Cilt: 52  Sayı: 2 - 2022
Özetleri Gizle | << Geri
DERLEME
1.
Candida Vajinitinin Tedavisinde Otesekonazol (VT-1161): Güncel Durum
Oteseconazole in the Treatment of Candida Vaginitis: Current Status
Ayşe Sultan Karakoyun, Mete Sucu, Macit İlkit
doi: 10.54453/TMCD.2022.36024  Sayfalar 89 - 94
Mantar enfeksiyonlarının tedavisi için kullanılmakta olan antifungallerin ilaç-ilaç etkileşimlerinin ve yan etki (hepatotoksisite ve kardiyotoksisite gibi) risklerinin fazla olması nedeniyle yeni antifungal ilaç arayışı süregelmektedir. Azol grubu antifungaller invazif ve mukoza enfeksiyonlarının tedavisinde en sık tercih edilen ilaç sınıflarındandır. Bu grup ilaçlar mantar hücre zarının yapısında yer alan ergosterol sentezinden sorumlu lanosterol 14 α-demetilaz enzimini hedef alır. Ancak, insan sitokromları ile de etkileşime girdiklerinden kullanımları sınırlıdır. Otesekonazol (VT-1161), tetrazol sınıfı yeni kuşak bir antifungal ilaçtır. Mantara ilişkin sitokrom P450 51 (CYP51)’e seçici olarak bağlanarak etki etmesi sonucunda daha az ilaç-ilaç etkileşimine ve daha az yan etkiye neden olur. VT-1161’in flukonazole dirençli Candida albicans ve Candida krusei, ekinokandinlere dirençli Candida glabrata, dermatofit, Cryptococcus, Rhizopus ve Coccidioides türlerine etkili olduğu çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir. Candida vajiniti (CV) tüm dünyada prevalansı giderek artan önemli bir sorundur. VT-1161 yüksek oral biyoyararlanım, uzun plazma yarı ömrü (> 48 saat) ve vajina mukozasına geçişinin iyi olması ile özellenir. Bu derlemede, otesekonazolün etki alanı ile in vivo ve in vitro veriler güncel bilgiler eşliğinde sunulmuştur. Akut ve rekürren CV’nin sınırlı tedavi seçenekleri göz önüne alındığında, VT-1161 güvenli ve etkili bir seçenek olarak görünmektedir.
Antifungal drugs used for the treatment of fungal infections have a high risk of drug-drug interactions and side effects (such as hepatotoxicity and cardiotoxicity). Therefore, the search for novel antifungal drugs continues. Azole antifungals are among the most preferred drug classes in the treatment of invasive and mucosal fungal infections. This group of drugs targets lanosterol 14α-demethylase, which is responsible for the synthesis of ergosterol in the structure of the fungal cell membrane. However, their use is limited, as they also interact with human cytochrome enzymes. Oteseconazole (VT-1161) is a new-generation antifungal drug class of tetrazole. It causes fewer drug-drug interactions and side effects, as it acts by selectively binding to the fungal cytochrome P450 51 (CYP51). Studies have also shown that VT-1161 is effective against fluconazole-resistant Candida albicans and Candida krusei, echinocandin-resistant Candida glabrata, dermatophytes, Cryptococcus, Rhizopus, and Coccidioides species. Candida vaginitis (CV) is an important problem with an increasing prevalence globally. VT-1161 is characterized by high oral bioavailability, a long plasma half-life (> 48 hours), and effective penetration into the vaginal mucosa. This review presents up-to-date information on the spectrum activity of oteseconazole and in vivo and in vitro data. Considering the limited treatment options for acute and recurrent CV, VT-1161 seems to be a safe and effective option.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA MAKALESI
2.
