Cilt: 19  Sayı: 4 - Aralık 2021
Özetleri Gizle | << Geri
ORJINAL ARAŞTIRMA
1.
Isıtıcı Battaniye Kullanımının Açık Ürolojik Majör Cerrahilerde Kanama Miktarı ve Yoğun Bakımda Kalış Sürelerine Etkisinin İncelenmesi
Investigation of the Effect of Heating Blanket Use on Bleeding and Long of Intensive Care Unit Stay after Major Open Urology Surgeries
Meryem Onay, Ebru Karakoç, Nurdan Çobaner, Gizem Kurada, Birgül Yelken
Sayfalar 152 - 157
GİRİŞ ve AMAÇ: İntraoperatif hipotermi, kan kaybında ve beraberinde transfüzyon risklerinde artış ve yoğun bakımda kalış sürelerinde uzamaya ve bunun sonucunda da maliyet artışına neden olmaktadır. Bu çalışmada majör onkolojik ürolojik cerrahi geçiren hastalarda hipoterminin perioperatif dönemde kanama, yoğun bakımda kalış süreleri üzerine etkisini görmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda etik kurul onayını takiben 2015 ile 2018 arası dönemde açık majör ürolojik cerrahi geçiren hastaların demografik özellikleri, geçirecekleri cerrahi türü ve operasyon süresi, peroperatif en düşük vücut sıcaklıkları, hemodinamik parametreleri, cerrahi sırasında ısıtıcı battaniye kullanılıp kullanılmadığı, kanama miktarları, transfüzyon miktarı ve postoperatif yoğun bakım ihtiyacı retrospektif olarak incelendi. Anestezi indüksiyonu sonrası ısı takibi için özefagus probu yerleştirilen hastalarda <36 °C hipotermi olarak kabul edildi.
BULGULAR: Çalışmaya ısıtıcı battaniye kullanılmayan (n: 57) ve ısıtıcı battaniye kullanılan (n: 11) toplam 68 hasta kabul edildi. İntraoperatif en düşük vücut sıcaklığı 32.1 olup, ısıtıcı battaniye kullanılan hastaların % 63.6, ısıtıcı battaniye kullanılmayan hastaların %94’ünde hipotermi (<36 °C ) görüldüğü tespit edildi. İntraoperatif kanama miktarı ısıtıcı battaniye kullanılan hastalarda anlamlı düzeyde az bulundu(p: 0,03).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Perioperatif hipotermi oldukça sık karşılaştığımız yaşlı hasta popülasyonunun ve majör cerrahi geçiren hastalarının yoğun bakımda kalış süresini mortalite ve morbiditesini artıran önlenebilir bir klinik tablodur. Bu çalışmada elde edilen sonuçlara göre intraoperatif hipoterminin önlenmesi ile daha az kanama izlenirken yoğun bakım ihtiyacıda azalmıştır.
INTRODUCTION: Intraoperative hypothermia causes increased bleeding, increased transfusion risks, long of intensive care unit stay and subsequently higher medical costs. This study aimed to determine the effects of hypothermia on perioperative bleeding and intensive care unit stay duration in patients undergoing major oncological urology surgery.
METHODS: Following approval of this study by the ethics committee, demographic characteristics, surgery type, operation time, lowest perioperative body temperature, hemodynamic parameters, the use of heating blanket during surgery, the amount of bleeding and transfusıon, postoperative long of intensive care unit stay in patients who underwent open major urological surgery during 2015–2018 were retrospectively evaluated. Esophageal probe was used for temperature monitoring following anesthesia induction and a body temperature of <36°C was considered to indicate hypothermia.

RESULTS: A total of 68 patients without a heating blanket (n: 57) and using a heating blanket (n: 11) were included in the study. The intraoperative lowest recorded body temperature was 32.1°C, and hypothermia (<36°C) developed in 63.6% of patients for whom heating blankets were used and in 94% of patients for whom heating blankets were not used. The amount of intraoperative bleeding was significantly low in patients for whom heating blanket was used (p = 0.03).

