Cilt: 31  Sayı: 2 - 2015
Özetleri Gizle | << Geri
ARAŞTIRMA
1.
Geriyatrik hastalarda perioperatif rejyonal anestezi komplikasyonları: klinik rapor
Perioperative regional anesthesia complications in geriatric patients: clinical report
Reyhan Polat, Gözde Bumin Aydın, Julide Ergil, Murat Sayın
doi: 10.5222/otd.2015.055  Sayfalar 55 - 60
AMAÇ: Amaç: Bu çalışmada rejyonal anestezi uygulanmış geriyatrik hasta grubunda ameliyat esnasında görülen komplikasyonları retrospektif olarak tespit etmek ve sebeplerini önlemek amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Kayıtlar hastaların yaşı, cinsiyeti, ASA fiziksel skorları, ameliyat tipi, kullanılan rejyonal anestezi tekniği, lokal anestezik tipleri, ameliyat süresi ve anesteziye bağlı komplikasyonlar ile bu komplikasyonların ilgili olabileceği sebepler için incelenmiştir. Kalp krizleri de kayıt altına alınmıştır.Hastalar yaşlarına göre gruplandırılmlıştır. Grup Y (65 yaş üstü), Grup G (17-65 yaş)
BULGULAR: 1114 hastaya ait anestezi değerlendirme formları ve kayıtları analiz edilmiştir. ASA sınıflandırmasına göre, hipotansiyon oranı grup G (p <0.001) ve grup Y (p <0.001) de I’den IV’e artış gösterirken gruplar arasında bir fark gözlemlenmemiştir(p>0.05). Ameliyat süresine bağlı kardiyovasküler komplikasyon sıklığı grup G’de grup Y’ye kıyasla uzun süren operasyonlarda(>60minutes) kısa süren operasyonlara(<60minutes) göre önemli oranda yüksektir(p <0.05). Rejyonal anestezi tekniğine bağlı kardiyovasküler komplikasyonlar spinal anestezi kullanılan hastalarda grup G’de grup Y’den daha sık görülmüştür(p<0.001). Heavy bupivacaine ile bradikardi grup G’de grup Y’den daha sık görülmüştür. Grup Y’de üç kalp krizi görülürken, grup G’de hiç görülmemiştir.
SONUÇ: Tüm anestezi tekniklerinin kendine özgü komplikasyon oranları vardır, dolayısıyla yaşlı hastalarda, kullanılan anestezi tekniği hastalıklar göz önünde bulundurularak dikkatli anestezi öncesi değerlendirmelerle ve yakın takip ile tecrübeli kişilerce yapılmalıdır.
OBJECTIVE: The study aims to retrospectively determine and prevent the causes of perioperative complications that occured among geriatric patients exposed to regional anesthesia.
METHODS: The records were investigated for patient’s age, gender, physical evaluation scores of the American Society of Anesthesiologists (ASA), type of surgery, regional anesthesia technique, the local anesthetic types, duration of surgery and anesthesia related complications as well as the most likely systems to which these complications were related. The cardiac arrests were also recorded.Patients were evaluated according to age, Group Y (over 65 years) and Group G (17-65 years).
RESULTS: Results: The 1114 patients were analysed from the anesthesia assesment forms and records. According to ASA classification, the rate of hypotension showed an increase from I to IV for group G (p <0.001) and group Y (p <0.001), whereas there was no difference between the groups (p>0.05). The frequency of cardiovascular complications with respect to duration of surgery was significantly higher in longer operations (>60minutes) than in shorter operations (<60 minutes) in group G than in group Y ((p <0.05). Regional anesthesia technique related cardiovascular complications occured more often with spinal anesthesia in group G than in groupY (p<0.001). With heavy bupivacaine, bradycardia occurred more often in group G than in group Y (p<0.001). Three cardiac arrests occurred in the group Y, but there were no cardiac arrests in group G.
