Cilt: 48  Sayı: 2 - 2018
Özetleri Gizle | << Geri
DERLEME
1.
Yeni Antibakteriyeller
New Antibacterials
Ahmet Uğur Akbal, Ahmet Yılmaz Çoban, Belma Durupınar
doi: 10.5222/TMCD.2018.087  Sayfalar 87 - 99
Antibiyotik direncinin artması ve yaygınlaşması bireyleri ve toplumu tehdit eden enfeksiyonların riskini daha da artırmaktadır. Enfeksiyonlara ve dirençli patojenlere karşı yeni antibiyotiklere ihtiyaç duyulmaktadır. Son yıllarda antibakteriyellerin geliştirilmesinde yeni ve başarılı çalışmalar dikkati çekmektedir. Glikopeptid ve lipopeptit (oritavancin, telavancin, dalbavancin ve surotomisin), oksazolidinon (tedizolid, radezolid, kadazolid ve MRX-I), makrolid/ketolid (modithromisin ve solitromisin), aminoglikozit (plazomisin), kinolon (nemonoksasin, delafloksasin ve avarofloksasin) ve tetrasiklin (omadasiklin ve eravasiklin) gruplarında yoğun çalışmaların yapıldığı görülmektedir. Bu derleme makalede antibakteriyellerdeki son yıllardaki gelişmeler gözden geçirilmiştir.
The increase and spread of antibiotic resistance further increases the risk of infections threatening the individual and the society. New antibiotics are needed against infections and resistant pathogens. In recent years, new and successful works have been attracting attention in the development of antibacterials. It has been observed that intensive studies have been carried out in glycopeptides and lipopeptides (oritavancin, telavancin, dalbavancin and surotomycin), oxazolidinones (tedizolid, radezolide, cadazolide and MRX-I), macrolides / ketolides (modithromycin and solitromycin), aminoglycosides (plasomycin), quinolones (nemonoxacin, delafloxacin and avarofloxacin), tetracyclines (Omadasiklin and eravasiklin). In this review, the developments in recent years in antibacterials have been reviewed.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA MAKALESI
2.
Petrol ve Petrol Türevlerinin Gideriminde Marmara Denizi ve Karadeniz’den İzole Edilen Bakterilerin Biyolojik İyileştirme Potansiyelinin Değerlendirilmesi
The Evaluation of Biological Remediation Potential of Bacteria Isolated from Marmara and Black Sea for Degradation of Crude Oil and Oil Derivatives
Yosun Mater, Selçuk Taşdan
doi: 10.5222/TMCD.2018.100  Sayfalar 100 - 111
GİRİŞ ve AMAÇ: Kirletici özelliklerinden dolayı canlılığı önemli ölçüde etkileyen, ham petrol ve türevlerinin doğal kaynaklardan uzaklaştırılması çok önemlidir. Bakteriler vasıtasıyla kirleticilerin ortamlardan uzaklaştırılması ve/veya daha az toksik/toksik olmayan formlara dönüştürülmesi yani “Biyoremediasyon” çalışmaları önemli bir yer tutmaktadır. Bu çalışmada Marmara Denizi ve Karadeniz’den izole edilmiş 698 deniz bakterisi izolatının petrol ve petrol türevlerini parçalama yeteneklerinin taranması ve bu yeteneğe sahip bakterilerin belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu bağlamda ilk olarak, petrol parçaladığı belirlenen ve seçilen 7 izolat, daha büyük ölçeklerde ve farklı konsantrasyonlarda ham petrolle 30 gün boyunca inkübe edilmiş, petrol tabakası kalınlığı milimetrik olarak her gün ölçülmüş ve görülen fiziksel, morfolojik değişiklikler not edilmiştir. Deneme sonuçlarına göre en yüksek petrol konsantrasyonlarında bile parçalanmanın ve biyolojik canlılığın olduğu tespit edilmiştir. Petrol tabakası kalınlığındaki en fazla incelme sırasıyla 333 A87 ve 331 izolatları ile gerçekleşmiştir. Deneme sıvıları gaz kromotografisi-kütle spektrometresi (GC-MS) analizine alınmıştır. Çalışmanın son aşamasında 7 izolat ön tanımlanma için VITEK 2 Kompakt Otomatik Tanımlama Sistemiyle test edilmiştir
BULGULAR: Deney sonuçları, tüm türlerin en yüksek petrol konsantrasyonlarında bile yaşayabildiğini ve petrolü parçaladığını göstermiştir. Petrol tabakası kalınlığındaki en fazla incelme sırasıyla 333 A87 ve 331 izolatları ile gerçekleşmiştir. Çalışılan deneme ortamlarının tamamında, parçalanma ürünlerinden Kuinolin (C9H7N) varlığı tespit edilmiştir. VITEK sistemi ile 5 izolatın Serratia plymuthica, Enterococcus faecalis, Klebsiella pneumoniae subsp. ozaenae, Staphylococcus lentus, Staphylococcus sciuri olarak ön tanımlaması yapılmıştır. Böylece denizlerimizde oluşabilecek petrol kirliliğinin biyoremidiasyonunda kullanılabilecek aday bakteriler belirlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma Marmara ve Karadeniz’de mevcut bakterilerin biyoiyileştirmede kullanabilirliğini göstermesi açısından özgün ve öncü çalışmalardan birini oluşturmaktadır.
