Cilt: 52  Sayı: 1 - 2022
Özetleri Gizle | << Geri
DERLEME
1.
Baharat ve Yenebilir Bitkilerin Probiyotik Bakteriler Üzerine Antimikrobiyal Etkileri
Antimicrobial Effects of Plants and Spices on Probiotic Bacteria
Aysun Sağlam, Nagihan Çağlar, Ayla Ünver Alçay, Kamil Bostan
doi: 10.54453/TMCD.2022.66487  Sayfalar 1 - 29
Günümüz insanı artık sağlık ve beslenme arasındaki ilişkiyi daha fazla irdelemekte ve sağlıklı beslenme konusunda hassasiyet göstermektedir. Bu anlamda son yıllarda öne çıkan sağlıklı beslenme unsurlarından biri de probiyotiklerdir. Yapılan bilimsel çalışmalarla probiyotiklerin insan sağlığı üzerine olumlu etkileri kanıtlandıktan sonra probiyotik içeren ürünler gıda pazarına sunulmaya başlanmıştır. Günümüz insanına probiyotikleri destekleyen diyetler önerilirken, gıda endüstrisinde mevcut probiyotiklerin aktivitesini ve sayısını azaltan uygulamalar da olabilmektedir. Yaygın olarak tüketilen baharat ve bazı yenebilir bitkilerin doğal olarak küçük molekül ağırlığına sahip potansiyel antimikrobiyal madde kaynağı olduğu da bilinmektedir. Günümüzde doğal gıdalara olan talebin artması ve ayrıca bazı fonksiyonel ve antimikrobiyal özellikleri nedeniyle gıda üretiminde bitkilerin veya ekstraktlarının kullanılması fikri oldukça revaçtadır. Ayrıca devam eden COVID 19 pandemisi ile, antimikrobiyal bitkisel ekstraktlar içeren gıda takviyelerinin ağız yoluyla bilinçsiz ve kontrolsüz kullanımı da inanılmaz boyutta artmıştır. Ancak bunların gıdalarda bulunan probobiyotik mikroorganizmalara karşı da antagonist etki göstermesi olasıdır. Gıdalarda bulunan faydalı mikroorganizmalara olumsuz etkisi dışında, bu bitkisel antimikrobiyal bileşenlerin kolona kadar ulaşmaları durumunda probiyotik mikroorganizmalara da bakteriostatik veya bakterisidal olarak zarar verme olasılıkları her zaman vardır. Bu çalışmada, baharat ve bitkilerde doğal olarak bulunan antimikrobiyal bileşiklerin probiyotik bakteriler üzerine antimikrobiyal etkileri derlenmiştir.
Today’s people examine the relationship between health and nutrition more and show sensitivity about healthy nutrition. In this regard, probiotics are one of the healthy dietary ingredients that has arised in recent years. Scientific studies have demonstrated the beneficial effects of probiotics on human health, and products containing probiotics have started to be promoted on the food market. While probiotic-rich diets are recommended for today’s people, there are applications that reduce the activity and number of probiotics present in the food industry. It is also known that commonly consumed spices and some edible herbs are naturally a potential source of small molecular weight antimicrobial agents. Because of the growing demand for natural foods with some functional and antimicrobial properties, the idea of using plants or their extracts in food manufacturing is becoming increasingly popular. In addition, with the ongoing COVID 19 pandemic, the unconscious and uncontrolled oral use of food supplements containing antimicrobial herbal extracts has grown massively. These, however, may have an antagonistic impact on probobiotic microorganisms present in foods. Apart from harming beneficial bacteria in foods, there is always the risk of damaging probiotic microorganisms as bacteriostatic or bactericidal agents if these herbal antimicrobial components reach the colon. In this study, antimicrobial effects of naturally occurring antimicrobial compounds in spices and herbs on probiotic bacteria were compiled.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA MAKALESI
2.