DISCUSSION AND CONCLUSION: Perioperative hypothermia is a very frequent and preventable clinical condition that increases long of intensive care unit stay, mortality, and morbidity in geriatric patients and in patients undergoing major surgery. Based on our results, less bleeding and decreased need for intensive care unit stay were noted owing to the prevention of intraoperative hypothermia.
Makale Özeti

2.
Yoğun Bakım Hastalarında Farklı Gastrik Rezidüel Volüm Eşiklerinin Morbidite ve Mortalite Üzerine Etkileri
Effects of Different Gastric Residual Volume Thresholds on Morbidity and Mortality in Intensive Care Patients
Esra Çankaya, SERTAÇ ÇANKAYA, Ahmet Oğuzhan KÜÇÜK, HULYA ULUSOY
Sayfalar 158 - 166
GİRİŞ ve AMAÇ: Enteral beslenme sıklıkla gastrointestinal intolerans nedeniyle kısıtlanır. Enteral beslenme hızının gastrik rezidüel volüm (GRV)’e göre ayarlanmasının eşik değeri konusunda fikir birliği yoktur. Bu çalışmanın amacı; enteral beslenme uygulanmakta olan yoğun bakım hastalarında, 150 mL ve 250 mL GRV eşiklerinin hedef kalori ve proteine ulaşma miktarını, morbidite ve mortaliteye etkilerinin saptanmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma klinik retrospektif olarak planlandı ve 2008–2017 tarihleri arasındaki dönemde kliniğimiz yoğun bakım ünitesinde takip ve tedavisi yapılan hastalar yatış anından itibaren 14 gün süreyle incelendi. GRV eşiğine göre 150 ml (Grup 1) ve 250 ml (Grup 2) olacak şekilde 2 gruba ayrılan hastaların kalori değerleri, protein değerleri, gastrik intolerans oluşumu, morbidite ve mortalite faktörleri incelendi.
BULGULAR: On dört gün sonunda verilebilen kalori-protein oranları Grup 2’de anlamlı olarak daha yüksekti (p<0,001) ve kümülatif kalori ve protein açığı anlamlı olarak grup 2’de daha azdı (p<0,001). Morbidite ve mortalite karşılaştırıldığında; aspirasyon pnömonisi, anemi, dissemine intravasküler koagülasyon, septik şok, reentubasyon, yoğun bakım mortalitesi, 28. gün mortalitesi ve mekanik ventilatör bağımsız gün sayısı açısından anlamlı fark gözlenmemiştir. Grup 2’de anlamlı olarak nozokomiyal enfeksiyon yüksek (p=0,002), ventilatör ilişkili pnömoni yüksek (p<0,001), mekanik ventilatörde kalış süresi (p<0,001) ve yoğun bakım ünitesinde yatış süresi (p<0,001) daha uzun tespit edildi. Takip süresince gastrointestinal intolerans gelişimi açısından iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gözlenmedi (p=0,896).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Her iki grupta da hedef beslenme değerlerine ulaşılmıştır, daha düşük tolerans grubunda aşırı müdahalede bulunmanın herhangi bir patolojik yan etkisiyle karşılaşılmamıştır, benzer şekilde 250 ml için de avantajlı bir morbidite ya da mortalite sonucuna ulaşılamamıştır.
INTRODUCTION: Enteral feeding is often limited by gastrointestinal intolerance. There is no consensus on the threshold value of gastric residual volume (GRV) on adjusting the enteral feeding rate. This study aims to determine the effects of GRV thresholds of 150 mL and 250 mL on reaching calorie and protein targets and to determine gastric intolerance in intensive care patients receiving enteral feeding.
METHODS: The study was planned retrospectively and the patients who were followed-up and treated in the intensive care unit of our clinic between 2008 and 2017 were examined for 14 days after hospitalization. The caloric values, protein values, presence of gastric intolerance, morbidity and mortality factors of the patients who were divided into two groups as 150 ml (Group 1) and 250 ml (Group 2) according to the GRV threshold were examined.