INTRODUCTION: : Decontamination of crude oil and derivatives from natural sources is a very critical task due to highly polluting properties of the oil. Removal or conversion to different less toxic or non-toxic forms of oil hydrocarbons via bacteria, known as “Bioremediation” has become an important research area. In this study, the aim was to determine the bacteria which have the abilty of degradation of oil and oil derivatives by scaning the isolates from Marmara and Black Sea.
METHODS: In this context, firstly, oil degrading 7 isolates are incubated for 30 days at different concentrations and bigger scale in crude oil and thickness of the oil layer in mm and morphological changes were recorded in a daily basis. After 30 day experimental period, samples were prepared for GC-MS analysis. In the last phase of the study, seven bacteria isolates were tested by the VITEK 2 Compact Automatic Identification System for pre-identification.
RESULTS: Based on experimental results, bacteria were able to survive and degrade the crude oil even at the highest oil concentrations. The highest reduction in the oil layer thickness was observed for 333, A87 and 331 isolates. Quinoline was defined as the degradation product of oil, in all isolates. VITEK system pre-determined 5 of isolates as Serratia plymuthica, Enterococcus faecalis, Klebsiella pneumoniae subsp. ozaenae, Staphylococcus lentus, Staphylococcus sciuri
DISCUSSION AND CONCLUSION: The study is one of the original and pioneering works in terms of showing that existing bacteria in Marmara and Black Sea can be used for bioremediation purposes.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

3.
Yaşlı Hastalardaki Enfeksiyonların Geriye Dönük Değerlendirilmesi
The Retrospective Evaluation of İnfections in Geriatric Patients
Türkan Tüzün, Murat Kutlu, Selda Sayın Kutlu, Mehmet Uçar, Kevser Özdemir, Hüseyin Turgut
doi: 10.5222/TMCD.2018.116  Sayfalar 112 - 116
GİRİŞ ve AMAÇ: Enfeksiyon hastalıkları yaşlılarda, genç erişkinlere göre farklı bulgular ile seyredebilmekte ve tanı-tedavide gecikme yaşanabilmektedir. Bu çalışmada, kliniğimizde izlenen yaşlı hastalardaki Enfeksiyon hastalıklarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği’nde yatan 65 yaş ve üstü hastaların verileri geriye-dönük olarak değerlendirildi. Hastaların demografik özellikleri, altta yatan hastalıkları, yatış süreleri, laboratuvar bulguları, kültür sonuçları ve tanıları kaydedildi.
BULGULAR: Altmış beş yaş ve üzeri 96 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların yaş ortalaması ise 76,5±7 (aralık 65-98) idi. Altta yatan hastalıklardan HT (%23,5), DM (%21), KBY (%11), KOAH (%10) ve kanserler (%9,2) ilk sıralardaydı. Hastaneye yatışına neden en sık enfeksiyon üriner sistem enfeksiyonu (%53,5) iken, bunu yumuşak doku enfeksiyonu (%18,8), pnömoni (%8) ve akut gastroenterit (%5) izlemekteydi. Yatış süreleri ortalama 10,56±6,2 (min: 3-max: 36) gün idi. Hastaların %73’ünde yüksek ateş tespit edildi. Ortalama kan lökosit düzeyleri 11.772,7±7.542,4/mm3, sedimantasyon hızı 62±33,3 mm/saat ve C-reaktif protein (CRP) düzeyleri 9,8±9,6 mg/dl (n<0,5 mg/dL) bulundu. Hastaların %93,7’sinde CRP≥0,5 mg/dL idi. Ateşi olan hastalarda ateş ile lökositoz ve CRP yüksekliği arasında anlamlı bir fark bulunmadı (p>0,05). Ayrıca üriner sistem enfeksiyonu, yumuşak doku enfeksiyonu, pnömoni, akut gastroenterit ve diğer enfeksiyonlar arasında ateş, lökositoz ve CRP yüksekliği için anlamlı bir fark bulunmadı (p>0,05). Hastalardan üreyen 38 kültür örneğinin 31’i (%81,6) idrar örneği idi. İdrar örneklerindeki üremelerin ise 26’sı (%92,8) Escherichia coli’ydi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, yaşlı nüfus artışı ve yaşla birlikte altta yatan hastalıklarda artış olmasının enfeksiyon hastalıkları açısından sorunlara neden olacaktır. Bu yaş grubunda enfeksiyonların klasik belirti ve bulgularının görülmeyeceği akılda tutulmalıdır.
