.1013  Sayfalar 105 - 107
Giriş: Gebelik kesesinin daha önceki sezaryen skarına implantasyonu ektopik gebeliklerin en nadirgörülen formudur.Hastalığın insidansı dünya çapında sezeryanla doğumların artmasına bağlı olarak yükselmektedir.Tanı koymadaki bir takım zorluklar nedeni ile hayatı tehdit edebilecek bir hastalıktır.
Olgu sunumu: Bu sunumda ultrason ile tanı konulan ve cerrahi olarak başarıyla tedavi edilen bir sezaryen skar yeri gebeliği olgusunu tartışmayı amaçladık.
Sonuç: Sezaryen skar gebeliğinin erken tanısı maternal mortalite,morbidite ve fertilitenin kaybının önlenmesi açısından önemlidir
Introduction: Implantation of a gestational sac within a cesarean delivery scar is rarest form of ectopic pregnancy.Incidans of the disease is rising due to increase of cesarean section worldwide.It is a life threatining condition because of the difficulties in diagnosis.
Case presentation: In this paper we aimed to discuss a case of cesarean scar pregnancy which was diagnosed by means of ultrasound and successfully treated by surgery.
Conclusion: Early diagnosis of cesaraen scar pregnancy is important to avoid mortality,morbidity and the loss of fertility of the mother.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

10.
Ekstradigital yerleşimli glomus tümörü olgusu
Extradigital glomus tumor: a case report
Hatice Duman, İlteriş Oğuz Topal, Kübra Cüre, Emek Kocatürk, Selver Özekinci
doi: 10.5222/otd.2016.1048  Sayfalar 108 - 110
Glomus tümörleri nadir olarak görülen, glomus cisimciklerinden köken alan selim tümörlerdir. Glomus tümörleri viseral organlardan gelişebilir fakat en sık deride görülür. Lezyonlar genellikle distal ekstremitelerde yer alan küçük, mavi-kırmızı renkli papül ve nodüllerdir. En sık görülen lokalizasyon subungual bölge olup, el, ayak ve gövde gibi lokalizasyonlar nadirdir. Biz de burada ön kola yerleşim gösteren sadece palpasyon ile ağrısı olan bir glomus tümör olgusunu sunuyoruz. Ekstradigital glomus tümörlerinin kesin tanısını koymak ilk başvuruda zordur. Ağrılı tümörler vücudun hangi bölgesinde gelişirse gelişsin ayırıcı tanıda glomus tümörlerinin unultulmaması gerektiğini vurgulamak istiyoruz.
Glomus tumors are rare, benign tumors originated from glomus bodies. Glomus tumors may occur visseral organs but they are most frequently seen on the skin. The lesions are small, blue-red papules or nodules which are usually located on the distal extremities. Although the most common location is subungual area, extradigital locations such as hand, foot and trunk are very rare. Here, we report a case of glomus tumor on the forearm, with point tenderness. The accurate diagnosis of extradigital glomus tumors is very difficult on the first examination. We want to emphasize that glomus tumors should not be forgotten in the differential diagnosis of painful tumors which develop any part of the body.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

11.
Klozapine Bağlı Olası Bir Nöroleptik Malign Sendrom Olgusu
A Case Of Neuroleptic Malignant Syndrome Likely Related To Be Clozapine
Özge Şahmelikoğlu Onur, Ayşe Fulya Maner, Hatice Kızılkale, Özlem Çetinkaya, Devrimsel Harika Ertem
doi: 10.5222/otd.2016.1049  Sayfalar 111 - 114
GİRİŞ: Nöroleptik Malign Sendrom (NMS) antipsikotikler ve dopaminerjik sistemi etkileyen diğer ilaçların kullanımı ile ortaya çıkan, nadir ancak yaşamı tehdit edici bir durumdur. NMS tipik olarak, klasik antipsikotiklerle görülmekle birlikte, atipik antipsikotiklerle de ortaya çıkabilir. Ekstrapiramidal yan etkileri az olan klozapinin NMS’e neden olması beklenen bir durum değildir. Kliniğinde ateş, kas rijiditesi, otonomik instabilite ve bilinç bozukluğu mevcuttur. Katatoni de NMS gibi ölümcül seyredebilen bir durum olup; motor hareketsizlik, ani eksitasyonlar, bal mumu esnekliği, mutizm, negativizm, ekolali ve ekopraksiyle kendini gösterir. NMS ve katatoninin önemli ölçüde örtüşen özellikleri bulunmaktadır. Bu yazıda klozapinle ilişkili katatoniye dönüşen bir nöroleptik malign sendrom olgusu bildirilmiştir.