RESULTS: The amount of calories and proteins provided after fourteen days was significantly higher in Group 2 (p<0.001) and the cumulative calorie and protein deficits were significantly less in group 2 (p <0.001). When the two groups were compared in terms of morbidity and mortality, no significant difference was observed in terms of aspiration pneumonia, anemia, disseminated intravascular coagulation, septic shock, reintubation, intensive care mortality, 28th day mortality and number of mechanical ventilation-free days. In Group 2, nosocomial infection (p=0.002) and ventilator-associated pneumonia (p<0.001) were significantly higher, duration of stay in the mechanical ventilator (p<0.001) and length of stay in the intensive care unit (p<0.001) were significantly longer. No statistically significant difference was observed between the two groups in terms of the development of gastrointestinal intolerance during follow-up (p=0.896).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Target nutritional values were reached in both groups. No pathological side effects of excessive intervention were observed in the lower tolerance group. Similarly, no advantageous morbidity or mortality result was obtained for the 250 ml threshold.
Makale Özeti

3.
Yoğun Bakım Hastalarının Pozisyon Değişikliklerinin Solunum ve Kardiyak Parametreler Üzerindeki Etkileri
The Effects of the Position Changes of Critical Care Patients on Respiratory and Cardiac Parameters
İsa Kılıç, İlkay Ceylan, Derya Karasu, Sinan Gürsoy
Sayfalar 167 - 173
GİRİŞ ve AMAÇ: Yoğun bakım hastalarında pozisyon değişiklikleri ile sekresyonların hava yolunda mobilizasyonu, basınç ülserlerinin önlenmesi ve ventilatör ilişkili pnomoni riskinni azaltılması hedeflenmektedir. Supin, sol lateral, sağ lateral ve fowler pozisyonlarının solunum ve kardiyak parametreler üzerine etkilerini CO2 yeniden soluma tekniği kullanan noninvaziv kardiyak output monitörü ile araştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 24 saatten uzun süredir yoğun bakımda takip edilen, entübe ve mekanik ventilatör desteği altındaki 18-65 yaş arası 40 hasta dahil edildi. Hastaların sırasıyla sırtüstü, sol yan, sağ yan ve fowler pozisyonunda non-invaziv kardiyak output monitörü ile kalp debisi izlendi. Hastaların solunum ve hemodinamik parametreleri bu pozisyonlarda bir saatlik aralıklarla ölçüldü.
BULGULAR: Sol lateral pozisyonda farklı zamanlarda ölçülen ortalama arter basıncı değerleri karşılaştırıldığında ölçümler arasında anlamlı fark bulundu. Sırtüstü pozisyonlarda farklı zamanlarda ölçülen SpO2 değerleri arasında önemli bir fark vardı. Ancak bu fark klinik olarak anlamlı değildi. Farklı zamanlarda ölçülen diğer solunum ve kalp parametreleri açısından grup içi ve gruplar arasında anlamlı farklılık bulunmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hemodinamisi stabil olan mekanik ventilatör desteği altındaki hastalarda pozisyon değişikliklerinin solunum mekanikleri, hemodinamik parametreler ve oksijenasyonda klinik olarak anlamlı bir değişikliğe yol açmadığını gördük.
INTRODUCTION: Position changes in critical care patients are aim to mobilize secretions, prevent compression wound and decrease ventilator related risk of pneumonia. We aimed to investigate the effects of supine, left lateral, right lateral and fowler positions on the respiratory and cardiac parameters with the CO2 rebreathing technique using non-invasive cardiac output monitor.
METHODS: Forty patients aged between 18-65 years who were intubated, receiving mechanical ventilator and had a hospitalization time longer than 24 hours were included in the study. Cardiac output was monitored with non-invasive cardiac output monitor. The patients were given supine, left lateral, right lateral, and fowler positions respectively. Respiratory and hemodynamic parameters of the patients were measured at these positions with one-hour intervals.