INTRODUCTION: In this study, it was aimed to evaluate the infections in elderly patients who were followed in our clinic.
METHODS: Demographic characteristics, underlying diseases, length of stay, laboratory findings, culture results and diagnoses of patients in the Infectious Diseases and Clinical Microbiology Clinic were evaluated retrospectively.
RESULTS: Ninety-six patients were included in the study. The mean age of the patients was 76.5±7 (range 65-98) years. The underlying diseases were HT (23.5%), DM (21%), CRF (11%), COPD (10%) and malignancy (9.2%). The most frequent cause of hospital admission was urinary tract infection (53.5%), followed by soft tissue infection (18.8%), pneumonia (8%) and acute gastroenteritis (5%). The mean hospital stay was 10.56±6.2 (min: 3-max: 36) days. Fever was detected in 73% of the patients. Mean blood leukocyte levels were 11.772± 7,542 /mm3, sedimentation rate was 62±33,3 mm/h and C-reactive protein (CRP) levels were 9,8±9,6 mg/dl. There was no significant difference between fever and leukocytosis and CRP elevation in patients with fever (p>0.05). There was no significant difference between localization of the infections for fever, leukocytosis and CRP elevation (p>0,05). Thirty-one of the 38 culture samples from the patients were urine specimens. The most isolated bacteria were Escherichia coli (92.8%) in the urine specimens.


DISCUSSION AND CONCLUSION: In conclusion, the increase in the elderly population and the underlying diseases with age will cause problems in terms of infectious diseases. It should be kept in mind that the classic signs and symptoms of infections will not be seen in this age group.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

4.
Akciğer tüberkülozu olan 232 yeni olgunun retrospektif olarak değerlendirilmesi
A retrospective analysis of 232 newly diagnosed pulmonary tuberculosis cases
Pınar ETİZ, Ali Tanju ALTUNSU
doi: 10.5222/TMCD.2018.117  Sayfalar 117 - 124
GİRİŞ ve AMAÇ: Tüberküloz, dünya genelinde ve ülkemizde önemli bir sağlık sorunudur ve kontrol çalışmaları devam etmektedir. Verem savaş dispanserlerine ait kayıtlar, ülkemizdeki tüberküloz oranlarını göstermede önemli yer tutmaktadır. Bu amaçla çalışmamızda Adana İli Verem Savaşı Dispanserleri’ne kayıtlı akciğer tüberküloz tanısı ile takip tedavisi yapılan yeni olguların özellikleri incelenmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda 2013 yılında Adana İli Verem Savaşı Dispanserleri’ne kayıtlı akciğer tüberküloz tanısı alan yeni olgu hastaların dosyaları demografik özellikler, tanı, tanı yöntemi, ve tedavi sonuçları yönünden retrospektif olarak değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Kayıtlar incelendiğinde, 2013 yılında 232 yeni tüberküloz olgusu tespit edilmiştir. Akciğer tüberküloz tanılı olguların 18’inde (% 7.7) akciğer tüberkülozuna ilave olarak akciğer dışı tüberküloz birlikteliği de gözlenmiştir. Olguların % 63.7’si yaymada aside dirençli basil (ARB) pozitif, % 24.5’i ise ARB negatif olup % 11.6 olguda yayma yapılmamıştır. Tedavi sonuçlarına göre 148 ARB pozitif olgunun 95’inde kür sağlanmıştır. Olguların 123’ünde (%67.5) kültürde Mycobacterium tuberculosis kompleksi üremesi pozitif olarak belirlenmiştir. Üreme tespit edilen olguların sadece 111'inde izoniazid, rifampisin, streptomisin ve ethambutol direnci araştırılmış ve sırasıyla bu ilaçlara %13.5, % 1.8, % 8.1 ve % 2.7 oranlarında direnç tespit edilmiştir. Çok ilaca dirençli tüberküloz oranı % 1.8 bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kurumlar arası işbirliğinin her yönde arttırılması ve özellikle hastaların ilgili verem savaş dispanserine bildirilmesine önem verilmesi gerekmektedir. Doğru tedavi için, direnç paternlerinin izlenmesi, uygulanacak tedavi protokollerinin belirlenmesinde ve uzun vadede direnç gelişiminin önlenmesinde yararlı olacaktır. Çalışmamızın sonuçlarının bölgenin direnç durumunu yansıtması, tedavi sonuçlarını ortaya koyması ve daha kapsamlı incelemeler için yol gösterici olması açısından önemli olduğunu düşünmekteyiz.