CONCLUSION: In the elderly, all anesthesia techniques have their own complication rates so the anesthetic technique should be selected according to patients’ co-morbidities, with careful preanesthetic evaluation and close monitoring in experienced hands.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

2.
perkütan endoskopik gastrostomi deneyimimiz: 66 olgunun değerlendirilmesi
percutaneous endoscopic gastrostomy our experience: evaluation of 66 cases
İsmayill Yılmaz, İsmail Demiryılmaz, Arda Işık, Kemal Peker, Orhan Çimen, Nurdan Sekban, Adalet Özçiçek, Hüseyin Eken, Şenol Biçer
doi: 10.5222/otd.2015.061  Sayfalar 61 - 64
AMAÇ: Hastalar bir aydan daha kısa süreli oral beslenemeyecekse nazoenteral beslenme tüpleri ile enteral beslenirken bir aydan daha uzun süre oral alamayacak hastalara gastrostomi uygulaması yapılması önerilmektedir. Bu amaçla farklı gastrostomi teknikleri kullanılmaktadır. Biz kliniklerimizde endoskopik tüp gastrostomi(PEG) işlemi uyguladığımız hastalarda PEG endikasyonları, erken ve geç dönem komplikasyonları ve bu komplikasyonların yönetimini tartışmayı hedefledik.
YÖNTEMLER: Çalışma eşzamanlı olarak 2 ayrı hastanede 01.06.2010 – 01.05.2014 tarihleri arasında oral beslenme şansı olmayan ve enteral beslenme amacıyla PEG yerleştirilen 66 hastanın dosyası retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR: PEG konma endikasyonları en sık 47 (%71.2) hasta ile serebrovasküler hastalıklara bağlı gelişen beslenme bozukluğuydu. İşleme bağlı major bir komplikasyonla karşılaşılmadı. En sık minör komplikasyonumuz, 5 (%7.6)hastada beslenme intoleransı ve 5 (%7.6)hastada tüp tıkanmasıydı. Üç (%4.6)hastada cerrahi debritmanlar gerektiren nekrozla seyreden ciddi yara yeri enfeksiyonu gelişti.
SONUÇ: PEG hasta başında bile yapılabilmesi, ciddi bir anesteziye ve ekibe ihtiyaç duyulmaması gibi özelliklerinden dolayı gastrointestinal sistemi sağlam olup proksimaldeki problemden dolayı oral beslenemeyen ve özelliklede kritik hastalarda uygulama kolaylığından dolayı büyük avantajlar sağlamakta, ülkemizde yoğun bakım imkan ve yatak sayılarının artmasıyla beraber gittikçe de yaygınlaşmaktadır. PEG işlemi sonuçta bir ostomi olduğu için karşılaşılacak major ve minör komplikasyonlarda cerrahi bir bakış gerektirmektedir. Bu nedenle cerrah dışı PEG uygulamalarında cerrahi klinikle entegre olarak bu işlemin takibinin yapılmasının uygun olacağı kanaatindeyiz.
OBJECTIVE: İf the patients will not to be fedorally in less than a month to the patients who are not able to take oral application more than a month while they are feeding enterallly with nasoenteral feeding tube, gastrostomy application is recommended. Different gastrostomy technique used for this puspose. We aimed to discuss indications of percutaneous endoscopic gastrostomy(PEG) in the patients who underwent PEG operation, their complications early or late and the manegement of this complication
METHODS: This study was performed simultaneously in two different hospitals between 01.06.2010-05.01.2014. The files of 66 patients whose oral feeding in not possible and PEG administered in order to enteral nutrition were reviwed respectively
RESULTS: The most common indications for PEG placement in 47 patients (%71.2) was malnutrition due to cerebrovascular diseases. A major complication raleted to procedure were not observed. The most common our complications were feeding intolerance in 5 (%7.6) patients and occlusion of tube in 5 (%7.6) patients. Wound infection that requiring surgical debridement accompanied by necrosis in 3 (%4.6)patients occured.
