Cilt: 49  Sayı: 2 - 2019
Özetleri Gizle | << Geri
DERLEME
1.
Enfeksiyöz Ajanlarla Mücadelede Yenilikçi Bir Molekül: Skualamin
An İnnovative Molecule To Combat İnfectious Agents: Squalamine
Emine Merve Alan, Mehmet Erman Or, Banu Dokuzeylül
doi: 10.5222/TMCD.2019.055  Sayfalar 55 - 60
İnsan ve hayvan sağlığı için önemli bir tehdit faktörü olan antibiyotik direnci her geçen gün dünyanın daha büyük bir problemi haline gelmektedir. Özellikle, artan bilinçsiz ve kontrolsüz antibiyotik kullanımı antimikrobiyal tedavi yönetimini zorlaştırmıştır. Bu sebeple, son yıllarda, yenilikçi moleküller olan aminosterol türevlerinin antimikrobiyal etkilerine olan ilgi artmıştır.
Bu derlemede, antibakteriyel, antiviral, antiparaziter, antifungal etkinlikleri üzerine çalışmalar yapılmış olan ve veteriner alanda enfeksiyöz ajanlarla mücadele için yeni bir tedavi yaklaşımı olabileceğine inandığımız skualamin hakkında detaylı bilgi verilmesi amaçlanmıştır.
Antibiotic resistance, an important threat factor for human and animal health, is becoming a bigger problem for the world every day. In particular, increasing unconscious and uncontrolled use of antibiotics has complicated the management of antimicrobial therapy. For this reason, the interest in the antimicrobial effects of the aminosterol derivatives, a group of innovative molecules has increased in the recent years.
In this review, it is aimed to give detailed information about squalamine, which has been the subject of various studies due to its antibacterial, antiviral, antiparasitic and antifungal activities and that we believe may provide a new therapeutic approach for combating viral infectious agents in veterinary field.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA MAKALESI
2.
Kan örneklerinden izole edilen Candida parapsilosis kompleks suşlarının tür düzeyinde tanımlanması ve antifungal duyarlılıklarının belirlenmesi
Identification of Candida parapsilosis Complex Strains Isolated from Blood Samples at Species Level and Determination of Their Antifungal Susceptibilities
Burcu Dalyan Cilo, Harun Agca, Beyza Ener
doi: 10.5222/TMCD.2019.061  Sayfalar 61 - 66
GİRİŞ ve AMAÇ: Dünyada ve ülkemizde birçok merkezde, fırsatçı bir enfeksiyon olan kandidemilere ikinci sıklıkta neden olan tür Candida parapsilosis tür kompleksidir. Bu tür kompleksi içinde yer alan C. parapsilosis sensu stricto, C. orthopsilosis ve C. metapsilosis türleri fenotipik olarak birbirinden ayrılamaz ve tanımlamaları için çeşitli moleküler yöntemlere ihtiyaç duyulur. Bu çalışmada da, laboratuvarımızda kan kültürlerinden izole edilen C. parapsilosis tür kompleksi suşlarının antifungal duyarlılıklarının incelenmesi ve tür düzeyinde tanımlanma yapılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı stoklarından canlandırılan 118 kan izolatı kullanıldı. İzolatların flukonazol, vorikonazol, itrakonazol, posakonazol amfoterisin B ve anidulafungine in vitro duyarlılığı CLSI M27 dokümanına göre saptandı. C. parapsilosis tür kompleksindeki türler, sekonder alkol dehidrogenaz enzimini kodlayan gen bölgesinin (SADH) “polimeraz chain reaction-restriction fragment length polymorphism” (PCR-RFLP) yöntemiyle incelenmesiyle belirlendi.