INTRODUCTION: Tuberculosis is an important healthcare problem worldwide as well as in Turkey and the control programmes are still in progress. Tuberculosis dispensary records are important to show the incidence of tuberculosis in our country. In this objective, we aimed to evaluate the characteristics of patients newly diagnosed with tuberculosis admitted to Adana Tuberculosis Control Dispensaries.
METHODS: We retrospectively analyzed the demographic profiles, diagnostic methods, resistance rates of antituberculosis drugs and treatment outcome of patients with newly diagnosed pulmonary tuberculosis in Adana Tuberculosis Control Dispansary, Turkey.
RESULTS: There were a total of 232 new tuberculosis cases in 2013. Eighteen (7.7%) pulmonary tuberculosis cases had concurrent extrapulmonary tuberculosis. Of all the cases, 63.7% had ARB positive, 24.5% had ARB negative and, smear was not done in 11.6% cases. In smear positive 148 cases, 95 cases were cured. Drug susceptibility tests for isoniazid, rifampicin, streptomycin and ethambutol were performed in only 111 culture positive cases and the resistance rates were13.5 %,1.8 %, 8.1% and 2.7 %; respectively. Multidrug resistance tuberculosis, was 1.8 %.
DISCUSSION AND CONCLUSION: All members of national tuberculosis control program have to cooperate each other, especially all tuberculosis patients have to be reported to tuberculosis dispensaries. For correct treatment, monitoring of resistance patterns will be useful in determining the treatment protocols to be applied and in preventing resistance development in the long term. We think that the results of our study are important in terms of reflecting the resistance status of the region, showing the results of the treatment and guiding for more comprehensive studies.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

5.
Kadın doğum polikliniklerine başvuran kadınlarda Toxoplazma gondii seroprevalansının değerlendirilmesi
Evaluation of seroprevalence of Toxoplasma gondii in women who were referred to obstetric outpatient clinics
Özlem Aydemir, Engin Karakeçe, Mehmet Köroğlu, Mustafa Altındiş
doi: 10.5222/TMCD.2018.125  Sayfalar 125 - 129
GİRİŞ ve AMAÇ: Toxoplazma gondii (T. gondii) tüm memeli ve kuşları enfekte edebilen hücre içi parazittir. T. gondii infeksiyonu, insanlarda genelde klinik belirti vermemektedir, ancak gebelikte geçirilen akut infeksiyon, konjenital toksoplazmozise yol açabilmektedir. Çalışmamızda hastanemizin kadın doğum polikliniklerine başvuran kadınlarda T. gondii seroprevalansını saptanması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada, hastanemizin kadın doğum polikliniklerine Ocak 2015 ile Aralık 2017 tarihleri arasında başvuran 15-49 yaş arası 4941 kadının (bunların 1007’si gebe) anti-T. gondii IgM ve anti-T. gondii IgG antikor değerleri retrospektif olarak incelendi. Anti-T. gondii IgG ve IgM birlikte pozitifliği saptanan kadınlarda anti-T. gondii IgG avidite testi çalışıldı.
BULGULAR: Tüm kadınların 1015’’inde (%20.5) anti-T. gondii IgG pozitifliği saptandı. Gebelerin 261’inde (%25.9) anti-T. gondii IgG pozitifliği saptandı. 33 kadında (% 0.6) anti-T. gondii IgG ve anti-T. gondii IgM birlikte pozitif saptandı. Hiç bir hastada tek başına anti-T. gondii IgM pozitifliği saptanmadı. Avidite sonuçlarının hepsi yüksek aviditeli olarak bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, bu çalışma bölgemizdeki T. gondii seroprevalansını gösteren ilk çalışma özelliğinde olup kadınların %80’e yakın bölümünün bu enfeksiyonla enfekte olma ve bebeklerinin konjenital toksoplazmozis gelişme riski taşıdığını göstermektedir. Bu nedenle gebelik planlayan kadınlar ve gebelerin akut toksoplazmoz açısından değerlendirilmesi ve enfeksiyonlardan korunma yöntemleri konusunda bilinçlendirilmesi önem taşımaktadır.
INTRODUCTION: T. gondii is an intracellular parasite that can infect all mammals and birds. Infection with Toxoplasma gondii usually does not cause clinical symptoms in humans, but an acute infection during pregnancy can lead to congenital toxoplasmosis. In our study, it was aimed to determine the seroprevalence of T. gondii in women who applied to our obstetrics and gynecology outpatient clinics.
