Cilt: 18  Sayı: 2 - 2020
Özetleri Gizle | << Geri
ORJINAL ARAŞTIRMA
1.
Bir 3. basamak yoğun bakım ünitesinde göz problemleri, göz bakımı ve oküler farkındalık
Eye problems, eye care and ocular awareness in stage 3 ıntensive care unit
Hasan Öncül, Abdulkadir Yektaş
Sayfa 0
GİRİŞ ve AMAÇ: Yoğun bakım ünitelerindeki (YBÜ) hastalarda karşılaşılan göz problemleri ve risk faktörlerini tespit edip bu ünitelerdeki sağlık çalışanlarının göz bakımı farkındalığını değerlendirmek.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma kapsamında 93 hastanın 186 gözü oftalmoloji konsültasyonu talep edilmeden gözlemsel prospektif olarak incelendi. Hastalar kuru göz,hipertonik solüsyon kullanımı,göz kapağı/kirpik hijyeni,göz kırpma refleksi, korneal patoloji, göz bakımı ve oftalmoloji konsültasyonu ihtiyacı açısından incelendi. Ayrıca ventilasyon türü, yatış süresi, glaskow koma skalası ve sedasyon durumuna göre değerlendirildi. Kuru göz varlığı cinsiyet, ventilasyon tipi, hipertonik çözelti kullanımı, Glasgow Koma Skalası skoru ve hastaneye yatış tanısı açısından değerlendirildi. Hastalar ayrıca korneal patolojilerin risk faktörlerine göre değerlendirildi.
BULGULAR: Yaş ortalaması 63,53 ± 22,06 (18-96) yıl, erkek/kadın oranı 51/42 idi. Yatış süresi 42,19 ± 92,73 (7-203) gün olup glaskow koma skalası 9,35 ± 4,34 idi. Hastaların 63(% 67,7) ünde kuru göz saptanmazken 30(%32,3) hastada kuru göz saptandı. Mekanik ventilasyon yapılmış ve sedatize edilmiş hastalarda daha yüksek oranda kuru göz saptandı ancak fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p: 0,243 ve p: 0,384). 18 hastada (% 19,35) çeşitli korneal bozukluklar saptandı. Bu hastalarda sedasyon oranı ve yatış süresi daha yüksek saptandı fakat fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p: 0,66 ve p: 0,186).Ancak glaskow koma skalası anlamlı şekilde düşüktü (p: 0,027). Göz kapağı hijyeni 78 ( % 83,9 ) hastada yeterli iken 15( %16,1 ) hastada yetersizdi. Hastaların 29 (%31,2) unda çeşitli göz bozuklukları sebebiyle oftalmolog görüşü gerekli idi ancak bu hastaların sadece 11(%37,9) ine konsültasyon talep edilmişti. Konsülte edilmemiş 18 hastanın 11 inde punktat tarzda kornea epitel defekti, 4 hastada pürülan konjonktivit, 3 hastada keratit mevcuttu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Göz bozuklukları, ybü de yatan hastalarda oldukça sık görülmektedir. Hastanın yaşamsal fonksiyonlarını düzeltmeye odaklanmış sağlık çalışanlarına göz bakımı konusunda eğitim verilerek göz bakım farkındalığının arttırılması bu hastalıkların ortaya çıkmasını önlemeye katkı sağlayacaktır.
INTRODUCTION: The aim of this study was to determine the eye problems and risk factors encountered by patients in intensive care units. The eye care awareness of the healthcare workers in these units was also evaluated.
METHODS: In this study, 186 eyes of 93 patients without ophthalmological consultations were examined prospectively and observationally. The patients were evaluated with regard to their needs for dry eye, hypertonic solution use, eyelid/eyelash hygiene,blink reflex, corneal pathology and eye care consultations. The ventilation type, length of stay, Glasgow Coma Scale score and sedation status were also evaluated. The presence of dry eye were evaluated according to their gender, ventilation type, hypertonic solution use, Glasgow Coma Scale score and hospitalization diagnosis. Additionally, patients were evaluated according to the risk factors of corneal pathologies.