BULGULAR: Bu çalışmada kan kültürlerinden izole edilen 118 C. parapsilosis tür kompleksi suşunda flukonazol direncinin %26,3 oranında olduğu, amfoterisin B ve anidulafunginde ise direncin yok denecek kadar az olduğu saptandı. Antifungal duyarlılığı belirlenen bu suşlar arasında C. orthopsilosis ve C. metapsilosis türlerine rastlanmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma ile merkezimizdeki C. parapsilosis tür kompleksindeki yüksek flukonazol direncinin kompleks içindeki türlerle ilişkili olmadığı görüldü. Suşlar arasındaki klonal ilişkinin ve direncin genetik temellerinin araştırılması için ek çalışmaların yapılması gerektiği sonucuna varıldı.
INTRODUCTION: Candida parapsilosis species complex is the second most common cause of candidiasis
which is an opportunistic infection, in many centers in the world and in our country. Candida
parapsilosis sensu stricto, Candida orthopsilosis and Candida metapsilosis within this species
complex are indistinguishable from each other phenotypically and various molecular methods are
needed for their identification. In this study, we aimed to investigate the antifungal
susceptibility of C. parapsilosis species complex isolated from blood cultures in our laboratory
and to identify them at species level.
METHODS: A total of 118 blood isolates from the stock culture of Uludağ University Faculty of
Medicine Department of Microbiology were used. The in vitro sensitivity of the isolates to
fluconazole, voriconazole, itraconazole, posaconazole, amphotericin B and anidulafungin was
determined according to the CLSI-M27 document. The species in the C. parapsilosis species
complex were determined by the investigation of the gene region encoding the secondary alcohol
dehydrogenase enzyme (SADH) using “polymerase chain reaction-restriction fragment length
polymorphism” (PCR-RFLP) method
RESULTS: In this study, fluconazole resistance was found to be 26.3% in the 118 C. parapsilosis species
complex isolated from blood cultures, and the resistance to amphotericin B and anidulafungin was
almost none. There were no C. orthopsilosis and C. metapsilosis species among these strains.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In this study, it was shown that high fluconazole resistance in C. parapsilosis species
complex in our center was not associated with different species in the complex. It is concluded
that additional studies should be done to search for clonal relationship between strains and
genetic basis of resistance.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

3.
Kolistin Dirençli Acinetobacter baumanni Suşlarına Karşı Karvakrol ile Kolistin Kombinasyonunun in vitro Değerlendirilmesi
In vitro Evaluation of Carvacrol and Colistin Combination Against Colistin Resistant Acinetobacter baumanni Strains
Elif Odabaş Köse, Ozlem Koyuncu Ozyurt
doi: 10.5222/TMCD.2019.067  Sayfalar 67 - 73
GİRİŞ ve AMAÇ: Günümüzde birçok araştırıcı dirençli bakteri sorununun üstesinden gelmek amacıyla antimikrobiyal aktiviteye sahip bitki kaynaklı etken maddeler üzerine çalışmaktadır. Bu çalışmada kolistin dirençli Acinetobacter baumannii suşlarına karşı karvakrol ile kolistin kombinasyonunun aktivitesi değerlendirilmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Sekiz adet A. baumannii suşu üzerine karvakrol ve kolistinin antimikrobiyal aktivitelerini saptamak amacıyla sıvı mikrodilüsyon testi yapılarak Minimum İnhibisyon Konsantrasyonları belirlenmiştir. Kolistin ve karvakrolün kombinasyon aktiviteleri ise Dama Tahtası (Checkerboard) Sinerji Testi ile çalışılmıştır.
BULGULAR: Çalışmada test edilen sekiz adet A. baumannii suşuna karşı karvakrolün antimikrobiyal aktivitesi 64-128 µg/ml MİK değerleri aralığında saptanmıştır. Kolistin ve karvakrolün kombinasyon aktivitesi sonucunda ise sekiz suşun beşinde sinerjistik etki saptanmıştır. İki suşta 0.5, diğer iki suşta 0.375 ve bir suşta ise 0.25 FİKİ değerleri elde edilmiştir. Diğer üç A. baumannii suşunda ise 1, 0.625 ve 0.53 FİKİ değerleri ile aditif etki tespit edilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Elde ettiğimiz sonuçlara göre karvakrol A. baumannii suşlarına karşı antibakteriyel aktivite göstermiştir. Kolistin ile kombin edildiğinde sekiz suşun beşinde sinerjistik etki üçünde ise aditif etki saptanmıştır. Yani karvakrol kolistinin antibakteriyel aktivitesinde artışa neden olarak kolistin direncinin düşmesini sağlamıştır.
