Volume: 6  Issue: 4 - 2009
Hide Abstracts | << Back
REVIEW ARTICLE
1.Myom, infertility and assisted reproductive technologies
Gürkan Bozdağ, Hulusi Bulent Zeyneloglu
Pages 243 - 249
Myom ve fertilite etkileşimi üzerine tartışmalar uzun bir süredir devam etmektedir. Son derece tartışmalı bir konu üzerine halen fikir birliğine varılamamasının esas nedeni ise randomize, kontrollü çalışmaların eksikliğinden kaynaklanmaktadır. İlk bakışta mevcut retrospektif-gözlemsel ve az sayıdaki prospektif-gözlemsel çalışmalar irdelendiğinde myomun fertilite üzerine hem gebe kalabilirlik hem de gebeliğin devamı açısından olumsuz bir etkisinin olabileceği söylenebilir. Submüköz veya endometrial kaviteye bası yapan intramural yerleşimli myomların varlığında bu etki daha belirgin iken endometriuma bası yapmayan intramural myom vakalarında bu etki mevcut olmakla birlikte daha zayıf bir bilimsel veriye dayanmaktadır. Eldeki literatür verileri incelendiğinde submüköz ve kaviteye bası yapan myom varlığında spontan veya yardımcı üreme teknikleri (YÜT) öncesi myomektomi nispeten rahatlıkla önerilebilinirken, sadece intramural komponenti olan vakalarda rutin myomektomiyi önermek için yeterli bilgi birikimi mevcut değildir. Bu derlemede myomun spontan ve YÜT gebelik oranları ile ilişkisi ile gebeliğin devamı üzerine etkisi irdelenecek, tedaviye karar verilmesi durumunda hangi yaklaşımın hasta yararına olabileceği güncel çalışmalar ışığında tartışılacaktır.
There is an ongoing debate about the effect of leiomyomata on reproductive outcome. The absence of randomized controlled trials is the main reason why this hot topic has been still actual. Generally, based on the available literature, it may be suggested that leiomyomata may have an adverse effect on both fertility and the surveillance of the pregnancy. Although this deleterious effect is more obvious in the presence of submucous or intramural leiomyomata with distortion of the endometrial cavity, this association is based on more inconclusive data in cases with intramural leiomyomata without endometrial distortion. Therefore, while myomectomy should be recommended more precisely in patients with submucous or intramural leiomyomata with distortion of the endometrial cavity before spontaneous conception or assisted reproduction technologies (ART), there is paucity of data to recommend routine treatment in the remaining cohort of patients. In the current review, the impact of leiomyomata on the reproductive performance has been discussed in terms of patients undergoing ART or attempting spontaneous conception.
Abstract | Full Text PDF

