Cilt: 5  Sayı: 4 - Ekim 2003
Özetleri Gizle | << Geri
1.
Malnutrisyonlu amfizem olgularında beslenme desteğinin, solunum fonksiyonları ve solunum kasları EMG aktivitesine etkileri
The effect of dietary supplemantation on respiratory functions and respiratory muscles emg activity in malnourished patients with emphysema
Pınar ERGÜN, Gülümser AYDIN, Ülkü Y TURAY, Yurdanur ERDOĞAN, Şenay ALTINDİREK, Atalay ÇAĞLAR, A İhsan KEYF
Sayfalar 185 - 189
Kronik obstrüktif akciğer hastalığında malnutrisyon ve solunum kas zayışığı arasında ilişki olduğu gösterilmiştir. Beslenme desteğinin etkileri ile ilgili yapılan çalışma sonuçları çelişkilidir. Bu çalışmanın amacı hospitalize malnutrisyonlu amfizemli olgularda kısa süreli nutrisyonel destek tedavisinin kilo alımı ve fizyolojik parametrelerde ölçülebilir değişikliklere neden olup olamayacağının değerlendirilmesidir. Kısa süreli beslenme desteğinin etkileri(15 gün) malnutrisyonu olan 11 amfizemli hastada prospektif ve kendi içinde kontrollü çalışma ile değerlendirildi. Bütün hastalar, rutin hastane diyetine ek olarak yüksek yağ, düşük karbonhidrat içeriği olan oral nutrisyonel destek formülleri aldılar. Çalışma öncesi ve sonrasında beden kitle indeksi(BKİ), solunum fonksiyon testleri, arter kan gazı incelemesi, dispne algılama dereceleri, diafragma ve interkostal kasların elektromiyografik aktiviteleri (EMGdi, EMGint) değerlendirildi.Çalışma öncesi ve 15 gün sonrası BKİ'i sırasıyla 17,88±0,84 Kg/m2, 19,75±0,84 Kg/m2 bulundu(p<0,0001). Solunum fonksiyon testleri,arter kan gazı incelemesi ve solunum kaslarının EMG aktivitelerinde nutrisyonel destek once ve sonrasında istatistiksel anlamlı fark saptanmadı. Dispne algılama derecelerinde nutrisyonel destek sonrası istatistiksel anlamlı azalma saptandı (3,63±0,20 - 2,45±0,28, p<0,05). Çalışmamızda amfizem tanısıyla hastanede yatan malnutrisyonlu olgularda; kısa süreli nutrisyonel desteğin dispne algılama derecesinde belirgin azalma sağladığı ancak solunum fonksiyonları, kan gazı ve inspiratuar kas EMG aktivitelerinde belirgin değişime neden olmadığı sonucuna varılmıştır.
The relationship of malnutrition and respiratory muscle weakness in patients with chronic obstructive pulmonary disease (COPD) have been shown. Conflicting results regarding the role of nutritional therapy have been reported. This study was designed to investigate whether short term nutritional support is adequate for weight gain in hospitalized malnourished patients with emphysema and to determine if this weight gain provides any measurable physiologic improvement. Eleven malnourished inpatients with emphysema received a supplementary oral nutrition (high fat, low carbohydrate) with their usual hospital diet during the study (15 days). Measurement of nutritional status, pulmonary function tests, arterial blood gas tensions, breathlessness scores, diaphragm and intercostals muscle electromyographic activity (EMGdi and EMGint) were performed initially and at the end of the study. Measurements of body mass index(BMI) before and after the study period were 17.88±0.84, 19.75± 0.84 respectively, (p<0.0001). There were no significant changes in pulmonary function tests, arterial blood gas tension, EMGdi and EMGint measurements. A significant improvement in breathlessness scores was detected, 3.63±0.20 and 2.45±0.28 before and after the study respectively,(p<0.005). We conclude that in malnourished inpatients with emphysema, short-term refeeding leads to weight gain and improvement in breathlessness scores in the absence of demonstrable changes in pulmonary function, arterial gas tensions and in EMG activity of inspiratory muscles.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

2.