INTRODUCTION: Today, plant-based active agents with antimicrobial activity are being investigated by many researchers to overcome the problem of resistant bacteria. In this study, the activity of carvacrol and colistin combination against colistin resistant Acinetobacter baumannii strains were evaluated.
METHODS: In order to determine the antimicrobial activity of carvacrol and colistin to eight A. baumannii strains, The Minimum Inhibition Concentrations were determined by broth microdilution test. Combination activities of colistin and carvacrol were studied with Checkerboard Synergy Test.
RESULTS: In the study, antimicrobial activity of carvacrol against eight A. baumannii strains tested was determined in the range of 64-128µg/ml MIC values. As a result of the combination activity of colistin and carvacrol, the synergistic effect was found in five of eight strains. The FICI values were 0.5 for two strains, 0.375 for the other two strains and 0.25 for one of the strains. The additive effect was determined with 1, 0.625 and 0.53 FICI values in the other three A. baumannii strains.
DISCUSSION AND CONCLUSION: According to our results, carvacrol showed antibacterial activity against A. baumannii strains. When combinated with colistin, the synergistic effect was found in five of the eight strains and the additive effect was determined in the remained three. In other words, carvacrol caused an increase in the antibacterial activity of the colistin and decreased colistin resistance.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

4.
İstanbul'da satılan pişmiş tavuk dönerlerin mikrobiyolojik kalitesinin araştırılması
Investigation of Microbiological Quality of Cooked Chicken Doner Sold in Istanbul
Ayla Ünver Alçay
doi: 10.5222/TMCD.2019.074  Sayfalar 74 - 85
GİRİŞ ve AMAÇ: Gıda kaynaklı infeksiyon ve intoksikasyonlarda tavuk ve tavukla hazırlanan ürünlerin önemli bir yeri tuttuğu bilinmektedir. Günümüzde, ülkemizde hızlı-hazır yemek sektörü hızla gelişmiştir ve bu sektörün önde gelen yiyeceklerinin başında, ekonomik olması nedeniyle kanatlı etlerinden yapılan dönerler gelmektedir. Bu çalışmada, İstanbul’da ve sevilerek ve yaygın olarak tüketilen tavuk dönerlerin mikrobiyolojik açıdan kalitesinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Toplam 30 adet pişmiş tavuk döner numunesi, İstanbul şehir merkezinden, nisan-temmuz 2018 tarihleri arasında rastgele olarak restoranlardan alınmış ve toplam mezofilik aerob bakteri sayısı (TAMB), Enterobacteriaceae sayısı, Escherichia coli, Salmonella Spp. ve Koagulaz pozitif Staphylococcus aureus mikrobiyal kalite göstergesi olarak araştırılmıştır.
BULGULAR: Pişmiş tavuk döner örneklerinde TAMB sayısı 2,4x103-5x105 cfu/g, Enterobacteriaceae Spp. sayısı <10 cfu/g-4x102 cfu/g, Koagulaz pozitif Staphylococcus aureus sayısı <10 cfu/g-4x104 cfu/g, Escherichia coli sayısı ise <10 cfu/g-2x101 cfu/g olarak bulunmuştur. Dönerlerden izole edilen bakterilerden gram negatif olanların identifikasyonu yapılmış ve Escherichia coli, Enterobacter cloacae, Klebsiella oxytoca, Serratia liquefaciens, Serratia odorifera biogp 1, Serratia liquefaciens, Pantoea agglomerans saptanmıştır. Bir örnekte Salmonella Spp. tesbit edilmiştir ve Salmonella arizonae olarak identifiye edilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yapılan analizler sonucunda, bazı tavuk dönerlerin gıda güvenliği ve halk sağlığı açışından risk oluşturabileceği sonucuna varılmıştır.