RESULTS: The patients’ mean age was 63.53 ± 22.06 (18–96) years old, and the male/female ratio was 51/42. The mean hospitalization duration was 42.19 ± 92.73 (7–203) days, and the mean Glasgow Coma Scale score was 9.35 ± 4.34. Dry eye was detected in 30 (32.3%) patients, but not in the other 63 (67.7%) patients. Higher dry eye rates were detected in the mechanically ventilated and sedated patients, but the differences were not statistically significant (p = 0.243 and p = 0.384). Various corneal disorders were detected in 18 (19.35%) patients. The sedation rate and hospitalization duration were higher in these patients, but the difference was not statistically significant (p = 0.66 and p = 0.126). The eyelid hygiene was adequate in 78 (83.9%) patients, but it was inadequate in 15 (16.1%) patients. Ophthalmological consultations were required for 29 (31.2%) patients, but only 11 (37.9%) of those patients received consultations. Eleven of the 18 unresponsive patients had punctate corneal epithelial defects, four had purulent conjunctivitis and three had keratitis.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Eye disorders are quite common in intensive care unit inpatients. Increasing eye care awareness by providing eye care training to healthcare professionals focused on maintaining these patients’ vital functions will help prevent the emergence of eye diseases.
Makale Özeti

OLGU SUNUMU
2.
Ketiapin ve risperidon ile kombine edilen lityumun organ sistemleri üzerine toksik etkileri
The toxic effects of lithium combined with quetiapine and risperidone on organ systems
Canan SALMAN ÖNEMLİ, Özlem Sarıtabak
Sayfa 0
İlk kez 1970 yılında Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından mani tedavisinde kullanılması için onay verilen lityum, günümüzde bipolar bozukluk tedavisinde altın standart olarak kullanılmaktadır. Nöroprotektif etkileri, rekürrensleri önlemedeki faydaları, intihar eylemini ve düşüncesini azaltıcı özelliği bu hastalıkta tercih edilmesine yol açmaktadır. Antipsikotik ilaçlardan biri olan risperidon, 1994 yılında ketiapin 1997 yılında şizofreni tedavisi için FDA onayı almış olmasına rağmen, bunlar son yıllarda bipolar bozukluk tedavisinde kullanılmıştır. Araştırmalar, kombinasyon terapilerinde yanıt ve remisyon oranlarının, bipolar bozukluk için monoterapiden daha iyi olduğunu göstermiştir. Kombinasyon tedavileri tedaviye dirençli olduğu düşünülen vakalara, kısmi yanıt verenlere veya ilk tedaviye cevap vermeyenlere uygulanır. Bununla birlikte, bu tedavilerin ana dezavantajı, yan etkileri arttırmalarıdır. Lityumun antipsikotik, antidepresan ve antikonvülzan ilaçlar ile kombinasyonunun yüksek lityum düzeyleri için predispozan risk faktörü olduğu bilinmektedir. Ayrıca lityumun terapotik indeksinin dar olması da potansiyel toksisite riski oluşturmaktadır. Buna bağlı olarakta lityumun organ sistemleri üzerinde nörotoksik, nefrotoksik ve kardiyotoksik yan etkileri görülebilmektedir. Sık olarak tercih edilen bu kombinasyon tedavilerine rağmen, bunlara bağlı oluşan şiddetli intoksikasyon vaka bildirimlerinin sayısı azdır. Bu çalışmada, üçlü kombinasyon tedavisine bağlı şiddetli toksisitenin organ sistemleri üzerindeki etkisini tartışmayı amaçladık.