METHODS: In this study, 4941 women (1007 pregnant women) who applied to our obstetrician gynecology outpatient clinics between January 2015 and December 2017 were evaluated for anti-T. gondii IgM and anti-T. IgG antibody titers were examined retrospectively. Anti-Toxo-IgG avidity test was performed in women who were found to have positive anti-Toxo-IgG and IgM positivity.
RESULTS: Anti-T. gondii IgG positivity was detected in 1015 (20.5%) of all women. Anti-T. gondii IgG IgG positivity was detected in 261 (%25.9) of pregnancies. In 33 women (% 0.6), anti-T. gondii IgG and anti-T. IgM was found to be positive together. None of the patients had anti-T. gondii IgM positivity alone. All of the avidite results were high avid.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In conclusion, this study is the first study to demonstrate seroprevalence of toxoplasmosis in our region, and nearly 80% of women are infected with this infection and their infants are at risk of developing congenital toxoplasmosis. For this reason, it is important to evaluate women and pregnant women who plan pregnancy from the point of acute toxoplasmosis and raise awareness about prevention methods from infections.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

6.
İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Nazal Sürüntü Örneklerinde MSSA ve MRSA Değerlendirilmesi
Evaluation of MSSA and MRSA in nasal swab specimens in İzmir tepecik education and research hospital
Pınar Şamlıoğlu, Arzu Bayram, Sevgi Yılmaz Hancı, Neval Ağuş, Yeşer Karaca Derici, Mümtaz Cem Şirin, Güliz Doğan, Nisel Yılmaz
doi: 10.5222/TMCD.2018.130  Sayfalar 130 - 133
GİRİŞ ve AMAÇ: Hastanemiz mikrobiyoloji laboratuvarına farklı poliklinik ve servislerden gönderilen nazal sürüntü örneklerinde üreyen Staphylococcus aureus izolatlarının oranı ve metisilin duyarlılıklarının retrospektif olarak araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 1 Ocak 2013- 31 Aralık 2014 tarihleri arasında İzmir Tepecik Eğitim Araştırma Hastanesi poliklinik ve kliniklerinden Mikrobiyoloji Laboratuvarı’na gönderilen 1373 nazal sürüntü örnekleri, %5 koyun kanlı agara ekimleri yapılarak 37 ° C’de 24 saat inkübe edilmiştir. Üreyen bakteri koloni morfolojisi açısından değerlendirilmiş ve S. aureus olabileceği düşünülen kolonilerden bakteriler konvansiyonel yöntemler ile (Gram boyama, katalaz, koagülaz) tiplendirilmiştir ve pozitif olanlar S. aureus olarak yorumlanmıştır. Bu izolatlar CLSI standartlarına göre Muller Hinton agar’da Kirby-Bauer disk difüzyon yöntemi ile metisilin duyarlılığı yönünden incelenmiştir.
BULGULAR: Değerlendirilen örneklerin 112 (% 8.2)’ sinde S. aureus üremiş ve bunlardan 101(% 90.2)’i metisilin duyarlı S. aureus (MSSA), 11(%9.8)’i metisilin dirençli S. aureus (MRSA) olarak belirlenmiştir. Örneklerin 103(%92 )’ ü polikliniklerden, 9 (% 8 )‘u servislerden alınmıştı. Servislerden gelen örneklerden 6 ‘ sında MRSA saptanmış olup bunun 5 ‘i yoğun bakım hastası ve 1’i de organ nakli servisi hastasına aittir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda S. aureus nazal taşıyıcılığı % 8.2 olarak bulunmuştur. S. aureus hastane kökenli ve toplum kökenli infeksiyonlar açısından önemli bir patojendir. MSSA’lar poliklinik hastalarında MRSA’lar ise servis hastalarında daha sıklıkla izole ediliyor olsa da servis ve poliklinik hastalarında saptama oranları birbirlerine oldukça yaklaşmaktadır. Yoğun bakım ünitelerinde yatan hastalarda kolonize olan S. aureus suşlarında metisilin direncinin saptanması ve tedavi edilmesi ile oluşabilecek ciddi infeksiyonların önlenmesi sağlanacaktır.
INTRODUCTION: It is aimed to retrospectively investigate the rate of Staphylococcus aureus isolates and methicillin susceptibility in nasal swab samples registered to microbiology laboratory.