Klebsiella pneumoniae Klinik Suşlarında, 2012-2020 Yılları Arasında Karbapenem Direnç Oranlarındaki Değişimin ve Direnç Genlerinin Araştırılması
Investigetion of Carbapenem Resistance Ratio Changes and Resistange Genes in Clinical Isolates of Klebsiella pneumoniae Between 2012 to 2020
Murat Telli
doi: 10.54453/TMCD.2022.05025  Sayfalar 95 - 102
GİRİŞ ve AMAÇ: Karbapenem dirençli Klebsiella pneumoniae’nin neden olduğu enfeksiyonların tedavisi ülkemizde ve dünyada çok ciddi sorundur. Karbapenem direnci bakteride çeşitli mekanizmalar ile oluşmakta ve bunun en sık nedeni karbapenemaz enzim üretimidir. Çalışmamızın amacı; hastanemizde 2012-2020 yılları arasında direnç oranlarındaki değişiminin ve dirence neden olan karbapenemaz enzim tiplerinin araştırılmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2012-2020 yılları arasında laboratuvarımıza gönderilmiş çeşitli klinik örneklerden izole edilmiş K. pneumoniae suşlarından, karbapenemlere dirençli olarak bulunmuş olanlar çalışmaya dâhil edilmiştir. Bu suşlarda KPC, OXA-48, NDM, IMP ve VIM direnç genleri polimeraz zincir reaksiyonu ile araştırılmıştır.
BULGULAR: 2012-2020 yılları arasında toplam 291 (%7.5) adet karbapenem dirençli K. pneumoniae suşu bulunmuştur. Suşların sahip olduğu direnç genlerinin dağılımı; tek bir direnç genine sahip suşların sayısı OXA-48, NDM-1, KPC ve VIM sırasıyla, 113 (%38.8), 32 (%11.0), 7 (%2.4), 5 (%1.7). Birden fazla direnç genine sahip suşların dağılımı ise şöyleydi: OXA-48+NDM 123 (%42.3), OXA-48+KPC iki adet, OXA-48+VIM iki adet, NDM+KPC bir adet ve NDM+IMP bir adet olarak bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hastanemizde, karbapenem dirençli K. pneumoniae suşları yıllar içinde giderek artan oranda bulunmuştur. OXA-48 direnç geni en sık (%38.8) tekil gen olarak bulunmuştur. NDM direnç geni ise ikinci sıklıkta bulunmuştur. Bunun yanında ise OXA-48+NDM ikili gen varlığı hastanemiz en sık (%42.3) direnç mekanizması olarak bulunmuştur. Bu nedenlerle, KDKp suşlarında düzenli epidemiyolojik taramalarının ve direnç mekanizmalarının bölgesel ve ulusal olarak araştırmalarının yapılmasının bu bakteriye bağlı enfeksiyonların tedavisinde ve direncin kontrolünde çok önemli olduğu görülmektedir.
INTRODUCTION: Infections due to carbapenem-resistant Klebsiella pneumoniae has been a serious problem in our country and the world. Carbapenem resistance occurs in several mechanism, where the most common one is the production of carbapenemase enzyme. The aim of this study is to investigate the changes in resistance ratio and resistance mechanism in our hospital between 2012 to 2020.
METHODS: Carbapenem resistant strains that has been detected in K. pneumoniae strains isolated from several clinical samples were included in this study. KPC, OXA-48, NDM, IMP and VIM resistance genes were investigated by polymerase chain reaction.
RESULTS: A total of 291 (7.5%) carbapenem-resistant K. pneumoniae isolates were identified between 2012 and 2020. The distribution of the resistant genes of strains was as follows: strains with single genes: OXA-48, NDM-1, KPC and VIM were 113 (38.8%), 32 (11.0%), 7 (2.4%) and 5 (1.7%), respectively. Strains with multiple genes were identified as follows: OXA-48+NDM was 123 (42.3%), OXA-48+KPC was 2 and one strain of each for OXA-48+VIM, NDM+KPC, NDM+IMP.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The ratio of carbapenem-resistant K. pneumoniae strains was found to be elevated in our hospital. OXA-48 resistance gene was the most prevalent (38.8%) single gene, followed by NDM resistance genes. In addition, coexistence of OXA-48+NDM (42.3%) genes was the most prevalent resistance mechanism in our hospital. Therefore, continious screening of resistance in KDKp strains, and investigation of resistance mechanisms in local and national studies are highly important in the treatment of infections due to these bacteria and control of resistance.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

3.