Akciğer kanserli erkek hastalar ve ailede kanser öyküsü
Male lung cancer patients and family history of cancer
Mine GAYAF, Y. Banu ÇIKIRIKÇIOĞLU, Filiz GÜLDAVAL, Atike DEMİR, Sibel KESKİN, Kunter PERİM
Sayfalar 190 - 193
Çalışmamızda akciğer kanserli ve kronik obstruktif akciğer hastalığı(KOAH) olan olguların sigara kullanımları, evde kullandıkları yakacak ve ailesinde kanser öyküsü sorgulandı. KOAH ve akciğer kanserli erkek olguların ailesinde kanser öyküsü olan akraba sayılarında, kullandıkları yakacaklarda önemli istatistiksel farklılık izlenmedi. Ancak ailesinde kanser öyküsü olan olguların daha az sigara kullanmalarına rağmen akciğer kanseri oluştuğu saptandı(p=0,02). Akciğer kanseri grubunda 11 hastada birden fazla akrabada kanser öyküsü saptanırken, KOAH grubunda birden fazla akrabada kanser öyküsü olan yoktu.
In this study, we investigated the smoking habits, home fuel and family history of cancer in patients with chronic obstructive pulmonary disease (COPD) and lung cancer. There was no statistical significance regarding family history of cancer, cigarette smoking and home fuel between patients with COPD and lung cancer. Patients with less pack/year burden of cigarette smoking and a family history of any cancer were also found to develope lung cancer, p: 0.02. In the lung cancer group, there were more than one family history of lung cancer while this rate was < 1 case for the COPD group.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

3.
Akciğer kanserinde CEA ve PSA'nın tanısal değeri
Diagnostic value of serum cea and psa levels in lung cancer
Semra GÜRCAN KILIÇ, Gürkan ERTUĞRUL, Mehmet BÖNCÜ, Ayşenur ATAY, Füsun ERCİYAS, Hüseyin HALİLÇOLAR
Sayfalar 194 - 199
Nisan-Ekim 2000 tarihleri arasında servislerimizde yatan, prostat yakınmaları ve bulguları olmayan, histolojik ve sitolojik olarak akciğer kanseri tanısı konmuş 63, benign akciğer hastalığı olan 21 olguda karsinoembriyojenik antijen (CEA) ve prostat spesifik antijen (PSA) serum düzeylerini ölçerek erken tanı, ayırıcı tanı, tip tayini ve evrelendirmede yardımcı olup olmayacağını araştırdık. Akciğer kanseri olgularının yaş ortalaması 62.4±7.9 ( yaş aralığı 37-76), kontrol grubunun 58.8±10.7 (yaş aralığı 28-74) idi. 22 olgu skuamöz hücreli, 18 olgu adeno, 14 olgu küçük hücreli dışı, 7 olgu küçük hücreli ve 2 olgu indiferan karsinom tanısı almıştı. Çalışma grubunda serum CEA median değerini 3.35 ng/mL, kontrol grubunda 3.8 ng/mL, serum PSA median değerini çalışma grubunda 3.0 ng/mL, kontrol grubunda 0.8 ng/mL bulduk. Serum CEA değerini; skuamöz hücreli akciğer karsinomluların %28'inde, adenokarsinomluların %44'ünde, PSA düzeyini ise, skuamoz hücrelilerin %27'sinde, adenokarsinomluların %6'sında yüksek bulduk. Serum median CEA ve PSA düzeyleriyle hastanın yaşı, performans durumu, tümör histolojik tipi, evresi, T,N,M durumları, metastaz yer ve sayısı, akciğer radyogramı ve toraks BT'de invazyon bulguları ve bronkoskopi bulguları arasında istatiksel anlamlı ilişki saptayamadık. Yaşla serum CEA düzeyi ve sigara içimiyle serum PSA düzeyi arasında pozitif korelasyon saptadık. Sonuç olarak; akciğer kanserleriyle serum CEA ve PSA düzeyleri arasındaki ilişkinin belirlenmesi için daha geniş ve karşılaştırmalı çalışmalara gereksinim vardır. PSA'nın akciğer alt tipi SK-MES-1'le çalışması daha anlamlı olabilir. Tümörün daha erken tanınmasını sağlayan balgam ve bronş aspirasyon sıvılarında CEA ve PSA bakılması uygun olacaktır.