OLGU: 52 yaşında, erkek hastaya altı yıl önce psikotik özellikli depresyon tanısı konarak fluoksetin ve olanzapin başlanmış. Kliniğinde düzelme olmayınca paroksetin ve risperidona geçilmiş. İki yıl önce şikayetlerinde gerileme olmayınca klozapine geçilmiş. Takiplerinde klozapin dozu hızlı bir şekilde arttırılan hasta hastanemize kas rijiditesi, ateş yüksekliği, lökositoz, kreatin fosfokinaz yüksekliği tablosuyla başvurdu. Hastaya NMS tanısı konularak bromokriptin başlandı. NMS’si düzelen ancak katatoni gelişen hastaya 10 seans Elektro Konvulzif Terapi (EKT) uygulandı. EKT sonrası antipsikotik tedavi olarak ketiyapin başlandı. Yapılan takiplerinde hastanın NMS bulgusu olmadı.
SONUÇ: NMS’nin çoğunlukla dopaminerjik reseptör afinitesi yüksek ilaçlarla ortaya çıktığı bilinmektedir. Nadir de olsa, klozapin dahil tüm atipik antipsikotiklerin NMS’ye yol açabileceği her zaman akılda tutulmalıdır. NMS'nin belirtilerini belirgin olarak gösteren olgumuzda katatoni gelişmesi bu iki durumun altında yatan süreçlerin benzer olabileceğini düşündürmektedir.
INTRODUCTION: Neuroleptic malignant syndrome(NMS) is a rare but life threatening condition associated with the use of antipsychotics and drugs that influence dopaminergic transmission. Although, typically it has been associated with classical antipsychotics, it can also be induced by atypical antipsychotics. It is unexpected situation of clozapine related NMS because of its rare extrapyramidal side effects. Its clinical presentation may include fever, muscular rigidity, alterede state of consciousness and autonomic instability. Catatonia is also a lethal condition characterized by posturing, agitation, waxy flexibility, mutism, echolalia and echopraxia. A substantial overlap exists between catatonic phenomena and features of neuroleptic malignant syndrome. In this case report we present a patient with clozapine induced NMS which evolved into catatonia.
CASE: A 52-year-old male was diagnosed psychotic depression six years ago and fluoksetin and olanzapine were given. In the following years, he was poorly responsive to his treatment and it was changed to risperidon and paroksetin. Because the clinical course did not improve; his drugs were replaced with clozapine two years ago. On his follow-up clozapine was administered rapidly increasing dosage. The patient admitted to our hospital with muscle rigidity, fever, leucocytosis, high creatine phosphokinase levels and NMS was diagnosed. He was put on bromocriptine. NMS resolved but catatonia developed. 10 sessions ECT were administered. Quetiapine was given after ECT for the antipsychiatric therapy. He has not had any NMS signs until now.
CONCLUSION: NMS is usually induced by the agents with dopaminergic affinity. It should always be kept in mind that all atypical antipsychotics including clozapine may induce NMS although not common. Our patient demonstrated clear features of NMS resolved into catatonia. This adds weight the theory that catatonia and NMS are closely related; possibly represent the same underlying pathology.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

12.