CONCLUSION: As a result; PEG provides great advantages in the patients that can be applied even at the beside and need’nt a serious anesthesia and a team such as gastrointestinal system are intact but not be able to fed orally due to in the proximally problem especially in critically patients because of ease of application. İn our country, together with the increase in the number of beds intensive cere units, it is becoming more widespread. Encountered major and minor complications require a sugicalovery view because application is an ostomy precedure. Therefore, we considered that in the peg applications except the surgeon, following of this process as integrated with surgical clinics will be appropirate.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

3.
kolorektal kanserli hastalarda serum paraoksonaz(PON) seviyesi
İn colorectal cancer patients, plasma paraoxonase(PON) level
İsmayil Yılmaz, Müfide Nuran Akçay, Muhammet Fevzi Polat, İsmail Demiryılmaz, Şenol Biçer
doi: 10.5222/otd.2015.065  Sayfalar 65 - 70
AMAÇ: Kolorektal kanserli hastalarda ve kontrol grubunda serum paraoksonaz seviyesini ölçerek, kolorektal kanser ile serum paraoksonaz seviyesi arasındaki ilişkiyi belirlemek.
YÖNTEMLER: 40 kolorektal kanserli hasta ve herhangi bir şikayeti bulunmayan 40 sağlıklı bireyden alınan serumlardan trigliserid, yüksek dansiteli lipoprotein, düşük dansiteli lipoprotein ve çok düşük dansiteli lipoprotein ve paraoksonaz ölçümleri yapıldı. Elde edilen değerler arasındaki istatistiksel fark incelendi.
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen kolorekral kanserli hastaların ortalama yaşı 54.85±12.45, kontrol grubunun ortalama yaşı 49.30±15.39 idi. Yapılan istatistiksel analizde hasta ve kontrol grupları arasında trigliserid ve çok düşük dansiteli lipoprotein değerleri arasında anlamlı fark bulunamadı (p>0.5). Yüksek dansiteli lipoprotein, düşük dansiteli lipoprotein ve paraoksonaz değerleri arasında çok anlamlı farklılık bulundu (p<0.01). Hasta grubundaki değerlerin korelasyon analizinde, paraoksonaz ile trigliserid ve düşük dansiteli lipoprotein arasında anlamlı (p<0.05), paraoksonaz ile çok düşük dansiteli lipoprotein arasında çok anlamlı (p<0.01) ilişki bulundu. Kontrol grubundaki paraoksonaz değerleri ile trigliserid, yüksek dansiteli lipoprotein, düşük dansiteli lipoprotein ve çok düşük dansiteli lipoprotein değerleri arasında korelasyon bulunamadı (p>0.5).
SONUÇ: Kolorektal kanserli hastalarda, serum paraoksonaz seviyesinin kontrol grubuna göre istatistiksel olarak çok anlamlı olarak çok düşük olması dikkat çekicidir. Dolayısı ile serum paraoksonaz seviyesi düşük olan bireyler, kolorektal kanser gelişimi açıcından yüksek risk grubunda yer almaktadırlar ve kolorektal kanser açısından sık takip edilmelidir.
OBJECTIVE: It is determined the relationship between the serum levels of paraoxonase and colorectal cancer by measuring the levels of serum paraoxonase in patient with colorectal cancer and in control group.
METHODS: The levels of triglyseride, high density lipoproteins, low density lipoproteins, very low density lipoproteins and paraoxonase were measured in blood samples that were obtained from 40 patients with colorectal cancer and from other 40 patients that were healty and had no complaints. The statistical difference was evaluated between these results.
RESULTS: The mean age of the patient with colorectal cancer was 54±12.45 and the mean age of the control group was 49.30±15.39. There was no statistically significant difference between the levels of triglyceride and very low density lipoproteins obtained from the patient and control group (p>0.5). But the difference between the levels of high density lipoprotein, low density lipoprotein and paraoxonase obtained in 2 groups was statisticallysignificant (p<0.01). There was no correlation between the paraoxonase levels and triglyceride, high density lipoprotein, low density lipoprotein and very low density lipoprotein levels in control group(p>0.5).
CONCLUSION: It attracts attention that the levels of paraoxonase in patients with colorectal cancer are statistically very low as compared with the control group. So, the individuals with low paraoxonase levels are in the high risk group for developing colorectal cancer and must be followed for colorectal cancer.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

4.
Optik Sinir Kılıfı Çapı Ölçümlerinde MRG ve USG Aradındaki Uyum
Optic Nerve Sheath Diameter: Comparison Between Ultrasonography and Magnetic Resonance Imaging.