RESEARCH
2.Comparison of Nifedipine with Magnesium Sulphate plus Terbutaline for the Treatment of Preterm Labor
Mustafa Kara, Ercan Yılmaz, İbrahim Avcı, Tufan Öge
Pages 250 - 256
AMAÇ: Bu çalışmamızda oral Nifedipin’i, preterm eylemin durdurulmasında Magnezyum Sülfat ve rekürren eylemin önlenmesinde de Terbutalin ile, etki gücü ve yan etkiler açısından karşılaştırmayı amaçladık.
Çalışmanın Yapıldığı Yer: Ağrı Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi
Materyal ve METHOD: Bu çalışmada 20-36. gebelik haftaları arasındaki tekiz gebelere randomize olarak sırayla Nifedipin ve Magnezyum Sülfat verildi. Eylem durdurulduktan sonra Nifedipin grubundaki hastalar oral Nifedipin, Magnezyum Sülfat grubundaki hastalar ise oral Terbutalin ile 36. haftaya kadar tedavi edildi.
SONUÇ: Çalışmamızdaki 77 hastanın 39’una Nifedipin ve 38’ine de Magnezyum Sülfat randomize olarak verildi. Her 2 grup servikal muayene, kontraksiyon sıklığı ve gebelik haftasını da içeren çeşitli parametreler açısından karşılaştırıldı. Sonuç olarak her 2 tedavi protokolünün de eylemi durdurmada ve rekürren eylemi önlemede eşit derecede etkili olduğu bulundu. Her iki çalışma grubunda da benzer yan etki insidansı izlendi.
TARTIŞMA: Bu çalışmada karşılaştırılan her 2 tedavi protokolü de preterm eylemi durdurmada ve rekürren eylemi önlemede eşit derecede etkili olduğu bulunmuştur.
OBJECTIVES: We aimed to compare oral Nifedipine with Magnesium Sulphate to cease preterm labor and with Terbutalin for preventing recurrent preterm labor,with respect to the efficacy and adverse effects.
Setting: Ağrı Maternity and Children Hospital, Ağrı
MATERIAL-METHODS: İn this study,the woman with singleton pregnancies at 20-36 weeks were randomized and given Nifedipine and Magnesium Sulphate,consecutively.After cessation of the labor, the patients in Nifedipine group were treated with oral Nifedipine and the patients in Magnesium sulphate group were treated with oral Terbutaline until the 36th gestational week,if delivery did not occur.
RESULTS: İn our study,out of 77 patients 39 were given Nifedipine and 38 were given Magnesium Sulphate randomly.The two groups were compared according to the parameters such as cervical dilatation,contraction frequency and gestational weeks.Consequencely,both protocols were found equally effectivein ceasing the labor and preventing recurrent preterm labor.Both study groups showed similar incidence of adverse affects.
DISCUSSION: In conclusion,both of the treatment protocols ceased preterm labor and prevented recurrent preterm labor with similar efficacy.
Abstract | Full Text PDF

3.The causes of death in hypertansive disease of pregnancy: seven years' experience in a referral medical center
Ragıp atakan Al, Mehmet Yılmaz, Bünyamin Börekçi, Sedat Kadanalı
Pages 257 - 261
Amaç. Gebeliğin hipertansif hastalıklarına bağlı ölümlerin nedenlerini araştırmak
Yöntem. 2002-2008 yılları arasında Atatürk Üniversitesi Hastanelerinin morg kayıtları incelenerek gebeliğin hipertansif hastalıklarına bağlı ölümler saptandı. Hastaların demografik verileri, hastaneye kabul edildiklerinde klinik ve laboratuar bulguları, tanıları ve ölüm nedenleri hasta dosyalarından retrospektif olarak çıkarıldı
Bulgular. Bu tarihler arasında toplam 15 hasta gebeliğin hipertansif hastalıklarına bağlı olarak ölmüştü. Ölüm nedeni 9 (%60) olguda gros intraserebral hemoraji, 3 (%20) olguda çoklu organ yetmezliği, 1 (%7) olguda ARDS (adult respiratory distress syndrome), 1 (%7) olguda karaciğer rüptürüydü. Bir olguda ölüm nedeni tam olarak saptanamadı. Karaciğer rüptürüne bağlı olgu dışında tüm hastalarda eklampsi saptandı. İki olgu düzenli prenatal bakım almıştı. Sekiz olgu ise gebelik sırasında ilk kez eklampsi nöbeti nedeniyle bir hastaneye başvurmuştu.
Sonuç. Gebeliğin hipertansif hastalıklarına bağlı ölümlerin üçte ikisinin büyük oranda önlenebilir bir neden olan intraserebral kanamadan kaynaklanması prenatal bakımın yetersizliğini yansıtmaktadır. Gebelerin neden yeterli prenatal bakıma almadıkları incelenmelidir.
Objective. To investigate mode of death in hypertensive disease of pregnancy
Methods. Morgue registry was reviewed at Ataturk University Hospital between 2002-2008, and cases related with hypertensive disease of pregnancy were determined. Demographic data, clinical data on admittance, diagnosis and death mode of cases were reviewed.
Results. A total of 15 cases that died of hypertensive disease of pregnancy were found. Death cause was gross intacerebral hemorrhage in 9 cases (%60), multiple organ failure in 3 cases (%20), adult respiratory distress syndrome in 1 case (% 7) and hepatic rupture in 1 case (%7). Mode of death was not known in one case. Only two patients have standard prenatal care. Eight of patients were admitted to a hospital first time when eclamptic convulsions developed.
Conclusion. In the two thirds of the cases, the mode of death was gross intracerebral hemorrhage that was almost a preventable disease. It reflects substandard prenatal care. The processes that cause poor attendance to the prenatal care must be investigated.
Abstract | Full Text PDF