Lithium, first approved by the American Food and Drug Administration (FDA) for mania treatment in 1970, is used as the gold standard in the treatment of bipolar disorder in these days. Its neuroprotective effects, its usefulness in preventing recurrences, its property to reduce suicidal acts and thoughts have led it to be preferred against this disease.Though risperidone, one of the antipsychotic drugs, in 1994 while quetiapine in 1997 received FDA approval for the treatment of schizophrenia, these have used for the bipolar disorder treatment in recent years. Studies have shown that response and remission rates are better in combination therapies than in monotherapy for bipolar disorder. Combination therapies are applied to cases that are considered to be resistant to treatment, to the patients who give partial response, or to those who do not respond to the initial treatment. However, the main disadvantage of these treatments is that they increase the side effects. It is known that the combination of lithium with antipsychotic, antidepressant and anticonvulsant drugs is a predisposing risk factor for high lithium levels. The narrow therapeutic index of lithium also poses a potential risk of toxicity. Therefore, neurotoxic, nephrotoxic and cardiotoxic side effects of lithium on organ systems may occur. Despite these frequently preferred combination therapies, the number of case reports of severe intoxication associated with them is scarce. In this study, we aimed to discuss the effect of severe toxicity due to triple combination therapy on organ systems.
Makale Özeti

ORJINAL ARAŞTIRMA
3.
Santral Venöz Kateter Enfeksiyonlarının Önlenmesinde Kanıta Dayalı Uygulamalar: Yoğun Bakım Hemşirelerinin Bilgileri
Evidence-based Practices in the Prevention of Central Venous Catheter Infections: Knowledge of Intensive Care Nurses
Nurten Özen, Tekmile Kose, Füsun Terzioğlu
Sayfa 0
GİRİŞ ve AMAÇ: : Bu çalışma ile yetişkin yoğun bakım ünitelerinde çalışan hemşirelerin santral venöz kateter (SVK) ilişkili enfeksiyonların önlenmesinde kanıta dayalı uygulamalara ilişkin bilgi düzeylerinin saptanması amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Tanımlayıcı tipteki bu çalışma Eylül-Kasım 2018 tarihleri arasında bir araştırma ve uygulama hastanesi ile özel bir hastanenin yetişkin yoğun bakım ünitelerinde yürütüldü. Araştırma için etik kurul ve gerekli kurum izinleri ile katılımcıların yazılı onamları alındı. Verilerin toplanmasında “Katılımcıların tanıtıcı özelliklerine ilişkin veri toplama formu” ve “SVK ilişkili enfeksiyonları önlemeye yönelik bilgi formu” kullanıldı.
BULGULAR: Araştırma 126 hemşire ile tamamlandı. Katılımcıların SVK ilişkili enfeksiyonların önlenmesine ilişkin bilgi düzeyi düşük bulundu. Hemşirelerin %52.4’ü 19-28 yaş aralığında, %50.0’si yoğun bakım ünitesinde 1-38 aydır çalışmaktadır. Yaş aralığı 29-43 olan hemşirelerin toplam puan ortalamaları 19-28 yaş aralığında olan hemşirelere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksekti (p=0.045). Toplam puan ortalaması 7-24 yıldır hemşire olarak çalışanlarda, 1-6 yıldır çalışanlara göre (p=0.003) ve 40-288 aydır yoğun bakım hemşiresi olarak çalışanlarda, 1-38 aydır çalışanlara göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu (p<0.001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada hemşirelerin SVK ilişkili enfeksiyonların önlenmesinde kanıta dayalı uygulamalara ilişkin bilgi düzeylerinin düşük olduğu, yaşın artması ve hemşire olarak çalışma süresi ile yoğun bakım ünitesinde çalışma süresi uzadıkça da bilgi düzeyinin arttığı bulundu.
INTRODUCTION: This study aimed to determine the knowledge level of intensive care nurses regarding evidence-based practices in the prevention of infections related to the Central Venous Catheter (CVC).
METHODS: This descriptive study was conducted in the adult intensive care units of a research and practice hospital and a private hospital in September–November 2018. The written consent of the participants and the approval of the ethics committee and necessary institutions were obtained. In data collection, a “Data collection form regarding the demographic features of the participants” and “Information form oriented to preventing infections regarding CVC” were used.
