Cilt: 52  Sayı: 3 - 2022
Özetleri Gizle | << Geri
DERLEME
1.
Bakteriyosinlerin Sağlık Alanında Kullanımı
Use of Bacteriosins in Health
Ayşenur Fidan, Serpil Uğraş
doi: 10.54453/TMCD.2022.24855  Sayfalar 145 - 157
Mevcut antibiyotiklere dirençli patojenlerin dramatik bir şekilde artışı, artan salgın hastalıklar, üstesinden gelinemeyen nozokomiyal enfeksiyonlar gibi birçok alanda patojenlerle mücadele için alternatif stratejilere gereksinim duyulmaktadır. Bu bağlamda, yapılan çalışmalar, bakteriyosinlerin patojenlerle mücadele de alternatif bir strateji olabileceğini göstermektedir. Bakteriyosinler sağlık alanında antikanser, antiviral, antibiyofilm ve antimikrobiyal etkileri kanıtlanmış olan önemli bakteriyal kaynaklı peptitlerdir. Patojenlerin inhibisyonunu sağlarken canlıya ve çevreye zararsız oluşları bakteriyosinleri daha da önemli hâle getirmektedir. Günümüzde laktik asit bakterilerinin bakteriyosinleri çalışmalarda odak noktası hâline gelmiş olsa da Bacillus sp., Escherichia coli ve Klebsiella pneumoniae gibi diğer üretici bakterilerin bakteriyosinleri de sağlık alanında oldukça önemli sonuçlar vermekte ve bu alanda çalışmalar hızla sürdürülmektedir. Bakteriyosinlerin, patojenler ile mücadele de yeni stratejilerin geliştirilmesinde kilit rol üstlenebileceği öngörülmektedir. Bu derleme çalışmasında, bakteriyosinlerin önemi vurgulanmakta olup, sağlık alanında bakteriyosinlerin kullanım olanaklarını sunan çalışmalara yer verilmiştir.
Alternative strategies are needed to combat pathogens in many areas such as the dramatic increase in pathogens resistant to existing antibiotics, increasing epidemics, and incurable nosocomial infections. Some studies show that bacteriocins can be an alternative strategy in combating pathogens. Bacteriocins are important peptides of bacterial origin with proven anticancer, antiviral, antibiofilm and antimicrobial effects in the health field. Bacteriocins, which provide pathogen inhibition, are considered as very important molecules because they are harmless to living things and the environment. Although bacteriocins produced by lactic acid bacteria are the focus of studies in health, successful findings are obtained as a result of studies with bacteriocins of other producing bacteria such as Bacillus sp., Escherichia coli, Klebsiella pneumoniae and studies with bacteriocins are rapidly continuing. It is predicted that bacteriocins may play a key role in the development of new strategies in the fight against pathogens. This review includes studies that reveal the possibilities of using bacteriocins in health, and as a result, the importance of bacteriocins is emphasized.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA MAKALESI
2.
Doğu Anadolu Bölgesinde Sağlık Hizmeti ile İlişkili Enfeksiyonlara Neden Olan Karbapenem Dirençli Acinetobacter baumannii Suşlarının Klonal İlişkileri ve Antibiyotik Direnç Profilleri
Clonal Relationships and Antibiotic Resistance Profiles of Carbapenem-Resistant Acinetobacter baumannii Strains Associated with Healthcare-Related Infections in Eastern Anatolia Region, Turkey
Ayşe Karacalı Tunç, Togrul Nagiyev, Tülay Kandemir, Melda Meral Öcal, Fatih Köksal
doi: 10.54453/TMCD.2022.49389  Sayfalar 158 - 167
GİRİŞ ve AMAÇ: Sağlık hizmeti ile ilişkili enfeksiyonlara neden olan karbapenem dirençli Acinetobacter baumannii suşlarının hızlı yayılması, tedavide başarısızlıklara yol açmaktadır. Çalışmamızda, Van, Iğdır, Ağrı, Kars ve Ardahan gibi Türkiye’nin doğu illerinde karbapenem dirençli Acinetobacter baumannii suşları arasındaki genotipik ilişkileri ve salgın riskinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmamızla Türkiye’nin doğu sınır illerinin enfeksiyon sürveyansına önemli katkı sağlamayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Konvansiyonel kültür yöntemleriyle fenotipik olarak tanımlanmış 84 karbapenem dirençli Acinetobacter baumannii suşu, blaOXA-51-benzeri gen bölgesi de PCR yöntemiyle tespit edilerek doğrulanmış ve antibiyotik duyarlılıkları sıvı mikrodilüsyon yöntemi ile belirlenmiştir. İzolatlar arasındaki filogenetik ilişki ApaI-PFGE yöntemi ile yapılmıştır. PFGE bant profilleri, %80 ve üzeri benzerlik oranına dayalı olarak Gel COMPARE-II yazılım sistemi kullanılarak analiz edilmiştir.
BULGULAR: Karbapenem dirençli 84 Acinetobacter baumannii izolatlarının 22 tanesi sekiz farklı pulsotipte %100 klonal ilişki bulunmuş ve %100 benzer izolatların aynı illerde kendi aralarında pulsotip oluşturduğu gözlemlenmiştir. En fazla benzerliğin Van suşlarına ait olduğu tespit edilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Karbapenem dirençli Acinetobacter baumannii klonlarının ilişkisi Türkiye’nin Doğu Anadolu bölgesine de hâkim olduğunun bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir. Ülkemizin farklı bölgelerinde yapılan araştırmalar ile kıyaslandığında, izole edilen Acinetobacter baumannii suşlarının antibiyotik direncinin diğer bölgelere oranla daha düşük insidans da ancak farklı hastanelerde benzer klonların görülmesinin, karbapenem dirençli Acinetobacter baumannii için düşünülen “belirli dirençli klonlar bütün dünyada hastanelere ve topluma hâkim olacak” korkusunu destekler niteliktedir.
INTRODUCTION: Huge increase of carbapenem-resistant Acinetobacter baumannii strains associated with healthcare-associated infections is a leading cause of treatment failures. In our study, we aimed to evaluate the genotypic relationships and epidemic risks of carbapenem-resistant Acinetobacter baumannii strains in eastern provinces of Turkey, such as Van, Iğdır, Ağrı, Kars and Ardahan. We also aim to contribute to the surveillance of these infections in the eastern border provinces of Turkey, with our study.
METHODS: A total of 84 carbapenem-resistant Acinetobacter baumannii strains, which were previously identified according to their phenotypes by conventional culture methods were then confirmed genotypically using
blaOXA-51-like genes by PCR. Their antibiotic susceptibility profiles were determined by liquid microdilution method. The phylogenetic relationship between the isolates was assessed using the ApaI-PFGE method. The PFGE band profiles were analized by using the Gel COMPARE-II software system based on a similarity rate of 80% and above.