METHODS: 1373 Nasal swab samples were sent to the Microbiology Laboratory from İzmir Tepecik Training and Research Hospital Clinic between January 1, 2013 and December 31, 2014 were incubated for 24 hours at 37 ° C with 5% sheep bloody agar cultivation. Reproducible bacteria were evaluated for colony morphology and bacteria from S. aureus colonies were typed by conventional methods (Gram stain, catalase, coagulase) and S. aureus was interpreted as positive. These isolates were tested for susceptibility to methicillin by the Kirby-Bauer disc diffusion method on Muller Hinton AGAR according to CLSI standards
RESULTS: S. aureus was identified in 112 (8.2%) of the evaluated samples, of which 101 (90.2%) were identified as methicillin susceptible S. aureus (MSSA) and 11 (9.8%) were identified as methicillin resistant S. aureus (MRSA). 103 (92%) of the samples were taken from outpatient clinics and 9 (8%) were taken from the services. MRSA was detected in 6 of the samples from the services, 5 of them belonging to intensive care patients and 1 of them belonged to organ transplantation patient.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In our study, S. aureus nasal carriage was found to be 8.2%. S. aureus is an important pathogen in terms of hospital-acquired and community-acquired infections. MSSAs in policlinic patients MRSA are more frequently isolated in service patients, but detection rates in service and outpatient clinics are very close to each other. Identification and treatment of methicillin resistance in S. aureus strains colonized in intensive care units will prevent serious infections that may occur.
Key words: Methicillin resistance, MRSA, MSSA, nasal swab, S. aureus
Makale Özeti | Tam Metin PDF

7.
Dikkat ! Klinik Örneklerden İzole Edilen Stenotrophomanas maltophilia Suşlarının Trimetoprim-sülfametoksazol ve Levofloksasin Direncininde Belirgin Artış Var (2008-2016)Ϯ
Attention ! There is a Significant Increase in Trimetoprim-sulfomethoxazole and Levofloxacin Resistance of Stenotrophomanas maltophilia Strains Isolated from Clinical Samples (2008-2016)
Gülşen Hazırolan, Halime Araz, Aysel Kocagül Çelikbaş, Neriman Aksu
doi: 10.5222/TMCD.2018.134  Sayfalar 134 - 140
GİRİŞ ve AMAÇ: Stenotrophomonas maltophilia sağlık hizmetleri ile ilişkili enfeksiyon etkeni olarak yoğun bakımlarda ve immünsüprese hastalarda sıklığı ve önemi gittikçe artan fırsatçı bir patojendir. Hastaların ağırlıklı olarak solunum yolu örneklerinde, kan ve idrarlarında izole edilmektedir. Birçok antibiyotiğe karşı gösterdiği intrensek direnç nedeniyle tedavisi zordur. Bu çalışmada, sekiz yıllık bir dönemde çeşitli klinik örneklerden izole edilen S. maltophilia suşlarının trimetoprim-sulfametoksazol ve levofloksasin direnç oranlarının ve bu oranların yıllara göre değişiminin saptanması amaçlanmıştır. Artan trimetoprim-sulfametoksazol direnci nedeniyle sadece trimetoprim-sulfametoksazol direncinin bildirilmesinin klinik takip ve tedavide yeterli olup olmayacağı tartışılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda, sekiz yıllık süreçte izole edilmiş olan 195 S. maltophilia suşunun dağılımı ve antimikrobiyal duyarlılığı retrospektif olarak incelenmiştir. Suşların tanımlama ve antibiyotik duyarlılıklarına, Vitek2 Compact (BioMérieux, Fransa), Matrix‐Assisted Laser Desorption/Ionization time‐of‐ flight, Mass Spectrometry (MALDI TOF MS, Bruker, Almanya) sistemi ve Phoenix (Becton Dickinson, ABD) otomatik cihazları ile bakılmıştır.
BULGULAR: Suşlar en sık yoğun bakım kliniğinden gönderilen (n: 63) solunum yolu örneklerinden (n: 25) olarak izole edilmişlerdir. Trimetoprim sulfametoksazol direnci ortalama % 4.08 (0-13.58), levofloksasin direnci %11,71 (0-17.39) olarak tespit edilmiştir. Levofloksasine orta duyarlı yedi suş saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yıllar içinde artan direnç göz önüne alındığında antibiyotik duyarlılığında kısıtlı bildirim yapılması zaten tedavi seçenekleri az olan bir mikroorganizma için klinisyenin işini zorlaştırmaktadır. Bu nedenle suşlar gereğinde daha geniş antibiyotik duyarlılığı çalışılmak üzere saklanmalıdır.
INTRODUCTION: S. maltophilia, is an opportunistic pathogen that increases in frequency and importance in intensive care units and immunocompromised patients. It is predominantly isolated from the blood, urine and respiratory tract specimens of patients. Due to its intrinsic resistance to many antimicrobials, the treatment of patients infected with S. maltophilia is very difficult. The aim of this study is to determine the resistance rates of trimethoprim sulfamethoxazole and levofloxacin of S. maltophilia strains isolated from various clinical specimens in the eight years’ period and the variation of these rates with respect to years. In terms of clinical follow-up and treatment as a clinician, we discussed if it is sufficient to report only trimethoprim sulfamethoxazole resistance in S. maltophilia as there is an increasing resistance to trimethoprim sulfamethoxazole.