RESULTS: : The study was completed with 126 nurses, 52.4% of whom were aged 19–28 and 50.0% had been working in intensive care units for 1–38 months. Their knowledge regarding the prevention of CVC-related infections was low. The total mean scores of nurses aged 29–43 were statistically significantly higher than those aged 19–28 (p=0.045). The total mean scores of the nurses who had worked as a nurse for 7–24 years were statistically significantly higher than those who had worked for 1–6 years (p=0.003), and the total mean scores of the nurses who had worked as intensive care unit nurses for 40–288 months were statistically significantly higher than those who had worked for 1–38 months (p<0.001).
DISCUSSION AND CONCLUSION: This study found that nurses had a low level of knowledge regarding evidence-based practices in the prevention of CVC-related infections, and as age and experience of working as a nurse in intensive care units increased, knowledge levels also increased.
Makale Özeti

DERLEME
4.
Sepsis ve lipit metabolizması
Sepsis and lipid metabolism
Mustafa Akker, Tuğhan Utku
Sayfa 0
Sepsis, bilindiği üzere yoğun bakım ünitelerinde sık izlenmekle birlikte mortalite ve morbiditesi yüksek olabilmektedir. Sepsis, lipid metabolizması başta olmak üzere, karbonhidrat ve protein metabolizmasında önemli değişikliklere yol açmaktadır. Şilomikron, VLDL (Çok Düşük Dansiteli Lipoprotein), LDL (Düşük Dansiteli Lipoprotein) ve HDL (Yüksek Dansiteli Lipoprotein) düzeyindeki değişikliklere bağlı olarak, ön planda hipertrigliseridemi ve hipokolesterolemi meydana gelmektedir. Lipid metabolizmasında gerçekleşen değişimler, ayrıca ateroskleroz riskini de arttırmaktadır. Sepsiste gözlenen hipertrigliseridemi ve hipokolesterolemi, gerçekte akut inflamasyon bulguları olan ateş ve akut faz reaktanlarının artışı gibi beklenen bir yanıttır.
Sepsis, as it is known, is frequently seen in intensive care units and may have high mortality and morbidity. Sepsis causes significant changes in carbohydrate and protein metabolism, especially in lipid metabolism.It causes changes in Chylomicrone, VLDL (Very Low Density Lipoprotein), LDL (Low Density Lipoprotein) and HDL (High Density Lipoprotein) levels, leading to hypertriglyceridemia and hypocholesterolemia in the foreground.This change in lipid metabolism also increases the risk of atherosclerosis. Hypertriglyceridemia and hypocholesterolemia observed in sepsis is an expected response, such as an increase in fever and acute phase reactants, which are actually signs of acute inflammation.
Makale Özeti

OLGU SUNUMU
5.
Azerbaycanda köpek ısırığına bağlı 3 ay sonra gelişen kuduz ensefalit olgusu
A case of rabies encephalitis after 3 months due to dog bite in Azerbaijan
GÖKHAN KILINÇ, Bülent Atik, Aslı Akcan Atasoy, Sümeyye Kılınç
Sayfa 0
Kuduz her yıl dünya çapında onbinlerce insanı öldüren, etkin önlemlerle engellenebilen bulaşıcı bir zoonozdur. Dünya çapında kuduz yüzünden yılda 55.000 kişinin öldüğü tahmin edilmektedir.