RESULTS: A significant difference was found among the measurements when the mean arterial pressure values measured at different times at the left lateral position were compared. There was a significant difference among SpO2 values measured at the supin positions at different times. However, this difference wasn’t clinically significant. No significant differences were found within groups for each group and among the groupsin terms of the other respiratory and cardiac parameters that were measured at different times.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We found that position changes didn’t lead to a clinically significant change on respiratory mechanics, hemodynamic parameters and oxygenation in patients with stable hemodynamic who were having mechanic ventilator support.
Makale Özeti

4.
Yoğun bakımda spontan subaraknoid kanamalı hastaların kısa dönem sonuçları: Tek merkez tecrübeleri
Short-term results of patients with spontaneous subarachnoid hemorrhage (sSAH) in intensive care unit: Single-center experience
Mehtap PEHLİVANLAR KÜÇÜK, Çağatay Erman Öztürk, Ahmet Oğuzhan KÜÇÜK, Esra Turunç, Fatma Ülger
Sayfalar 174 - 183
GİRİŞ ve AMAÇ: Spontan subaraknoid kanamalı (sSAK) hastaların yoğun bakımcılar gözüyle değerlendirildiği az sayıda çalışma mevcuttur. Çalışmamızda; mortalitesi ciddi oranda yüksek böyle bir hastalığın beyin cerrahisi, girişimsel radyoloji, yoğun bakım alanında deneyimli bir ekiple takip edildiği bir high volume center’daki takip sonuçlarını paylaşmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Yoğun bakım ünitemizde Ocak 2014-Temmuz 2018 tarihleri arasındaki yaklaşık 5 yıl boyunca izlenen sSAK hastalarının verileri, yoğun bakım ünitesi (YBÜ) hasta izlem çizelgeleri, dosya kayıtları ve hastane otomasyon sistemi kullanılarak toplanmıştır.
BULGULAR: sSAK ile takipli 150 hasta dahil edilmiştir. Altmış-bir (%40,7) hasta yoğun bakımda kaybedilmiştir. Vazospazm gelişen hastalarında mortalite oranı (%42.8), ile vazospazm gelişmeyen hastalarındaki mortalite oranı (%40) benzerdir (p=0.917). Endovaskuler coiling yapılan 45 hastanın 17'sinde (%37.8) vazopazm gelişirken, neurosurgical clipping yapılan 73 hastanın 14'ünde (%19.2) vazospazm gelişmiştir (p=0.044). Hem kan sodyum hem kan klor düzeyleri 3. günden itibaren istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde eksitus grubunda yüksek seyretmiştir. Medyan kan sodyum değerleri eksitus grubunda 142 mEq/L üstünde seyrederken, yaşayan grupta aynı günlerde kan sodyum düzeyi 142 mEq/L altında seyretmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma ile YBÜ'ye kabulde GCS'nin tedavi başarısını etkileyen önemli etkilerden biri olduğunu söyleyebiliriz. GCS, yoğun bakım gerektiren sSAH hastalarının tedavisinde zamanlama veya tedavi türü (cerrahi / endovasküler klips) ve nimodipin gibi tıbbi tedavilere ek olarak önemli bir bağımsız faktördür.Takipteki sodyum ve klor değerlerinin artışı ise mortalite üzerinde anlamlı bulunan tek parametrelerdir.
INTRODUCTION: Few studies have evaluated patients with spontaneous subarachnoid hemorrhage (sSAH) from the intensivist perspective. The aim of this study is to report the results of sSAH patients in a high-volume center monitored by a team experienced in the fields of brain surgery, interventional radiology, and intensive care.
METHODS: Data for sSAH patients followed-up between January 2014 and July 2018 in intensive care unit (ICU) were retrieved from ICU patient observation charts, file records, and the hospital automation system.