Kadihan Yalçın Şafak, Özlem Türkoğlu, Begüm Damla Şencan, Safiye Tokgöz Özal
doi: 10.5222/otd.2015.071  Sayfalar 71 - 74
AMAÇ: MRG ve USG ile ölçülen OSKÇ değerlerini karşılaştırarak, OSKÇ değerlendirilmesinde MRG ve USG arasındaki uyumu belirlemek.
YÖNTEMLER: Çeşitli nedenlerden dolayı kliniğimizde kranial MRG tetkiki yapılan ve MRG tetkikinden en fazla bir hafta sonra her iki gözüne yönelik orbita USG incelemesi yapılan 36 olgu ve 72 göz incelendi. Çalışma sırasında yalnızca iyi kalitedeki MRG ve USG görüntüleri kullanıldı. Her olgunun OSKÇ ölçümü; 1.5 Tesla MRG cihazi kullanılarak T2 ağırlıklı görüntülerde, axial planda, papillanın 3 mm altından yapıldı. USG ölçümleri 9,11 ve 13 MHz ayarlı lineer problarla, hasta sırtüstü yatar pozisyonda, papillanın 3 mm altından yapıldı. MRG ve USG ölçümleri arasındaki uyum düzeylerini belirlemede ICC ve Bland-Altman uyum sınırları kullanıldı.
BULGULAR: Olguların 9 MHZ’lik lineer prob ile yapılan OSKÇ ölçümleri ortalama 6.04±0.75(4.4 - 7.3mm), 11 MHZ’lik lineer prob ile yapılan OSKÇ ölçümleri ortalama 6.08±0.74(4-7mm), 13 MHZ’lik lineer prob ile yapılan OSKÇ ölçümleri ortalama 6.06±0.73(4.3-7.3mm), MRG ile yapılan OSKÇ ölçümleri ortalama 6.16±0.73(5-7mm) bulundu. MRG ile 9 MHz’lik lineer prob arasında % 97.7(ICC: 0.977; p<0.01), MRG ile 11 MHz’lik lineer prob arasında % 99(ICC: 0.990; p<0.01), MRG ile 13 MHz’lik lineer prob arasında % 98.6(ICC: 0.986; p<0.01) düzeyinde anlamlı ilişki saptandı.
SONUÇ: Retrobulbar anatomik yapıları doğru şekilde gösteren iyi kalitede USG görüntüleri varlığında OSKÇ transbulbar sonografi ile güvenilir bir şekilde ölçülebilir.
OBJECTIVE: To determine the degree of agreement between measurements of the optic nerve sheath diameter by ultrasonography(US) and magnetic resonance imaging(MRI
METHODS: Measurements were taken in both eyes of 36 consecutive subjects who had both brain MRI and transbulbar sonography. During study, only the best-quality MRI and ultrasound images were used. All subjects ONSD were measured by transbulbar sonography(9,11 and 13 MHz) and 1.5 Tesla MRI(axial plane) 3 mm behind the globe. The measurements of ONSD were compared for agreement between the 2 modalities using the method by ICC and Bland-Altman.
RESULTS: ONSD measurements made with 9 MHz linear probe found 6.04±0.75(4.4 - 7.3mm), with 11 MHz probe found 6.08±0.74(4-7mm), with 13 MHz probe found 6.06±0.73(4.3-7.3mm), with MRI found 6.16±0.73(5-7mm). Significant correlation was found between MRI and 9 MHz(97.7%, ICC: 0.977; p<0.01), 11 MHz(99%, ICC: 0.990; p<0.01) and 13 MHz (98.6%, ICC: 0.986; p<0.01) linear probe measurements.
CONCLUSION: If retrobulbar anatomic structures are depicted clearly and correctly, there is a good correlation between transbulbar sonography and MRI measurements of the ONSD.


Makale Özeti | Tam Metin PDF

5.