INTRODUCTION: It is known that chicken and chicken products have an important place in foodborne infections and intoxications. Nowadays, the fast-food sector in our country has developed rapidly and the leading foods of this sector, doner kebabs made of poultry meat, can be counted, because of the economic and favorable taste. In this study, it is aimed to evaluate the microbiological quality of chicken doner which is widely consumed in Istanbul/Turkey.
METHODS: A total of 30 cooked chicken doner kebap samples were collected randomly from different restaurants in the city center of Istanbul/Turkey during April and July 2018 and total mesophilic aerobic bacteria number (TAMB), Enterobacteriaceae, Escherichia coli, Salmonella Spp. and Staphylococcus aureus number were investigated as microbial quality indicators.
RESULTS: In the cooked chicken doner samples; the number of TAMB 2,4x103-5x105 cfu/g, the number of Enterobacteriaceae Spp., <10 cfu/g-4x102 cfu/g, the number of Coagulase positive Staphylococcus aureus <10 cfu/g-4x104 cfu/g and the number of Escherichia coli were <10 cfu/g-2x101 cfu/g. Of the bacteria isolated from the doner kebaps, gram-negative ones were identified and Escherichia coli, Enterobacter cloacae, Klebsiella oxytoca, Serratia liquefaciens, Serratia odorifera biogp 1, Serratia liquefaciens, Pantoea agglomerans were determined. In one sample, Salmonella Spp was detected and was identified as S. arizonae.
DISCUSSION AND CONCLUSION: As a result of the analyzes, it was concluded that some chicken doner kebaps could pose a risk to food safety and public health.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

5.
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Parazitoloji Direk Tanı Laboratuvarında Saptanan Bağırsak Parazitlerinin Dağılımı; 10 Yıllık Değerlendirme
The Distribution Of The Intestinal Parasites Detected In Ege University Medical Faculty Parasitology Direct Diagnosis Laboratory; 10-Years Evaluation
Özlem Ulusan, Orçun Zorbozan, Kardelen Yetismis, Seray Töz, Ayşegül Ünver, Nevın Turgay
doi: 10.5222/TMCD.2019.086  Sayfalar 86 - 91
Amaç: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Parazitoloji Direkt Tanı Laboratuvarına başvuran hastaların dışkı parazitolojik inceleme sonuçları geriye dönük değerlendirilerek parazit dağılımlarının belirlenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Dışkıda parazit incelemesi için örnek gönderilen hastalarda; selofan bant değerlendirilmiş, dışkı örneği salin-lugol yöntemiyle incelenmiş, etil asetat çöktürme, modifiye Kinyoun asit-fast ve trikrom boyama yöntemleri uygulanmıştır. Çalışmamızda Ocak 2008- Aralık 2017 tarihleri arasında laboratuvarımıza başvuran hastaların dışkı parazitolojik inceleme sonuçları değerlendirilmiştir.
Bulgular: Bu sürede başvuran 58.669 hastanın %18,3’ünün dışkısında en az bir parazit saptanmıştır. En yüksek oranda saptanan bağırsak paraziti Blastocystis spp.’dir (%39,8). Takiben sıklık sırasına göre %37,4 Cryptosporidium spp., %7,7 Cyclospora spp., %4,6 Enterobius vermicularis, %3,9 Giardia intestinalis, %2,8 Entamoeba coli ve %1,8 Entamoeba histolytica/dispar saptanmıştır.