Serviks Dokularında HPV DNA Pozitifliği ve Osteopontin Düzeyi Arasındaki İlişkinin Araştırılması
Investigation of the Relationship Between HPV DNA Positivity and Osteopontin Levels in Cervical Tissue
Esra Tuba Demir, Merve Aydın Terzioğlu, Mehmet Kulhan, Aytekin Çıkman, Barış Gülhan, Nur Gözde Kulhan, İlyas Sayar, Yusuf Kemal Arslan, Cuma Mertoğlu
doi: 10.54453/TMCD.2022.28247  Sayfalar 30 - 38
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda, HPV pozitif ve HPV negatif serviks dokularında osteopontin düzeyinin araştırılması, prognostik bir biyobelirteç olarak tanıda klinik öneminin değerlendirilmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Haziran 2015-Nisan 2017 tarihleri arasında Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi, Mengücek Gazi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniği’ne başvuran ve serviks kanseri taramasına katılan 82 kişi çalışmaya alındı. Servikovajinal sürüntü örnekleri, standart işlem prosedürüne göre toplandı. Geleneksel Pap sitolojisi için slayt hazırlanarak, standart protokollere göre boyandı ve sonuçlar 2004 Bethesda sınıflandırma sistemine göre derecelendirildi. Digene konik fırça örnekleyicisi ile serviksten örnek alındı. Tüm servikal örnekler, Digene® HC2 High-Risk HPV DNA Kiti ile analiz edildi. HPV DNA pozitifliği saptanan örneklere CLART kit ile genotipleme yapıldı. 41 HPV pozitif hasta ve 41 HPV negatif kontrolün doku örneklerinde osteopontin düzeyleri ELISA kiti ile araştırıldı.
BULGULAR: Osteopontin düzeyleri hasta grubunda 31.55±7.11 ng/ml, kontrol grubunda ise 28.81±5.44 ng/ml olarak saptandı. Hasta grubu ile kontrol grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p=0.048). Osteopontin düzeyi ile yaş, doğum şekli, hastalık öyküsü, operasyon yöntemi, HPV tipi, preoperatif ve postoperatif patoloji, gravida ve parite arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı (p>0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda, HPV pozitif 41 hastadan yalnızca 5’inde servikal intraepitelyal neoplazi saptanması çalışmamızın kısıtlayıcı yanını oluşturmaktadır. Osteopontin düzeyi, HPV pozitif hastalarda yüksek bulunmasına rağmen, daha geniş sayıda servikal intraepitelyal neoplazi olguları üzerinde yapılacak olan çalışmalara gereksinim olduğunu düşünmekteyiz.
INTRODUCTION: This study aimed to investigate the osteopontin levels in HPV-positive and HPV-negative cervical tissues and evaluate the clinical significance of osteopontin as a prognostic biomarker.
METHODS: A total of 82 individuals admitted to the outpatient clinic of Obstetrics and Gynecology Department of Erzincan Binali Yıldırım University, Mengücek Gazi Training and Research Hospital in Turkey and underwent cervical cancer screening between June 2015 and April 2017 were included in the study. Cervicovaginal swabs were collected according to the standard procedure. A slide for traditional Pap cytology was prepared and stained according to standard protocols, and the results were categorized according to the 2004 Bethesda classification system. All cervical specimens were analyzed using the Digene® HC2 High-Risk HPV DNA Kit. Genotyping was performed on the samples with HPV DNA positivity with the Clark kit. Osteopontin levels of 41 HPV positive patients and 41 HPV negative control were investigated in tissue samples with an ELISA kit.
RESULTS: The osteopontin levels were found to be 31.55 ± 7.11 ng/ml and 28.81 ± 5.44 ng/ml in the study and control groups, respectively, which indicated a statistically significant difference between the groups (p=0.048). There was no statistically significant difference between the osteopontin level and age, delivery method, history of disease, surgical method, HPV type, preoperative and postoperative pathology, gravida and parity (p>0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The detection of cervical intraepithelial neoplasia in only five of 41 HPV-positive patients constitutes a limitation for this study. Although the level of osteopontin was high in HPV-positive patients, further studies with more cervical intraepithelial neoplasia cases are required.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

3.
