Cilt: 35  Sayı: 2 - 2019
Özetleri Gizle | << Geri
ARAŞTIRMA
1.
Doğum Eyleminin 2. Evresinde Yapılan Sezaryenlerde Maternal Ve Neonatal Sonuçların Değerlendirilmesi
Evaluation of Maternal and Neonatal Outcomes in Cesarean Sections Performed in the Second Stage of Labor
Fatma Didem Yücel Yetişkin, Burak Arslan, Veli Mihmanlı, Buşra Cambaztepe, Gizem Pektaş, Aras Pektaş
doi: 10.5152/eamr.2018.60352  Sayfalar 54 - 59
GİRİŞ ve AMAÇ: Doğum eyleminin birinci evresinde yapılan sezaryen doğumlar ile ikinci evresinde yapılan sezaryen doğumlarda maternal ve neonatal sonuçları karşılaştırmak.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın hastalıkları ve Doğum Kliniğinde sezaryen olan olgulardan, doğum eyleminin 2. evresinde sezaryen olan 65 hasta, doğum eyleminin 1. Evresinde sezaryen olan 90 hasta ile maternal ve neonatal komplikasyonlar açısından karşılaştırıldı. Hastalara ait bilgiler hasta dosyaları ve hastane elektronik sistem kayıtlarından elde edildi.
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen 155 hastanın %58.1’i (n=90) doğum eyleminin 1. evresinde, %41.9’u (n=65) doğum eyleminin 2.evresinde sezaryen olmuştu.
Doğumun 2. evresinde sezaryen yapılan hastalarda intraoperatif cerrahi komplikasyon ve postoperatif endomiyometrit görülme oranı, doğum eyleminin 1. evresinde sezaryen yapılanlara göre anlamlı olarak fazlaydı. Kan transfüzyon ihtiyacı ve neonatal komplikasyonlar açısından ise anlamlı farklılık yoktu.
Sonuç: Doğum eyleminin 2. evresinde yapılan sezaryenlerde maternal morbidite riski, doğum eyleminin 1 evresinde yapılanlara gore anlamlı olarak daha yüksektir.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Doğum eyleminin 2. evresinde yapılan sezaryenlerde maternal morbidite riski, doğum eyleminin 1 evresinde yapılanlara gore anlamlı olarak daha yüksektir.
INTRODUCTION: It is aimed to compare maternal and neonatal outcomes in caesarean sections performed in the 2nd stage of labor with the ones performed in the 1st stage of labor.
METHODS: 65 patients, who had a caesarean section in the second stage of labor and 90 patients, who had caserean section in the first stage of labor were compared in terms of maternal and neonatal complications.
RESULTS: When 155 patients, who had specified criteria were examined, it was found that 58.1% (n=90) of the casese were in the 1st stage of labor, 41.9% (n=65) of the cases were in the 2nd stage of labor. The rate of intraoperative surgical complications and postpartum endometritis was significantly high in the patients who had cesarean section at the second stage of the labor. There wasn’t any statistically significant difference in the need of blood transfusion and neonatal complications between two groups.
DISCUSSION AND CONCLUSION: It was found that caserean section performed in the 2nd stage of labor rise the rate of neonatal morbidity.