Bu yazıda 3 ay önce Azerbaycan’da köpek ısırma öyküsü olan ateş, bilinç bulanıklığı, konuşmada bozulma öksürük, bulantı, kusma bel ve baş ağrısı şikayetleri ile dış merkezde bir hastaneye başvuran 36 yaşında erkek hasta sunuldu. Hastanın şikayetlerinin 3 gündür devam ettiği ve temas sonrası herhangi bir immunizasyon uygulanmadığı öğrenildi. Hastadan alınan beyin omurilik sıvısı örneklerinde protein yüksek olarak bulunmuş ve ensefalit tanısıyla hastanemize sevk edilmiş. Yoğun bakımda kuduz tanısıyla izlenen hastada yapılan tüm tedavilere rağmen yatışının 1. gününde tekrar kardiyak arrest gelişti. Kardiyak arrest sonrası uygulanan resüsitasyona yanıt vermeyen hasta eksitus olarak kabul edildi. Yollanan saç folikül örneklerinde RT-PCR (Reverse transkriptaz- polimeraz zincir reaksiyonu) testinde kuduz virüsü için viral nükleik asit tespit edildi.
Hastalığı önlemek tedavi etmekten daha etkili bir yöntemdir. Bu nedenle Kuduz bulaştırma riski olan evcil ve yabani hayvanları aşılayarak ve kuduz riskli vahşi hayvanlarla temastan kaçınmak suretiyle önlemler almak gerekmektedir.
Rabies is an infectious zoonosis that kills tens of thousands of people worldwide every year, which can be prevented by effective measures. It is estimated that 55,000 people die per year due to rabies worldwide.
In this report, 36-year-old male patients admitted to a hospital in Azerbaijan three months ago with a history of dog bite, fever, confusion, speech deterioration, cough, nausea, vomiting, low back pain and headaches. The patient's complaints continued for 3 days and no immunization was performed after contact. Cerebrospinal fluid samples from the patient were found to have high protein levels and were referred to our hospital with the diagnosis of encephalitis. In the patient who was followed with the diagnosis of rabies in intensive care unit, cardiac arrest occurred on the 1st day of hospitalization despite all the treatments. He did not respond to resuscitation performed after cardiac arrest. Viral nucleic acid for rabies virus was detected in RT-PCR (Reverse transcriptase-polymerase chain reaction) test in sent hair follicle samples.
Preventing the disease is more effective than treating. For this reason, it is necessary to take measures by vaccination of domestic and wild animals which are at risk of transmission of rabies and avoiding contact with wild animals.
Makale Özeti

ORJINAL ARAŞTIRMA
6.
İlaç İntoksikasyonlarının Hepsinin Yoğun Bakımda İzlenmesi Gerekir mi ?
Is It Necessary To Admit All Drug Intoxications To Intensive Care Unit ?
Mahmut Arslan, Hafize Öksüz, Gözen Öksüz, Gökçe Gişi, Cengizhan Yavuz, Şeyma Tekşen, Deniz Çakır
Sayfa 0
GİRİŞ ve AMAÇ: Acil servise başvuran ilaç intoksikasyonlarının %5,5-12,8 ’i Yoğun Bakım Ünitelerine (YBÜ) yatırılmaktadır. Ülkemizde ise bu oran %37’ ye ulaşmıştır. Bu hastaların birçoğunda yoğun bakım gerektirecek herhangi bir tedavi uygulanmamakta hastalar sadece gözlem amacıyla yatırılmaktadır. Bu çalışmanın amacı YBÜ’de takip ettiğimiz ilaç intoksikasyonu vakalarını retrospektif olarak incelemek ve hastaların ne kadarının gerçekten yoğun bakım yatışına ihtiyacı olduğunu ortaya koymaktır. 

YÖNTEM ve GEREÇLER: Yoğun bakım ünitemize Mart 2016- Mart 2018 tarihleri arasında kabul edilen ilaç intoksikasyonu olguları retrospektif olarak incelendi. Hastaların demografik verileri, intoksikasyon özellikleri, yatış anındaki vital bulguları, yoğun bakıma kabul kriteri varlığı, yoğun bakımda uygulanan tedaviler, yoğun bakımda kalma süreleri, prognoz ve mortaliteleri retrospektif olarak araştırıldı. 