Sonuç: Parazit pozitifliğinin 2010-2014 yılları arasında daha yüksek seyredip sonraki yıllarda kademeli olarak azaldığı saptanmıştır. Parazit saptama yüzdesindeki dalgalanmanın nedenleri, nüfus artışı ile İzmir ve çevresinin uluslararası nüfus hareketliliğinin güzergahı üzerinde yer alması olabilir. Sonuçlarımıza göre, 2011-2013 yılları arasında özellikle Cryptosporidium spp. yüksek bulunmuştur. Cryptosporidium spp. klorlamaya dirençli bir parazit olup, dezenfeksiyonunda ilave işlemlere gereksinim duyulmaktadır. Ayrıca Cryptosporidium spp. yüksekliğinin bir nedeni de 2009-2010 yılları arasındaki yağış miktarındaki fazlalık olabilir. Türkiye’de intestinal parazitlerle ilgili veriler daha çok bölgesel çalışmalardan kaynaklanmakta ve ulusal düzeyde yapılacak sürveyans çalışmalarına ihtiyaç bulunmaktadır.
Objective: The aim of the study was to evaluate the parasitological examination results of the patients who applied to Ege University Medical Faculty Parasitology Direct Diagnosis Laboratory.
Method: In patients who given samples for parasite examination in feces; cellophane tape was evaluated; stool sample was examined by native-lugol, ethyl acetate precipitation, modified Kinyoun acid-fast and trichrome staining methods. In our study, fecal parasitological examination results of the patients admitted to the laboratory between January 2008 and December 2017 were evaluated.
Results: At least one parasite was found in the feces of 18,3% of 58.669 patients. The parasite that had the highest rate was Blastocystis spp. (39,8%). Other parasites detected were 37,4% Cryptosporidium spp, 7,7% Cyclospora spp., 4,6% Enterobius vermicularis, 3,9% Giardia intestinalis, 2,8% Entamoeba coli and 1,8% Entamoeba histolytica / dispar.
Conclusion: Parasite positivity was higher between 2010-2014 and decreased gradually in the following years. The reason for fluctuation of parasite detection rate may be the increase in population and the incidence of international population mobility in Izmir and its environs. Cryptosporidium spp. is found in a higher rate between 2011 and 2013. Cryptosporidium spp. is chlorination-resistant and additional treatment is required for disinfection. A reason for its high detection rate may be amount of rains between 2009-2010. In Turkey, data related to intestinal parasites is due to regional studies, national studies is needed.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

6.
Akdeniz Üniversitesi Hastanesi Laboratuvarında Anti- Toxoplasma gondii IgG, IgM ve IgG Avidite Sonuçlarının Retrospektif Olarak Değerlendirilmesi
Retrospective Evaluation of Anti- Toxoplasma gondii IgG, IgM and IgG Avidity Results in Akdeniz University Hospital Laboratory
Hatice Yazısız, Gözde Öngüt, Feryal Öztürk Eryiğit, Betil Özhak, Dilara Ögünç, İmran Sağlık, Dilek Çolak
doi: 10.5222/TMCD.2019.092  Sayfalar 92 - 97
GİRİŞ ve AMAÇ: Toksoplazmoz, protozoon bir parazit olan Toxoplasma gondii’nin (T. gondii) neden olduğu ve tüm dünyada dağılım gösteren bir enfeksiyondur. T. gondii nadir olarak tespit edilebildiği için Toxoplasma’ya özgü antikorların araştırıldığı serolojik testler tanıda kullanılmaktadır. Çalışmada laboratuvara bir yıllık sürede gönderilen hasta örneklerinden elde edilen anti- T. gondii IgG, anti- T. gondii IgM ve T. gondii IgG avidite testi sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Toplam 4089 serum örneğinde anti- T. gondii IgG, 3138 serum örneğinde anti- T. gondii IgM antikorları ve 90 hastaya ait T. gondii IgG avidite sonuçları değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Anti- T. gondii IgG araştırılan 4089 serum örneğinden 1216’sı (%29.7) pozitif ve 39’u (%1.0) ara değer olarak saptanmıştır. 3138 serum örneğinde anti-T. gondii IgM araştırılmış olup 80’i (%2.5) pozitif, 11’i (%0.4) ara değer bulunmuştur. Anti- T. gondii IgG pozitif ve anti- T. gondii IgM pozitif/ara değer olan hasta örneklerinin %57.1’inde yüksek avidite, %14.3’ünde ara değer, %28.6’sında düşük avidite saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmada kadınlarda seropozifliğin düşük (%29) olduğu ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, özellikle doğurganlık yaş grubunda olan kadınların toksoplazmoz serolojisi açısından taranmasının önemli olduğu düşünülmüştür.