Makale Özeti | Tam Metin PDF

2.
Nütrisyon Desteği Gereken Olgularda Nutrisyonel Durumun Klinik, Laboratuar ve NRS 2002 Skoru ile Karşılaştırılması
Comparison of Nutritional Status with Clinical, Laboratory and NRS 2002 Scores in Cases Who Needed Nutritional Support Unit
Orhan Üreyen, Yasemin Ergül, Kunduracı, Yeter Bulut, Canan İnal, Pınar Ortan
doi: 10.5152/eamr.2018.02679  Sayfalar 60 - 65
GİRİŞ ve AMAÇ: Nutrisyon desteği gereken olgularda tedavinin daha zor olduğu ve morbidite mortalitenin arttığı bilinmektedir. Hastenemiz nütrisyon destek ekibine konsülte edilen hastalarda NRS 2002 skoru ile malnütrisyon varlığı araştırılmış ve bu skorlamanın klinik gidiş arasındaki ilişkisi incelenmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmamıza Ocak 2013-Haziran 2016 tarihleri arasında nutrisyon destek ekibine konsülte edilen olgular alındı. Retrospektif kohort tipteki bu araştırmada NRS 2002’ye göre malnütrisyon olan ve olmayan olgular; yaş, cinsiyet, primer hastalık, beden kitle indeksi, kalori ihtiyacı, albumin, prealbumin, c-reaktif protein değerleri malnutrisyon varlığı ve hastanede kalış süresi yönünden değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmamıza 450 olgu dahil edildi; NRS 2002’ye göre malnutrisyonu olan ve olmayan olgular arasında yaş, beden kitle indeksi, albumin değeri ve mortalite açısından anlamlı fark mevcuttu. Malnutrisyonu olmayan olgularda mortalite görülmez iken, malnutrisyonlularda her beş olgudan birinin exitus olduğu saptandı. Korelasyon analizine göre yaş arttıkça malnutrisyon skorunun arttığı, beden kitle indeksi, kalori ihtiyacı, albumin değeri arttıkça skorun düştüğü gözlemlendi. Cinsiyet, tanı, prealbumin, c-reaktif protein ve hastanede kalış süreleri açısından iki grup arasında fark yoktu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamız NRS 2002 ile malnütrisyon saptanan olgularda malnütrisyonun daha doğru değerlendirilebilmesi için bu yönteme ek olarak beden kitle indeksi, albümin ve c-reaktif protein düzeylerinin mutlak gözden geçirilmesinin önemini vurgulamıştır. Hastanelerde özellikle nöroloji ve onkoloji kliniklerinde malnütrisyonun saptanması ve beslenme desteği klinik gidişi etkilediği için beslenme destek birimlerinin kurularak hastaların yakından izlenmesinin önemli olduğu düşüncesindeyiz.
INTRODUCTION: It is known that the treatment of the cases who need nutritional support is more difficult and morbidity- mortality increase in these cases. This study aims to the presence of malnutrition is researched on the consulted patients to hospital Nutrition support team with NRS 2002 score and the relationship between the clinical course of these scoring was examined.
METHODS: The patients who were consulted to Nutrition support team between January 2013 and June 2016 were included to the research. In this retrospective study according to NRS 2002 the cases with Malnutrition and non-malnutrition are evaluated in terms of age, gender, primary disease, body mass index, calorie need, albümin, prealbumin,c-reactive protein values the presence of malnutrition and the duration of hospital stay.
RESULTS: A total of 450 cases were included in the study, according to NRS2002 there was a significant difference in age, body mass index, albumin value and mortality between with Malnutrition and non-malnutrition cases. While there is no mortality in non malnutrition cases, One of every five cases with malnutrition was found exitus. According to the correlation analysis it was observed that As age increases, malnutrition score was in increasing, as body mass index, calorie requirement albumin values increases malnutrition score was in decreasing. There was no diffrence in gender, diagnosis, prealbumin, c-reactive protein and duration of hospital stay between two groups.
DISCUSSION AND CONCLUSION: This study emphasized the importance of body mass index, albumin and c-reactive protein levels must absolutely be rewieved in addition to this method in order to be able to evaluate malnutrition more accurately in cases of malnutrition with NRS 2002. We think that it is important to establish the nutrition support units and monitor the patients closely, especially in the neurology and oncology clinics inhospitals because the detection of malnutrition and nutritional support will affect the clinical outlook.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

3.
Kazanılmış Prematür Ejakülasyon ile Kan B12 Vitamini veya Folik Asit Düzeyleri Arasında İlişki Var Mıdır?
Are There Relationships Between Acquired Premature Ejaculation and Blood Vitamin B12 or Folic Acid Levels?
Halil Lütfi Canat, Recep Burak Değirmentepe, Osman Can, Hasan Anıl Atalay, İlter Alkan, Mehmet Gökhan Çulha, Sait Özbir
doi: 10.5152/eamr.2018.30922  Sayfalar 66 - 70
GİRİŞ ve AMAÇ: Kazanılmış prematür ejakülasyon (PE) ile kan B12 vitamini ve folik asit düzeyleri arasındaki ilişkinin varlığını açıklamak.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kazanılmış PE olan 93 hasta ve PE olmayan 69 kontrol vakası çalışmaya dahil edildi. Hastaların tamamı Uluslararası Cinsel Sağlık Derneği kriterlerini karşılamaları durumunda, kazanılmış PE olarak kabul edildi. Çalışmaya dahil edilen tüm erkeklerin B12 vitamini ve folik asit düzeyleri değerlendirildi.
BULGULAR: PE olmayan erkeklerle karşılaştırıldığı zaman, kazanılmış PE olan hastaların B12 vitamini düzeyi daha düşük bulundu (336,5±142,9 pg/mL vs 356,0±162,5 pg/mL); ancak her iki grup arasında istatistiksel anlamlı farklılık izlenmedi (p=0.576). Kazanılmış PE olan hastalarla kontrol grubu arasında, folik asit düzeylerine göre de anlamlı farklılık izlenmedi (7,5±3,4 ng/mL vs. 7,3±3,1 ng/mL, p=0.853).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kan B12 vitamini ve folik asit düzeyleri ile kazanılmış PE arasında ilişki yoktur. Kazanılmış PE’nin etiyoloji ve risk faktörlerini açıklamak bu vitaminlerin değerlendirilmesi önerilmemelidir.
INTRODUCTION: To investigate the relationship between acquired premature ejaculation (PE) and blood vitamin B12 or folic acid levels.
METHODS: A total of 93 patients with acquired PE and 69 control cases without PE were included the study. All patients were considered to have acquired PE if they fulfilled the criteria of the International Society for Sexual Medicine Committee. Blood vitamin B12 and folic acid levels were evaluated in all men included in the study.
RESULTS: Compared to men without PE, the patients with acquired PE had lower vitamin B12 levels (336.5±142.9 pg/mL vs 356.0±162.5 pg/mL); however, no statistically significant difference was found between the groups (p=0.576). There was also no significant difference between the acquired PE group and control group in the folic acid levels (7.5±3.4 ng/mL vs. 7.3±3.1 ng/mL, p=0.853).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Blood vitamin B12 and folic acid levels are not associated with acquired PE. The evaluation of these vitamins should not be recommended to explore the etiology and risk factors of acquired PE.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