4.A reference range for pregnant women living at high altitude
Ragıp atakan Al, Ilhan Bahri Delibaş, Necla Konar, Ibrahim Karaca, Elif Göl, Ömer Erkan Yapça
Pages 262 - 265
Amaç: Yüksek rakımda yaşayan (1850 m) gebelerde hemoglobin için referans aralığı saptamak.
Yöntem: Erzurum şehir merkezinde yaşayan gebelerde prospektif kesitsel bir çalışma yürütüldü. En az son bir yıldan beri şehir merkezinde yaşayan ve düzenli demir desteği (60 mg/gün elementer Fe+2) alan 5-41 gestasyonel haftalarda gebeler ardışık olarak çalışmaya dahil edildiler. Kronik dahili hastalığı olan, bir ay içerisinde ya da halen bir enfeksiyon hastalığı geçiren, anemi tanısı almış ya da hematolojik bir hastalığı olan gebeler çalışma dışı bırakıldılar. Tüm gebelerden tam kan sayımı ve hemoglobin ölçümü <11 g/dL olan gebelerden ferritin çalışıldı. Ferritin ölçümü <10 µg/dL olan gebeler analiz dışı bırakıldılar. Hemoglobin için % 95 öngörme aralığı ile birlikte regresyon eğrisi çizildi.
Bulgular. Hemoglobin en düşük değerine 28’inci gebelik haftasında ulaşmaktadır. Ortalama hemoglobin (2,5 ve 97,5 persentiller) 5-21 gebelik haftalarında 13,1 g/dL (11,6-14,9), 22-33 haftalarda 12,4 g/dL (11,2-13,9), 34-41 haftalarda 13 g/dL (11,4-15,2) olarak saptandı.
Sonuç. Anemi için hesaplanan ortalama değerler CDC’nin (Central for Disease Control) deniz seviyesi için olan önerilerinden farklıdır. Yüksek rakımlı (1850 civarı) yerleşim yerlerinde yaşayan gebeler için düzeltilmiş hemoglobin değerleri kullanılmalıdır.
Objective. To estimate reference values of hemoglobin for pregnant women living high altitude (1850 m)
Methods. A prospective cross-sectional study were proceeded on the pregnant women living in the center of Erzurum. The pregnant women living for at least one year in the city center, who has a gestational week between 5 and 41 and who take 60 mg/day elementary Fe+2 were included consecutively into the study. Those who have chronic medical illness or have a recent infectious disease or within a month or have hematologic disease or who have diagnosed as anemia were excluded from study. A complete blood count was obtained from all pregnant women and plasma ferritin those have a hemoglobin >11 g/dL. The pregnant women who had a ferritin <10 µg/dL were excluded from final analysis. Reference range with %95 prediction interval for hemoglobin was calculated.
Results. The lowest hemoglobin value was determined at 28th gestational week. Mean hemoglobin (2.5th, 97.5th percentiles) was 13,1 g/dL (11,6-14,9) at 5-21 gestational weeks, 12,4 g/dL (11,2-13,9), at 22-33 weeks, 13 g/dL (11,4-15,2) at 34-41 weeks.
Conclusion. The cutoffs were different from those of CDC estimated for sea level. Corrected hemoglobin values must be used for pregnant women living high altitude
Abstract | Full Text PDF