RESULTS: One hundred fifty patients were enrolled the study. Sixty-one (40.7%) of these were deceased in intensive care. Mortality rates between patients with vasospasm (42.8%) and without vasospasm (40%) were similar (p=0.917). Vasospasm developed in 37.8% of the 45 patients undergoing endovascular coiling, and in 19.2% of those undergoing neurosurgical clipping (p=0.044). Median times elapsing before endovascular or surgical procedures were 2.5 days (IQR: 2-5) in surviving patients and 2 days (IQR: 1-5) in the non-survived group (p=0.164). Blood sodium and blood chloride were significantly higher in the non-survived group from the third day onward. Median blood sodium values exceeded 142 mEq/L in the non-survived group, but were lower than 142 mEq/L on the same days in the survived group.
DISCUSSION AND CONCLUSION: With this study we could say GCS at admission to ICU is one of the important effects which affects treatment success. GCS is an important independent factor as the timing or type of treatment (surgical clipping/endovascular coiling) and medical treatments such as nimodipine in the treatment of sSAH patients requiring intensive care. Besides the incidence of vasospasm was higher in patients undergoing endovascular coiling. Increased sodium and chloride values during follow-up are the only parameters significantly associated with mortality.
Makale Özeti

5.
Yoğun bakım ünitesinde uzun yatış süresi (≥90 gün): Predispozan faktörlerin ve sonuçların retrospektif analizi
Long length of stay in the ıntensive care unit (≥90 day): Retrospective analysis of predisposing factors and results
Ökkeş Hakan Miniksar, Hamit Sirri Keten
Sayfalar 184 - 191
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada yoğun bakımda çok uzun süre (≥90 gün) yatan hastaların klinik özelliklerini ve sonuçlarını saptayarak yoğun bakımda kalma sürelerini etkileyen faktörlerin belirlenmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada Ocak 2015 ve Aralık 2018 tarihleri arasında yoğun bakımda 90 gün ve üzeri yatan (n: 98) hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi. Hastaların demografik verileriyle birlikte klinik özellikleri, sonuçları ve uygulanan ileri tedavi ve prosedürler, elektrolit bozuklukları, enfeksiyon özellikleri kayıt edildi. Hastaların yoğun bakımda yatış süresini etkileyen prediktörler regresyon modeli ile belirlendi.
BULGULAR: Hastaların yaş ortalamasının 70.10±18.55 yıl olduğu ve %77.6’sının hayatını kaybettiği belirlendi. Trakeostomi ve peruktan endoskopik gastrostomi işlemi uygulanan hastalarda ortalama yatış süresi anlamlı derecede yüksek bulundu (p<0.001). Hastalarda en sık ventilatör ilişkili pnömoni (%41.82) ve kan dolaşımı enfeksiyonu (%31.67) atakları görüldü. APACHE II skoru, mekanik ventilatör süresi, kan transfüzyonu sayısı ve hipomagnezemi çok değişkenli regresyon modelinde uzun yatış süresini etkileyen prediktörler olarak belirlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yoğun bakımda çok uzun süre (≥90 gün) yatan hastalarda; yüksek APACHE II skoru, uzun MV süresi, kan transfüzyonu sayısı ve hipomagnezemi varlığının YB’da uzun yatış süresi için bağımsız risk faktörleri olduğu belirlendi. Bu prediktörlerin daha iyi olası etkilerini göstermek için daha kapsamlı araştırmalar gereklidir.
INTRODUCTION: In this study, it was aimed to determine the factors affecting the duration of ICU stay by determining the clinical characteristics and results of patients with a long stay in intensive care (≥90 days).
METHODS: In the study, the files of patients (n: 98) hospitalized in the intensive care unit for 90 days or more between January 2015 and December 2018 were retrospectively analyzed. Clinical characteristics, results, advanced treatments and procedures, electrolyte disturbances, and infection characteristics were recorded together with the demographic data of the patients. The predictors affecting the length of stay in the intensive care unit were determined using the regression model.