RESULTS: Twenty two of 84 carbapenem-resistant Acinetobacter baumannii isolates showed 100% clonal relationship in eight different pulsotypes. It was observed that 100% similar isolates formed a pulsotype among themselves in the same provinces, where the highest similarity was within the strains from Van province.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Association of carbapenem-resistant Acinetobacter baumannii clones should be considered as an indication that Turkey dominates the Eastern Anatolia Region as well. When compared to similar studies from different regions of our country, it was observed that antibiotic resistance of isolated Acinetobacter baumannii strains had lower incidence than other regions. However, the finding of similar clones in different hospitals supports the common fear of carbapenem-resistant Acinetobacter baumannii strains: “certain resistant clones will dominate hospitals and society all over the world”.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

3.
Servikal Fırça Örneklerinde İnsan Papilloma Virüs Prevalansı ve Genotip Dağılımı; Üç Yıllık Analiz
Human Papillomavirus Prevalence and Genotype Distribution in Servical Swab Samples: Outcomes of a Three-Year Analysis
Bilal Olcay Peker, Tuba Müderris, Süreyya Gül Yurtsever, Selçuk Kaya
doi: 10.54453/TMCD.2022.72473  Sayfalar 168 - 174
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, laboratuvarımızda servikal fırça örneklerinde çalışılan insan papilloma virüs (HPV) DNA test sonuçlarına ait üç yıllık veriler analiz edildi.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2019-Aralık 2021 yılları arasında hastaların (18-85 yaş) servikal fırça örneklerinde yüksek risk (HR) HPV-DNA gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu (GZ-PZR) ile, Abbott RealTime High Risk HPV kiti kullanılarak m2000 (Abbott, Wiesbaden, Almanya) ve Cobas HPV kiti kullanılarak LightCycler 480 GZ-PZR sistemi (Roche Diagnostics, Indianapolis, ABD) ile analiz edildi. Kalitatif sonuçlar HPV16, 18 ve diğer HR-HPV (HPV31, 33, 35, 39, 45, 51, 52, 56, 58, 59, 66 ve 68) için rapor edildi. Sonuçlar hasta yaş gruplarına (<25, 25-29, 30-34, 35-39, 40-44, 45-49, 50-54, 55-59, 60-65, >65) göre analiz edildi.
BULGULAR: HPV-DNA pozitiflik oranı %18.6 (1.231/6.609) saptandı. HPV-DNA pozitif (40.9±10.8, aralık: 18-76 yaş) ve negative (43.2±9.8, aralık: 19-85 yaş) hastaların yaş ortalaması arasındaki fark anlamlı bulundu (p<0.001). HPV16, 18 ve diğer HR-HPV için pozitiflik oranları sırasıyla %3.3, %0.7 ve %11.9 olarak saptandı. Çoklu HPV için pozitiflik oranı %2.5 (169/6609) idi. Pozitif sonuçlar arasındaki oran, HPV16, 18, diğer HR-HPV ve çoklu HPV genotip için sırasıyla %17.7, %4.2, %64.2 ve %3.7 olarak bulundu (p<0.001). HPV-DNA pozitiflik oranları <25
ve 25-29 yaş için sırasıyla %40.9 ve %27.2 olarak saptandı. HPV-DNA pozitiflik oranının yaş ile birlikte azaldığı (r2=-0.08, p=0.01), 30-34 ve 60-65 yaş aralıklarında pik yaptığı saptandı (%21.9 ve %18.8, p<0.001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda analiz edilen hasta grubunda, HR-HPV DNA pozitiflik oranı %18.6’dır. Genç ve ileri yaş gruplarında HPV-DNA pozitiflik oranları artmaktadır. Aşı programları dışında kalan duyarlı popülasyona uygulanacak tarama programları, servikal kanserin kontrol altına alınmasına, erken tanı ve tedavisine olanak sağlayabilir.
INTRODUCTION: We analyzed the results of a three-year analysis of human papillomavirus (HPV) DNA tests performed on servical swabs in our laboratory.
METHODS: High-risk(HR) HPV-DNA in cervical swabs from patients (18–85 years) were assessed by real-time polymerase chain reaction (rt-PCR), using Abbott RealTime High Risk HPV (Abbott, Wiesbaden, Germany) and Cobas HPV test (Roche Diagnostics, Indianapolis, USA) kits between January 2019 and December 2021. Qualitative results were reported for HPV16, 18 and other HR-HPV (HPV31, 33, 35, 39, 45, 51, 52, 56, 58, 59, 66 and 68) genotypes. Results were analyzed according to the age groups of the patients (<25, 25–29, 30–34, 35–39, 40–44, 45–49, 50–54, 55–59, 60–65, >65).
RESULTS: The HPV-DNA positivity rate was 18.6% (1231/6609). The mean age of HPV-DNA positive patients (40.9±10.8 range: 18–76 years) was lower than that of negative patients (43.2±9.8, range: 19–85 years) (p<0.001). Positivity rates for HPV16, 18 and other HR-HPV were 3.3%, 0.7% and 11.9%, respectively. The positivity rate for multiple HPV was 2.5% (169/6609). The ratios between positives were 17.7%, 4.2%, 64.2% and 13.7% for HPV16, 18, other HR-HPV and multiple HPV genotypes, respectively (p<0.001). HPV-DNA positivity rates were found to be 40.9% and 27.2% for <25 and 25–29 years old. HPV-DNA positivity rate decreases with age (r2=-0.08, p=0.01) and peaks between 30–34 and 60–65 years of age (21.9% and 18.8%, p<0.001).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In our study group, HPV-DNA positivity rate was 18.6%. HPV-DNA positivity rates are elevated in young and older age groups. Screening programs applied to susceptible populations other than vaccination programs may enable cervical cancer control, early diagnosis and treatment.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

4.