4.
Tiroidektomi Yapılan Hastalarda Bethesda Sınıflamasının Sonuçları-Tek Merkez Deneyimimiz
Results of The Bethesda Classification in Patients Undergoing Thyroidectomy-a Single Institute Experience
Sönmez Ocak, Ömer Faruk Bük, Kürşat Yemez
doi: 10.5152/eamr.2018.57689  Sayfalar 71 - 76
GİRİŞ ve AMAÇ: Tiroidektomi yapılan hastaların preoperatif dönemde yapılan ince iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB) ile postoperatif dönemdeki histopatolojik (HP) bulgularını karşılatırmak ve Bethesda sınıflamasının validasyonunu sağlamak.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Samsun eğitim ve araştırma hastanesi'nde2014-2016 yılları arasında tiroidektomi yapılan 366 olgunun verileri retrospektif olarak incelendi ve tiroid kanseri ile ilişkili değişkenler araştırıldı.
BULGULAR: 366 olgunun 44 'ü (%12) erkek (%88) 322'si kadın idi. Bethesda sınıflamasına göre İİAB sonuçları 23 (%6,3) hastada kategori 1,79 hastada (%21,6) kategori 2, 128 hastada (% 35) kategori 3,113 (%30,9) hastada kategori 4,9 hastada kategori 5 (%3,8) ve 14 hastada kategori 6 (%2,5) olarak raporlandı. HP inceleme sonucunda 65 (%17,7) hastada tiroid kanseri saptandı. Bethesda sınıflaması %73,9 duyarlılık ve %96 özgüllüğe sahip olduğu görüldü. Erkek cinsiyet dışında diğer değişkenler ile tiroid kanseri arasında ilişki kurulamadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bethesda sınıflaması kabul edilebilir bir duyarlılık ve özgüllüğe sahip olmakla birlikte kategori 3 ve kategori 4 hastalarda kanser görülme riski değişkenlik gösterebilmektedir. Bu nedenle tedavi planlaması yapılırken multidisipliner yaklaşılmalı ve cerrahi tedavi seçeneği akılda tutulmalıdır.
INTRODUCTION: To compare preoperative fine needle aspiration biopsy and postoperative histopathological findings among patients who underwent thyroidectomy and validate the Bethesda System for reporting Thyroid Cytopathology.
METHODS: Data from 366 patients who underwent thyroidectomy between 2014 and 2016 were evaluated and risk factors were investigated.
RESULTS: 322(88%) of 366 cases were women and the rest 44(12%) were men.According to the Bethesda System, 23 (6.3%) patients were category 1, 79 (21.6%) were category 2, 128 (35%) were category 3,113 (%30.9) were category 4,9 (3.8%)patients were category 5 and 14(2.5%) were category 6. 65 (17.7%) patients had thyroid malignancy after histopathological examination. Bethesda system has 73.9% sensitivity and 96% specificity. There wasn't any relationship between the variables and thyroid malignancy except male sex.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Although the Bethesda System had acceptable sensitivity and specificity,the malignancy rates in category 3 and 4 patients can show variability. Becase of this reason a multidiciplinary approach is essential for management plan and surgery option should be kept in mind.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