Prematüre retinopatisi: 4 yıllık tarama sonuçlarımız
Retinopathy of prematurity: our results of four years' screen
Asiye Ekinci, Aylin Ardagil Akçakaya, Sevil Arı Yaylalı, Fariz Sadıgov
doi: 10.5222/otd.2015.075  Sayfalar 75 - 81
AMAÇ: Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göz Hastalıkları Kliniği’nde muayenesi yapılan prematüre bebeklerde prematüre retinopatisi (PR) risk faktörlerini ve insidansını araştırmak
YÖNTEMLER: Nisan 2007 -Ağustos 2011 tarihleri arasında kliniğimizde muayenesi yapılan prematüre bebeklere ait veriler retrospektif olarak incelendi. Olası risk faktörleri ve göz muayeneleri kaydedildi ve ki-kare, tek değişkenli ve çok değişkenli regresyon analizleri ile değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmaya alınan 1043 bebeğin 321 tanesinde (%30.8) PR saptandı. Retinopatili bebeklerin 290 tanesinde (%90.3) hafif PR, 31 tanesinde (%9.6) ağır PR mevcuttu. Evre 3 PR tespit edilen 28 hastadan 8 tanesi tedavisiz düzeldi, 16 tanesi argon lazer ile düzeldi, 4 tanesi tedaviye rağmen evre 4’e ilerledi. PR nedeniyle tedavi edilen hastaların ortalama doğum ağırlıkları 1249.8 gr (± 334.2) ve ortalama gestasyon yaşları 29.1 (±3.1) hafta idi. Bu bebeklerden 6 tanesinin doğum yaşı ≥ 32 hafta idi ve 8 tanesinin doğum ağırlığı ≥1500 gr idi. Risk faktörleri arasında yapılan logistik regresyon analizinde gestayon yaşı, doğum ağırlığı ve oksijen tedavisinin PR'nde bağımsız faktörler olarak rol oynadığı saptandı.
SONUÇ: Çalışmamızda, düşük doğum ağırlığı, düşük gestasyon yaşı ve oksijen
tedavisi bağımsız risk faktörleri olarak saptandı. Çalışmamızda PR sıklığı, gelişmiş
ülkelerdekinden daha yüksek bulundu ve daha matür bebeklerin etkilendiği görüldü.
Prematüre retinopatisinde kalıcı hasarların önlenmesinde topluma uygun tarama
kriteleri oluşturularak etkin tarama yapılması, prematüre doğumların önlenmesi ve oksijen tedavisinin monitorizasyonu için rehberler oluşturulması önemlidir.

OBJECTIVE: To study the incidence and risk factors of retinopathy of prematurity (ROP) in the premature infants examined in Göztepe Training and Research Hospital, Department of Ophthalmology.
METHODS: In a retrospective study data of the infants screened for ROP in our clinic during April 2007-August 2011 was reviewed. Possible risk factors and eye examinations were recorded and analysed using Chi-square, univariate and multivariate regressions.
RESULTS: Retinopathy of prematurity was detected in 321( 30.8%) of the 1043 infants enrolled in the study. Of the babies with ROP, 290 had mild ROP (90.3%) and 31 had severe ROP (9.6%). Of the 28 patients in stage III, 8 improved without treatment, 16 improved with argon laser photocoagulation and 4 progressed to stage IV despite the treatment. The mean gestational age (GA) and birth weight (BW) of patients who were treated for ROP were 29.1 weeks (±3.1) and 1249.8 gr (± 334.2) respectively. Six of these babies had a gestational age ≥32 and eight had a BW≥1500gr. The multivariate regression analyses showed GA, BW and oxygen therapy as independent predictors of ROP.
CONCLUSION: In our series, independent risk factors for development of ROP were found to be low birth weight, low gestational age and oxygen therapy. The incidence of ROP observed in this study was higher than the one in developed countries and relatively more mature infants were affected. Developing screening guidelines suitable for every society and effective screening, preventing premature births and addressing guidelines for monitoring supplemental oxygen are important for prevention of permanent damage and unfavorable outcome in ROP.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

6.
Çocukluk çağı zehirlenmelerine yeniden bakış
Update glance on childhood intoxication
Yelda Türkmenoğlu, Berna Gümüşoğlu Akşahin, Ümit Sarıtaş, Bilal Yılmaz, Cem Arat, Elvin Şafak, Soner Sazak, Alper Kaçar, Servet Erdal Adal
doi: 10.5222/otd.2015.082  Sayfalar 82 - 91
AMAÇ: Zehirlenme vücut için zararlı olabilecek toksik maddelerin alınmasıdır. Zehirlenme etkenleri ülkelere, farklı coğrafik bölgelere, toplumun kültürel düzeyine ve farklı zaman dilimlerinde değişiklik göstermektedir. Burada amacımız aynı hastaneye başvuran çocuklardaki akut zehirlenmeleri ve zaman içindeki değişiklikleri değerlendirmektir.