At Serumunun Farklı Konsantrasyonlarının Trichomonas vaginalis Kriyoprezervasyonuna Etkisi
The Effects of Different Concentrations of Horse Serum on Trichomonas vaginalis Cryopreservation
Vildan Turan Faraşat, İbrahim Çavuş, Ahmet Özbilgin
doi: 10.54453/TMCD.2022.10337  Sayfalar 103 - 108
GİRİŞ ve AMAÇ: Trichomonas vaginalis kamçı ve aksostil gibi yapıları olan tek hücreli bir protozoondur ve yalnızca insanı enfekte eder. Oluşturduğu hastalık tablosu “trichomoniasis” olarak isimlendirilen bu parazit, tüm dünyada cinsel yolla bulaşan etkenler arasında üst sıralarda yer almaktadır. Tanısal amaçla kültür yöntemleri kullanılmaya devam edilse de mikroorganizmayı sürekli alt kültürler ile saklamak yerine kriyoprezervasyon yöntemlerini kullanmak parazitin özelliklerini güvenle ve uzun süre korumasına yardımcı olur. Bu çalışmada, Trichomonas vaginalis kriyoprezervasyonunda çeşitli oranlarda at serumu kullanmanın canlılık üzerine etkisini saptamayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda, ATCC 30188 kodlu Trichomonas vaginalis izolatının TYM besiyerine ekimleri yapılmıştır. Kriyoprezervasyon işleminde belirli miktar besiyerine %20, %50, %70 ve %90 oranlarında at serumu + DMSO eklenmiş, steril kriyotüplerin içerisine 1 ml aktarılarak dondurulmuştur. Çalışma zamanı izolat canlandırılmış, sonraki günlerde üremesi kontrol edilmiştir.
BULGULAR: Kriyoprezervasyon işleminde Trichomonas vaginalis izolatlarında at serumunun artan oranlarda kullanımının canlılığa katkıda bulunduğu görülmüştür. Yüzde 20, %50, %70 ve %90 oranında at serumu ile kriyoprezervasyonu yapılmış izolatların canlılıkları sırasıyla %50, %60, %70 ve %75 olarak bulunmuştur. İzolatın takip eden günlerde benzer şekilde yüksek oranlarda üremeye devam ettiği fark edilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Trichomonas vaginalisin kriyoprezervasyon işleminde at serumunun artan oranlarda kullanılması olumlu bir etkiye sahiptir. Kriyoprezervasyon protokolleri oluşturulurken, hem hücrelerin ve mikroorganizmaların birbirinden farklı biyolojik özellikleri göz önünde bulundurulmalı hem de kullanılan biyokimyasal içeriğin en uygun oranları hesaplanmalıdır.
INTRODUCTION: Trichomonas vaginalis is a single-celled protozoan with structures such as flagella and axostyle, and it infects only the humans. This parasite, the causative agent of trichomoniasis, ranks high among sexually transmitted agents all over the world. Although culture methods continue to be used for diagnostic purposes, using cryopreservation methods instead of keeping the microorganism with continuous subcultures helps maintenance of the safe for a long time. In this study, we aimed to determine the effects of using horse serum at various rates on the viability of Trichomonas vaginalis trophozoites during cryopreservation.
METHODS: In our study, the isolate of Trichomonas vaginalis encoded as ATCC 30188 was cultivated in TYM media. For cryopreservation, 20%, 50%, 70%, and 90% of horse serum + DMSO were added to a certain amount of medium and 1 ml of the mixture was transferred into sterile cryotubes and frozen. It was thawed at the time of the study and checked for growth in the following days.
RESULTS: It has been observed that increasing rates of horse serum in Trichomonas vaginalis isolates contributes to viability in cryopreservation. The viability of the isolates cryopreserved with 20%, 50%, 70% and 90% of horse serum were found to be 50%, 60%, 70% and 75%, respectively. The isolate continued to grow at similar high rates in the following days, as well.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The use of increasing concentrations of horse serum has a positive effect in the cryopreservation of Trichomonas vaginalis. Unique biological properties of cells and microorganisms should be taken into account while creating cryopreservation protocols, and the most appropriate rates of all biochemical content should be calculated.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

4.
