Volume: 12  Issue: 3 - 2022
Hide Abstracts | << Back
1.Full PDF

Page I
DOWNLOAD

2.Cover

Page II
DOWNLOAD

RESEARCH ARTICLE
3.Evaluation of Cardiovascular Effects of Methylphenidate in Children with Attention-deficit Hyperactivity Disorder
Ayşe Şimşek, Elif Akin, Engin Gerçeker, Murat Anıl
doi: 10.4274/buchd.galenos.2022.33341  Pages 205 - 210
Amaç: Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) olan hastalarda, metilfenidat (MPH) tedavisi ciddi kardiyak problemlere yol açabilmektedir. Bu yüzden çalışmamız da DEHB tanısı alan ve MPH tedavisi başlanılan hastalarda tedavi öncesi ve sonrasında kardiyak etkileri ve ventriküler aritmi açısından elektrokardiyografik (EKG) değişiklikleri değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: Çocuk ve ergen psikiyatrisi kliniğinde DEHB tanısı koyulan 30 hasta (yaş ort: 8,9±1,93 yıl) ve 41 sağlıklı kontrol (yaş ort: 9,78±3,07 yıl) çalışmamıza dahil edildi. Kontrol ve hasta grubunun tedavi öncesi ve tedavinin üçüncü ayında kan basıncı, kalp hızı ve EKG, sonuçları kaydedildi. EKG incelemesinde QRS, QT, QTc, QTdispersiyon (QTdis), TpTe, TpTe dispersiyon ve TpTe/QTc oranı belirlendi.
Bulgular: DEHB olan hastaların tedavi öncesi ile kontrol grubu karşılaştırıldığında; sistolik kan basıncı ve kalp hızı arasında fark yok iken, diyastolik kan basıncı daha yüksek idi. DEHB tanılı hastalarda 3 aylık MPH tedavisi sonrasında; kalp hızı, sistolik ve diyastolik kan basıncında artış izlendi. Kontrol grubu ve tedavi öncesi DEHB olan hasta grubu, EKG parametreleri açısından karşılaştırıldığında; QRS, QT, QTc, QTdis, TpTe, TpTe dispersiyon ve TpTe/QTc oranı arasında anlamlı farklılık yoktu. Tedavi sonrasında ise TpTe, TpTe dispersiyon, TpTe/QTc oranında anlamlı artış olduğunu, ancak QRS, QT, QTc, QTdis değerlerinde değişiklik olmadığını izledik.
Sonuç: DEHB olan hastalarda MPH kullanımının EKG üzerinde etkisi olabilmektedir. Bu nedenle tedavi öncesi ve ilaç kullanımını takiben EKG parametreleri çok dikkatli takip edilmelidir. Bu hastaların takibinde ventriküler aritmi açısından TpTe, TpTe dispersiyonu ve TpTe/QTc oranı gibi yeni belirteçlerin kullanılması faydalı olacaktır.
Objective: In patients with attention-deficit hyperactivity disorder (ADHD), methylphenidate (MPH) treatment may lead to serious cardiac problems. Therefore, this study was undertaken to assess cardiac effects and electrocardiographic (ECG) changes regarding risks of ventricular arrhythmia occurring after initiation of MPH treatment in ADHD patients.
Method: Thirty patients (mean age: 8.9±1.93 years) diagnosed with ADHD and 41 healthy subjects (mean age: 9.78±3.07 years) were included in this study blood pressures, heart rates, and ECGs of the patients were evaluated before and third month of treatment. ECG parameters including QRS, QT, corrected QT interval (QTc), QTdispersion (QTdis), Tp-Te, Tp-Te dispersion, and Tp-Te/QTc ratio were also assessed.
Results: Untreated patients with ADHD and healthy subjects had similar systolic blood pressures and heart rates, although ADHD patients had higher diastolic blood pressures. An increase in heart rates, systolic and diastolic blood pressures was observed in the patient group in third month of treatment. Prior to MPH treatment, patients with ADHD and control subjects were compared in terms of ECG parameters: QRS, QT, QTc, QTdis, Tp-Te, Tp-Te dispersion, Tp-Te/QTc ratio but without any intergroup difference. Following MPH treatment, QRS, QT, QTc, QTdis did not change in the patient group but significant increases were observed in Tp-Te, Tp-Te dispersions, Tp-Te/ QTc ratios.
Conclusion: Use of the MPH in ADHD patients is associated with alterations in ECG parameters, heart rates, diastolic and systolic blood pressures. Assessment of ECG parameters such as Tp-Te, Tp-Te dispersions, Tp-Te/QTc ratios may prove more beneficial for evaluating the risk of ventricular arrythmia in pediatric patients with ADHD.
Abstract | Full Text PDF