INTRODUCTION: Toxoplasmosis is one of the most common parasitic zoonoses worldwide caused by the protozoan parasite Toxoplasma gondii (T. gondii). Because T. gondii organisms are rarely detected in humans with toxoplasmosis, serologic examination is used to indicate the presence of the infection by detecting Toxoplasma-specific antibodies.
The aim of this study was to evalute the results of anti-T. gondii IgG, anti-T. gondii IgM and T. gondii IgG avidity tests which were performed on serum samples obtained from patients in the laboratory during a one-year period.

METHODS: We evaluated a total of 4089 serum sample results for anti-T. gondii IgG, 3138 for anti-T. gondii IgM and 90 for T. gondii IgG avidity, respectively.
RESULTS: Of the 4089 serum samples 1216 (29.7%) were positive and 39 (1.0%) were indeterminate for anti-T. gondii IgG antibodies, respectively. Out of the 3138 serum samples, 80 (2.5%) tested anti-T. gondii IgM positive and 11 (0.4%) tested anti-T. gondii IgM indeterminate, respectively. Among the samples tested positive for T. gondii IgG and positive/intermediate for IgM, 57.1% had high avidity antibodies, 14.3% had borderline avidity antibodies, and 28.6% had low avidity antibodies.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In this study, it was found that seroposity was low (29%) in women. Therefore, it has been considered that screening of women especially in the fertility age group for toxoplasmosis serology is important.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

7.
Denizli'de sığır ve besicilerden izole edilen enterokok türlerinin antibiyotik direnç paternleri
Antibiotic resistance patterns of Enterococcus species isolated from cattle and cattle farmers in Denizli,Turkey
Ergun Mete, İlknur Kaleli
doi: 10.5222/TMCD.2019.098  Sayfalar 98 - 103
GİRİŞ ve AMAÇ: Enterokokların intrinsik antibiyotik direnci olması ve ek antibiyotik direncini hızla kazanabilme kapasiteleri, enfeksiyonları tedavi etmeyi zorlaştırır. Hayvanlarda enterokok enfeksiyonları nadiren antibyotiklerle tedavi edilir; Bununla birlikte, diğer enfeksiyonların tedavisinde, büyüme promotörleri veya profilaktik antibiyotik kullanıldığında enterokoklar, gastrointestinal sistemdeki varlıklarından dolayı, antimikrobiyallere maruz kalırlar.
Bu çalışmada besicilerden ve sığırlardan izole edilen enterokok suşlarının antibiyotik dirençlerinin bölgesel dağılım farklarının incelenmesi amaçlanmıştır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya alınan örnekler Denizli ve çevresinde, 4 farklı bölgeden (21 farklı yerleşim yeri) toplanmıştır. 72 sığır ve 111 besiciden alınan rektal sürüntü ve dışkı örnekleri izolasyon için Enterococcosel Agar (ECA) ve Enterococcosel Broth (BD, Heidelberg, Germany) besiyerlerine ekildi. Enterokokların tanımlanmasında koloni morfolojisi, koyun kanlı agardaki hemoliz karakterleri, Gram boyama, katalaz testi, %40 safralı eskülin hidrolizi, 10°C ve 45°C’de üreme özellikleri, %6.5 NaCl'de üreme yeteneği ve pyrrolidonyl-beta-naphthylamide testleri yapıldı. Antibiyotik duyarlılıkları Kirby-Bauer disk difüzyon yöntemi ile Mueller Hinton agar besiyeri kullanılarak araştırıldı. Betalaktam antibiyotikler [(penisilin (10 IU), ampisilin (10 μg), sefaklor (30 μg), sefalotin (30 μg)] aminoglikozidler [(yüksek düzey gentamisin (120 μg), yüksek düzey streptomisin (300 μg)], Kinolon [siprofloksasin (5 μg)], ve tetrasiklin (30 μg) duyarlılıkları incelenmiştir.