We investigated whether serum CEA and PSA levels are helpful in early diagnosis, type and staging in patients with lung disease. Sixty-three of the patients were diagnosed as lung cancer and 21 as benign disease. They had no complaints and signs of prostatism. All the patients recruited for the study were hospitalized in our clinic from April to October 2000. The mean age was 62.4±7.9 (37-76) for the lung cancer group and 58.8±10.7 (28-74) for the control group. Of the patients with lung cancer, 22 had squamous cell carcinoma, 18 had adenocarcinoma, 14 had non-small cell carcinoma, 7 had small cell carcinoma and 2 had undifferentiated carcinoma. The mean of serum CEA level was 3.35 ng/mL in the cancer group and 3.8 ng/mL in the control group while serum PSA level was 3.0 ng/mL in the cancer group and 0.8 ng/mL in the control group. The serum CEA level was high in 28% of squamous cell and 44% of adenocarcinoma patients. Serum PSA level was high in 27% of squamous cell and 6% of the adenocarcinoma patients. We could not find any correlation between serum median CEA and PSA levels and patients’age, performance status, histological type, stage, TNM status, origin and number of metastases, radiological and bronchoscopic findings. On the other hand, there was a significant correlation between age and serum CEA levels and between cigarette smoking and PSA levels. In conclusion, more comperative studies are needed to assess the relationship between the serum CEA and PSA levels and lung cancer. It may be more valuable to work with lung subtype of PSA, SK-MES-1. Also to investigate CEA and PSA levels in sputum and bronchial aspiration fluid for the early diagnosis of tumor will be more promising.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

4.
Küçük hücreli dışı akciğer kanseri nedeniyle yapılan pnömonektomiler; morbidite ve mortaliteyi etkileyen faktörler
Pneumonectomy for non-small cell lung cancer: factors affecting morbidity and mortality
Yekta Altemur KARAMUSTAFAOĞLU, Gökhan HACIİBRAHİMOĞLU, Mithat FAZLIOĞLU, Aysun ÖLÇMEN, Cemal Asım KUTLU, Atilla GÜRSES, Mehmet Ali BEDİRHAN
Sayfalar 200 - 206
Bu çalışmada, küçük hücreli dışı akciğer kanseri nedeniyle pnömonektomi uygulanan olgularda morbidite ve mortaliteyi etkileyen faktorler retrospektif olarak araştırıldı. KHDAK nedeniyle pnömenektomi yapılan 97'si erkek, 4'u kadın, ortalama yaşları 56+9.6 (30-75 yaş) olan 101 hasta değerlendirildi. Morbidite oranı %52.5 (53 hasta), mortalite oranı %8.9 (9 hasta) olarak saptandı. Morbidite nedenleri olarak %77'si kalp ve solunum, %11 yara yeri infeksiyonu, %8 hemoraji ve %4 diğer nedenler bulundu. Tek değişkenli analiz (univariate analysis) ile kalp ve solunum morbiditesi için risk faktörü olan sebepler 60 yaş üzeri hastalar (p=0.006), FEV1<2L (p=0.029) ve bronkoplevral fistul (p=0.0001) olarak saptandı. Çok değişkenli analiz (multivariate analysis) ile kalp ve solunum morbiditesi için risk faktörü olarak sadece 60 yaş üzeri hastalar (p=0.006) bulundu. Tek değişkenli analiz ile mortalite için risk faktörleri sağ pnömonektomi (p=0.035), solunum morbiditesi (p=0.0001), kardiyak morbidite (p=0.003) ve hücre tipi (p=0.047) olarak saptandı. Çok değişkenli analiz ile mortalite için risk faktörleri olarak sağ pnömonektomi (p=0.045) ve solunum morbiditesi (p=0.001) bulundu. Sonuç olarak; KHDAK nedeni ile yapılan pnömonektomilerde morbidite ve mortalite multifaktöryeldir. Uygun hasta seçimi, dikkatli operasyon öncesi ve sonrası değerlendirme, pnömonektomilerde riskleri en az düzeye indirecektir.