COVID-19 Pandemisi Öncesi ve Sırasında Yoğun Bakım Ünitesi Hastalarından Alınan Kan Kültürü İzolatlarının Tür Dağılımı ve Antibiyotik Duyarlılık Profillerinin Karşılaştırılması
A Comparison of the Species Distribution and Antibiotic Susceptibility Profiles of Blood Culture Isolates from Intensive Care Unit Patients Before and During COVID-19 Pandemic
Özlem Aytaç, Feray Ferda Şenol, Arzu Şenol, Pınar Öner, Zülal Aşçı Toraman
doi: 10.54453/TMCD.2022.42103  Sayfalar 39 - 47
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda, 1 Mart 2019 – 29 Şubat 2020 tarihleri pandemi öncesi (PÖ) ve 1 Mart 2020-1 Mart 2021 pandemi döneminde (PD) Elâzığ Fethi Sekin Şehir Hastanesi, Yoğun Bakım Üniteleri (YBÜ)’nden laboratuvarımıza gönderilen kan kültürü örneklerinin sonuçları retrospektif olarak incelenmiştir. Bu dönemlerde hastanemiz yoğun bakım ünitelerinde yatan hastaların kan kültürlerinde üreyen mikroorganizmalar ile antibiyotik duyarlılıklarını karşılaştırmak ve iki dönem arasında mikroorganizma dağılımı ve antibiyotik duyarlılığındaki değişimi tespit etmek amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Laboratuvarımıza gelen kan kültürü şişeleri BACTEC 9120 (Becton-Dickinson Diagnostic Instrument Systems, ABD) otomasyon sistemi ile takip edilmiştir. Kan kültürü şişelerinden “pozitif uyarı” verenler, mikroorganizmaların identifikasyonu ve antibiyotik duyarlılıklarının tespiti için otomatize Vitek version 2.0 (BioMérieux, Fransa) ile çalışılmıştır. Kolistin direnci sıvı mikrodilüsyon yöntemiyle çalışılmıştır.
BULGULAR: COVID-19 öncesi dönemde laboratuvarımıza toplam 1.374 kan kültürü örneği gelmiştir ve 163 (%11.9)′ünde üreme olmuştur. PD′nde ise toplam 847 kan kültürü örneği gelmiştir. Bunlardan 148 (%17.5)′inde üreme olmuştur. PÖ’sinde ilk üç sırada koagülaz negatif stafilokok (KNS) (%40.5), Klebsiella spp. (%13.1), Staphylococcus aureus (%13.5); PD’inde ise KNS (%50.7), Candida spp.(%10.1), Acinetobacter spp (%9.5) saptanmıştır. İki dönem arasında Klebsiella spp, S. aureus, KNS ve mayaların üreme oranlarındaki değişim istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.05). PD′nde Escherichia coli′nin genel olarak antibiyotik duyarlılıklarının arttığı, genişlemiş spektrumlu beta laktamaz pozitiflik oranının ise azaldığı görülmüştür. Klebsiella spp.′de ve Acinetobacter spp.′de özellikle imipenem duyarlılığının PD′nde istatistiksel olarak anlamlı olmasa da azaldığı belirlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hastanede yatış süresinin uzaması ve COVID-19 tedavisinde yüksek düzey steroid kullanımına bağlı hastanemiz yoğun bakım hastalarında kandideminin arttığı düşünülmüştür. Candida enfeksiyonları için erken teşhis ve izleme, şiddetli COVID-19 fungal koenfeksiyonu olan hastalarda COVID-19’dan ölümleri azaltmada önemli rol oynayacaktır. Klebsiella spp.ve Acinetobacter spp.′de karbepenem direncinin COVID-19 PD′nde arttığı belirlendiğinden karbepenem ile ampirik tedaviye başlamak gerektiğinde bu durum göz önünde tutularak ampirik tedavi için kombine tedavi seçenekleri değerlendirebilir. Acinetobacter spp. PD′nde karbepeneme duyarlı suş olmaması klonal bir direnç olabileceğini düşündürmüştür.
INTRODUCTION: The results of the blood culture samples delivered to our laboratory from intensive care units at Elâzığ Fethi Sekin City Hospital before pandemic (March 01, 2019 and February 29, 2020) and during pandemic (March 1, 2020-March 01, 2021) were analyzed retrospectively. The aim of this study was to compare the microorganisms grown in blood cultures and the antibiotic sensitivity of bacteria of patients in intensive care units of our hospital before and during the pandemic, and to determine whether there was any difference in the distribution of microorganisms and antibiotic sensitivity between the two periods.
METHODS: The blood culture bottles were tracked by using the BACTEC 9120 (Becton Dickinson Diagnostic Instrument Systems, U.S.A.). For positive blood cultures, Vitek 2 (BioMérieux, France) was used to identify the grown microorganisms and determination of antibiotic sensitivity. Broth microdilution method was utilized for determination of susceptibility to colistin.