Gebelerde Candida Vajinitinin Epidemiyolojisi
Epidemiology of Candida Vaginitis in Pregnant Women
Ahmed Chaabaawi, Mete Sucu, Ayşe Sultan Karakoyun, Nevzat Ünal, Ertan Kara, Macit İlkit
doi: 10.54453/TMCD.2022.82621  Sayfalar 109 - 118
GİRİŞ ve AMAÇ: Her dört kadından üçünün yaşamları boyunca en az bir kez maruz kaldığı Candida vajiniti (CV)’nin en önemli risk faktörlerinden birisi de gebeliktir. Sunulan çalışmada, rutin gebelik takibi yapılan kadınlarda CV’nin prevalansı, trimesterlere göre dağılımı, etken mantar türlerinin belirlenmesi ve identifikasyon yöntemlerinin karşılaştırılması amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Nisan 2021–Haziran 2021 tarihleri arasında hastanemize başvuran rastgele seçilmiş 250 gebeden posterior forniks sürüntü örneği alındı. Klinik örnekler, doğrudan mikroskop incelemesi, Gram boyaması, mantar kültürleri (CHROMagar Candida [CAC] ve Sabouraud glikoz agar) ile değerlendirildi. İzole edilen maya mantarları germ-tüp testi, mısır unlu–tween 80 agarda yapısal özelliklerinin değerlendirilmesi, CAC’da üreme özellikleri ve MALDI-TOF MS yöntemi ile identifiye edildi.
BULGULAR: Mantar vajinitlerinin prevalansı %43.2 idi. Mantar vajinitli 108 olgunun 22’si (%20.4) rekürren vajinit atakları tarif etti ve olguların %82.4’ü ikinci ve üçüncü trimesterde idi (p>.05). En sık izole edilen mantar türü Candida albicans (%49.6) olup, diğer türler C. glabrata (%35.3), C. krusei (%7.5), C. kefyr (%3.4), C. tropicalis (%1.7), Saccharomyces cerevisiae (%1.7) ve C. dubliniensis (%0.8) idi. Polifungal popülasyon 10 olguda (%9.3) görüldü ve en sık C. albicans + C. glabrata (%60) birlikteliği bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Geçtiğimiz 10 yıl içerisinde, hastanemizde vajinit etkeni olarak belirlenen C. albicans oranı azalma eğiliminde iken, C. glabrata ve C. kruseideki artış endişe vericidir.
INTRODUCTION: Candida vaginitis (CV), which involves three in four women at least once in their lifetimes, poses a significant risk to pregnancy. This study aimed to determine the prevalence of CV in women undergoing follow-up routine pregnancy examinations, its distribution by trimester, and the most common causative species and to compare identification methods.
METHODS: Posterior fornix swab samples were taken from 250 randomly selected pregnant women presenting to our hospital between April and June 2021. The samples were evaluated by direct microscopic examinations, Gram staining, and fungal cultures (CHROMagar Candida [CAC] and Sabouraud glucose agar). Yeast isolates were identified by germ-tube tests, micromorphology on corn meal–Tween 80 agar, colony appearance on CAC, and the MALDI-TOF MS.
RESULTS: The prevalence of fungal vaginitis was 43.2%. Of the 108 diagnosed patients with fungal vaginitis, 20.4% experienced recurrent vaginitis, and 82.4% were in the second or third trimester (p>.05). The most common fungal species were Candida albicans (49.6%), followed by C. glabrata (35.3%), C. krusei (7.5%), C. kefyr (3.4%), C. tropicalis (1.7%), Saccharomyces cerevisiae (1.7%), and C. dubliniensis (0.8%). Polyfungal populations were present in 10 cases (9.3%), in which C. albicans + C. glabrata (60%) was the most common coexistence.
DISCUSSION AND CONCLUSION: While the rate of C. albicans identified as the causative agent of vaginitis in our hospital has declined in the last decade, the increase in C. glabrata and C. krusei is alarming.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

5.