The aim of this study was to investigate retrospectively the factors influencing the morbidity and mortality of the non-small cell lung cancer (NSCLC) cases where pneumonectomy was performed. One hundred-one patients underwent pneumonectomy. 97 of them were male and 4 were female, the average age being 56± 9.6 (30-75 years). The morbidity rate was 52.5% (53 patients), and the mortality rate was 8.9%(9pateints). Morbidity was related to cardiac and respiratory complications in 77%, wound infection in 11%, hemorrhage in 8%, and others for 4% of the cases. The risk factors for the cardiac and respiratory morbidity with univariate analysis were >60 years (p: 0.006), FEV1 <2 lt (p: 0.029) and bronchopleural fistula (p: 0.0001). The risk factor for the cardiac and respiratory morbidity with multivariate analysis was only >60 years (p: 0.006). The risk factors for mortality with univariate analysis were right pneumonectomy (p: 0.035), respiratory morbidity (p: 0.0001), cardiac morbidity (p: 0.003) and cell type (0.047). The risk factors for mortality with multivariate analysis were right pneumonectomy (p: 0.045) and respiratory morbidity (p: 0.001). In conclusion, among the performed pneumonectomies for NSCLC, the morbidity and the mortality were multifactorial. The choice of the suitable patient, careful pre and postoperative evaluation can decrease the risks and the complications of pneumonectomy procedures.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

5.
Rezeke edilmiş T3 küçük hücreli dışı akciğer tümörlerinde lokalizasyonun sağkalıma etkisi
The effect of localization on survival of the patients with resected t3 non-small cell lung cancer
Akif TURNA, Altemur KARAMUSTAFAOĞLU, Okan SOLAK, Muzaffer METİN, Nur ÜRER, M. Ali BEDİRHAN, Bahar BEDİRHAN, Dr. Atilla GÜRSES
Sayfalar 207 - 212
T3 küçük hücreli dışı akciğer kanserleri (KHDAK), lokalizasyonlarına göre 2 alt gruba ayrılabilir: Santral T3, karinaya 2 cm'den daha yakın olanlar; periferik T3 ise paryetal plevra ve göğüs duvarını tutanlar olarak tanımlanabilir. Çalışmadaki amacımız; her iki lokalizasyondaki T3 tümörlerin sağkalımlarını irdelemektedir. Merkezimizde, Ocak 1994 ila Temmuz 2000 tarihleri arasında opere edilen 349 KHDAK olgusundan, postoperatif evresi AJCC sınışamasına göre T3 olanların dosyaları retrospektif olarak gözden geçirildi. İnkomplet rezeksiyon yapılanlar, diafragma ve perikard tutulumu olanlar ve 'Pancoast' olguları çalışmadan çıkartıldı. Komplet rezeksiyon yapılan ortalama yaşları 55 (37-73), 40'ı (%90) erkek, 4'ü (%10) kadın 44 olgu incelendi. Olguların 22'sinde santral T3, 22'sinde periferik T3 bulunmaktaydı. Lenf nodu tutulumuna göre olguların dağılımı ise, 26 olgu T3N0, 4 olgu T3N1, 14 olgu T3N2 şeklindeydi. Sağkalım analizi için Kaplan- Meier, karşılaştırma için log-rank testleri kullanıldı. Periferik T3N0 tümörlerde ortalama sağkalım 24±5 ay, santral T3N0 tümörlerde 59±3 ay olarak hesaplandı(p=0.04). Buna karşın periferik T3N1+2 tümörlerde ortalama sağkalım 14±10 ay, santral T3N1+2 tümörlerde sağkalım 24±7 ay olarak kaydedildi. Tüm T3 tümörlerde sağkalım 49±9 ay, T3N0 ortalama sağkalım 47±10 ay, T3N2 ortalama sağkalım ise 30±8 ay bulundu. T3N0 küçük hücre dışı akciğer kanserli olgularda ortalama sağkalım açısından santral tümörlü olgular ile periferik tümörler arasında, santral olanlar lehine 2.5 kata yakın fark vardır. Bu farkın göğüs duvarındaki lenfatik ağ nedeni ile mi yoksa başka bir sebepten mi olduğu tartışmalıdır. Bunun için daha geniş vaka serilerinin olduğu çalışmalar yapılmalıdır.