5.
Kraniyofasiyal Dermoid Kistlerde Cerrahi Tedavi Sonuçlarımız: 29 Olgunun Retrospektif Analizi
Surgical Treatment Results in Craniofacial Dermoid Cysts: Retrospective Analysis of 29 Cases
Özlem Çolak, Ayberk Akçay, Ayça Ergan Şahin, İlker Üsçetin, Özay Özkaya Mutlu
doi: 10.5152/eamr.2018.63497  Sayfalar 77 - 82
GİRİŞ ve AMAÇ: Dermoid kistler, konjenital, genellikle baş boyun, gövdede lokalize duvarı skuamöz epitelle döşeli içlerinde farklı deri ekleri yada dokular (multiple sebase gland, kıl folikülleri, ter bezleri,yağ, tırnak,göz, dental, kartilaj yada kemik yapı) içerebilen ektodermal ve mesodermal orjinli gelişimsel malformasyonlardır. Çalışmada baş boyun bölgesindeki dermoid kist ön tanılı kitlelere yaklaşım, ayırıcı tanı, preop görüntüleme yöntemleri ile nihai patoloji arasındaki ilişkiyi değerlendirmek ve tedavi planlamasının nasıl olması gerektiğini tartışmak amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmaya ocak 2010 ile temmuz 2017 arasında kliniğimize baş boyun bölgesinde kitle nedeniyle başvuran gerekli konsültasyonlar ve ameliyat öncesi değerlendirme sonrası cerrahi uygulanan 37 hasta retrospektif olarak tarandı. Hastalar yaş, cinsiyet, lezyon boyutu, lezyon yerleşimi, preoperatif görüntüleme, intrakranyal tutulum, uygulanan tedavi ve komplikasyonlar açısından değerlendirildi.
BULGULAR: Bu çalışmaya dahil edilen 29 hastanın 15’i erkek (%51.7), 14 ü kadın (%48.2) idi. Hastaların yaşı 1 ile 28 arasında değişmekte ve ortalama yaş 10 idi. Lezyonların 22 tanesi kaş lateralinde (%75.8), 2 tanesi glabellada (%6.8), 2 tanesi temporal bölgede (%6.8), 1 tanesi oksipital bölgede (%3.4), 1 tanesi alında (%3.4), 1 tanesi medial kantal bölgede (%3.4) lokalize idi. Başvuru anında tüm hastalarda lezyonun bulunduğu lokalizasyonda deri altında şişlik şikayeti mevcut idi. Ağrı ya da lezyonda akıntı tariflenmedi. Tüm hastaların ameliyat öncesi incelemelerinde intrakranyal tutulumu değerlendirmek için öncelikli olarak BT olmak üzere en az bir görüntü istendi. Lezyonların çıkarılmasında ana neden kozmetik sorunlar olarak görüldü
TARTIŞMA ve SONUÇ: Dermoid kistler sadece kötü kozmetik görüntünün ortadan kaldırılması için değil aynı zamanda olası akıntı ve enfeksiyonun önlenmesi, kesin patolojik tanının konulması ve sekonder kemik değişikliklerinin önlenmesi için eksize edilirler.
INTRODUCTION: Dermoid cysts are developmental malformations originating from ectoderm and mesoderm. They are congenital and usually localized on the head and neck region. Their wall is covered with squamous epithelium and can contain different skin patches and tissues (multiple sebaceous glands, hair follicles, sweat glands, oil, nail, eye, dental, cartilage).The purpose of this study was to present an approach to masses in head and neck region, evaluate the relationship between preoperative imaging and ultimate pathology, differential diagnosis, and discuss how treatment planning should be done.
METHODS: In this study, between January 2010 and July 2017, 37 patients who admitted to our clinic for masses in head and neck region and underwent surgery after necessary consultations and preoperative evaluation, were scanned retrospectively. Patients were evaluated for age, sex, lesion size, lesion placement, preoperative imaging, intracranial involvement, treatment and complications.
RESULTS: Of the 29 patients included in this study, 15 were male (51.7%) and 14 were female (48.2%). The age of the patients ranged from 1 to 28 and the mean age was 10 years. Of the lesions, 22 were localized in the lateral side of the eyebrows (75.8%), 2 in the glabellas (6.8%), 2 in the temporal region (6.8%), 1 in the occipital region (3.4%), 1 in the forehead (3.4%), and 1 in the medial canthal (3.4%), region. At the time of admission, all patients complained of swelling under the skin at the localization where the lesion was present. At least one image, primarily CT, was requested to assess intracranial involvement in all patients' preoperative examinations. The main reasons for the removal of lesions were seen as cosmetic problems.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Dermoid cysts are operated not only for the removal of bad cosmetic appearance, but also for the prevention of possible leakage and infection, getting precise pathologic diagnosis and prevention of secondary bone changes.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