5.The Association Of First Trimester Papp-A, Free Β-Hcg And Nuchal Translucency With Fetal Birth Weight and Length in Uncomplicated Pregnancies
Hakan Aytan, Ahmet Cantuğ Çalışkan, Fazlı Demirtürk, Hakan Çimşir, Özgül Bekar, Meral Tuğba Acar
Pages 266 - 272
Objektif: Komplikasyonsuz gebeliklerde serbest beta-human koryonik gonadotropin (sβ-hCG) ve pregnancy associated plasma protein-A’nın (PAPP-A) nukal şeffaflık (NT) ile birlikte bebek kilosu ve boyu ile olası ilişkisini araştırmak.
Planlama: Birinci trimester anöploidi taraması esnasında ölçülen NT, maternal sβ-hCG ve PAPP-A, bebek doğum kilosu ve boyu ile ilgili veriler dosyalardan bulundu ve karşılaştırıldı.
Ortam: Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Tokat
Hastalar: Birici trimester anöploidi taraması ve doğumu klinikte yapılan, gebeliğinde komplikasyon görülmeyen 97 gebe
Girişim: Anöloidi taraması ve doğum
Değerlendirme parametreleri: sβ-hCG, PAPP-A ve NT’nin ülkemize göre standardize edilmiş bebek kilosu ve boyu ile ilişkisi
SONUÇ: PAPP-A’nın ülkemize göre standardize edilmiş bebek doğum kilosu ile pozitif bir korelasyon gösterdiği bulunmuştur (r=0.236, p=0.02). Gestasyonel yaşa göre küçük (SGA) bebeklerde PAPP-A değeri normal kilolu bebeklere oranla anlamlı olarak düşük tespit edilmiş (p=0.042, %95 Güven Aralığı: 0.01-0.547), ≤0.85 MoM’luk bir PAPP-A değerinin SGA ile doğacak bebekleri tespit etmede %100’lük duyarlılığa fakat düşük özgüllüğe sahip olduğu bulunmuştur. İncelenen parametrelerin hiçbirinin ülkemize göre standardize edilmiş bebek doğum boyu ile ilişkisinin olmadığı görülmüştür (Z-fetal boy ile sırasıyla sβ-hCG, PAPP-A ve NT MoM için Pearson korelasyon katsayıları 0.049, 0.058 ve 0.121 ve p değerleri 0.632, 0.575 ve 0.242).
YORUM: Birinci trimester tarama testi esnasında PAPP-A seviyesi düşük bulunan gebeler, gebelikleri boyunca herhangi bir komplikasyon gelişmemesi durumunda bile bebek gelişimi açısından dikkatli takip edilmelidirler.
OBJECTIVE: To assess the relationship between the first-trimester screening markers [pregnancy-associated plasma protein A (PAPP-A), free human chorionic gonadotrophin-β (fβ-hCG), nuchal translucency (NT)] and fetal birth weight and length in uncomplicated pregnancies.
Design: Data about first-trimester screening markers and fetal birth weight and length were obtained from patient files and assessed.
Setting: Gaziosmanpaşa University Faculty of Medicine Hospital, Department of Obstetrics and Gynecology, Tokat
Patients: 97 patients who had an uncomplicated pregnancy course and were screened and gave birth in the hospital
Interventions: First trimester aneuploidy screening and birth
Main Outcome Measures: Any possible relation between fβ-hCG, PAPP-A, NT and birh weight and length that were standardized according to Turkish population
RESULTS: PAPP-A was positively correleted with the birth weight that was standardized according to Turkish population (r=0.236, p=0.02). PAPP-A was significantly lower in small for gestational age (SGA) babies when compared with normal weighing babies (p=0.042, 95% CI: 0.01-0.547). A PAPP-A cut-off value of ≤0.85 was foud to have a sensitivity of 100% for detection of SGA babies;however, its specificity was low. No correlation was found between any of the investigated parameters and the fetal length that was standardize according to Turkish population (for Z-fetal length and sβ-hCG, PAPP-A and NT MoM Pearson correlation coefficients were 0.049, 0.058 and 0.121 and p values were 0.632, 0.575 ve 0.242 respectively).
CONCLUSION: Pregnancies that PAPP-A levels are found to be low during first trimester screening must be closely followed-up even no complication has been developed for risk of SGA babies.
Abstract | Full Text PDF