T3 non-small cell lung cancer can be divided into several subgroups: central T3 tumors can be defined as tumors distal to less than 2 cm to tracheal carina whereas peripheral T3 tumors can be characterized as those invade parietal pleura and/or chest wall. Our aim was to evaluate the survival of the resected patients with T3 tumors located in two different location. Forty-four T3 out of 349 non-small cell lung cancer patients who underwent resection between January 1994 and July 2000 in our center were retrospectively evaluated. Those patients who underwent incomplete resection, had diaphragmatic or pericardial involvement or Pancoast tumor were excluded from the study. Four (10%) female and 40 (90%) male patients with mean age of 55 years (from 37 to 73 years) were analyzed. There were 22 central and 22 peripheral T3 patients. Pathologic evaluation of the resected specimens disclosed T3N0 in 26, T3N1 in 4 and T3N2 in 14 cases. Kaplan-Meier test was used for actuarial survival, log-rank test was used to compare survival curves. The mean survival in patients with peripheral T3N0 tumors was found to be 24±5 months, while 59±3 months in those with central T3N0 tumors (p=0.04). Although, the mean survival of the patients with peripheral T3N1+2 tumors was 14 ± 10 months and the survival of those with central T3N1+2 tumors was 24±7 months. The difference was not statistically significant. Overall survival in patients with all types of T3 tumors, T3N0 and T3N2 patients were 49±9, 47±10 and 30±8 months respectively. The survival of the patients with resected central T3N0 patients was found to be nearly 2.5 times greater than that of those with parietal pleura and/or chest wall invasion. Further studies with larger series is needed to unveil the mechanism of action of the effect such as the different lymphatic network involving the chest wall.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

6.
Plevra sıvılarında malondialdehit düzeyinin tanısal değeri
The diagnostic value of malondialdehyde level in pleural effusions
Özdal GÜNEŞ, Ahmet Emin ERBAYCU, Aydan ÇAKAN, Murat ÖRMEN, Ayşe ÖZSÖZ, Banu ÖNVURAL
Sayfalar 213 - 219
Tanı zorluğu ile karşılaşılan malign plevra sıvılarının (PS) ayırıcı tanısında çeşitli tümör markerleri ve biyokimyasal parametrelerin yardımcı olabilecekleri düşünülmektedir. Bu çalışmada 106 PS'lı olgunun plevra sıvısı ve serum malondialdehit (MDA) düzeyleri ile kontrol grubundaki sağlıklı 30 olgunun serum MDA düzeyleri spektrofotometrik yöntem ile araştırıldı. Tanısal yöntemler sonucunda olgular sigara içme -içmeme ve plevra sıvısı etyoloji, biyokimya ve sitolojisine göre gruplandırıldı. Eksudatif PS'larında serum MDA düzeyi 2.65±1.47 nmol/mL, plevra/serum MDA oranı 0.76±0.32 idi. Transudatif PS'larında serum ortalama MDA düzeyi 1.68±0.56 nmol/mL, plevra/serum MDA oranı 1.24±0.48 olarak saptandı. Eksudatif grupta serum MDA düzeyi (p=0.003) ve transudatif grupta plevra/serum MDA oranı (p=0.001) anlamlı şekilde yüksek idi. İki grup arasında plevra sıvısı MDA açısından fark yoktu. Malign ve benign PS'lı gruplar arasında plevra sıvısı MDA (p=0.454) ve serum MDA (p=0.68) düzeyi ile plevra/serum MDA (p=0.305) oranı açısından farklılık bulunmadı. Malign ve benign PS'lı grupların serum MDA düzeyleri, kontrol grubundan anlamlı şekilde yüksek idi (p<0.001). Tüberküloz (TB) ve TB dışı PS'lı gruplar arasında plevra sıvısı MDA (p=0.661) ve serum MDA (p=0.526) düzeyi ile plevra/serum MDA (p=0.69) oranı açısından anlamlı istatistiksel fark saptanmadı. Hasta grubunda sigara içenler ile içmeyenler arasında, plevra ve serum MDA düzeyleri açısından fark yoktu. Sonuç olarak; PS'lı olgularda serum MDA düzeylerinde artış yanında, bu artışın sigara içilmesinden bağımsız olduğu saptandı. Plevra sıvısı olan tüm olgularda serum MDA düzeyinin yükseldiği, serum MDA, plevra MDA düzeyi ve plevra/serum MDA oranının sigara içilmesinden etkilenmediği ve plevra sıvısında MDA düzeyinin; malign - benign veya TB- TB dışı etyoloji ayrımında tek başına yararlı olmadığı sonucuna varıldı.