6.
Hemodiyaliz and Peritondiyalizi Hastalarında Serum Neuron Specific Enolase and S-100B düzeyleri
Serum Neuron Specific Enolase and S-100B concentratios in Hemodialysis and Peritoneal Dialysis Patients
Medine Alpdemir, Oğuzhan Özcan, Mehmet Fatih Alpdemir, Mehmet Şeneş, Alper Azak, Murat Duranay, Doğan Yücel
doi: 10.5152/eamr.2018.46338  Sayfalar 83 - 87
GİRİŞ ve AMAÇ: Nöron Spesifik Enolaz (NSE) ve S-100B beyinden kaynaklanan proteinlerdir. Nörolojik beyin hasarında düzeyleri artar. Çalışmanın amacı son dönem böbrek yetmezliği bulunan, hemodializ (HD) ve periton diyalizi (PD) uygulanan hastalarda serum S-100B ve NSE düzeylerini belirlemek ve bunların uygulanan diyaliz tipinden nasıl etkilendiğini göstermektir
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma grubu, yaş ve cinsiyet eşleştirilmiş HD tedavisi uygulanan 20, PD uygulanan 26 hasta ve 21 sağlıklı kontrolden oluştu. Kan örnekleri HD hasta grubunda diyaliz öncesi ve sonrasında, PD ve kontrol grubunda sabah açlık kanı olarak alındı. Elde edilen serum örneklerinde rutin biyokimya parametreleri aynı gün 2 saat içinde ölçüldü. Serum S-100B and NSE düzeyleri çalışılacakları güne kadar -80°C’de saklandı. Serum S-100B ve NSE düzeyleri kemilüminesans immunuassay yöntemiyle ölçüldü. Rutin biyokimya testleri kolorimetrik yöntem ile biyokimya analizöründe ölçüldü.
BULGULAR: HD ve PD grupları ile kontrol grubu karşılaştırıldığında S-100B (sırasıyla; 0.11±0.06 ng/mL, 0.13±0.09 ng/mL ve 0.05±0.03 ng/mL) ve NSE (sırasıyla; 12.7±5.99 ng/mL, 9.26±5.52 ng/mL ve 6.82±2.36ng/mL) düzeyleri, hasta gruplarında anlamlı yüksekti. S-100B ve NSE düzeyleri HD sonrası, HD öncesi düzeylerinden yüksekti (P< 0.001). S-100B and NSE düzeyleri arasında zayıf ama anlamlı korelasyon vardı (r=0.290; p=0.006).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada serum S-100B ve NSE düzeyleri HD ve PD hastalarında yüksek bulundu. Kronik böbrek yetmezliği (KBY) olan hastalarda artmış S-100B ve NSE düzeyleri serebrovasküler olaylar ile ilişkili olabilir. Ayrıca serebrovasküler olayların belirlenmesine önemli belirteçler olabilir.
INTRODUCTION: Neuron specific enolase (NSE) and S-100B are brain derived proteins and increase in neurological tissue injuries. In this study, we aimed to investigate the serum values of NSE and S-100B in hemodialysis (HD) and continuous ambulatory peritoneal dialysis (CAPD) patients with end stage renal disease (ESRD) and the effect of different dialysis procedures on these parameters.
METHODS: 20 HD patients, 26 CAPD patients and 21 healthy controls matched by age and gender were included in the study. Venous blood samples from pre- and post-hemodialysis session and only fasting blood samples from CAPD and control subjects were obtained. The routine biochemical parameters were measured within two hours for all serum samples. The remaining serum samples were stored at -80oC until the day of analysis of the S-100B and NSE assays. Serum S-100B and NSE values were performed by analyzer using chemiluminescence immunoassay method. Other routine biochemical tests were measured in a chemistry analyzer by colorimetric methods.
RESULTS: Serum S-100B (HD: 0.11±0.06 ng/mL, CAPD: 0.13±0.09 ng/mL and control: 0.05±0.03 ng/mL) and NSE (HD: 12.7±5.99 ng/mL, CAPD: 9.26±5.52 ng/mL and control: 6.82±2.36 ng/mL) concentrations were higher in HD and CAPD patients compared to control subjects. S-100B and NSE concentrations were also higher in post-HD group than pre-HD (p< 0.001). There was a weak but significant correlation between S-100B and NSE concentrations (r=0.290; p=0.006).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Serum S-100B and NSE concentrations were higher in HD and CAPD patients. Increased concentrations of serum S-100B and NSE can be associated with neurological tissue injury in these patients. Therefore, these markers can be valuable for determining the possible risk of cerebrovascular event in patients with chronic renal disease.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