METHODS: In our study, the distribution and antimicrobial susceptibility of 195 S. maltophilia isolates that were collected over an eight-year period were examined retrospectively. The identification and antibiotic susceptibility of the strains were examined by the Vitek2 Compact (BioMérieux, France), Matrix‐Assisted Laser Desorption/Ionization time‐of‐ flight, Mass Spectrometry(MALDI TOF MS, Bruker, Germany) system and the Phoenix (Becton Dickinson, USA) automatic devices were used for the identification and antibiotic susceptibility of the strains.
RESULTS: Most of the S. maltophilia strains were isolated from patients in the intensive care units (n = 63), and the largest number of isolates were obtained from respiratory tract specimens (n: 25). The mean resistance for trimethoprim sulfamethoxazole was found to be 4.08% (0-13.58) and levofloxacin resistance was found to be 11.71% (0-17.39). Seven of the strains have intermediate susceptibility to levofloxacin.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Considering the increase in antibiotic resistance over the years, restricted reporting of antibiotic susceptibility for a microorganism which has fewer treatment options makes clinicians' work more difficult. These strains should be kept for further study for antibiotic susceptibility.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

8.
Tıbbi mikrobiyoloji laboratuvarında preanalitik hataların sigmametrik değerlendirilmesi
Sigmametric evaluation of preanalytical errors in a medical microbiology laboratory
Nihan Çeken, Esin Avcı, Hülya Duran
doi: 10.5222/TMCD.2018.141  Sayfalar 141 - 146
GİRİŞ ve AMAÇ: Tıbbi laboratuvar hatalarının %70’inden fazlası preanalitik evrede gerçekleşmektedir. Hataların analizi ve kayıt altına alınması, durum değerlendirilmesi ve hataların önlenebilmesi için gereklidir. Çalışmamızda mikrobiyoloji laboratuvarı preanalitik evre hataları değerlendirilerek 6 sigma yaklaşımı ile değerlendirilmesi sınıflanması amaçlandı.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Tıbbi Mikrobiyoloji Laboratuvarında analiz için uygun olmadığı saptanan numuneler, hata kategorileri, örneklerin geldiği hastane birimleri ve analizi gerçekleştirilen laboratuvar alanları olmak üzere 3 ana başlık altında sınıflandırıldı. Bunun için milyonda hata oranı saptanarak sigmametrik hesaplama yapıldı. Hesaplanan değerler ≥ 5.0 ise çok iyi, 4.0-<5.0 arasında ise iyi, 3.0-<4.0 arasında ise minimum ve <3.0 kabul edilemez olarak sınıflandırıldı.


BULGULAR: Sigmametrik değerlendirmeye göre kabul edilemez ve minimum hata yoktu. ≥ 5.0 sigma değerine sahip olanlar; hata kategorilerine göre yapılan analizde pıhtılı, Lipemik, yetersiz, yanlış kaba alınması, hatalı barkot, laboratuvar analiz birimlerinden ise seroloji idi. 4.0-<5.0 arasında olanlar ise hata kategorilerine göre yapılan analizde hemolizli ve uygun olmayan numune, tüm örnek gelen hastane birimleri (poliklinik, servis ve yoğun bakım), laboratuvar analiz birimlerinden ise nefelometre, ELISA ve bakteriyoloji olarak saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sürekli veri analizi preanalitik evre hatalarının kontrol altına alınması için kaçınılmazdır. Preanalitik faz ile ilgili eğitimlerin sürekliliğinin sağlanması ve teknolojik alt yapının güçlendirilmesi bu evrenin kontrolünü sağlayacak temel faktörlerdir.


INTRODUCTION: More than 70% of medical laboratory errors occur in the pre-analytical phase. Analysis and recording of errors are necessary for evaluation and prevention of errors. We aimed to evaluate the phases of pre-analytical errors of microbiology laboratory and classify them according to 6 sigma approach.


METHODS: Samples which were considered inappropriate for analysis at the medical microbiology laboratory were evaluated under the 3 headings; error category, hospital units and laboratory areas where the analysis were done. Error ratio in one million was determined, and expressed on a sigma scale. The calculated values were classified as “very good” if sigma was ≥ 5.0, classified as “good” if sigma was between 4.0 and <5.0, “minimum” if sigma was between 3.0 and <4.0, and unacceptable if it was <3.0.