BULGULAR: Bu çalışmada toplam 161 (96 besici, 65 sığır) enterokok suşu izole edilmiştir. Besicilerden elde edilen izolatlarda II., III, ve IV. bölgede siprofloksasin direnci; I. bölgeye göre daha yüksek bulunmuştur. Sığırlardan elde edilen izolatlarda ise I. ve II. bölgede betalaktam ve siprofloksasin direnci; III. ve IV. bölgeye göre daha yüksek bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sunulan araştırmada elde edilen verilere göre bölgesel veteriner hekimlikte antibiyotik kullanımının çok farklı olabileceği, kullanılan antibiyotik yapısına göre besici ve sığır izolatlarında farklı direnç görülebileceği öngörülmüştür.
INTRODUCTION: The intrinsic antibiotic resistance of enterococci and their ability to rapidly gain additional antibiotic resistance make it difficult to treat infections. In animals, enterococcal infections are rarely treated with antimicrobial agents. However, during the treatment of other infections, when growth promoters or prophylactic antibiotics are used, enterococci in the gastrointestinal tract are exposed to the antimicrobials. The aim of this study was to investigate the differences in regional distribution of antibiotic-resistant Enterococcus strains isolated from cattle and cattle farmers in Denizli, Turkey.
METHODS: Samples were collected from four regions (21 settlements) in and around Denizli. Rectal swabs and stool specimens from 72 cattle and 111 cattle farmers were sown in Enterococcosel Agar (ECA) and Enterococcosel Broth medium (Becton Dickinson, Heidelberg, Germany) for isolation of bacteria. Colony morphology, haemolysis characteristics in sheep blood agar, Gram staining, catalase tests, 40% biliary hydrolysis, 10°C and 45°C reproduction characteristics, 6.5% NaCl growth ability and pyrrolidonyl-beta-naphthylamide tests were performed to identify enterococci. The antibiotic susceptibility of the isolated enterococci was investigated using the Kirby-Bauer disk diffusion method and the Mueller-Hinton agar medium. Sensitivities to beta-lactam antibiotics (penicillin, 10 IU; ampicillin, 10 μg; cefaclor, 30 μg; and cephalothin, 30 μg), aminoglycosides (high-level gentamicin, 120 μg; and high-level streptomycin, 300 μg), quinolone (ciprofloxacin, 5μg) and tetracycline (30 μg) were examined.
RESULTS: A total of 161 Enterococcus strains were isolated in this study, 96 from cattle farmers and 65 from cattle. Ciprofloxacin resistance in isolates from cattle farmers was found to be higher in regions II, III, and IV than in region I. Beta-lactam and ciprofloxacin resistance in isolates from cattle was found to be higher in regions I and II than in regions III and IV. No tetracycline resistance was found in any of the bovine isolates.
DISCUSSION AND CONCLUSION: According to the data obtained in the study, it was predicted that the use of antibiotics in veterinary medicine varies by region, and that different antibiotic resistances can be seen in isolates from cattle farmers and cattle according to the antibiotics used in each region.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

8.