RESULTS: A total of 1374 blood culture samples were delivered to our laboratory before COVID-19 pandemic and growth was detected in 163 (11.9%) samples. During the COVID-19 pandemic, a total of 847 blood culture samples were delivered. There was growth in 148 (17.5%) of these samples. Coagulase-negative staphylococcus (CNS) (40.5%), Klebsiella spp. (14.1%), and Staphylococcus aureus (13.5%) were the most frequently isolated microorganisms before the pandemic. CNS (50.7%), Candida spp. (10.1%), and Acinetobacter spp (9.5%) were the most common microorganism. A statistically significant difference was detected between two periods in terms of growth of Klebsiella spp, S. aureus, CNS and fungi (p<0.05). Antibiotic sensitivity of Escherichia coli was elevated, and the positivity of extended spectrum beta-lactamase decreased during the pandemic. Moreover, although not statistically significant, it was detected that particularly imipenem sensitivity decreased in Klebsiella spp. and Acinetobacter spp., during the pandemic period.
DISCUSSION AND CONCLUSION: It was considered that candidemia was elevated in patients at intensive care unit of our hospital as a result of the prolonged hospitalization and the use of high doses of steroids for COVID-19 treatment. Early detection and surveillance for Candida infections would be critical in reducing COVID-19 deaths in cases of fungal co-infection in COVID-19 patients. Since carbapenem resistance was found to be elevated in Klebsiella spp. and Acinetobacter spp. during the COVID-19 pandemic, combined treatment options should be assessed if emprical treatment with carbapenem was required. Clonal evolution of carbepenem-resistance mechanisms was considered for Acinetobacter spp.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

4.
COVID-19 Hastalarının Alt Solunum Yolu Örneklerinden İzole Edilen Bakteriyel Etkenlerin İdentifikasyonu ve Antibakteriyel Direnç Paternlerinin İncelenmesi
Identification of Bacterial Agents Isolated from Lower Respiratory Samples of COVID-19 Patients and Investigation of their Antibacterial Resistance Patterns
Tuğba Avan Mutlu, Taylan Bozok
doi: 10.54453/TMCD.2022.98105  Sayfalar 48 - 55
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada amaç, COVID-19 hastalığı nedeni ile yatan hastalarda meydana gelen sekonder bakteriyel enfeksiyon etkenlerini tanımlamak ve bu etkenlerin antibakteriyel direnç durumlarını belirlemektir. Böylece sekonder enfeksiyon düşünülen hastalarda başlanacak ampirik tedavi için öngörü sağlanarak gereksiz antibiyotik kullanımı önlemede katkıda bulunulacaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda, Mart 2020 ve Şubat 2021 tarihleri arasında Niğde Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde COVID-19 nedeni ile Yoğun Bakım Ünitesi (YBÜ)’nde yatan hastalardan gönderilen alt solunum yolu örneklerinden izole edilen toplam 315 adet izolat incelenmiştir. Demografik ve laboratuvar verileri hastane otomasyon sisteminden retrospektif olarak analiz edilmiştir. Bakteriyel izolatların tanımlanması ve antibiyotik duyarlılığı Vitek 2 Compact (Biomerieux, Fransa) cihazı ile yapılmış ve EUCAST (European Committee on Antimicrobial Susceptibility Testing) kriterlerine göre değerlendirilmiştir.
BULGULAR: COVID-19 nedeni ile hastanemizde yatan 5.753 hasta incelenmiş ve bunlardan YBÜ’de bulunan 315’inde (%5.5) sekonder bakteriyel enfeksiyon belirlenmiştir. Pandemi döneminde Gram-negatif bakterilerden en çok sırayla Acinetobacter baumannii (%47.8), Klebsiella pneumoniae (%13.4) ve Pseudomonas aeruginosa (%12.0) üremesi görülmüştür. Gram-pozitif bakteriler arasında en çok sırayla Staphylococcus aureus (%4.5) ve Enterococcus spp. (%2.1) bakterileri üremiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çoklu ilaca dirençli bakteriler, morbidite ve mortalitenin artmasına neden olur. Bu nedenle antibiyotik tedavisine duyulan gereksinim çabucak değerlendirilmeli ve uygun olmadığında kesilmelidir. Nozokomiyal enfeksiyonların uygun kontrolünün sağlanması ile COVID-19 hastalarında sekonder bakteriyel enfeksiyon gelişiminin önlenmesi ve bu dirençli türlerin yayılmasını sınırlamak önemlidir.