Nozokomiyal Pseudomonas aeruginosa İzolatlarında Antimikrobiyal Duyarlılık Sonuçlarının EUCAST ve CLSI Sınır Değerlerine Göre Karşılaştırılması ve Metallo Beta Laktamaz Varlığının Fenotipik Yöntemlerle Araştırılması
Comparison of Antimicrobial Susceptibility of Nosocomial Pseudomonas aeruginosa Isolates According to EUCAST and CLSI Breakpoints and Investigation of the Existance of Metallo Beta Lactamase by Phenotypic Methods
Sulhiye Aslan, Gülgün Yenişehirli, Bahise Çağla Taşkın Dalgıç, Aydan Yenişehirli
doi: 10.54453/TMCD.2022.07379  Sayfalar 175 - 183
GİRİŞ ve AMAÇ: Yüksek morbidite ve mortaliteleri nedeniyle nozokomiyal Pseudomonas aeruginosa enfeksiyonları ciddi sağlık sorunu olarak kabul edilmektedir. Antimikrobiyal direnç oranlarının artması tedavi seçeneklerinin kısıtlanmasına yol açmaktadır. Bu çalışmanın amacı, hastanemizden izole edilen 250 nozokomiyal Pseudomonas aeruginosa izolatında antimikrobiyal direnç durumlarının EUCAST-2022 ve CLSI-2022 sınır değerlerine göre karşılaştırılmasının yanı sıra metallo-beta-laktamaz (MBL) aktivitesi varlığının da farklı fenotipik yöntemlerle değerlendirilmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Pseudomonas aeruginosa izolatının antibiyotik duyarlılık testleri disk difüzyon yöntemi kullanılarak yapıldı. Sonuçlar EUCAST (The European Committee on Antimicrobial Susceptibility Testing) ve CLSI (Clinical Laboratory Standards Institute) standartlarına göre değerlendirildi. Karbapenem dirençli izolatlarda metallo-betalaktamaz (MBL) üretimi, çift disk sinerji testi, kombine disk difüzyon testi ve modifiye hodge testi kullanılarak araştırıldı.
BULGULAR: Çalışmamızda, nozokomiyal P. aeruginosa izolatları en fazla solunum yolundan, ikinci sıklıkta idrardan izole edilmiştir. Test edilen antibiyotikler içinde P. aeruginosa izolatlarının en duyarlı olduğu antibiyotik EUCAST-2022 kriterlerine göre seftazidim-avibaktam (%96), CLSI-2022 kriterlerine göre seftolozan-tazobaktamdı (%95.2). EUCAST ve CLSI kriterlerine göre belirlenen duyarlılık durumları karşılaştırıldığında, P. aeruginosa izolatlarının EUCAST kriterlerine göre amikasine daha duyarlı; siprofloksasin, levofloksasin, tikarsilin-klavulonik asit, sefepim, aztreonam, imipeneme ve doripeneme daha dirençli olduğu belirlendi. EUCAST kriterlerine göre belirlenen çoklu ilaç direnci (%98), CLSI kriterlerine göre belirlenen çoklu ilaç direncinden (%36) yüksek bulundu. Nozokomiyal P. aeruginosa izolatlarının MBL pozitifliği kombine disk difüzyon testi ile %36.8, çift disk sinerji testi ile %38.2 ve modifiye hodge testi ile %36.8 olarak tespit edildi. Diğer yandan MBL üretimini saptayabilmeleri yönünden testler arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: EUCAST kriterlerine göre değerlendirildiğinde, nozokomiyal P. aeruginosa izolatlarında siprofloksasin, levofloksasin, tikarsilin-klavulonik asit, sefepim, aztreonam, imipenem ve doripenem direnç oranları daha yüksektir. MBL üretiminin ve çoklu ilaç direnci sıklığının nozokomiyal P. aeruginosa izolatlarında yaygın olarak görülmesi, tedavi seçeneklerinin önemli ölçüde kısıtlanmasına yol açmaktadır. Tedavide uygun antimikrobiyal ajanın seçimi, direnç gelişiminin ve yayılımının yakın takibi için antibiyotik duyarlılık testlerinin uygulanmasının yanı sıra fenotipik yöntemlerle MBL varlığının da araştırılması oldukça önemlidir.
INTRODUCTION: Nosocomial Pseudomonas aeruginosa infections are accepted a serious healthcare problem with a high morbidity and mortality rates. Therapeutic options are restricted increasingly due to the development of resistance. The purpose of this study was to compare the antimicrobial resistance status of 250 nosocomial Pseudomonas aeruginosa isolates from our hospital according to EUCAST-2022 and CLSI-2022 breakpoints and also evaluate the presence of metallo-beta-lactamase (MBL) activity by different phenotypic methods.
METHODS: Antibiotic susceptibility testing of 250 nosocomial P. aeruginosa isolates were performed using disc diffusion method. The results were evaluated according to EUCAST (The European Committee on Antimicrobial Susceptibility Testing) and CLSI (Clinical Laboratory Standards Institute) criteria. MBL production of carbapenem resistant isolates were screened by double disk synergy test, combined disk diffusion test and modified hodge test.
RESULTS: In our study, nosocomial P. aeruginosa isolates were most frequently isolated from respiratory tract samples, followed by urine samples. Among the tested antibiotics, nosocomial P. aeruginosa isolates were most sensitive to ceftazidime-avibactam (96%) according to EUCAST-2022 criteria, and ceftolozane-tazobactam (95.2%) according to CLSI-2022 criteria. When the susceptibility profiles of P. aeruginosa isolates were compared according to EUCAST and CLSI criteria; the higher resistance rates for ciprofloxacin, levofloxacin, ticarcillin-clavulanic acid, cefepime, aztreonam, imipenem and doripenem were observed according to EUCAST-2022 criteria. In contrast amikacin resistance rate was found to be lower according to CLSI-2022 criteria. MDR (98%) determined according to EUCAST-2022 criteria was found to be higher than MDR determined according to CLSI-2022 criteria (36%). MBL positivity was found to be 36.8% with the combined disc diffusion test, 38.2% with the double disc synergy test and 36.8% with the modified Hodge test. In terms of MBL production, we didn’t observe any statistical significance between the phenotypic methods.
DISCUSSION AND CONCLUSION: When evaluated according to EUCAST-2022 criteria, resistance rates of ciprofloxacin, levofloxacin, ticarcillin-clavulanic acid, cefepime, aztreonam, imipenem and doripenem are higher in nosocomial P. aeruginosa isolates. Increased MBL production and multi drug resistance in nosocomial P. aeruginosa isolates result in significant limitation of treatment options. Besides the antimicrobial susceptibility testing, phenotypic MBL screening methods must be performed for the selection of the appropriate antimicrobial therapy and for the close monitoring the development and spread of resistance.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

5.
Gram Negatif Bakterilerde Modifiye Sıvı Disk Elüsyon Yöntemi ile Kolistin Direncinin Belirlenmesi
Determination of Colistin Resistance in Gram Negative Bacteria by Modified Broth Disk Elution Method
Nazmiye Ülkü Tüzemen, Özlem Işık, Bekir Akça, Cüneyt Özakın
doi: 10.54453/TMCD.2022.37167  Sayfalar 184 - 191
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamız, kolistin direncini malzeme ve iş yükünden tasarruf ederek sıvı disk elüsyon (SDE) yönteminde kullanılan tüp ve kolistin diski sayısını azaltarak, iş yükü fazla olan tıbbi mikrobiyoloji laboratuvarlarının kullanabileceği alternatif bir yöntemi sunmak ve referans yöntem ile performansını karşılaştırmak amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastanemizde 2020-2022 yılları arasında çeşitli klinik örneklerden izole edilen 100 adet otomatize sistem ile kolistin duyarlı, 50 adet kolistin dirençli Gram negatif bakteri çalışmaya alınmıştır. Tek tüp ile yapılan modifiye SDE yönteminin ve otomatize sistemin sonuçları, referans yöntem olan sıvı mikrodilüsyon (SMD) yöntemi ile kategorik uyum (KU),çok büyük hata (ÇBH) ve büyük hata (BH) oranları ile karşılaştırılmıştır.