6.HPV infection in premalign and malign cervical lesions
Hakan Yetimalar, Atilla Köksal, Murat İnceoğlu, Burcu Kasap
Pages 273 - 278
Amaç: Bu çalışmada servikal kanser, premalign servikal lezyon ve benign servikal smear sonuçları olan hastaların servikal sürüntü örneklerinde yüksek riskli HPV-DNA ‘nın varlığını ve oranını saptama ve ayrıca bu orana etki eden olası faktörleri tanımlama amaçlandı.
Materyal ve Metod: Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi 3. Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’ne Ocak 2006-Temmuz 2008 tarihleri arasında başvuran ve servikal patoloji (smear ve biopsi) sonuçları servikal kanser, HGSIL, LGSIL veya ASCUS olan 85 hasta, kontrol grubu olarak da smear sonuçları enfeksiyon veya normal olan 178 hasta çalışmaya alındı. Bu hastalarda yaş, ilk cinsel ilişki yaşı, sigara kullanımı, cinsel partner sayısı, menarş yaşı ve kullanılan kontrasepsiyon yöntemi kaydedildi. Hastalardan pap smear ve eş zamanlı olarak serviks transformasyon zonundan ve servikal eksternal os’tan yüksek riskli HPV taraması için sürüntü alındı ve yüksek riskli HPV-DNA varlığı araştırıldı.
Bulgular: Bu çalışmada servikal kanser tanılı hastalarda yüksek riskli HPV-DNA % 65.2 pozitif saptandı. HGSIL tanılı hastaların % 54.8’inde yüksek riskli HPV-DNA pozitif iken LGSIL tanılı hastalarımızın % 25’inde yüksek riskli HPV-DNA pozitif olarak bulundu. Olağan servikal sitoloji sonucuna sahip kadınların ise % 5’inde yüksek riskli HPV-DNA pozitif olarak saptanmıştır.
Tartışma: Bu çalışmada servikal kanser, HGSIL, LGSIL ve ASCUS tanılı hastalar ile olağan servikal sitoloji sonucuna sahip kadınlarda bulunan yüksek riskli HPV-DNA pozitiflik oranı istatistiksel olarak anlamlıdır. Menarş yaşı ve kullanılan kontraseptif yöntem göz önüne alındığında HPV-DNA pozitifliği açısından aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamsız bulunmuştur. İlk koitus yaşı, cinsel partner sayısı, yaş ve sigara kullanımları göz önüne alındığında ise aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.
Aim: Our aim is to detect the incidence and rate of high risk HPV-DNA in patients with cervical cancer,HGSIL,LGSIL or ASCUS and compare those findings with patients presenting with totally benign servical smears as well as to search for the factors influencing these rates.
Materials and Methods: 85 patients with cytologic and histologic proven cervical carcinoma, HGSIL, LGSIL, ASCUS and 178 patients with totally benign (normal or infecton) smear results as a control group who attented to Atatürk Training and Research Hospital 3rd Obstetrics and Gynecology Clinics between the dates of January 2006- July 2008 were included to our study. Within these patients age, first sexual intercourse, age, smoking habit, number of sexual partners, age of menarche and contraception methods were recorded. Pap smears and smears for detection of high risk HPV were taken concurrently from cervical transformation zone and external cervical ostium and the incidence of high risk HPV-DNA were examined.
Results: High risk HPV DNA rate was detected as 65.2% positive in cervical carcinoma patients in our study. High risk HPV-DNA was positive in 54.8% of patients with HGSIL while it was positive in 25% of patients with LGSIL. High risk HPV-DNA was positive in 5% of patients with benign cervical cytology results.
Discussion: The positivity rates of high risk HPV-DNA results in cervical carcinoma, HGSIL, LGSIL patients and in patients with benign cervical cytologies were statistically significant. When the age of menarche and contraception method were considered the HPV-DNA positivity rates’ differences were statistically insignificant.The differences for the age of first sexual intercourse, number of sexual partners, age and smoking habits were statistically significant.
Abstract | Full Text PDF