YÖNTEMLER: Çalışmaya SB Istanbul Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Acil Servisine 1-1-2010 ile 31-12-2010 tarihleri arasında başvuran hastaların kayıtlarından retrospektif olarak zehirlenme nedeni ile başvuran olgular alındı. Olguların kayıtlarından yaş, cins, zehirlenme etkeni, nedeni, hastaneye başvuru zamanı ve süresi değerlendirildi. 1995 ile 1997 yılları arasında yapılan eski çalışma ile yeni yapılan çalışma karşılaştırıldı.
BULGULAR: İlk çalışmadaki 0- 13 yaş aralığındaki 446 olgunun % 53,4 ‘ü, yeni çalışmadaki 0 -16 yaş aralığındaki 470 olgunun % 45, 5 erkekti. Her iki çalışmada da en sık zehirlenmeye neden olan etkenler % 59,2 (n: 264) ve % 54,0 (n: 254) ile ilaçlardı. Eski çalışmada en sık etken salisilat %6,5 (n: 29) iken yeni çalışmada parasetamol %7,5 (n: 35) bulundu. Kimyasal nedenlerden çamaşır suyuna bağlı zehirlenmelerde artış, besin zehirlenmelerinden mantar zehirlenmelerinde azalma gözlendi. Özkıyım nedenli zehirlenmelerin % 0,44 ‘den % 6’e ulaştığı görüldü.
SONUÇ: Çocuklarda zehirlenmelerde ilaçlar hala ilk sırada olup parasetamol en sık karşılaşılan etkendir. Salisilatlara ve mantarlara bağlı zehirlenmeler azalmakla beraber korroziv maddelerde artış dikkati çekmektedir.ergenlerde özkıyım nedenli zehirlenmeler endişe verecek ölçüde artmıştır, bu konuda başta aileler okul ve toplumun bilgilendirilip önlemler alınması uygun olacaktır.
OBJECTIVE: Intoxication is a process of taking potentially harmful substances into human body. The intoxicating agents differ from country to country, region to region, from time to time and from culture to culture.
METHODS: Our aim was to work out the diference between children admitted in our emergency department at different time periods. We retrospectively evaluated the archives of S.B. Okmeydanı İstanbul Teaching Hospital between 01.01.2010 and 31.12.2010. All children admitted with intoxication were included. We classified them by age, gender, intoxicating substance, reason of intoxication, the time lap between ingestion of the toxic substance and and admittance. The results were compared with results of preveous study made between 1995 and 1997 in the same emergency unit.
RESULTS: n prevous study there were 441 patients between 0- 13 age of whom % 53.4 were male, in new study 470 patients between 0- 16 age of whom % 45,5 were male. In both studies the most frequent substances were drugs. In old study the most frequent drug was salicyilat 6,5 % (n: 29), in new study parasetamol 7,5 % (n: 35). There was increase in costic chemical agent ingestion and decrease in food and mushroom intoxication. There was increase of suicidal intoxication from 0.44 % to 6 %.
CONCLUSION: Drugs continue to be the most frequent intoxicating agents and parasetamol the highest in frequecy.While salicylates and mushroom intoxications are decreasing corrosive substance intoxications are increasing. Adolescent suicidal intoxication is alarmingly increasing. Our community needs more family, school and social environment cooperation to prevent this problem.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

DERLEME
7.
Kronik Pelvik Ağrı ve Hemşirelik Yaklaşımı
Chronic Pelvic Pain And Nursing Care
Arzu Malak, Nezihe Kızılkaya Beji
doi: 10.5222/otd.2015.092  Sayfalar 92 - 97
Kronik pelvik ağrı (KPA); menstruasyon veya cinsel ilişki ile ortaya çıkmayan, gebelikle ilişkisi olmayan, aralıklı ya da sürekli olarak en az 6 aydır süren, alt abdomen veya pelviste olan ağrıdır. KPA, hastaların yaşam kalitesini yüksek oranda etkilemektedir. KPA, fonksiyonel yetersizliklere yol açar ve medikal veya cerrahi tedavi gerekir. Kronik ağrı her zaman iyileştirilememesine rağmen hastaların normal veya normale yakın seviyede fonksiyonlarını devam ettirmeleri ve daha kaliteli bir yaşam sürmeleri sağlanabilir. Kronik pelvik ağrının oluşumunda rol oynayan etyolojik faktörler, tanılama ve tedavi yöntemleri; Royal Collage of Obstetricians and Gynaecologists (2012) tarafından geliştirilen ‘’kronik pelvik ağrı kanıt temelli klinik rehberi’’ temel alınarak açıklanmış ve hemşirelik yaklaşımı ele alınmıştır.