BULGULAR: 130 (40 erkek / 90 kadın) hastanın verileri incelendi. İlaç türleri değerlendirildiğinde ilk sırada çoklu ilaç alımı gelirken onu sırasıyla antidepresanlar ve antikonvülzanlar takip etmekteydi. YBÜ’ne yatış anında 120 hastanın vital bulguları stabildi. 27 hastada YBÜ yatış kriterlerinden en az 1 tanesi mevcuttu. Bu hastalardan 4’ünde mekanik ventilasyon tedavisi; 3’ünde inotrop-vazopressör tedavi uygulanmıştı. Tedavisinin YBÜ'de yapılması gereken hasta sayısı 8 idi. Yatış vital bulguları stabil olan ve YBÜ yatış kriteri taşımayan hastaların hiçbirinde komplikasyon gelişmedi. Hastaların 7’si servise, 1’i nefroloji yoğun bakıma çıkarılırken 122’si doğrudan taburcu edildi. Hastaların toplam yatış süresi 251,5 gündü. 

TARTIŞMA ve SONUÇ: İlaç intoksikasyonu ile başvuran hastaların YBÜ’ne kabulü için net kriterlerin ortaya konmasının ve hastaların bir kısmının acil gözlem ünitelerinde veya servislerde takibinin YBÜ’lerinde gereksiz yatak işgalini azaltacağını düşünmekteyiz.
INTRODUCTION: 5.5-12.8% of drug intoxications attending to the emergency departments are admitted to the Intensive Care Unites(ICU). In our country, this rate can reach up to 37%. Most of these patients do not receive any treatment that requires intensive care, but they are admitted for observation only. The aim of this study was to retrospectively examine the drug intoxication patients in ICU and to determine how many of these patients really needed intensive care admission.
METHODS: Cases of drug intoxications admitted to our intensive care unit between March 2016 and March 2018 were retrospectively evaluated. Demographic data, toxicological characteristics, vital signs at admission, presence of ICU admission criteria, intensive care treatments, duration of stay in intensive care unit, prognosis and mortalities were investigated retrospectively.
RESULTS: Data of 130 patients (40 male/90 female) were evaluated. When drug types were evaluated, multiple drug intake was the first followed by antidepressants and anticonvulsants respectively. At the time of admission to ICU, vital signs of 120 patients were stable. 27 patients had at least one ICU admission criteria. 4 of these patients were on mechanical ventilation; inotropic-vasopressor treatment was applied in 3 patients. The number of patients requiring treatment that has to be performed in ICU was 8. No complication developed in patients whose vital signs were stable on admission and did not have any of the ICU admission criteria. Seven of the patients were referred to the ward and one was to the nephrology intensive care unit, 122 of them were discharged home directly. The total length of stay in the ICU was 251.5 days.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We think that constituting clear criteria for admission to ICU for patients presenting with drug intoxications and follow-up of some patients in the emergency departments or wards will reduce unnecessary bed occupation in ICUs.

Makale Özeti

7.
Uzamış yoğun bakım yatışı üzerine etkili olan faktörlerin araştırılması
Investigation of the factors affecting prolonged intensive care unit
Güven Kıray, Mehmet Turan Inal, Dilek Memiş, Fatma Nesrin Turan
Sayfa 0
GİRİŞ ve AMAÇ: Gelişmiş mekanik ventilasyon ve hemodinamik destek uygulamaları sonucunda yoğun bakım yatış süresi uzamaktadır. Uzamış yoğun bakım yatışı üzerine etkili nedenlerin araştırılması, yoğun bakımların etkin kullanımı açısından önem taşımaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 1 yıl boyunca yoğun bakımda 24 saatten fazla kalan hastalar dahil edilerek, tüm hastaların yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi, yatış tanısı, alındığı yer (acil, ameliyathane, servis), operasyon varlığı, acil/elektif operasyon olup olmadığı, vasopressor ihtiyacı olup olmadığı, Glaskow koma skoru (GKS), Full Outline of Unresponsiveness Skoru (FOUR), Akut Fizyoloji ve Kronik Sağlık Değerlendirmesi skoru (APACHE II), Basitleştirilmiş Akut Fizyoloji Skoru (SAPS III), hemogram profili, biyokimya profili ve pıhtılaşma profil değerleri kaydedildi. Tüm hastaların yoğun bakımdaki kalış süresi kayıt edilerek 14 gün ve uzun süre yatanlar ve 14 günden kısa yatan hastalarda bu değerler karşılaştırılarak, uzamış yoğun bakım yatışı üzerine etkili olan faktörler araştırıldı.