Various tumor markers and biochemical parameters are considered helpful in the differential diagnosis of malignant pleural effusions (PE). In this study pleural fluid and serum malondialdehyde (MDA) levels of 106 patients with PE and serum MDA levels of 30 healthy controls were measured using the spectrophotometric method. With the results of the diagnostic methods, the cases were grouped as smoker or non-smoker and classified according to the etiology, biochemical and cytological features of pleural fluid. Serum MDA level and pleura/serum MDA ratio of the exudate and transudate PE were 2.65±1.47 nmol/ml and 0.76 ± 0.32; 1.68±0.56 and 1.24±0.48 respectively. Serum MDA level in the exudate group (p: 0.03) and pleura/ serum MDA ratio in the transudate group (p: 0.001) were significantly higher. There was no significant difference between the pleural fluid MDA levels of the two groups. There was no statistically significant difference of serum MDA( p: 0.68), pleural fluid MDA (p: 0.454) levels and pleura/serum MDA ratios (p: 0.305) between malignant and benign PE. Serum MDA levels of both malignant and benign PE were significantly higher than the control group (p<0.001). Between tuberculosis(TB) and non-TB PE, there was not statistically significant difference of the pleural fluid MDA (p: 0.661), serum MDA (p: 0.526) and pleural/ serum MDA ratios ( 0.69). The pleural fluid and serum MDA did not differ between smokers and non-smokers. In conclusion, higher serum MDA levels were found in cases with PE and it was an independent variable from smoking. Serum MDA levels were increased in all cases with pleural effusion and serum MDA, pleural MDA levels and pleura/ serum MDA were not affected by cigarette smoking. Morover, pleural fluid MDA level alone is not useful to differentiate malign-benign or TB -non-TB etiologies.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

7.
Birinci lig düzeyi elit bayan basketbol oyuncularında istirahat ve egzersiz sırasındaki solunum parametreleri
Pulmonary parameters at rest and during exerdse cise among the first division level elite female basketball players
Gökhan METİN, Levent ÖZTÜRK, İlker YÜCESİR, Bülent BAYRAKTAR
Sayfalar 220 - 226
Basketbol disiplininde oyuncuların sportif performansının ölçülmesinde kardiyopulmoner egzersiz testleri giderek artan oranlarda kullanılmaktadır. Fakat sporcu profilinin belirlenmesinde ve sporcu tercihinde henüz uygulama alanına sokulmuş standart kriterler elimizde bulunmamaktadır. Bu çalışma, birinci lig takımı düzeyindeki elit bayan basketbol oyuncularının kardiyopulmoner egzersiz testlerine yanıtlarını belirlemek ve düzenli spor yapmayan, sedanter yaşayanlarla farkları belirlemek amacıyla planlandı. Çalışmaya birinci lig takımları düzeyinden 27 (yaş, 18 ± 1) bayan basketbol oyuncusu ile 21 (yaş, 19 ± 1) sedanter kontrol dahil edildi. İki gruba da egzersiz testi öncesinde solunum fonksiyon testleri yaptırıldı. Daha sonra bisiklet ergometresinde submaksimal düzeyde egzersiz testi gerçekleştirildi. Egzersiz testi ve solunum fonksiyon testi sonuçları iki grup arasında karşılaştırıldı. Ayrıca, performansı belirleyecek parametreler arasında korelasyon analizi yapıldı. Bu çalışmanın sonucuna göre lig takımı düzeyi oyuncular ile sedanter kontroller arasında yapılan karşılaştırmada FEV1/FVC (Tiffeneau İndeks'i) ve FEV1 yüzdesi dışındaki tüm solunum parametreleri ve egzersiz sırasındaki tüm metabolik ölçümler elit oyuncular lehine anlamlı olarak yüksek bulundu. Ayrıca ortalama dispne indeksi (VE/MVV) kontrollerde sporculara göre yüksek bulundu (p<0.05). Metabolik ölçümlerde ise basketbol grubunun kontrol grubuna göre daha yüksek maksimal oksijen tüketimine (sırasıyla VO2max: 41.60 ± 7.41 ve 35.64 ± 3.16 ml/kg/dak; p<0.001) sahip olduğu belirlendi. Oyuncu tercihi yapılırken, sportif beceri dışında nesnel olarak ölçülebilen fizyolojik parametrelerin de göz önünde bulundurulmasının ve basketbol disiplini için en uygun oyuncu profilinin belirlenmesinin sportif başarıyı arttıracağı sonucuna varıldı.