Chronic pelvic pain (CPP) can be defined as intermittent or constant pain in the lower abdomen or pelvis of a woman of at least 6 months in duration, not occurring exclusively with menstruation or intercourse and not associated with pregnancy. CPP, highly affects the quality of life of patients. CPP, leads to functional disability and need medical or surgical treatment. CPP does not always improve but patients continue to function at normal or near normal levels and provided a better quality of life. Etiologic factors, diagnostic and treatment methods that are involved in the formation of chronic pelvic pain are explained based on " evidence-based chronic pelvic pain clinical guideline" that is improved by Royal College of Obstetricians and Gynaecologists (2012) and handled by using nursing approach.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

OLGU SUNUMU
8.
Alt Ekstremite Kronik Derin Ven Yetmezliğinde Alternatif Bir Tedavi Şekli: Veno-Cuff II İle External Bantlama
An Alternative Treatment Modality In Chronic Lower Extremity Deep Vein Insufficiency: External Banding with Veno-Cuff II
Murat Günday, Hakan Bingöl
doi: 10.5222/otd.2015.098  Sayfalar 98 - 100
Derin venöz yetmezlikte femoral venin eksternal olarak bantlanması bu konudaki tedavi yöntemlerin yetersizliği nedeniyle giderek yaygınlaşan bir yöntemdir. Bu olgu sunumunda da, süperfisial femoral vende grade 4 venöz yetmezlik olan bir hastanın, bilinen geleneksel tedaviden farklı olarak, femoral venin venocuff II external bant uygulanarak başarılı bir şekilde daraltılması işlemi sunuldu.
Due to lack of treatment on this deep venous insufficiency, the femoral vein external taping is an increasingly common method. In this case, in a patient with grade 4 venous insufficiency in the superficial femoral vein, unlike known conventional treatment, femoral vein was successfully narrowed by venocuff II external tape was presented.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

9.
Mitral Balon Valvuloplasti Sonrası Gelişen Mitral Yetmezliğinin Başarılı Cerrahi Tedavisi
Successful Surgical Treatment Of Mitral Regurgitation Due To Mitral Balloon Valvuloplasty
Murat Günday
doi: 10.5222/otd.2015.101  Sayfalar 101 - 103
Mitral kapak darlığı daha çok genç bayanlarda sık görülen ve çarpıntı, nefes darlığı gibi pek çok semptom ile hayat kalitesini düşüren bir patolojidir. Tedavide son yıllarda girişimsel yöntemler yavaş yavaş cerrahi tedavinin yerini almaktadır. Fakat girişimsel uygulamalarında kendine ait riskleri vardır ve yüzde yüz masum değildir. Bu olgu sunumunda mitral darlığı nedeniyle balon valvuloplasti uygulanmış elli yaşında kadın hastada erken dönemde oluşan mitral yetmezliğinin başarılı cerrahi tedavisi anlatılmıştır.
Mitral valve stenosis is decreases the quality of life is a pathology that more common in young women, with many other symptoms such as palpitation, shortness of breath. In recent years, in the treatment of invasive methods are slowly instead of surgery. But interventional applications has its own risks and it is not hundred percent innocent. In this case, a fifty year old female patient has been described successful surgical treatment with mitral insufficiency occurs in the early stages due to the applied balloon dilatation of the mitral stenosis.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

10.