7.
KOAH Alevlenme Tanısıyla Göğüs Hastalıkları Kliniğimizde İzlenen Hastalarda Etken Mikroorganizmalarla Hava Yolu Darlığı Arasındaki İlişki
The Relationship Between Microorganisms and Airway Obstruction in Patients Our Chest Disease Ward with the Diagnosis of COPD Exacerbation
Mehmet Erdem Çakmak
doi: 10.5152/eamr.2018.34467  Sayfalar 88 - 91
GİRİŞ ve AMAÇ: Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH); yaygın, önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalıktır. Alevlenmeler ve komorbiditeler hastalığın şiddetine katkıda bulunur. Çalışmamızda; KOAH alevlenme tanısıyla hastaneye yatırılan olgularda etken mikroorganizmaları ve hava yolu darlığı arasındaki ilişkiyi değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2015-Ocak 2016 tarihleri arasında Nevşehir Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Servisinde KOAH alevlenme tanısıyla izlenen 75 hastanın balgam ve kan kültürleri retrospektif olarak incelendi. Balgam kültüründe üreyen mikroorganizmalar ve hava yolu darlığı arasındaki ilişki değerlendirildi. Hava yolu darlığının değerlendirilmesinde FEV1 değeri kullanıldı.
BULGULAR: Çalışmamızda değerlendirilen 75 hastanın 45 (%60)’i erkek, 30 (%40)’u kadındı. Yaş ortalaması 61,2 saptandı. 12 (%16) hastanın balgamında H. influenzae, 9 (%12) hastanın balgamında S. pneumoniae, 6 (%8) hastanın balgamında M. catarrhalis, 4 (%5,3) hastanın balgamında P. aeruginosae, 3 (%4) hastanın balgamında E. coli, 3 (%4) hastanın balgamında K. pneumoniae, 1 (%1,3) hastanın balgamında metsilin duyarlı S. aureus üredi. Balgam kültüründe üreyen mikroorganizmalar ve hava yolu darlığı arasında anlamlı istatistiksel farklılık saptanmadı (p>0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: KOAH alevlenme tanısıyla hastaneye yatırılan olgularda, etken mikroorganizma dağılımı ve hava yolu darlığı arasında ilişki saptamadık.
INTRODUCTION: Chronic Obstructive Pulmonary Disease (COPD); is a common, preventable and treatable disease. Exacerbations and comorbidities contribute to the severity of the disease. In our study; We aimed to evaluate the relationship between causative microorganisms and airway obstruction in hospitalized patients with COPD exacerbation.
METHODS: Sputum and blood cultures of 75 patients who were diagnosed as COPD exacerbation at Nevsehir State Hospital Chest Diseases Service between January 2015 and January 2016 were retrospectively analyzed. The relationship between microorganisms in sputum culture and airway obstruction was evaluated. The FEV1 value was used in assessing the airway obstruction.
RESULTS: 75 patients evaluated in our study, 45 (60%) were male and 30 (40%) were female. The mean age of the patients was 61.2. H. influenzae in 12 (16%) patients sputum, S. pneumoniae in 9 (%12) patients sputum, M. catarrhalis in 6 (8%) patients sputum, P. Aeruginosae in 4 (5.3%) patients sputum, E. coli in 3 (4%) patients sputum, K. pneumoniae in 3 (4%) patients sputum, metsilin sensitive S. aureus in 1 (1.3%) patients sputum were isolated. There was no statistically significant difference between microorganisms and airway obstruction in sputum culture (p> 0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In patients admitted to the hospital with the diagnosis of COPD exacerbation, we could not find any relationship between effective microorganism distribution and airway obstruction.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