Sağlık Çalışanlarının COVID-19 Aşı Tutumu
Attitudes of Healthcare Workers Towards COVID-19 Vaccination
Efdal Oktay Gültekin, Onur Gültekin
doi: 10.54453/TMCD.2022.49369  Sayfalar 119 - 130
GİRİŞ ve AMAÇ: Sağlık çalışanları COVID-19 aşılamasına yönelik tutumlar konusunda toplum için rol modelleri sunarlar. Bu nedenle sağlık çalışanlarının aşılama konusundaki tutumları, pandemiyi kontrol altına alma çabalarını önemli ölçüde etkileyebilir. Bu çalışmada, Tarsus Devlet Hastanesi sağlık çalışanlarının aşılanmalarından sonra COVID-19 aşılarına karşı geliştirilen tutumunun belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Betimleyici tipteki araştırmanın evrenini, Tarsus Devlet Hastanesi’nde çalışan 18 yaş üzeri çalışmaya katılmaya gönüllü bireyler oluşturmuştur. Kartopu örnekleme yöntemi kullanılarak 12-16 Temmuz 2021 tarihleri arasında 266 sağlık çalışanına ulaşılmış ve çevrimiçi bir ankete dayalı kesitsel bir çalışma yapılmıştır.
BULGULAR: Araştırmaya katılan 170 sağlık çalışanının (%63.9) kadın, 119’unun (%44.8) ise 40-49 yaş grubunda olduğu belirlendi. Sağlık çalışanlarının 167’sinin (%62.8) doktor/hemşire olduğu, 182’sinin (%86.4) kronik bir hastalığı olmadığı ve kronik hastalığı olanların %30.5’inin hipertansiyonu olduğu belirlendi. Yüz seksen altı (%69.9) sağlık çalışanının COVID-19 geçirmediği saptandı. Katılımcıların 254’ü (%95.5) COVID-19 aşısı oldu ve 170’i (%63.9) BioNTech® aşısını tercih etti. Doksan birinin (%34) her yıl düzenli olarak influenza aşısı olduğu belirlendi. Doktor/hemşirelerin COVID-19 aşısına yönelik olumlu tutum puanlarının diğer sağlık personeline göre anlamlı ve yüksek olduğu saptandı. Her yıl ve bazı yıllarda düzenli grip aşısı yaptıranların aşı yaptırmayanlara göre olumsuz tutumlarının daha az olduğu belirlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak bu çalışmada, sağlık çalışanları arasında COVID-19 aşısının teşvik edilmesi için destekleyici, bilgilendirici bir yaklaşımdan oluşan çok yönlü bir müdahalenin kritik öneme sahip olduğu bulunmuştur.
INTRODUCTION: Health care workers [HCWs] present role models for communities for attitudes towards COVID-19 vaccination. Hence, attitudes of HCWs towards vaccination can crucially affect the efforts aiming to contain the pandemic. The aim of this study is to determine the attitudes of Tarsus State Hospital healthcare workers to COVID 19 vaccines after vaccination.
METHODS: The population of this descriptive study consisted of voluntary individuals over 18 years old who were working in Tarsus State Hospital. Using the snowball sampling method between 12-16.07.2021, 266 healthcare workers were included in this cross-sectional study based on an online questionnaire.
RESULTS: It was determined that 170 HCWs (63.9%) were female and 119 (44.8%) were in the 40-49 age group. According to the results of the assessment; 167 HCWs (62.8%) were doctors/nurses, 182 (86.4%) did not have a chronic disease, and 30.5% of those with chronic diseases had hypertension. A total of 186 HCWs (69.9%) did not catch COVID-19 and 254 (95.5%) were vaccinated against COVID-19, with 170 (63.9%) preferred Biontech® vaccine. It was determined that 91 (34%) of them had regularly been vaccinated for influenza yearly. It was also determined that the positive attitude scores of the doctors/nurses towards the COVID-19 vaccine were significant and higher than the other health personnel.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Outcomes of this stydy indicates that a multifaceted intervention consisting of a supportive, informative approach is critically important for promoting COVID-19 vaccination among healthcare professionals.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

6.