RESULTS: There were no unacceptable or minimum errors according to sigmametric evaluation. Those that were evaluated as having a sigma value of ≥ 5.0 were samples with clotted, lipemic, inadequate, inappropriate containers, faulty barcodes, and serology among laboratory analysis units. Those with a sigma value between 4.0<5.0 were samples with hemolysis, inappropriate, all hospital units that the samples had come from (outpatient clinics, wards and intensive unit), nephelometry from laboratory analysis units, ELISA and bacteriology in the analysis according to error categories.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Continuous data analysis is necessary for controlling preanalytic phase errors. Continuity of education on the preanalytical phase and strengthening the technologic infra-structure are fundamental factors in the control of this phase.


Makale Özeti | Tam Metin PDF

OLGU SUNUMU
9.
Seyrek İzole Edilen Bir Bakteriyemi Etkeni: Comamonas Testosteroni (Olgu Sunumu)
An Uncommon Cause Of Bacteremia: Comamonas Testosteroni (A Case Report)
Gülseren Samancı Aktar, Zeynep Ayaydın, Arzu Rahmanalı Onur, Demet Gür Vural, Hakan Temiz
doi: 10.5222/TMCD.2018.147  Sayfalar 147 - 151
Comamonas türleri, diğer Pseudomonas grubunun çok sayıdaki cins ve türünden biridir. Comamonas türlerinden Comamonas testosteroni immün yetmezlikli kişilerde nadiren enfeksiyonlara yol açan bir türdür. Comamonas testosteroni’nin nötropeni öyküsü olan immün sistemi baskılanmış hastalarda bakteriyemi etkeni olabileceğini vurgulamak ve suşun antibiyotik duyarlılığını belirlemek amacıyla olgumuz sunulmuştur. Hematoloji kliniğinde lökopeni nedeniyle yatırılan 30 yaşındaki kadın hastanın laboratuvarımıza gönderilen kan kültür örneği, BD (BectonDickinson) Bactec 9120 (Roche, USA) otomatize kan kültürü cihazına yüklenmiştir. Kan kültürlerinde üreyen gram negatif basil görünümünde, katalaz ve oksidaz pozitif koloniler VİTEK-2 Compact (Biomerieux, France) otomatik identifikasyon cihazına yüklenmiştir. Comamonas testosteroni olarak tanımlanan suş, Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Mikrobiyoloji Laboratuvarına doğrulama amacıyla gönderilerek bu merkezde Matrix-assisted laser desorption ionization-time of flight mass spectrometry (MALDİ-TOF MS) (BrukerDaltonics, Bremen, Germany) Kütle Spektrometre yöntemi ile doğrulanmıştır. Spontan abortus sebebiyle bağışıklık sistemi zayıflamış olan lökopenili olgumuzda üreyen Comamonas testosteroni’nin antibiyotik duyarlılık paterninin belirlenmesi amaçlanmıştır. Buna göre ampisiline orta duyarlı bulunan C. testosteroni, amoksisilin/klavulanik asit, piperasilin/tazobaktam, sefuroksim, sefoksitin, sefoperazon/sulbaktam, trimetoprim/sulfametaksazol, amikasin, gentamisin, siprofloksasin, fosfomisin, imipenem ve meropeneme duyarlı fakat Sefiksim ve seftazidime dirençli bulunmuştur.
Comamonas species is one of the numerous genera and species of the Pseudomonas group. Among Comamonas species, Comamonas testosteroni is a rare cause of infections in immunocompromised individuals. Herein, we present a case to emphasize that C. testosteroni could be a causative agent of bacteremia in immunocompromised patients with a history of neutropenia and to determine antibiotic susceptibility of the strain. Blood culture sample of a 30-year-old female patient, who was admitted to the Hematology Clinic for leukopenia, was transferred to our laboratory and then was loaded into the Bactec 9120 (Becton Dickinson, Roche, USA) automated blood culture system. The gram-negative bacilli-like, catalase- and oxidase-positive colonies grown in the blood culture were then loaded into an automated identification system VITEK-2 Compact (Biomerieux, France). The strain, which was identified as C. testosteroni, was transferred to the Microbiology Laboratory of Marmara University Pendik Training and Research Hospital for verification using the matrix-assisted laser desorption ionization-time of flight mass spectrometry (MALDI-TOF MS; Bruker Daltonics, Bremen, Germany). Accordingly, we aimed to determine antibiotic susceptibility pattern of C. testosteroni grown in our patient with leukopenia whose immune system was compromised due to spontaneous abortion. Accordingly, C. testosteroni, which was found to be intermediate susceptible to ampicillin, was found to be susceptible to amoxicillin/clavulanic acid, piperacillin/tazobactam, cefuroxime, cefoxitin, cefoperazone/sulbactam, trimethoprim/sulfamethoxazole, amikacin, gentamicin, ciprofloxacin, fosfomycin, imipenem and meropenem but resistant to cefixime and ceftazidime.
Makale Özeti | Tam Metin PDF