BULGULAR: Otomatize sistemin tüm izolatlarda KU %86, ÇBH oranı %10.7 ve BH oranı %3.3 olarak bulunmuştur. Modifiye SDE yönteminin ise tüm izolatlarda KU %80, ÇBH oranı %4 ve BH oranı %16 olarak bulunmuştur. Otomatize sistemde ÇBH olarak yorumlanan 16 izolatın 10’u (%62.5) modifiye SDE yönteminde olması gerektiği gibi dirençli, BH olarak yorumlanan beş izolatın üçü (%60) ise modifiye SDE yönteminde olması gerektiği gibi duyarlı olarak saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çoğu mikrobiyoloji laboratuvarında antibiyotik duyarlılık testinde kullanılan otomatize sistemin KU’mu ISO standartlarına yakın olmasına rağmen, kolistin duyarlılığı açısından ÇBH oranının çok fazla olduğu, bunların modifiye SDE yöntemi ile çalışıldığında bu oranın azaldığı saptanmıştır. Özellikle günlük antibiyogram sayısı fazla olan mikrobiyoloji laboratuvarlarında kolistin duyarlılık sonuçlarının SMD yöntemi ile çalışılamadığı durumlarda, Enterobacteriaceae ve Pseudomonas spp. izolatlarında otomatize sistemde kolistin duyarlı ise modifiye SDE yöntemi ile çalışılmasının daha güvenilir bir sonuç verdiği görülmüştür.
INTRODUCTION: The aims of this study were to evaluate the performance of the Modified Broth Disk Elution (BDE) test with diminished test tubes and colistin disks, compare it with the reference method and consequently hope to present an alternative method for busy microbiology laboratories.
METHODS: A total of 100 colistin-susceptible and 50 colistin-resistant gram-negative bacteria, isolated from various clinical samples in our hospital between 2020-2022 with the automated system were included in this study. The results of the modified BDE method and the automated system were compared with the reference method as broth microdilution (BMD), with categorical agreement (CA), very major error (VME) and major error (ME) rates.
RESULTS: Overall, the categorical agreement (CA) rate of the automated system was 86%, VME rate was 10.7%, and ME rate was 3.3%. In the modified BDE method, these rates were 80%, 4% and 16%, respectively. Ten of the 16 (62.5%) isolates which were interpreted as VME in the automated system, were found to be resistant in modified BDE method. Similarly, three of five (60%) isolates which were interpreted as ME, were found to be susceptible in the modified BDE method.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Although the CA of the automated system is close to ISO standards, it was found that the rate of VME was very high in terms of colistin sensitivity, and this rate decreased when these were studied with the modified BDE method. When colistin susceptibility tests could not be studied with the BMD method, and if isolates of Enterobacteriaceae and Pseudomonas spp. are found as susceptible in the automated system, the modified BDE method gives more reliable results.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

6.
İstanbul Aydın Üniversitesi Sağlık ile İlgili Fakülte Öğrencilerinin HIV/AIDS Farkındalık Düzeylerinin Değerlendirilmesi
Evaluation of HIV/AIDS Awareness Levels of Health-Related Faculty Students of Istanbul Aydın University
Özge Altınok, Özge Altınok, Turan Onur Bayazıt, Ali Ağaçfidan
doi: 10.54453/TMCD.2022.82612  Sayfalar 192 - 201
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, İstanbul Aydın Üniversitesi (İAÜ) sağlık ile ilgili fakülte öğrencilerinin HIV/AIDS farkındalık düzeylerinin değerlendirilmesi ve bu hasta grubuna karşı tutumlarının belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmaya İAÜ Tıp, Diş Hekimliği ve Sağlık Bilimleri Fakültesi öğrencisi olan 160 kişi katıldı. Katılımcılara 50 sorudan oluşan anket uygulandı.
BULGULAR: Araştırmaya İAÜ öğrencisi 160 kişi katılmış, 154 kişi (kadın=115, erkek=39) anketi tamamlamıştır. Kadın katılımcıların ortalama yaşları 21.42, erkeklerin 22 idi. Katılımcıların %63’ü sağlık bilimleri, %31.8’i tıp ve %5.2’si ise diş hekimliği fakültesi öğrencisiydi. Genel bilgi düzeyinin değerlendirildiği soru grubuna ortalama olarak %77.02; bulaş yollarının değerlendirildiği soru grubuna %65.84; risk gruplarının değerlendirildiği soru grubuna %64.88; korunma ve tedavinin değerlendirildiği soru grubuna %60.59; tutumların dağılımının değerlendirildiği soru grubuna ortalama %70.28 doğru yanıt verildi (p<0.01). Katılımcılar AIDS/HIV hakkındaki bilgilerini %85.63 internetten, %4.38 radyodan edindiklerini belirtmişlerdi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Tutumlar açısından değerlendirildiğinde, internetten yanlış olarak edinilen bilgilerin bir kısmının sağlık eğitimi alan öğrencilerde bile olumsuz tutum sergilemesine neden olduğu gözlendi. İnternetteki bilgi kirliliğinin yanında, nefret dilinin de giderilmesi, AIDS ve AIDS’ten korunma yolları hakkında okullarda tüm öğrencilere eğitim verilmesiyle bireylerin HIV/AIDS farkındalık düzeyinin artacağına ve damgalamanın toplumdaki yerinin azalacağına inanmaktayız. Gençler arasında önemli bir öğrenme aracı olan akran eğitiminden üniversite kampüslerinde HIV/AIDS farkındalığını arttırma amacıyla yararlanılabileceği düşüncesindeyiz. Araştırma, HIV/AIDS konu alan film-dizi senaryoları hazırlanırken, viroloji, mikrobiyoloji ya da enfeksiyon hastalıkları uzmanlarından medikal danışmanlık alınmasının önemini göstermektedir.
INTRODUCTION: It is aimed to evaluate HIV/AIDS awareness levels of health-related faculty students at Istanbul Aydın University (IAU) and determine their attitudes towards this patient group.
METHODS: IAU Faculty of Medicine, Dentistry, and Health Sciences students participated in this study. A questionnaire consisting of 50 questions was applied to participants.