8.
Primer Yüzeyel Mesane Tümörlerinin (Üroepitelyal Tümörler) 2 Yıllık İzlemde Rekürrens Oranları ve Sigara ile İlişkisi
Recurrence Rate of Primary Superficial Bladder Tumors (Uroepithelium Tumors) at Two Years Follow-up and Relationship with Smoking
Bilal Çetin, Osman Köse, Ünsal Özkuvancı, Yüksel Yılmaz
doi: 10.5152/eamr.2018.14892  Sayfalar 92 - 97
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada primer yüzeyel mesane tümörlerinin (üroepitelyal tümörler) 2 yıllık izlemde rekürrens oranları ve sigara ile ilişkisi araştırıldı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kliniğimizde 2006 ve 2011 yılları arasında primer mesane tümörü nedeniyle TUR-MT yapılan 542 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Çalışmamıza 2 yıllık takibi olan, ≤3 cm ve en fazla 3 odakta tümörü olan bu 3 odaktaki tümörlerin her biri ≤3 cm olan yüzeyel mesane tümörlü 105 hasta dahil edilmiştir. Hastaların yaşı, cinsiyeti, sigara, tümör evresi, tümör derecesi, tümör boyutu, tümör sayısı, postop erken kemoterapi, indüksiyon BCG, adjuvan kemoterapi, 2 yıl içerisindeki nüks, nükse kadar geçen süre, verileri analiz edildi. Ayrıca hastaların sigara içimi paket/yıl olarak ≥20, 30, 40 paket/yıl olarak ayrıldı.
BULGULAR: Toplam 105 hastadan 23 hastada nüks saptandı (%21.9).Sigara içen hasta sayısı 94 (%89,5) içmeyen 11 (%10,5) olarak bulundu. Tüm hastalarda, logistic regresyon kullanılarak yapılan multivaryet analizde; patolojik T durumu, 6 haftalık intravezikal BCG, <60 yaş ve ≥20 paket/yıl sigaraya maruz kalma nüks üzerine etkili parametreler olarak bulundu, p değerleri sırasıyla (p=0,022, p=0,042, p=0,011, p=0,042).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızın multivaryet analizinde tüm hastalarda ≥20 paket/yıl sigaraya maruz kalma nüksüz sağkalımı kısalttığı saptandı. Mesane kanserinde rekürrense etki eden risk faktörlerinin daha iyi tespit edilebilmesi için mevcut tedavilerin uzun dönem sonuçları ve yeni tedavi modalitelerinin geliştirilmesi gerekmektedir.
INTRODUCTION: In this study, we investigated recurrence rates of primary superficial bladder tumors (uroepithelial tumors) at 2-year follow-up and relationship with smoking.
METHODS: We retrospectively reviewed the data of 542 patients who underwent TUR-BT for primary bladder tumor between 2006 and 2011 in our clinic. Our study included 105 patient, who have 2 year follow-up, ≤3 cm and up to 3 focus tumors each have ≤3 cm superficial bladder tumors. Data were analyzed for age, gender, smoking, tumor stage, tumor grade, tumor size, number of tumors, postoperative early intravesical chemotherapy, induction BCG, adjuvant intravesical chemotherapy, recurrence within 2 years, time to recurrence.Patients' smoking were also divided into ≥20, 30, 40 packet-years.
RESULTS: Recurrence was detected in 23/105 patients (21.9%).The number of smokers was 94 (89.5%) and not smokers 11 (10.5%). In multivariate analysis using logistic regression; effective parameters on recurrence were found pathologic T status, 6-week intravesical BCG, <60 years and ≥20 packet-years cigarette exposure, p values were respectively (p=0,022, p=0,042, p=0,011, p=0,042).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Multivariate analysis of our study, was determined that exposure to ≥20 packet-years of cigarettes in all patients shortened recurrence free survival.Long-term results of existing therapies and new treatment modalities need to be developed to better identify recurrent risk factors for bladder cancer.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

9.
Preeklamptik ve Normotansif Gebelerde Maternal Serum Soluble Fms-Like Tyrosine Kinase-1 (Sflt-1)/Placental Growth Factor (Pgf) Oranlarının Karşılaştırılması
Comparison of Maternal Serum Soluble Fms-Like Tyrosine Kinase-1 (Sflt-1)/Placental Growth Factor (Pgf) Ratio in Preeclamptic and Normotensive Pregnancies
Tuğba Kılık, Veli Mihmanlı, Sehtap Nazlı Kılıç Çetin, Orhan Şahin, Gökhan Demirayak, Berk Bulut
doi: 10.5152/eamr.2018.01328  Sayfalar 98 - 101
Amaç: Preeklampsideki temel patolojinin yetersiz trofoblastik invazyon, anormal plasentasyon ve yaygın endotelyal hasar olduğu ileri sürülmektdir. Bu çalışmanın amacı Preeklamptik ve normotansif gebeler arasında sFlt-1, PGF düzeyleri ve sFlt-1/ PGF oranlarını karşılaştırarak, preeklampsi gelişiminde önemli bir antianjiogenik olan sFlt-1 artışını belirlemektir.

Yöntemler: Bu prospektif çalışma, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Okmeydanı Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Klinik Araştırmalar Etik Kurulu onayı alınarak kliniğimize başvuran 20’si preeklamptik, 23’ü normotansif olmak üzere toplam 43 gebe ile yapıldı. İki grup, gestasyonel özellikleri ile sFlt-1(Soluble Fms-likeTyrosine Kinase- 1), PGF(Placental Growth Factor) düzeyleri ve sFlt-1/ PGF oranları açısından karşılaştırıldı.