RESULTS: It was determined that the mean age of the patients was 70.10 ± 18.55 years and the mortality rate was 77.6%. The mean length of stay was significantly higher in patients who underwent tracheostomy and endoscopic gastrostomy (p <0.001). The most common attacks of infection observed in the patients were ventilator-associated pneumonia (41.82%) and blood stream infections (31.67%). APACHE II score, mechanical ventilator time, number of blood transfusions, and hypomagnesemia were determined as predictors affecting long stay in multivariate regression model.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In patients with a long stay in ICU (90 days); high APACHE II score, long MV duration, number of blood transfusions and hypomagnesemia were determined to be independent risk factors for long stay in ICU. More comprehensive research is required to show the potential effects of these predictors better.
Makale Özeti

OLGU SUNUMU
6.
Postoperatif Dönem Yoğun Bakım Takibinde Kas Güçsüzlüğü Gelişen Hastanın Klinik Takibi
Clinical Follow-up of the Patient with Muscle Weakness in the Postoperative Period Intensive Care Follow-up
Mustafa Deniz, Ali Rıza Kağnıcı, BİLGE BANU TAŞDEMİR, İbrahim Kurt
Sayfalar 192 - 195
İnce barsak perforasyonu nedeniyle akut batın ameliyatı sonrası yoğun bakıma alınan hasta, postoperatif kas güçsüzlüğü nedeniyle tetkik edilmiş olup, ayırıcı tanı üzerine çalışılmıştır. Guillain-Barré sendromu akut enflamatuvar demiyelinizan bir polinöropatidir. Etyolojide geçirilmiş enfeksiyonlar, cerrahi, transplantasyon ve malignite gibi durumlar suçlanmaktadır. Öykü, klinik muayene ve takip, laboratuvar tetkikleri ve elektrofizyolojik çalışmalar tanıda ve ayırıcı tanıda önemlidir. IVIG ve plazmaferez tedavinin ana öğeleri olsa da destek tedavisi uzun süren tedavi sürecinde önemlidir. Bu olgu sunumunda cerrahi öyküsü olan ve gastrointestinal stromal tümörün nadir bir paraneoplastik sonucu olabileceğini düşündüğümüz hastaya yoğun bakımdaki yaklaşımımızı tartıştık.
Because of intestinal perforation, the patient underwent intensive care after acute abdominal surgery. The patient was examined due to postoperative muscle weakness and the differential diagnosis was studied. Guillain-Barré syndrome is an acute inflammatory demyelinating polyneuropathy. Infection, surgery and transplantation have been accused in etiology. History, clinical examination and follow-up, laboratory tests and electrophysiological studies are important in diagnosis and differential diagnosis. IVIG and plasmapheresis are the main stays of care, supportive care is important for long-term treatment. In this case report, we discussed our approach in our intensive care unit, which we thought was a surgical paradigm and gastrointestinal stromal tumor might be a rare paraneoplastic complication.
Makale Özeti

7.
Arı Sokmasına Bağlı Ensefalit ve Toksik Hepatit: Alışılmadık Bir Olgu Sunumu
Encephalitis And Toxic Hepatitis Following Bee Sting: An Unusual Case Report
Özlem Önder, Ahmet Hamdi AKTAN
Sayfalar 196 - 199
Arı sokması, dünya çapında görülen ciddi bir tıbbi durumdur. Arı sokması sonrası gelişen çeşitli klinik tablolar tanımlanmıştır. Lokal alerjik reaksiyonlar daha yaygındır ve birkaç saat içinde yumuşak dokuda ağrı, kızarıklık ve şişmeye neden olabilir. Nadiren ölüme yol açabilen ciddi nörolojik defisitler bildirilmiştir. Literatürde bildirildiği üzere nörolojik semptomların başlangıcı 30 saniye ile 96 saat arasında değişmektedir. Burada, birden çok arı sokmasına bağlı gelişen alerjik ensefalit ve toksik hepatit ile başvuran 48 yaşında bir erkek hastayı bildiriyoruz.