RESULTS: A total of 154 of 160 students who participated in the study completed the questionnaire (female: 115, male: 39). The mean agewas 21.42 and 22 for the girls and boys, respectively. Regarding the faculties of the participants, 63% were from the Health Sciences while 31.8% from Medicine and 5.2% from Dentistry. The ratios of the correct answers to the question categories were listed as follows: general information 77.02%; transmission route of the disease 65.84%; risk groups 64.88%; prevention and treatment 60.59% and the attitudes towards the patients were 70.28% (p<0.01). The participants reported that they acquired their knowledge on AIDS from the internet (85.63%) and radio broadcast (4.38%).
DISCUSSION AND CONCLUSION: It was observed that incorrect information received from the internet caused the development of negative attitudes, even in students from Health-related faculties. Prevention of the transmission of fraud information and speech of hate on AIDS disease and the patients, together with the peer education, which is an important learning tool among young people, can be used to increase HIV/AIDS awareness in university campuses and prevent the social stigma related to AIDS in public. The research shows the importance of getting medical advice from Virology, Microbiology, or Infectious Diseases specialists when preparing movie-series scenarios about HIV/AIDS.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

7.
Rekürren Aftöz Stomatitlerin Etiyolojisinde Herpes Simpleks Virüs-1, Herpes Simpleks Virüs-2 ve Chlamydia trachomatis’in Rolünün Araştırılması
Investigation of the Role of Herpes Simplex Virus-1, Herpes Simplex Virus-2 and Chlamydia trachomatis in the Etiology of Recurrent Aphthous Stomatitis
Cem Baysal, Mustafa Önel, Emel Bozkaya, Şükrü Şirin, Ali Ağaçfidan
doi: 10.54453/TMCD.2021.96720  Sayfalar 202 - 207
GİRİŞ ve AMAÇ: Rekürren aftöz stomatit (RAS), oral mukozanın en yaygın ülseratif hastalıklardan biridir. Herpes Simpleks Virus (HSV) RAS’in etkeni olarak gösterilmiş, ancak etiyolojisindeki rolü kesin olarak kanıtlanamamıştır. Bu çalışmada, HSV ve Chlamydia trachomatis’in RAS’in etiyolojisindeki rolünün belirlenmesi ilk kez amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya RAS’lı 25 hasta dâhil edilmiştir. Hastalardan alınan biyopsi örneklerinde HSV Hücre kültürü, Direkt Fluoresan Antikor (DFA) yöntemiyle, C. trachomatis ise biyopsi örneklerinde Hücre Kültürü, DFA ve kan örneklerinde ise ELISA yöntemleri ile araştırılmıştır.
BULGULAR: Hiçbir hastanın hücre kültürü ve DFA testi sonuçlarında HSV-1 ve HSV-2 pozitifliğine rastlanmamıştır. C. trachomatis için 25 hastanın örnekleriyle yapılan hücre kültürü ilk pasaj sonunda, üç hastada (%12) kuşkulu/olası pozitiflik, DFA testleri sonucunda ise 16 hastada (%64) pozitiflik saptanmıştır. C. trachomatis’e ait serolojik test sonuçları incelendiğinde altı hastada yalnızca IgM (%24), altı hastada yalnızca IgG (%24), iki hastada ise IgG ve IgM (%8) antikorları birlikte pozitif bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda yer alan hastalarda HSV’nun izole edilmemesinin yanı sıra DFA testi ile de saptanmamış olması, bu etkenin RAS etiyolojisinde rol oynamadığını düşündürebilir. C. trachomatis test sonuçlarından elde edilen pozitiflik RAS ile C. trachomatis’i ilişkilendirmede dikkat çekici olabilir. Bu nedenle, RAS’lerde C. trachomatis’in rolünün başka çalışmalar ile desteklenerek araştırılması gerekir.
INTRODUCTION: Recurrent aphthous stomatitis(RAS) is one of the most common ulcerative diseases of the oral mucosa.Herpes Simplex Virus(HSV) has been shown as the causative agent of RAS but its role in its etiology has not been definitively proven. This study was primarily aimed to determine the role of HSV and Chlamydia trachomatis in the etiology of RAS.
METHODS: 25 patients with RAS were included in the study. In biopsy samples taken from the patients, HSV was investigated by cell culture and DFA method, and C. trachomatis was investigated by Cell Culture,DFA methods in biopsy samples and ELISA methods in blood samples.
RESULTS: HSV-1 and HSV-2 positivity were not found in cell culture and DFA test results. At the end of the first passage of cell culture for C.trachomatis with samples from 25 patients, suspectious/possible positivity was found in three patients(12%),and positivity was found in 16 patients (64%) as a result of DFA tests. When the serological test results of C.trachomatis were examined, only IgM(24%) antibodies were found in six patients, only IgG(24%) in six patients, and IgG and IgM antibodies together in two patients (8%).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In addition to the fact that HSV was not isolated in the patients in our study, it was not detected by DFA test, which may suggest that this factor does not play a role in the etiology of RAS. The positivity obtained from the C. trachomatis test results may be remarkable in associating RAS with C. trachomatis. Therefore, the role of C. trachomatis in RAS should be investigated by supporting it with other future studies.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

8.
Architect® EBV Antikor Panel Sonuçları ve EBV Tanı Algoritmalarının Değerlendirilmesi
Evaluation of Architect® EBV Antibody Panel Results and EBV Diagnostic Algorithms
Özgür Appak, Abdurrahman Gülmez, Arzu Sayıner
doi: 10.54453/TMCD.2022.46354  Sayfalar 208 - 215
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda, EBV’ye özgül VCA IgM, VCA IgG ve EBNA-1 IgG antikor sonuçlarının analizi, seroepidemiyolojik verilerin elde edilmesi, EBV test algoritmalarının kullanılabilirliğinin ve maliyet üzerine olan etkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Seroloji Laboratuvarı’na Ocak 2018-Aralık 2021 tarihleri arasında gönderilen ve Architect® (Abbott) cihazı ile EBV serolojisi çalışılan hastaların sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi. EBV tanısında başlangıç testi olarak anti-VCA M/G ve anti-EBNA-1 IgG yaklaşımların etkileri incelendi.
BULGULAR: Çalışma döneminde 6.529 serum örneği değerlendirildi. EBV seropozitifliği %86 iken, EBV klinik profili olarak geçirilmiş enfeksiyon en sık görülen profildi. Atipik EBV profil oranı %12.6 olup, her üç testin birlikte pozitifliği ve izole VCA IgG pozitifliği sık görüldü. Anti-VCA (VCA IgM/VCA IgG) yaklaşımı tüm olguların %14.8’inde EBNA-1 IgG testinin kullanılmasını, anti-EBNA (EBNA-1 IgG) yaklaşımı ise tüm olguların %76.7’sinde VCA IgG ve IgM testlerinin kullanılmasını gereksiz kıldı. Anti-VCA yaklaşımı ile izole EBNA-1 IgG olgularının, anti-EBNA yaklaşımı ile reaktivasyon olgularının hatalı yorumlanabileceği saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda saptanan seropozitiflik oranımız ülkemiz verileri ile uyumludur. EBNA-1 IgG yaklaşımı kit tasarrufu sağlayarak test maliyetlerini yaklaşık %50 oranında azalttığı, immünkompetan kişilerde uygulanabileceği sonucuna varılmıştır.