BULGULAR: İleri yaş, yüksek üre değeri, Glaskow koma skoru ve FOUR skorunun düşük olması, SAPS III değerinin yüksek olması, mekanik ventilatör ihtiyacının olması ve vazoaktif ajana ihtiyaç duyması uzamış yoğun bakım yatışında etkili faktörler olarak bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Uzamış yoğun bakıma etki eden faktörlerin ortaya çıkarılmaya çalışılması neticesinde yoğun bakımların daha etkin kullanımı mümkün olabileceğinden dolayı bu konuda geniş araştırmaların yapılması gerektiğini düşünmekteyiz.
INTRODUCTION: As a result of advanced mechanical ventilation and hemodynamic support applications, the duration of intensive care stay is prolonged. Investigation of effective causes of prolonged ICU stay is important in terms of effective use of intensive care units.
METHODS: Patients who were hospitalized for more than 24 hours in the ICU during one year were included into the study. Age, gender, body mass index, hospitalization, location (emergency, operating room, service), presence of operation, presence of emergency / elective operation, need for vasopressor, Glaskow coma score (GCS), Full Outline of Unresponsiveness score (FOUR), Acute Physiology and Chronic Health Evaluation (APACHE II) score, simplified acute physiology (SAPS III) score, hemogram profile, biochemical profile and coagulation profile values were recorded. All patients were classified as stay in the intensive care unit for shorter than 14 days and 14 days and more. We tried to investigate factors affecting prolonged admission by comparing these values.
RESULTS: Advanced age, high urea value, low Glasgow coma score, low FOUR score, high SAPS III value, need for MV and need for vasoactive agent were found to be effective factors in prolonged intensive care hospitalization.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We think that extensive studies should be done in this area as more effective use of intensive care units may be possible as a result of trying to reveal the factors affecting prolonged intensive care.
Makale Özeti

OLGU SUNUMU
8.
Hipermagnezemi ilişkili paralitik ileus: Normal renal fonksiyonlu bir vaka ve literatür değerlendirmesi
Hypermagnesemia induced paralytic ileus: A case with normal renal function and review of the literature
Kutlay Aydın, Ahmet Zeki Berk, Halise Tokdemir, Begüm Ergan
Sayfa 0
Giriş
Hipermagnezemi nadir görülür, genelde intravenöz magnezyum verilmesi, Mg içeren antiasit ve katartiklerin oral uygulaması, Mg içeren preparatların prosedürlere bağlı retroperitoneal veya peritoneal kaçakları sonucu ortaya çıkar. Bu olgu sunumumuzda kabızlık şikayeti sonrası bilinmeyen miktarda Mg içeren laksatif alımı sonrası oluşan ciddi hipermagnezemi sonucu ortaya çıkan paralitik ileus vakasını sunmak istiyoruz.