INTRODUCTION: The aim of this study is to identify the secondary bacterial infection agents in hospitalized patients due to COVID-19 disease, determine their antibacterial resistance patterns, and thus prevention of unnecessary antibiotic use by providing foresight for the empirical treatment given to patients with secondary infection.
METHODS: In our study, 315 isolates from lower respiratory tract samples of patients hospitalized in the intensive care unit (ICU) due to COVID-19 in Niğde Training and Research Hospital between March 2020 and February 2021 were examined. Demographic and laboratory data were analyzed retrospectively from the hospital automation system. Identification of bacterial isolates and antibiotic susceptibility were performed with Vitek 2 Compact device and evaluated according to EUCAST criteria.
RESULTS: 5753 patients hospitalized in our hospital due to COVID-19 were examined, and secondary bacterial infection was detected in 315 (5.5%) of them in the ICU. During the pandemic, Acinetobacter baumannii (47.8%), Klebsiella pneumoniae (13.4%) and Pseudomonas aeruginosa (12.0%) growth were observed frequently among Gram-negative bacteria. Among the Gram-positive bacteria, growth was noted for Staphylococcus aureus (4.5%) and Enterococcus spp. (2.1%).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Multidrug-resistant bacteria cause increased morbidity and mortality. Therefore, the need for antibiotic therapy should be evaluated promptly and discontinued when inappropriate. With proper control of nosocomial infections, it is important to prevent the development of secondary bacterial infections in COVID-19 patients and to limit the spread of these resistant strains.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

5.
İzmir İlinde Gebelerde Sitomegalovirüs (CMV) IgG ve IgM Antikorlarının Seroprevalansı: CMV IgG Avidite Testlerinin Analizi
Seroprevalence of Cytomegalovirus (CMV) IgG and IgM Antibodies in Pregnant Women in Izmir: An Analysis of CMV IgG Avidity Tests
Bilal Olcay Peker, Tuba Müderris, Süreyya Gül Yurtsever, Selçuk Kaya
doi: 10.54453/TMCD.2022.05902  Sayfalar 56 - 62
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, İzmir ilinde gebelerde sitomegalovirüs (CMV) seroprevalansını belirlemek ve CMV IgG antikor düzeyleri ile birlikte CMV avidite test sonuçlarını yıllara göre değerlendirmek amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2016-Aralık 2019 tarihleri arasında, üniversite hastanesi mikrobiyoloji laboratuvarında 20. gebelik haftası ve altındaki gebelerin (≥18 yaş) serum örneklerinde kemiluminesan mikropartikül immunoassay yöntemi ile çalışılan CMV IgM, CMV IgG ve CMV IgG avidite test sonuçları retrospektif olarak analiz edildi.
BULGULAR: Çalışmaya dâhil edilen 3.062 gebenin yaş ortalaması 28.57±5.96 yıl (aralık: 18-48 yaş) idi. CMV IgG ve IgM seropozitiflik oranı sırasıyla %94.22 (n=2885/3062) ve %1.37 (n=42) olarak bulundu. CMV IgM pozitif olan üç hastada CMV IgG avidite indeksi düşük belirlendi (%7.14, n=3). CMV seropozitif gebelerin IgG antikor düzeyi ve yaşları arasında zayıf bir korelasyon ilişkisi saptandı (p=0.041, ρ=0.038, r2=0.001). CMV IgG seropozitiflik oranı yıllara göre değişmekle birlikte, 2016 yılında (%83.22) en düşük düzeyde, CMV IgM pozitiflik oranı ise 2019 yılında (%2.13) en yüksek düzeyde saptandı. CMV seropozitifliği, 38-48 yaş arası gebelerde en yüksek düzeyde saptandı ve yaşa göre bu grupta CMV IgG düzeylerinin anlamlı olarak daha düşük olduğu görüldü (p=0.004).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmada, İzmir ilindeki gebelerde CMV IgG seroprevalansı (%94.22) yüksek seyretmektedir, ancak seronegatif ve CMV IgM pozitif gebelerin de varlığı konjential CMV enfeksiyonu açısından riskli gebeliklerin devam ettiğini göstermektedir. Etkin bir ulusal sürveyans ağının oluşturulmasıyla seroprevalans çalışmalarının kapsamının genişletilerek bölgelere ve yıllara göre sürekli olarak güncellenen verilerle gebe takibinde ek tedbirlerin uygulanması sağlanabilir.