INTRODUCTION: In the study, it is aimed to analyze the results of EBV-specific VCA IgM, VCA IgG and EBNA-1 IgG antibodies, to obtain seroepidemiological data and to evaluate the usability of EBV test algorithms and their effects on cost.
METHODS: The test results of the patients whose EBV serology was evaluated with the Architect® (Abbott) device in the Serology Laboratory between January 2018 and December 2021 were evaluated retrospectively. The effects of two different test algorithms initiated according to the anti-VCA and anti-EBNA results were examined.
RESULTS: During the study period, 6529 serum samples were evaluated. The EBV seropositivity rate was 86%, and the most common EBV clinical profile was ‘past infection’. Atypical EBV profile rate was 12.6%, and positivity of all three tests together and isolated VCA IgG positivity were common. While the anti-VCA (VCA IgM/VCA IgG) approach makes it unnecessary to use the EBNA-1 IgG test in 14.8% of all cases, the anti-EBNA (EBNA-1 IgG) approach makes it unnecessary to use VCA IgM-VCA IgG tests in 76.7% of all cases. It was determined that isolated EBNA-1 IgG cases in the anti-VCA approach and reactivation cases in the anti-EBNA approach could be misinterpreted.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The seropositivity rate determined in our study is consistent with the data of our country. The EBNA-1 IgG approach reduces testing costs by approximately 50%, and it has been concluded that this algorithm can be applied in immunocompetent individuals.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

9.
İntestinal Parazit Saptanan Gaita Örneklerinde Adenovirüs/Rotavirüs ve Gizli Kan Pozitifliğinin Araştırılması
Investigation of Adenovirus/Rotavirus and Occult Blood Positivity in Stool Samples with Intestinal Parasites
Filiz Demirel, Aydan Yıldız, Hacer Aytekin Börü
doi: 10.54453/TMCD.2022.74436  Sayfalar 216 - 222
GİRİŞ ve AMAÇ: İntestinal paraziter enfeksiyonlar (İPE) özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler başta olmak üzere tüm dünyada yaygın olarak görülmektedir. İPE, özellikle gelişme çağındaki çocuklarda malnütrisyon, malabsorbsiyon, anemi, büyüme geriliği, öğrenme güçlüğü, ishal ve diğer gastrointestinal sistem yakınmalarına neden olmaktadır. Rotavirüs ve adenovirüs özellikle çocuklarda klinik önem taşıyan ve sık görülen viral akut gastroenterit etkenleridir. Özellikle çocukluk çağındaki akut gastroenteritlerde birden fazla etkenin rol aldığı koenfeksiyonlar görülebilmektedir. Bu çalışmada, İPE ile adenovirüs ve rotavirüs enfeksiyonlarının birlikte görülme sıklıklarının araştırılması, intestinal parazit varlığı ile gaitada gizli kan pozitifliği arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya gastrointestinal yakınmaları olan toplam 136 hasta dâhil edilmiştir. Konvansiyonel yöntemlerle parazitolojik incelemeleri yapılmış gaita örneklerinde ticari hızlı tanı kitleri kullanılarak gizli kan, adenovirüs/rotavirüs ve Cryptosporidium parvum/ Giardia intestinalis/ Entamoeba histolytica antijenleri araştırılmıştır.
BULGULAR: Konvansiyonel incelemeler sonucunda, gaitada bir ya da daha fazla sayıda IP tespit edilen 68 hastanın yaş ortalaması 31.7, intestinal parazite rastlanmayan 68 hastanın yaş ortalaması 36.6 idi. IP tespit edilen 68 hastanın 57’sinde (%83.8) Blastocystis sp. saptandı. Gaitada C. parvum/ G. intestinalis /E. histolytica antijen testi çalışılan toplam 136 gaita örneğinin birinde E. histolytica antijeni, dördünde G. intestinalis antijeni, 16’sında C. parvum antijeni pozitif olarak belirlendi. Örneklerin %38.2’sinde gizli kan, %31.6’sında rotavirüs, %29.4’ünde adenovirüs antijen pozitifliği saptandı. Blastocystis sp. varlığı ile gizli kan, adenovirüs ve rotavirüs antijen pozitifliği arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İntestinal parazitlerle diğer enterik patojenlerin gastrointestinal enfeksiyonlardaki sinerjistik ilişkilerinin daha iyi anlaşılabilmesi için moleküler temelli testlerin kullanıldığı daha geniş kapsamlı çalışmalara gereksinim duyulmaktadır.
INTRODUCTION: Intestinal parasitic infections (IPE) are common all over the world, especially in underdeveloped and developing countries. IPE in children may cause malnutrition, malabsorption, anemia, growth retardation, learning difficulties, diarrhea and other gastrointestinal system complaints. Rotavirus and adenovirus are common and clinically important viral acute gastroenteritis agents, especially in children. In acute gastroenteritis in childhood, co-infections involving more than one pathogen can be seen. In this study, it was aimed to investigate the frequency of co-infections of IPE and adenovirus/ rotavirus infections, and to examine the relationship between the presence of intestinal parasites and occult blood positivity in the stool.
METHODS: A total of 136 patients with gastrointestinal complaints were included in the study. Fecal occult blood, adenovirus/rotavirus and Cryptosporidium parvum/ Giardia intestinalis/ Entamoeba histolytica antigens were investigated by using commercial rapid diagnosis kits in stool samples that were parasitologically analyzed by conventional methods.
RESULTS: The mean age of 68 patients with one or more IP detected by conventional methods in the stool was 31.7 years; the mean age of 68 patients who did not have any intestinal parasites in the stool was 36.6. Blastocystis sp. was detected in 57 of 68 (83.3%) patients with IP. A total of 136 stool samples, E. histolytica antigen was positive in one, G. intestinalis in four, C. parvum in 16 with C. parvum/ G. intestinalis/E. histolytica antigen detection test. Fecal occult blood antigen positivity was found in 38.2%, rotavirus in 31.6% and adenovirus in 29.4%. The relationship between the presence of Blastocystis sp. and occult blood, adenovirus and rotavirus antigen positivity was found to be statistically significant.