İstanbul İli Hizmet Bölgemizde Genç Erişkin Nüfusta Kızamık Seroprevalansının Araştırılması
Investigation of Measles Seroprevalance in Young Adults in Our Service Area in Istanbul Province
Caner Yürüyen, Büşra Yıldırım Tosun, Sebahat Aksaray
doi: 10.54453/TMCD.2022.53765  Sayfalar 131 - 134
GİRİŞ ve AMAÇ: Bölgemizdeki kızamık seroprevalansı ile ilgili veri toplanması ve yaş gruplarına göre dağılımda genç erişkin yaş grubu özelinde (18-28 yaş) farklılık olup olmadığının belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak-Kasım 2021 dönemi içinde mikroeliza yöntemi ile 8.654 serum örneğinde kızamık IgG antikorları araştırılmıştır. Hastalar 8-17 yaş (n=377), 18-28 yaş (n=6360) ve 29 yaş ve üstü (n=1917) olarak gruplanmıştır. Yaş grupları sonuçları arasındaki fark ki-kare testiyle değerlendirilmiş ve p<0.05 değeri istatiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir.
BULGULAR: Ortalama hasta yaşı 25.8 olan hastaların %70’nin seropozitif ve %21’nin ise negatif olduğu bulunmuştur. Seropozitiflik oranları 8-17 yaş grubunda %52, 18-28 yaş grubunda %66 ve 29 yaş ve üstünde ise %87 olarak belirlenmiştir. Üç yaş grubu arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamız kızamık hastalığına karşı genç yaş gruplarında yeterli antikor yanıtı bulunmadığını ve bu bireylerin kızamığa duyarlı olduklarını göstermiştir.
INTRODUCTION: The aim of this study was to collect data about measles seroprevalance in our region and to determine if young adults (18-28 years) dissociated from other age groups.
METHODS: In total, 8654 samples were analysed with microelisa reagents within January 1st and November 30th, 2021. Samples were divided into three age groups: 8-17 years, 18-28 years and 29 years and above. Results from different groups were compared using chi-square test with p<0.05 considered as statistically significant.
RESULTS: The average age was 25.8. Seventy percent of patients were seropositive, while 21% were seronegative. Rates of seropositivity were 52% in 8-17 years age group, 66 % in 18-28 years age group, and 87 % in 29 years and above age group. Differences between the age groups were statistically significant (p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Our study showed that young adults did not have sufficient antibody levels against measles and were susceptible to it.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

OLGU SUNUMU
7.
COVID-19 Tanılı Bir Hastada İlk Kez Saptanan Herbaspirillum huttiense Bakteriyemisi, Olgu Sunumu
Bacteremia Caused by Herbaspirillum huttiense in a Patient with COVID-19, Case Report
Rümeysa Tuba Biçer, Büşra Güneysu Yarar, Abdurrahman Sarmış, Neslihan Önder, Tuncer Özekinci
doi: 10.54453/TMCD.2022.15013  Sayfalar 135 - 138
GİRİŞ ve AMAÇ: Herbaspirillum huttiense; oksidaz pozitif betaproteobacteria sınıfında yer alan non-fermenter Gram negatif bir basildir. Genel olarak yaşam alanı rizosfer olan H. huttiense, mısır ve buğday gibi gıdaların yanı sıra yer altı sularından da izole edilmiştir. İnsanlarda ender olarak görülen H. huttiense bakteriyemisi, hem immünsupresif hem de immünkompetan bireylerde bildirilmiştir. Bu makalede, COVID-19 tanılı bir hastada ilk kez H. huttiense bakteriyemi olgusu sunulmuştur.
YÖNTEM ve GEREÇLER: .
BULGULAR: .
TARTIŞMA ve SONUÇ: .
INTRODUCTION: Herbaspirillum huttiense is an oxidase positive, non-fermenting gram negative bacillus, belonging to the class Betaproteobacteria. H. huttiense which has rhizosphere as general habitat is isolated from food like corn and wheat, and from underground water resources. H. huttiense bacteremia is rare in humans, but has already been reported in both immunosupressive and immunocompetent individuals. Here, a case of H. huttiense bacteremia is presented in a patient with COVID-19 for the first time.