Üst Ekstremitede Distal İskemiye Neden Olan Arterıovenoz Fistül; 1 Olgu
UPPER EXTREMITY DISTAL ISCHEMIA ARTERIOVENOUS FISTULA; A Case Report
Melike Elif Teker, Bekir İnan
doi: 10.5222/otd.2016.1050  Sayfalar 115 - 117
Hemodiyaliz amacıyla açılan arteriovenöz fistüllerde distal iskemi ender görülen ciddi bir komplikasyondur. Bu çalışmada hemodializ için arteriovenöz fistül sonrası distal ekstremite iskemisi belirtisi oluşan 62 yaşında bir erkek olgusu sunuldu.
The development of upper extremity ischemia to an arteriovenous fistula created for
hemodialysis access remains a significant complication. a 62 year-old man with symptoms of distal limb ischemia caused by an arteriovenous fistula for hemodialysis is presented in this study.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
13.
Yüksek doz oral fluoksetin alımı sonrası gelişen oküler herpes simpleks virus aktivasyonu
Ocular herpes simplex virus activation following high dose oral fluoxetine intake
Eray Atalay, Mehmet Serhat Mangan, Olgu Çapar, Ceyhun Arıcı
doi: 10.5222/otd.2016.1051  Sayfalar 118 - 120
51 yaşında erkek hasta kliniğimize yüksek göz içi basıncı nedeniyle refere edilmiş. Öncesinde hastaya tam anti-glokomatöz tedavi ve lazer iridotomi uygulanmış. Hastanın sol gözünde fikse dilate düzensiz pupilla ve eşlik eden hafif kornea ödemi, parasantral stromal korneal bulanıklık, yama şeklinde iris atrofisi, keratik presipitatlar, ön kamarada eser miktarda hücre ve pigment kümeleri ve açık iridotomi izlendi. Medikal hikayesinde 7 yıl önce geçirilmiş herpetik atak öyküsü belirlendi ve major depresyon nedeniyle 2 yıldır fluoksetin kullanan hastanın göz şikayetlerinin başlamasından 5 gün öncesinde ilacı yüksek dozda aldığı belirlendi. Oküler herpes simpleks virus aktivasyonunun yüksek doz fluoksetin alımından olabileceğinden şüphelenildi. Fluoksetin kesildi. Oral asiklovir, topikal steroid ve anti- glokomatöz tedavi başlandı. Bir hafta sonra, hastanın kontrol muayenesinde göz içi basıncının normale geldiği ve klinik bulguların yatışmış olduğu izlendi. Fluoksetin, selektif serotonin geri alım inhibitörü olup, bazı diğer antidepresan ilaçlar gibi, hücresel immüniteyi baskıladığı kanıtlanmıştır. Bu olguda olduğu gibi hastanın gizlice yüksek doz fluoksetin alımı sonrası gelişen herpes simpleks virus aktivasyonu tesadüf olmasından daha olasıdır. Fluoksetin kullanımıyla ilişkili oküler herpes aktivasyonu olgusu ilk kez rapor edilmektedir.
A 51-year-old man with high intraocular pressure on the left eye was referred to our clinic. A laser iridotomy was performed with full anti-glaucoma medication prior to the referral. There was a fixed dilated irregular pupil of the left eye, accompanied with mild corneal edema, a paracentral stromal corneal haze, patchy iris atrophy, fine keratic precipitates, trace amounts of cells and pigments in the anterior chamber and a patent iridotomy. Medical history was revealed a previous herpetic episode 7 years ago and fluoxetine use for major depression for 2 years which he overdosed 5 days before his ocular symptoms have started. Ocular herpes simplex virus activation associated with high dose fluoxetine was suspected. Fluoxetine was discontinued. Oral acyclovir, topical steroids and anti-glaucoma medication has been prescribed. A week later, on his control visit, the intraocular pressure was normalized and clinical findings have subsided. Fluoxetine, a selective serotonin re-uptake inhibitor, and some other anti-depressants, has been proved to suppress cellular immunity. Herpes simplex virus activation after surreptitious self-administration of high dose fluoxetine in this case is much more probable than coincidence. This is the first reported case of ocular herpes activation related to fluoxetine use.
Makale Özeti | Tam Metin PDF