DISCUSSION AND CONCLUSION: More comprehensive studies using molecular-based tests are needed to better understand the synergistic relationships between intestinal parasites and other enteric pathogens in gastrointestinal infections.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

10.
Kistik Ekinokokkoz Tanısında İndirekt Hemaglütinasyon Testinin Kullanılması: İki Yıllık Retrospektif Laboratuvar Deneyimi
Use of Indirect Hemagglutination Test in the Diagnosis of Cystic Echinococcosis: Two Years of Retrospective Laboratory Experience
Özlem Ulusan Bağcı, Bayram Pektaş, Ayşegül Aksoy Gökmen, Selçuk Kaya
doi: 10.54453/TMCD.2022.55477  Sayfalar 223 - 231
GİRİŞ ve AMAÇ: Kistik ekinokokkoz (KE), sestod sınıfından Echinococcus granulosus’un neden olduğu zoonotik bir hastalıktır. Çalışmamızda, Ocak 2020 ile Aralık 2021 tarihleri arasında laboratuvarımıza serum örneği gönderilen hastaların KE İndirekt Hemaglütinasyon Testi (IHA) sonuçlarının geriye dönük olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Laboratuvarımızda KE tanısı için ticari bir kit (Hydatidose, Fumouze laboratoires, Fransa) kullanılmaktadır. Çalışmamızda, hastaların demografik bilgileri, klinik bulguları, seroloji ve radyoloji sonuçları birlikte değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Hastaların %14.12’sinin antikor titresi 1/320 ve üzerinde bulunmuştur. İndirekt Hemaglütinasyon testinde pozitiflik saptanan 75 hastanın 73’ünün radyolojisinde kist saptanmış olup, 58’inin kistinde KE’ye özgü bulgular olduğu belirtilmiştir. Seropozitiflik erkeklerde (%14.81) kadınlara (%13.65) göre daha yüksek saptanmıştır. En yüksek pozitiflik yüzdesi 20-29 yaş grubundadır. Kistlerin çoğunluğunun yerleşim yeri karaciğerdir (%87.67) ve yedi hastada çoklu organ kisti saptanmıştır. IHA’da antikor titresi 1/80-1/160 saptanan 43 hastanın 36’sının radyolojisinde kist saptanmış olup, bu kistlerin 28’inin KE’ye özgü bulguları olduğu belirtilmiştir.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda saptanan seropozitiflik yüzdesi ülkemizdeki diğer merkezlerden bildirilen sonuçlarla uyumlu bulunmuştur. Eşik değerin altında antikor titresine sahip hastaların radyolojik görüntülemelerinde KE ile uyumlu kistlerin varlığı, bu değerlerin sonuç raporunda verilmesinin hastaların tanı ve takibinde yararlı olacağını düşündürmektedir.
INTRODUCTION: Cystic echinococcosis (CE) is a zoonotic disease caused by Echinococcus granulosus from the cestode class. In our study, it was aimed to retrospectively evaluate the CE Indirect Hemagglutination Test (IHA) results of patients whose serum samples were sent to our laboratory between January 2020 and December 2021.
METHODS: A commercial kit (Hydatidose, Fumouze laboratoires, France) is used for the diagnosis of CE in our laboratory. Demographic information, clinical findings, serology and radiology results of the patients were evaluated together.
RESULTS: The antibody titer of 14.12% of the patients was found to be 1/320 and above. Cysts were detected in the radiology of 73 of 75 patients with positive IHA test, and CE-specific findings were reported in 58 of them. Seropositivity was found to be higher in males (14.81%) than females (13.65%). The highest percentage of positivity was in the 20-29 age group. Most of the cysts were localized in the liver (87.67%) and multi-organ cysts were detected in seven patients. Cysts were detected in the radiology of 36 of 43 patients with an antibody titer of 1/80-1/160 in IHA, and 28 of these cysts were reported to have CE-specific findings.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The percentage of seropositivity detected in our study was found to be compatible with the results reported from other centers in our country. The presence of cysts compatible with CE in the radiological imaging of patients with antibody titers below the threshold value suggests that it would be useful to provide these values in the final report for the diagnosis and follow-up.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

11.
HBsAg Pozitif Hastalarda Hepatit Delta Virüsü Seroprevalansının Retrospektif Olarak Değerlendirilmesi
Retrospective Evaluation of Hepatitis Delta Virus Seroprevalence in HBsAg-Positive Patients
Canan Eryıldız, Eray Özgün, Zerrin Yuluğkural, Ahmet Tezel, Nermin Şakru
doi: 10.54453/TMCD.2022.32448  Sayfalar 232 - 239
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda, HBsAg pozitif hastalarda hepatit delta virüsü (HDV) seroprevalansının belirlenmesi ve anti-HDV saptanan hastalarda hepatit B serolojik belirteçleri ile çeşitli biyokimyasal parametrelerin incelenmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastanemize Ocak 2015-Aralık 2021 tarihleri arasında başvuran ve anti-HDV çalışılmak üzere laboratuvarımıza örneği gönderilen 1831 HBsAg pozitif hasta çalışmaya dâhil edildi. Hastaların aynı başvuru sırasında incelenen diğer hepatit B serolojik belirteçleri, HBV-DNA düzeyleri, anti-HCV ve anti-HDV test sonuçları ile karaciğer transaminazları, serum albümin ve bilirubin düzeyleri, trombosit sayısı ve INR değerleri de geriye dönük olarak hastane kayıtlarından incelendi.
BULGULAR: HBsAg pozitif hastaların %3.6’sında anti-HDV testi pozitif saptandı. Anti-HDV pozitiflik oranının erkek olgularda kadınlardan daha düşük olduğu belirlendi (p=0.009). Yıllara göre anti-HDV pozitiflik oranlarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık görülmedi (p>0.05). Anti-HDV negatif olgularda HBV-DNA pozitifliğinin, anti-HDV pozitif hastalardan yüksek olduğu belirlendi (p=0.001). Anti-HDV negatif olgularda anti-HBe pozitiflik oranının, anti-HDV pozitif olgulardan yüksek olduğu saptandı (p=0.001). Delta antikoru saptanan hastalarda trombosit sayısı ve albümin değerlerinin antikor saptanmayan hastalara göre düşük olduğu görülürken, INR değerleri yüksek bulundu (p<0.01).
TARTIŞMA ve SONUÇ: HBsAg pozitif hastalarda %3.6 oranında saptanan anti-HDV pozitifliğinin ülkemizde özellikle batı bölgelerde yapılan çalışmalar ile uyumlu olduğu görülmektedir. Hepatit D enfeksiyonunun klinik seyri göz önüne alındığında, hepatit B enfeksiyonlu hastaların hepatit D açısından taranması ve izlemi bu hastalığın yönetimi açısından oldukça önem taşımaktadır.