Masif Over Ödemi: Olgu Sunumu
Massive Ovarian Oedema: Case Report
Hülya Yavuz, Ecmel Kaygusuz, Nermin Koç, Semra Kayataş Eser
doi: 10.5222/otd.2015.104  Sayfalar 104 - 106
Masif over ödemi nadir görülen benign over genişlemesidir. Genç yaş grubunu tutar, vakaların yaş ortalaması 21 (6-37 yaş ) dir. En yaygın klinik şikayet karın ağrısıdır. Klinik olarak malignite ile karışabilir. İntraoperatif olarak kama biyopsi yapılırsa hastanın overini korumak mümkün olmaktadır. Ancak bu vakaların çoğunda ooferektomi yapılmaktadır. Biz de burada frozen inceleme ile benign tanısı verdiğimiz 26 yaşında ooferektomi yapılan hastamızı literatür eşliğinde sunuyoruz.
Massive ovarian oedema is a rare cause of benign ovarian enlargement. It usually occures in young women The patient age ranges from 6 to 37 (mean 21). The most common clinical sign is pain in the abdomen and it may mimic a malignancy clinically. The majority of cases have been diagnosed on oophorectomy specimens although an ovarian wedge biopsy is usually sufficient for accurate intraoperative pathological diagnosis. Here in, we present a case of massive ovarian oedema which has been diagnosed as benign lesion during frozen section examination.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

11.
Süt çocuklarında yalancı kabızlık tedavi gerektirir mi? Bir olgu sunumu.
Infrequent defecation in infant: Is there need for treatment? A case report.
Hüseyin Kılınçaslan, İbrahim Aydoğdu, Mustafa Bilici
doi: 10.5222/otd.2015.107  Sayfalar 107 - 108
Sadece anne sütü ile beslenen bazı bebeklerde dışkılamada iki gün veya daha uzun süreli gecikmeler olabilmektedir. Bu tablo altıncı ayda ek gıdaya geçilmesi ile düzelmektedir. İyi beslenen, yeterince kilo alan, karın şişliği oluşmayan ve dışkı kıvamı normal olan süt çocuklarında bu durum yalancı kabızlık veya seyrek dışkılama olarak adlandırılmaktadır. Bu konuda çocuk hekimlerinde farkındalığın artırılması yanlış ve gereksiz tedavilerin engellenmesi açısından önemlidir. Burada bir olgu sunumu eşliğinde yalancı kabızlığa doğru yaklaşımın nasıl olması gerektiğini vurgulamayı amaçladık.
Bowel movements of some of the infants, who are exclusively fed with breast milk, may be delayed for two days or longer. The frequency of the stools increases when solid food is introduced to the diet. This phenomenon observed in babies who are feeding and growing properly, having soft stool with no abdominal distension is called pseudoconstipation or infrequent stools. It is important to promote awareness among paediatricians on this extremely normal condition in order to prevent false diagnoses and unnecessary treatments. Here, we aimed to present a case and emphasize the appropriate approach to these babies.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

12.
Trizomi 18 Sendromu: Olgu Sunumu
Trisomy 18 Syndrome: A Case Report
Cemalettin Güneş, Sevil Bilir Göksügür, Mervan Bekdaş, Fatih Demircioğlu
doi: 10.5222/otd.2015.109  Sayfalar 109 - 111
Trizomi 18 (Edwards sendromu), 18. kromozomun fazlalığı zemininde ortaya çıkan, çoklu konjenital anomalilerle karekterize bir sendromdur. Edwards sendromlu bebeklerde intrauterin gelişme geriliği, mikrognati, mikrosefali, düşük kulaklar, kardiyak anomaliler, üriner sistem anomalileri, gastrointestinal sistem anomalileri ve ekstremite anomalileri gibi bulgular sık görülmektedir. Burada çoklu konjenital anomalisi olan ve Edwards sendromu tanısı konulan 2 aylık bir olguyu sunmayı amaçladık.
Trisomy 18 (Edwards syndrome), the resulting excess 18. chromosome floor, a syndrome characterized by multiple congenital anomalies. İntrauterine growth retardation, micrognathia, microcephaly, low-set ears, cardiac abnormalities, urinary tract abnormalities, gastrointestinal tract anomalies and limb anomalies such as the are common findings in infants Edwards syndrome. Here are diagnosed with multiple congenital anomaly of edwards syndrome aimed to present a case of two months.
Makale Özeti | Tam Metin PDF