Bulgular: Preeklamptik gebelerde kontrol grubu ile karşılaştırıldığında serum sFlt-1 düzeyleri ve sFlt-1/ PGF oranı daha yüksek, serum PGF düzeyi ise daha düşük saptandı

Sonuç: sFlt-1/ PGF oranı preeklamptik gebelerde normotansif gebelere göre anlamlı olarak yüksek bulundu. Bu oranın yüksekliği preeklamptik gebelerdeki yetersiz anjiogenez ve hipoksi gelişiminde sFlt-1'in rolü olduğunu düşündürmektedir.
Objective: It is suggested that the underlying pathology in preeclampsia is inadequate trophoblastic invasion, abnormal placentation and widespread endothelial injury. The aim of this study is to determine the increase of sFlt-1, which is an important antianjiogenic factor in the development of preeclampsia, by comparing the levels of sFlt-1, PGF and sFlt-1 / PGF between preeclamptic and normotensive pregnancies.

Methods: This prospective study was carried out with the approval of Health Sciences University Okmeydanı Training and Research Hospital Clinical Research Ethics Committee. Total number of 43 participants were recruited from our clinic which 20 of them were preeclamptic and 23 were normotensive pregnancies. The two groups were compared by gestational characteristics, sFlt-1 levels (Soluble Fms-like Tyrosine Kinase-1), Placental Growth Factor (PGF) levels and sFlt-1 / PGF ratios.

Results: Serum sFlt-1 levels and sFlt-1 / PGF ratio in preeclamptic pregnancies were higher and serum PGF levels was lower than normotensive pregnancies.

Conclusion: The ratio of sFlt-1 / PGF was significantly higher in preeclamptic pregnancies than in normotensive pregnancies. The elevation of this ratio suggests that sFlt-1 has a role in the development of inadequate angiogenesis and hypoxia in preeclamptic pregnancies.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

10.
Esansiyel Hipertansiyona İkincil Gelişen Çift Taraflı Retinal Ven Kök Tıkanıklığı
Bilateral Central Retinal Vein Occlusion Caused By Essential Hypertension
Alper Halil Bayat, Selim Bölükbaşı, Akın Çakır, Burak Erden, Mustafa Nuri Elçioğlu
Sayfalar 111 - 112
AMAÇ: Acil servise başvuran 44 yaşında erkek hastada eş zamanlı çift taraflı ven kök tıkanıklığı etyolojisinin araştırılması ve olgu sunumu
OLGU: Acil servise çift taraflı görme kaybı ile başvuran hastanın yapılan muayenesinde çift taraflı ven kök tıkanıklığı saptandı. Etyolojiyi araştırmak için hasta dahiliye ve kardiyoloji birimlerine konsülte edildi. Hastanın tansiyon değerleri, sedimentasyon hızı, kan glukoz düzeyleri, lipid profili, plazma protein elektroforezi, kan biyokimyası, tiroid fonksiyon testleri, homosistein düzeyleri, protein c ve s drençleri, faktör 5 leiden mutasyonu, romatoid faktör(RF) ve anti-nükleer antikor(ANA) değerleri, serum anjiotensin dönüştürü enzim (ACE) düzeyi, sifiliz antikorları, elektrokardiyogramı (EKG), karotis doppler ultrasonografisi (USG), üriner sistem USG'si araştırıldı. Hastada primer hipertansiyon saptandı. Diğer sonuçlar negatif izlendi.
TARTIŞMA: Özellikle çift taraflı retinal ven kök tıkanıklığı hastalarında ve 50 yaş altı retinal ven kök tıkanıklığı hastalarında etyoloji geniş çaplı araştırılmalıdır.
AIM: Investigation of the etiology of bilateral central retinal vein occlusion in patients under the age of 50 and case report
CASE: Bilateral retinal central vein occlusion was detected in the patient's examination of the patient who presented with bilateral visual loss in emergency department. In order to investigate the etiology, he was admitted to the internal medicine and cardiology departments. Serum anjitension-converting enzyme level, syphilis antibodies, blood pressure, sedimentation rate, blood glucose levels, lipid profile, plasma protein electrophoresis, blood biochemistry, thyroid function tests, homocysteine levels, protein c and s dendrites, factor 5 leiden mutation, electrocardiography, carotid doppler ultrasonography (USG), urinary system USG were investigated. Primary hypertension was detected in the patient. Other results were negative.
CONCLUSİON: Etiology should be extensively investigated, especially in patients with bilateral retinal vein occlusion and patients with retinal vein occlusion below 50 years of age
Makale Özeti

11.
Kardiyopulmoner resusitasyonda IPI (Integrated pulmonary index) kullanimi
The use of IPI (Integrated pulmonary index) in cardiopulmonary resuscitation
Sevilay Sema Ünver, Asim Kalkan
Sayfalar 113 - 114
Makale Özeti