INTRODUCTION: The purpose of this study was to determine hepatitis delta virus (HDV) seroprevalence in patients with HBsAg and to examine hepatitis B serological markers and various biochemical parameters in patients with anti-HDV.
METHODS: A total of 1831 patients with HBsAg admitted to our hospital between January 2015 and December 2021 and whose samples were sent to our laboratory for anti-HDV testing were included in the study. The test results of other hepatitis B serological markers, HBV DNA, anti-HCV, and anti-HDV of the patients were examined. In addition, levels of liver transaminase, serum bilirubin and albumin, platelet count, and INR values were analyzed retrospectively from hospital records.
RESULTS: Anti-HDV testing was positive in 3.6% of HBsAg-positive patients. The anti-HDV-positivity rate was lower in males than in females (p=0.009). There was no statistically significant difference in anti-HDV-positivity rates according to years (p>0.05). The HBV-DNA-positivity rate in anti-HDV-negative patients was higher than in anti-HDV-positive patients (p=0.001). The rate of anti-HBe-positivity in anti-HDV-negative patients was higher than in anti-HDV-positive patients (p=0.001). Platelet count and albumin values were lower in patients with delta antibodies compared to patients without delta antibodies, while INR values were higher in these patients (p<0.01).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Anti-HDV-positivity, which occurred at a rate of 3.6% among HBsAg-positive patients, seems to be compatible with studies conducted in our country, especially in western regions. Considering the clinical course of hepatitis D infection, it is important to screen and follow-up of patients with hepatitis B infection to manage this disease.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

12.
Genişlemiş Spektrumlu Beta-Laktamaz Üreten ve Karbapenem Dirençli Enterobacteriaceae İzolatlarına Karşı Sefiderokolün İn Vitro Etkinliğinin Araştırılması
Investigation of In Vitro Activity of Cefiderocol against Extended-Spectrum Beta-Lactamase-Producing and Carbapenem-Resistant Enterobacteriaceae Isolates
Hasan Cenk Mirza, Gizem İnce Ceviz
doi: 10.54453/TMCD.2022.35119  Sayfalar 240 - 245
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, GSBL üreten ve karbapenem dirençli suşlardan oluşan 115 adet Enterobacteriaceae klinik izolatına karşı sefiderokolün etkinliğinin araştırılması, farklı bakteri grupları arasındaki sefiderokol duyarlılık oranlarının karşılaştırılmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya GSBL üreten ve karbapenemlere duyarlı 60 (30 Klebsiella pneumoniae ve 30 Escherichia coli), karbapenemlere dirençli 55 (40 K. pneumoniae ve 15 E. coli) olmak üzere toplam 115 izolat dâhil edilmiştir. İzolatların sefiderokole duyarlılıklarının saptanması amacıyla disk difüzyon testi kullanılmıştır. İnhibisyon zonu çapları EUCAST ve CLSI kriterlerine göre değerlendirilmiştir. Farklı bakteri grupları arasındaki sefiderokol duyarlılık oranlarının karşılaştırılması için yerine göre Pearson ki-kare veya Fisher’s Exact test kullanılmıştır.
BULGULAR: GSBL üreten K. pneumoniae ve GSBL üreten E. coli izolatları arasında sefiderokole duyarlılık oranı EUCAST kriterlerine göre eşit (%86.7) bulunmuştur. Karbapenem dirençli izolatlar arasındaki sefiderokole duyarlılık oranı (EUCAST kriterlerine göre %74.5; CLSI kriterlerine göre %96.4), GSBL üreten izolatlara (EUCAST kriterlerine göre %86.7; CLSI kriterlerine göre %98.3) kıyasla daha düşük bulunmuştur. Bununla birlikte, duyarlılık oranları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. OXA-48 üreten karbapenem dirençli E. coli izolatları arasındaki sefiderokol duyarlılık oranı EUCAST kriterlerine göre %73.3 iken, OXA-48 üreten K. pneumoniae suşları arasında bu oran %96.2 olarak saptanmıştır. NDM üreten izolatlar arasındaki sefiderokol duyarlılık oranı (EUCAST kriterlerine göre %45.5), OXA-48 üreten izolatlar arasındaki duyarlılık oranından (EUCAST kriterlerine göre %87.8) anlamlı olarak daha düşük bulunmuştur (p=0.006).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sefiderokol, hem EUCAST hem de CLSI kriterlerine göre, çalışmamızdaki GSBL üreten K. pneumoniae ve E. coli izolatları ile OXA-48 karbapenemaz üreten K. pneumoniae izolatlarına karşı yüksek etkinlik göstermiştir. Bu bakterilerin neden olduğu enfeksiyonlar için sefiderokolün tedavi seçenekleri arasında yer alabileceği düşünülmektedir.
INTRODUCTION: Our objective was to investigate activity of cefiderocol against 115 clinical isolates of Enterobacteriaceae including ESBL-producing and carbapenem-resistant strains and compare cefiderocol susceptibility rates between different subsets of bacteria.
METHODS: A total of 115 isolates comprising 60 ESBL-producing, carbapenem-susceptible isolates (30 Klebsiella pneumoniae, 30 Escherichia coli) and 55 carbapenem-resistant isolates (40 K. pneumoniae, 15 E. coli) were included in the study. Susceptibility testing for cefiderocol was performed using disk diffusion test. Inhibition zone diameters were interpreted according to EUCAST and CLSI criteria. Pearson Chi-Square test or Fisher’s Exact test, where appropriate, was used to compare cefiderocol susceptibility rates between different subsets of bacteria.
RESULTS: Cefiderocol susceptibility rate among ESBL-producing K. pneumoniae and ESBL-producing E. coli was same (86.7%) according to EUCAST criteria. Cefiderocol susceptibility rates in carbapenem-resistant isolates (74.5% according to EUCAST, 96.4% according to CLSI criteria) were lower than those observed for ESBL-producing isolates (86.7% according to EUCAST, 98.3% according to CLSI criteria), but differences were not statistically significant. Cefiderocol susceptibility rate was 73.3% among OXA-48-producing carbapenem-resistant E. coli isolates and was 96.2% among OXA-48-producing K. pneumoniae isolates according to EUCAST criteria. Cefiderocol susceptibility rate among NDM-producing isolates (45.5% according to EUCAST criteria) were significantly lower than that observed for OXA-48-producing isolates (87.8% according to EUCAST criteria) (p=0.006).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Cefiderocol demonstrated high activity against ESBL-producing K. pneumoniae, ESBL-producing E. coli and OXA-48 carbapenemase-producing K. pneumoniae isolates in our study according to both EUCAST and CLSI criteria. Cefiderocol may be an option for treatment of infections caused by these bacteria.
Makale Özeti | Tam Metin PDF