INTRODUCTION: We aimed to determine the seroprevalence of cytomegalovirus (CMV) in pregnant women in İzmir province and to evaluate CMV IgG antibody levels and CMV avidity test results according to years.
METHODS: CMV IgM, CMV IgG and CMV IgG avidity tests were performed using the chemiluminescence microparticle immunoassay method in serum samples from pregnant women(≥18 years, ≤20 gestational week) at the microbiology laboratory of university hospital from January 2016 to December 2019 and results were retrospectively analyzed.
RESULTS: The mean age of 3062 pregnant women included in the study was 28.57±5.96(range: 18 - 48 years) years. The CMV IgG and IgM seropositivity rates were 94.22% (n=2885) and 1.37% (n=42), respectively. CMV IgG avidity index was low in three patients with CMV IgM positive (7.14%, n=3). A weak correlation was found between IgG antibody level and age of CMV seropositive pregnant women (p=0.041, ρ=0.038, r2: 0.001). Although the rate of CMV IgG seropositivity changes according to the year, it was lowest (83.22%) in 2016, and CMV IgM positivity was highest in 2019 (2.13%). CMV seropositivity was highest in pregnant women aged 38 - 48 years and CMV IgG levels were significantly lower in this group according to age (p=0.004).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In the study, CMV IgG seroprevalence (94.22%) is high among pregnant women in Izmir, but the presence of seronegative and CMV IgM positive pregnant women show that there are still risk pregnancies in terms of congenital CMV infection. With the establishment of an effective national surveillance network, additional measures can be applied in the follow-up of pregnant women by expanding the scope of seroprevalence studies with continuously updated data by region and year.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

6.
Kan Bankacılığında İyi Laboratuvar Uygulamalarına Temel Oluşturmak Üzere Kan Bağışçılarında Hepatit B Tarama Testleri İçin Kalite Kontrol Serumlarının Geliştirilmesi
Development of Quality Control Sera for Hepatitis B Screening in Blood Donors for the Establishment of Good Laboratory Practices
Fahri Yüce Ayhan, Memnune Selda Erensoy, Rüçhan Sertöz
doi: 10.54453/TMCD.2022.22448  Sayfalar 63 - 72
GİRİŞ ve AMAÇ: Kan bağışçılarının transfüzyonla bulaşan enfeksiyonların mikrobiyolojik taraması güvenli kan temini açısından önemli ve gereklidir. Bu çalışmada, zorunlu tarama testlerinde HBsAg reaktivitesi gösteren bağışçı kanlarından internal kalite kontrol (İKK) serumlarının hazırlanması amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu amaçla Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kan Merkezi’ne kan bağışında bulunmuş ve zorunlu tarama testlerinde saptanan HBsAg reaktivitesi nedeniyle karantinaya alınmış kanlardan plazmaları ayrıldı ve -70°C’de saklandı. HBsAg S/CO değeri yüksek (>1000) ve saptanabilir (>50 IU/ml) HBV DNA kantitasyonu bulunan plazmalar internal kalite kontrol örneği hazırlamak üzere havuzlanarak birleştirildi. Kalsiyum klorür ve trombin ile koagulasyonu sağlanan plazmadan elde edilen serum, dekstran sülfat ile muamele edildi ve bir dizi santrifügasyon işlemi uygulanarak lipid presipitasyonu sağlandı. Serum havuzundan alınan örnekler farklı sulandırım oranlarında fosfat tamponlu serum fizyolojik ile sulandırıldı. Farklı sulandırımlar HBsAg reaktivitesi yönünden test edilerek S/CO oranlarına göre düşük reaktif, orta reaktif ve yüksek reaktif olarak üç farklı seri internal kontrol serumu kriyotüplere dağıtıldı ve donduruldu. Dondurulan İKK serumlarından farklı günlerde her seriden birer kriyotüp çözdürülerek HBsAg yönünden test edildi. Bulunan S/CO değerleri Levey-Jennings grafiğine işlendi ve Westgard kurallarına göre değerlendirildi.