Cardiopulmonary exercise tests are being used more frequently each day to measure the sportive performance of basketball players. However, there is still no standard criteria for choosing the players and determining sportive profile. This study was designed to investigate the cardiopulmonary exercise test response of elite female basketball players from the first division and to compare these results with sedentary controls. 27(age, yr 18± 1) female basketball players from the first division and 21 (age, yr 19± 1)) sedentary controls were included in the study. Both groups underwent respiratory function tests before the exercise test. Then, submaximal exercise test was performed with the bicycle ergometer. Results from the exercise test and the respiratory function test were compared between the two groups. In addition, correlation analysis was made between performance and respiratory parameters. Our results showed that all respiration parameters and metabolic measurements during exercise testing, except FEV1/FVC (Tiffeneau index) and FEV1%, were significantly higher among the players. Mean Dyspnea Index (VE/MVV) was found higher in the sedentary controls (p<0.05). Metabolic measurements showed that basketball players had a higher maximal oxygen uptake than the controls (VO2 max: 41.60± 7.41 and 35.64±3.16 mL/kg/min, respectively; p<0.001). It is concluded that considering measurable physiological parameters besides ‘sportive skill’ and determining the fitness profile of the players will increase sportive success in basketball.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

8.
Rifampisine bağlı akut böbrek yetmezliği: Olgu sunumu olgu sunumu
Acute renal failure due to rifampine: a case report
Işın ÖZTUNA, Melih BÜYÜKŞİRİN, Berna KÖMÜRCÜOĞLU, Y. Banu ÇIKIRIKÇIOĞLU, Emel ÇELİKTEN, Kunter PERİM
Sayfalar 227 - 229
Rifampisin (RIF) tüberküloz (tbc) tedavisinde kullanılan primer ilaçlardan biridir. Tüberküloz tedavisi sırasında çoğunlukla hepatotoksik yan etkileri görülmektedir. Kullanımı sırasında nadir olarak akut böbrek yetmezliğine(ABY) neden olduğu da bildirilmektedir. ABY; genellikle intermittan, düzensiz tedaviler sırasında görülmekte ve RIF tedavisinin sonlandırılmasını gerektirmektedir. Akciğer tüberkülozu tanısıyla bir yıldır düzensiz izoniazid, RIF ve etambutol kullanan 26 yaşında erkek hastada RIF'e bağlı ABY saptandı. Olgu RIF'in az rastlanan bir yan etkisi olması ve tbc tedavisinde hastanın sosyokültürel yapısının önemini göstermesi nedeniyle sunulmuştur.
Rifampine(RIF) is one of the primary drugs used in the treatment of tuberculosis(tbc). Hepatotoxic side effects are common in tbc treatment. Although rare, acute renal failure (ARF) is also reported. ARF generally occurs with intermittent and irregular therapies and requires discontinuation of RIF. A 26 years old male patient with tuberculosis irregularly using isoniaside, RIF and ethambutol for one year developed ARF due to RIF use. This case report is presented to indicate the adverse effect of RIF when used irregularly and show the effect of the patient’s sociocultural status on tuberculosis treatment.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

9.
Sigara bırakma yöntemleri
Bülent TUTLUOĞLU
Sayfalar 230 - 236
Makale Özeti | Tam Metin PDF