Kızılay’ın İlk Hastaneleri (1877-1878): Yatan Hastalarda Görülen Enfeksiyonlar ve Mortalite Oranları
The First Hospitals of the Red Crescent (1877-1878): Infections and Mortality Rates in Hospitalized Patients
Eray Serdar Yurdakul
doi: 10.5222/TMCD.2019.104  Sayfalar 104 - 112
GİRİŞ ve AMAÇ: On dokuzuncu yüzyılda tıbbi bilgi, kesin olarak bilimsel metotlar üzerine inşa edilmeye başlamış ve deneysel tıp uygulamalarının hız kazanması laboratuvar tıbbının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu yüzyılın ikinci yarısı mikroorganizmaların hastalıklarla olan ilişkilerin henüz tanımlandığı bir dönemdir. Bu kavram salgın hastalıklarla mücadelede bilimsel yöntemlerinin geliştirilmesine öncülük ettiği gibi, tıbbi ve cerrahi uygulamalarda asepsi-antisepsiye kesin olarak uyulmasını bir zorunluluk haline getirmiştir. Önceki yüzyıllardan farklı olarak bu dönemde “hastane tıbbı” kavramı ortaya çıkmıştır. Kızılay’ın “Hilal-i Ahmer Cemiyeti” adı altında ilk kuruluşu ve ilk sağlık teşekküllerini oluşturması da yine bu dönemde gerçekleşmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sırasında Kızılay tarafından kurulan 27 ayrı sağlık biriminin verileri incelenmiş ve enfeksiyon hastalıkları ile ilgili ulaşılabilir verilerin bir özeti sunulmuştur.
BULGULAR: Tüm ölüm olgularının yaklaşık olarak %61,74’ünün enfeksiyonlarla ilişkili olduğu ve yatan hastalarda en sık ölüme neden olan enfeksiyonların sırasıyla dizanteri (94; %18,4), tifüs (88; %17,2), pnömoni (62; %12,1), enteritler (59; %11,5), tifoid ateş (50; %9,8), bronşit (42; %8,2) ve akciğer tüberkülozu (39; %7,6) olduğu tespit edilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ateşli silahların ilk kez bu kadar yoğun olarak kullanıldığı, mülteci hareketleri, kıtlık ve yetersiz beslenme gibi savaşın getirdiği birçok olumsuz koşul altında Kızılay’ın sunduğu sağlık hizmetlerine ait bu verilerin yatarak tedavi gören hastalara ait enfeksiyonlar ve mortalite oranları ile ilgili ülkemizdeki ilk veriler olması dolayısıyla özel bir önem taşıdığını düşünmekteyiz.
INTRODUCTION: In the nineteenth century, medical knowledge has begun to be built precisely on scientific methods and the advances in experimental medicine has led to the emergence of laboratory medicine. The second half of this century is a period in which the relationship between microorganisms and diseases is yet to be defined. This concept has led to the development of scientific methods in the fight against epidemic diseases, and it has become a necessity to strictly follow asepsis-antiseptic procedures in medical and surgical applications. Unlike the previous centuries, in this period, the concept of “hospital medicine” emerged. The first establishment of the Red Crescent and first health organizations under the name of Red Crescent Society (Hilal-i Ahmer Cemiyeti) was also realized in this period.
METHODS: The data of 27 different health units established by the Red Crescent during the 1877-1878 Ottoman Russian War were analyzed and a summary of available data on infectious diseases presented in this study.
RESULTS: Approximately 61.74% of all death cases were associated with infections and the most common cause of death in inpatients were dysentery (94; 18.4%), typhus (88; 17.2%), pneumonia (62; 12.1%), enteritis (59; 11.5%), typhoid fever (50; 9.8%), bronchitis (42; 8.2%) and pulmonary tuberculosis (39; 7.6%).
DISCUSSION AND CONCLUSION: We think that these data has special importance because it is the first data about the infections and mortality rates of inpatients in the health services provided by the Red Crescent under many adverse conditions brought by war, such as refugee movements, famine and malnutrition.
Makale Özeti | Tam Metin PDF