BULGULAR: Yüksek, orta ve düşük reaktif İKK serumlarının S/CO değerlerinin istatistik analizinde ortalama sırasıyla 3323.75, 1725.57 ve 219.57 bulunurken, ortanca sırasıyla 3401.76, 1753.48 ve 217.34; standart sapma ise sırasıyla 14.93, 210.62 ve 271.19 olarak belirlendi. Değişim katsayıları ise yüksek reaktif İKK serumlarında %8.1, orta reaktif İKK serumlarında %12.2 ve düşük reaktif İKK serumlarında %7.6 olarak belirlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: ISO15189 kapsamında laboratuvarların bağımsız İKK örnekleri ile çalışması teşvik edilmektedir. Kan bağışçılarından toplanan kanlardan İKK örneklerinin hazırlanması uygun bir çözüm olarak gözükmektedir.
INTRODUCTION: Microbiological screening of blood donors for agents of transfusion transmitted infections is important and necessary for ensuring the transfusion safety. The aim of this study was to prepare internal quality control (IQC) sera for HBsAg screening of blood donors by using the human plasma collected from blood donors with detectable HbsAg levels.
METHODS: Quarantined fresh plasmas separated from the whole blood samples of donors with repeatedly reactive screening tests for HbsAg with high S/CO ratio (>1000) and detectable (>50IU/ml) HBV DNA were used for the preparation of IQC sera. In vitro coagulation of pooled plasma was performed by using calcium chloride and bovine thrombin. Following the removal of coagulum, dextrane sulphate was added and precipitation of lipids was carried out in a series of centrifugation processes. Samples from the sera pool were diluted with PBS and diluted samples were tested for HbsAg reactivity. Recorded S/CO ratio of IQC samples from each category was applied to Levey-Jennings control charts and evaluated according to Westgard rules.
RESULTS: In descriptive analysis of high, medium and low reactive IQC samples the mean was found to be 3323.75, 1725.57 and 219.57; the median was determined as 3401.76, 1753.48 and 217.34; the standard deviation was calculated as 271.19, 210.62 and 14.93, respectively. Coeffcients of variation for high, medium and low reactive IQC samples were determined as %8.1, %12.2 and %7.6, respectively.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In concordance with ISO15189 standards that suggest the use of independent run controls for immunoassays, it would be beneficial to prepare IQC samples from collected blood in blood banks.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

7.
İntestinal Helmintlere Ait İkili ve Tekli PZR Protokollerinin Geliştirilmesi: Multipleks PZR Yolunda Bir Ön Çalışma
Development of Dual and Single PCR Protocols for Intestinal Helminths: A Preliminary Study on Multiplex PCR
Hayriye Kırkoyun Uysal, Sinem Öktem Okullu, Elif Merve Aydın, Eray Şahin, Bahar Akgün Karapınar, Özgür Kurt
doi: 10.54453/TMCD.2022.47135  Sayfalar 73 - 81
GİRİŞ ve AMAÇ: Bir proje kapsamında yapılan bu ön çalışmada, dünyada ve ülkemizde ölümcül ve kronik klinik olgulara yol açtığı bilinmesine rağmen, tanı seçenekleri sınırlı olan bazı intestinal helmintlerin çoklu polimeraz zincir reaksiyonu (PZR) yöntemiyle saptanabilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ortak çalışmalar için yurt dışındaki bir merkezden temin edilen Ascaris lumbricoides, Trichuris trichiura, Enterobius vermicularis, Taenia spp. ve Strongyloides stercoralis DNA’ları kullanılarak, proje süresi kapsamında, önce tekli, sonra ikili optimizasyon çalışmaları yapılmıştır.
BULGULAR: Çalışma kapsamında, T. trichiura’nın tekli (280 bç), A. lumbricoides (995 bç)- S. stercoralis (115 bç) ile Taenia spp. (950 bç)- E. vermicularis (400 bç)’in ikili optimizasyonları tamamlanmış, söz konusu helmintlere ait tanı protokolleri tanımlanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Tamamlanan ön çalışmada araştırılan helmintlere ait iki ayrı çoklu PZR protokolü tanımlanmıştır. Sonraki dönemde, ikili PZR protokolünün genişletilerek daha çok helminti bir defada saptayabilir hâle getirilmesi yanında yeni çalışmalarla geliştirilen çoklu PZR protokollerinin hasta ve sağlıklı bireylerin dışkılarındaki tanısal duyarlılık ve özgünlüklerinin araştırılması hedeflenmektedir. Bu çabaların intestinal helmintlerin epidemiyolojisi ve klinik tablolardaki rollerinin daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunması beklenmektedir.