Olgu Sunumu
Bir haftadır konstipasyon, karın ağrısı, kusma şikayetleri olan 79 yaşında kadın hasta acil servise getirilmiş. Hasta bilinmeyen miktarda Magnesie Calcinee ve Laktuloz ve B.T enema kullanmış. Acil servisdeki labratuvar çalışmasında Mg: 9,37 mg/dL olarak bulunmuş. Abdominal direkt grafide ince barsak tıkanıklığını gösteren hava sıvı seviyeleri tespit edilmiş(Şekil 1), Abdominal tomografi ile bu bulgular onaylanmış(Şekil 2,3). Hasta aynı gün İleus tanısı ile Genel Cerrahi servisine yatırılmış ve nazogastrik drenaja alınarak takibe başlanmış. Ertesi sabah hasta letarjik hale gelmesi ve sözlü ve ağrılı uyaranlara cevap vermemesi üzerine Dahili Yoğun Bakım Ünitesine yatırıldı. Dahili Yoğun Bakım Ünitesin’de GKS: 5, bilinç kapalı ve solunumun yüzeyel olması sebebiyle entübe edilen hasta ventilatöre bağlandı. Batın muayenesinde barsak sesleri alınamıyordu. Takip sırasında intravenöz sıvı, diüretik tedavisi ve kalsiyum infüzyonu uygulandı. Hastanın takibinde batın distansiyonu azaldı, YBÜ yatışının 4. gününde bilinci açıldı ve ekstübe edildi, başlangıçta alınamayan barsak sesleri alınmaya başlandı. Hastanın YBÜ yatışının 4. gününde Mg düzeyi 2,55 mg/dL’ye geriledi. Ekstübasyon sonrası hasta nazal O2 ile izlendi. YBÜ yatışının 5. gününde gaz-gaita çıkışı başlayan hastaya, 7. gün oral beslenme başlandı ve 8. gün Genel Cerrahi servisine transfer edildi.
Tartışma
Mg vücutta en fazla bulunan katyonlar arasında dördüncü sırada gelmektedir. Mg dengesi gastrointestinal sistem ve böbreklere bağlıdır. Ancak temel organ böbreklerdir. Normalde 1/3 oranında emilmektedir. Barsak pasajının bozulduğu durumlarda oral alınan Mg içerikli laksatifler yüksek miktarlarda emilerek kan Mg düzeyini aşırı yükseltebilir ve bu durum ileus’la sonuçlanabilir. Doktorların özellikle yaşlı hastalarda böbrek fonksiyonları normal olsa bile bu durumu göz önünde bulundurması gereklidir.
Intruduction
Hypermagnesemia is considered to be rare and usually iatrogenic; occurring, for example, after intravenous Mg administration, oral ingestion of Mg-containing antacids or cathartics. We describe such a patient who developed severe hypermagnesemia after ingestion of unknown amount of Mg-containing oral laxatives, Sodium Phosphate and Aluminum hydroxide.
Case Report
A 79 year-old woman was admitted to our hospital’s emergency department history of constipation and abdominal pain and vomiting. She received unknown amount Magnesium Hydroxide and Lactulose. The laboratory work-up on admission to emergency department showed magnesium 9.37 mg/dL. Abdominal x-ray showed multiple air-fluid levels concerning for small bowel obstruction (Figure 1), confirmed with abdominal computed tomography (Figure 2). She was admitted to General Surgery Department at the same day. The next morning she was found to be lethargic and did not respond well to verbal and painful stimuli. Then she was transferred to Intensive Care Unit.
On admission to the ICU, she was unconscious. Bowel sounds was not audible. She was immediately intubated and connected mechanical ventilation because of respiratory depression. Intravenous liquid, diuretic and calsium infusion was used. At fourth day patient has conscious and was extubated and followed by nasal oxygen therapy. Mg level was gradually decreased to 2.5 mg/dL at fourth day. Bowel sounds were audible first. At fifth day flatus expelled first time. At seventh day patient defecated first time and at seventh day oral regim 1 was started. At eight day patient transferred to Generel Surgery service.
Discussion:
Mg is the fourth most abundant cation in the human body. Mg homeostasis is dependent mainly on gastrointestinal absorption and renal excretion. Massive oral Mg ingestion may result in hypermagnesemia if the absorbed amount of Mg exceeds the renal excretion capacity. Hipermagnesemia can cause ileus. Hypermagnesemia should be considered in patients, particularly in elderly presenting with ileus.
Makale Özeti