A bee sting can be a serious medical condition seen worldwide. Various clinical manifestations after bee sting were described elsewhere. The local allergic reactions are more common, which can cause pain, redness, and swelling of the soft tissue within a few hours. Severe neurological deficits which can lead to death rarely have been reported. The onset of neurological symptoms varies from 30 seconds to 96 hours as reported in literature. Here, we report a 48-year-old man presented with allergic encephalitis and toxic hepatitis due to multiple bee stings.
Makale Özeti

8.
Ender bir etiyoloji ile beraber nadir bir hastalık: Yoğun Bakım Ünitesinde Kronik Greft Versus Host hastalığına bağlı Pnömatozis İntestinalis
A rare disease with an exceptional etiology: Pneumatosis Intestinalis In The Intensive Care Unit due to Chronic Graft Versus Host Disease
Taner Çalışkan, Hüseyin Özkök, Murat Küçük, Beril Turan Erdoğan, Vedat Uygun, Yusuf Savran, Bilgin Cömert
Sayfalar 200 - 204
Pnömatosis intestinalis nadir ve hafiften ağıra değişen geniş bir klinik yelpazede ortaya çıkabilen bir hastalıktır. Travma, enflamasyon, enfeksiyonlar, otoimmünite, ilaçlar ve mekanik işlemleri içeren çok farklı etyolojiler bu klinik komplikasyona yol açabilir. Abdominal bilgisayarlı tomografi yüksek sensitivite ile tercih edilen tanı aracıdır. Tanı, gastrointestinal kanalın intramural kısımlarında ve portal venin ana gövdesinde ve intrahepatik dallarında serbest hava saptanmasına dayanır. Hastalığın kesin ortaya çıkış mekanizması bilinmemektedir. Klinik bulgular hafiften hayatı tehdit edici durumlara kadar değişiklik gösterebilir. Pnömatosis intestinalise neden olabilen ve özellikle solid organ ve hematolojik maligniteli hastalarda akılda tutulması gereken etyolojik faktörlerden birisi de kronik graft versus host hastalığıdır. Uzun süre immünsupresif ilaç kullanımı öyküsü ve tanı konulmuş kronik graft versus host hastalığı olan hastalar özellikle bu komplikasyona yatkındır. Doğru tanı konulamaz ise pekçok hasta gereksiz operasyonel risklerle karşı karşıya kalabilir. Bu hastaların uygun tedavileri için hastanın sorumlu hekimi, genel cerrahi uzmanı ve radyoloji uzmanını kapsayan ekibin multidisipliner ortak yaklaşımı gereklidir. Bu olgu sunumunun amacı yoğun bakım ünitesinde kronik graft-versus-host hastalığı (cGVHD) seyrinde ortaya çıkan pnömatozis intestinalis kliniğini tartışmaktır.
Pneumatosis intestinalis is a rare disease which may present in a wide range of severity. Numerous ethiologies including trauma, inflammation, infections, autoimmunity, drugs and mechanical procedures can give rise to this complication. Abdominal computerized tomography is the preferred diagnostic tool with high sensitivity. The diagnosis depends on detecting free air in intramural portion of gastrointestinal system, main and intrahepatic branches of portal venous structures. The exact mechanism is unknown. The clinical scenario may vary from benign to life-threathening. One of the ethiological factors that may cause pneumatosis intestinalis is chronic graft versus host disease which must be kept in mind in patients with solid organ or hemathological malignancies. Especially the patients who received long term immunesuppressive therapies and diagnosed to have chronic graft versus host disease are prone to develop pneumatosis intestinalis. Many patients may experience unnecessary operational risks if underdiagnosed. A multidisciplinary approach by primary physician, general surgeon and radiology specialist is necessary to properly treat these patients. The purpose of this case report is to discuss a clinical presentation of PI in the course of chronic graft-versus-host disease (cGVHD) in the intensive care unit.
Makale Özeti