INTRODUCTION: The aim of this initial study of a project is to identify some intestinal helminths which have limited diagnostic options despite their known associations with fatal and chronic clinical cases in the world and in our country, using multiplex PCR.
METHODS: Using the DNAs of Ascaris lumbricoides, Trichuris trichiura, Enterobius vermicularis, Taenia spp. and Strongyloides stercoralis which have been received from a foreign center for joint studies, single and double optimization trials of the helminths were made within the project.
RESULTS: In the end of the study period, single optimization of T. trichiura (280 bp) as well as double optimizations of A. lumbricoides (995 bp) - S. stercoralis (115 bp) and Taenia spp. (950 bp) - E. vermicularis (400 bp) were completed successfully, and their diagnostic protocols were described.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Two different duplex, and a single PCR protocol have been completed in the initial study. The aim in the next term will be both to increase the number of helminths within the PCR protocol, and determination of the sensitivity and specificity of the tests using the stool samples of healthy persons and patients in new studies. These efforts will hopefully contribute to better understanding the epidemiology and roles of intestinal helminths in clinical cases.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

OLGU SUNUMU
8.
Trakeal Aspirat Örneğinden İzole Edilen Ender Bir Etken: Brevundimonas vesicularis
A Rare Causative Agent Isolated from Tracheal Aspirate Sample: Brevundimonas vesicularis
Nadire Seval Gündem, Feyza Çetin, Kadir Yümlü
doi: 10.54453/TMCD.2022.98700  Sayfalar 82 - 88
GİRİŞ ve AMAÇ: Brevundimonas vesicularis, non-fermentatif, oksidaz ve katalaz pozitif, Gram-negatif aerobik basildir. Özellikle immunsupresif hastalarda olmak üzere hastane enfeksiyonlarına neden olan fırsatçı patojen bakteridir. Literatürde enfeksiyon etkeni olduğu olgu sayısı oldukça azdır. Bakteriyemi, neonatal sepsis, endokardit, menenjit, ve peritonit olgularından izole edildiğine dair çalışmalar vardır. Yapılan çalışmalarda, Brevundimonas vesicularis’in in-vitro antibiyotik duyarlılığının değişkenlik göstermekle birlikte, genellikle antipsödomonal penisilinlere, aminoglikozidlere ve karbapenem türü antibiyotiklere duyarlı olduğu bildirilmiştir.
Bu olgu sunumunda, yenidoğan yoğun bakım ünitesinde yatan ve solunum yetmezliği nedeniyle mekanik ventilatöre bağlı olan bir yenidoğanın trakeal aspirat örneğinden izole edilen ender görülen bir mikroorganizma olan Brevundimonas vesicularis ve antibiyotik duyarlılığı sunulmuştur.
YÖNTEM ve GEREÇLER: -
BULGULAR: -
TARTIŞMA ve SONUÇ: -
INTRODUCTION: Brevundimonas vesicularis is a non-fermentative, oxidase and catalase positive, gram negative aerobic bacillus. It is an opportunistic pathogenic bacteria that causes nosocomial infections, especially in immunosuppressive patients. The number of cases associated with this agent is limited in the literature and its isolation from cases of bacteremia, neonatal sepsis, endocarditis, meningitis and peritonitis has been reported. Despite the fact that the studies indicated varying levels of in vitro antibiotic susceptibility of Brevundimonas vesicularis, it is generally susceptible to antipseudomonal penicillins, aminoglycosides and carbapenem type antibiotics.
In this case report, Brevundimonas vesicularis, a rare microorganism isolated from tracheal aspirate sample of a newborn hospitalized in the neonatal intensive care unit and dependent on mechanical ventilator due to respiratory failure, and its antibiotic susceptibility status were presented.
METHODS: -
RESULTS: -
DISCUSSION AND CONCLUSION: -
Makale Özeti | Tam Metin PDF