METHODS: .
RESULTS: .
DISCUSSION AND CONCLUSION: .
Makale Özeti | Tam Metin PDF

8.
Moraxella Bakteriyemisi: Üç Olgu Sunumu
Moraxella Bacteremia: Three Case Reports
Özgenur Demirkol, Meltem Sarı, Ayşegül Karahasan, Marisa Marku, Nuri Çağatay Çimşit
doi: 10.54453/TMCD.2022.33154  Sayfalar 139 - 143
GİRİŞ ve AMAÇ: Moraxella türleri mukozal yüzeylerde kolonize olabilen Gram negatif, oksidaz ve katalaz pozitif bakterilerdir. En yaygın saptanan tür olan Moraxella catarrhalis çocukluk çağında sinüzit, orta kulak iltihabı ve erişkinlerde kronik alt solunum yolu hastalığında sıklıkla izole edilen patojenlerden biridir. İmmün sistemi baskılanmış hastalarda veya kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) olanlarda pnömoniye neden olabilir. M. catarrhalis pnömonisi ender olarak bakteriyemi ile ilişkilidir. M. catarrhalis, BRO-1 ve BRO-2 genleri nedeniyle çoğunlukla beta laktamlara dirençlidir. Çalışmamızda, kan örneklerinden izole edilen üç Moraxella olgusu sunulmaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 2020 Aralık ayı ile 2021 Ekim ayları arasında kan kültürlerinde Moraxella türleri üreyen olgular incelemeye alınmıştır.
BULGULAR: Moraxella catarrhalis’in etken olduğu iki hastada pnömoni sonrası bakteriyemi gelişmiştir. Meme kanseri nedeniyle opere olmuş, diabetes mellitus tanılı 68 yaşında kadın hasta antibiyotik tedavisine rağmen 8. günde kaybedilmiş, kronik bir hastalığı olmayan üç yaşındaki erkek hasta ise 10 gün antibiyotik tedavisi sonrası iyileşerek taburcu edilmiştir. Üçüncü olgumuz kronik lenfositer lösemi ve meme kanseri tanısıyla kemoterapi alan 46 yaşında kadın hasta olup, sinüzit sonrası Moraxella nonliquefaciens’e bağlı bakteriyemi gelişmiş bu hasta da antibiyotik tedavisi ile iyileşmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Gram negatif diplokoklar kan örneklerinde ender olarak saptanmakta, dikkatli direk inceleme ile erken devrede klinisyeni uyarmak olası olduğunda etkili antibiyotik tedavisi başlanması yaşam kurtarıcı olmaktadır.
INTRODUCTION: Moraxella species are Gram-negative, oxidase and catalase-positive bacteria that can colonize mucosal surfaces. Moraxella catarrhalis, the most commonly detected species, is one of the most frequently isolated pathogens in childhood sinusitis, otitis media and chronic lower respiratory tract disease in adults. It can cause pneumonia in immunocompromised patients or those with chronic obstructive pulmonary disease (COPD). M. catarrhalis pneumonia is rarely associated with bacteremia. M. catarrhalis is mostly resistant to beta-lactams due to its BRO-1 and BRO-2 genes. We present three cases of Moraxella isolated from blood samples in our study.
METHODS: Cases in which Moraxella species were grown in blood cultures between December 2020 and October 2021 at Marmara University Pendik Training and Research Hospital were examined.
RESULTS: Moraxella catarrhalis caused bacteremia after pneumonia in two patients. Operated for breast cancer, A 68-year-old female patient with diabetes mellitus died on the 8th day despite antibiotic treatment, and a 3-year-old male patient without a chronic disease was discharged after 10 days of antibiotic treatment. Our third case, a 46-year-old female patient who was diagnosed with chronic lymphocytic leukemia and breast cancer and received chemotherapy, developed bacteremia due to Moraxella nonliquefaciens after sinusitis, and this patient recovered with antibiotic treatment.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Gram-negative diplococci are rarely detected in blood samples, and when it is possible to warn the clinician at an early stage with careful direct examination, initiation of effective antibiotic therapy is life-saving.
Makale Özeti | Tam Metin PDF