CASE REPORT
7.Wilson's Disease and Pregnancy: A Case Report.
Işık Üstüner, Hüseyin Levent Keskin, Mustafa Uzun, Ayşegül Çinkaya, Başak Gündüz, Gülay Güleç Ceylan, Ayşe Filiz Avşar
Pages 279 - 282
Wilson hastalığı biliyer bakır atılım bozukluğu sonucu özellikle karaciğer, beyin, böbrek ve korneada toksik miktarda bakır birikmesi ile karakterize otozomal resesif genetik bir hastalıktır. Bu yazıda Wilson hastalığı olan bir gebe olgu sunularak, Wilson hastalarında prenatal genetik danışma, obstetrik yaklaşım ve gebelikte tedavi seçeneklerinin literatür eşliğinde tartışılması amaçlanmıştır.
Wilson’s disease is an autosomal recessive genetic disease that is characterized by a defect in biliary excretion of copper, resulting in copper accumulation especially in the liver, brain, kidney and cornea. Herein we report a pregnant case with Wilson’s disease and will discuss with emphasis on the prenatal genetic counseling, obstetric management and treatment options during pregnancy using the recent literature.
Abstract | Full Text PDF

8.A Fetal Anomaly With Acranian Omphalocel: Case Report and Review of the Literature
Mustafa Kara, Ercan Yılmaz, Bakiye Okumuş, Esra Aran
Pages 283 - 285
AMAÇ: Akrani nadir görülen kranial taban kemiklerinin parsiyel yada komplet yokluğu ile birlikte serebral hemisferlerin anormal gelişimi ile karakterize konjenital bir anomalidir. Bu olgu sunumumuzda, gebeliğin ikinci trimesterinde santral sinir sistemi anomalisi ile beraber omfalosel tespit edilen ve bu nedenle gebeliği sonlandırılan bir hastayı olgu sunumu olarak tartışmayı amaçladık

OLGU: Son adet tarihine göre 31 hafta gebe olan hastanın ultrasonografisinde kranium kemiklerinin izlenememesi ve eş zamanlı olarak omfaloselin saptanması nedeniyle termine edilen fetusun makroskopik görünümünde kalvariumda kemik yapının ve serebral dokunun gelişmediği aynı zamanda da omfaloselin eşlik ettiği saptandı

SONUÇ: Akrani patogenezi bilinmemekle birlikte omfalosel ile santral sinir sistemi anomalileri oldukça sık bir arada bulunmaktadır. Antenatal ultrasonografik inceleme ile tanı çoğunlukla koyulabilmektedir.
OBJECTIVE: Acrani is a rare congenital anomaly with cranial floor bones are partially or completely absence and it is characterized with abnormal development of the cerebral hemispheres. İn this case report, we objected to discuss a patient whose pregnancy is terminated because of second trimester central nervous system anomaly with omphalocel.

CASE: On the ultrasonograpic examination of 31 weeks pregnant women (according to last menstrual period) cranial bones aren't detected and omphalocele is detected and for this reason the pregnancy is terminated. On the macroscopic apperance of the fetus calvarial bone skeleton and cerebral tissue isn't developed and on the other hand the presence of the omphalocele is detected.

CONCLUSION: Acrani although the unknown pathogenesis central nervous system anomalies and omphalocel are very rare seen.
Abstract | Full Text PDF

9.Primary Ovarian Cyst Hydatid: Case Report
İlay Öztürk, T. Umut Kutlu Dilek, İclal Gürses, Saffet Dilek
Pages 286 - 289
Hidatik kistler, hayvanlardan insana iyi pişirilmemiş etlerle bulaşan zoonotik enfeksiyonlardır. Ekinokok ailesi içinde ekinokokus granülozus insanda ortaya çıkan enfeksiyonlarda en fazla izole edilen tiptir. Akciğerler, hidatik kistlerin en çok izlendiği alan olup primer overyen kist hidatik son derece nadirdir. Bu yazıda, nihayi histopatolojik değerlendirmesi overin primer kist hidatiği olarak rapor edilen postmenopozal adneksiyel kitle olgusunu bildirdik.
Hydatid disease is a zoonotic infection which is transmitted from the animals to human by undercooked meats. Echinococcus granulosus is the most commonly detected form of echinococcus family. Although, primary site of echinococcal infection is lungs, primary cyst hydatid disease of the ovary is very rarely reported in the English literature. In this article, we presented a postmenopausal adnexial mass which was finally diagnosed as ovarian hydatid disease.
Abstract | Full Text PDF