4.Evaluation of Cases with Pediatric Hydatid Cyst: A 20-years Experience from Turkey
Şenay Erdoğan Durmuş, Cansu Türker, Nuray Kepil, Şenol Emre
doi: 10.4274/buchd.galenos.2022.35761  Pages 211 - 215
Amaç: Pediatrik kist hidatik (KH) olgularının demografik özelliklerini, lokalizasyonlarını ve patolojik özelliklerini değerlendirmek amaçlanmıştır.
Yöntem: 2000-2020 yılları arasında histopatolojik olarak KH tanısı alan 79 hasta retrospektif olarak incelendi. Hasta özellikleri, lezyon lokalizsayonları gibi veriler patoloji raporlarından elde edildi.
Bulgular: Hastanın ortalama yaşı 11,24±4,42 (yaş aralığı: 2-18 yıl) idi. Hastaların %51,9’u (n=41) kadın ve hastaların %48,1’i (n=38) erkekti. <6 yaş grubunda 9, 6-11 yaş grubunda 29, >11 yaş grubunda 41 hasta vardı. >11 yaş grubunda erkek, diğerlerinde kadın baskınlığı görüldü. En sık yerleşim yeri karaciğer (%54,4, n=43) iken, bunu akciğer (%31,6, n=25) izlemekteydi. Diğer bölgeler dalak, beyin, böbrek, orbita, abdomen, kemik, submandibular bölgeydi. Kırk üç karaciğer yerleşimli kistin 25’i (%54,0) kadın hastalarda, akciğer yerleşimli 25 KH'nın 13’ü (%52) erkek hastalarda görüldü. Histopatolojik olarak tüm vakalarda KHlerin tipik mikroskobik özellikleri mevcuttu.
Sonuç: Pediatrik yaş grubunda KH insidansı yaşla birlikte artmaktadır. Daha büyük çocuklarda (>11 yaş) daha sık görülür. Karaciğer lokalize kistler kadın cinsiyette, akciğer yerleşimli kistler erkek cinsiyette daha sık görüldü. Pediatrik yaşta atipik lokalizasyonda hidatik kistler görülebilir. Bu her zaman kistik lezyonların ayırıcı tanısında düşünülmelidir.
Objective: The aim of the study is to evaluate the demographic features, localizations and pathological features of pediatric cases with hydatid cyst (HC).
Method: We analyzed retrospectively 79 patients that histopathologically diagnosed as HCs between 2000 and 2020. Data such as patients’ characteristics, site of lesions were collected from pathology reports.
Results: Patient’s mean age was 11.24±4.42 (age range: 2-18 years). Most (51.9%) of the patients (n=41) were female and 48.1% of the patients (n=38) were male. The patients were distributed in the age groups of <6 (n=9) 6-11 (n=29), and >11 (n=29) years, as indicated. There was a male predominance in >11 years group while female predominance was seen in other age groups. HCs were most frequently localized in the liver (54.4%, n=43), and then in the lungs (31.6%, n=25). The other localization sites of HCs were spleen, cerebrum, kidney, orbit, abdomen, bone, and submandibular area. Hepatic HCs were seen mostly in female (25/43; 54.0%), and pulmonary HCs in male (13/25; 52%) patients. Histopatologically all cases shared the same typical microscopic features of HC.
Conclusion: The incidence rate of HCs in pediatric age group was increased by age. It is more common in older children (>11 years). Hepatic HCs were more common in female patients. Pulmonary HCs were more frequently seen in male patients. HCs can be seen in atypical localizations in pediatric age which should always be considered in the differential diagnosis of cystic lesions.
Abstract | Full Text PDF

5.Evaluation of the Clinical, Laboratory and Etiological Characteristics of the Patients with Congenital Hypothyroidism
Özlem Nalbantoğlu, Behzat Özkan
doi: 10.4274/buchd.galenos.2022.75418  Pages 216 - 221
Amaç: Bu çalışmada, konjenital hipotiroidi (KH) tanısıyla takip edilen olgularda geçici ve kalıcı hipotiroidi sıklığının saptanması, KH olgularında etiyolojinin belirlenmesi ve kalıcı-geçici hipotiroidiyi öngörmede laboratuvar verilerinin rolünün araştırılması amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmaya KH tanısı konularak L-tiroksin tedavisi başlanmış ve en az 3 yıl takip edilen 217 hasta (111 kız, 106 erkek) alındı. Hastaların dosyaları geriye dönük olarak tarandı. Tanı anında ve tedavi kesildikten 4-6 hafta sonra bakılan tiroid stimülan hormon (TSH), serbest tiroksin (sT4), tiroid ultrasonografileri ve tedavi dozları not edildi.
Bulgular: Olguların %59’unda kalıcı KH, %41’inde ise geçici KH saptandı. Kalıcı hipotiroidilerin en sık sebebi disgenezi (%77,3) iken, geçici konjenital hipotiroidide en sık sebep dishormonogenezis veya açıklanamayan etiyoloji (%51,6) idi. Tanı anındaki TSH seviyesi kalıcı grupta istatiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek saptanırken, 3. yıldaki sT4 seviyeleri geçici KH hastalarında anlamlı yüksekti (sırası ile p<0,001 p=0,002). L-tiroksin (LT4) dozları geçici KH grubunda anlamlı ölçüde daha düşüktü (p<0,001).
Sonuç: KH’nin en sık nedeninin disgenezise bağlı kalıcı hipotiroidi olduğu görülmüştür. Tanı anındaki yüksek TSH seviyelerinin, tedavinin 3. yılındaki sT4 düşüklüğünün ve tedavi kesimi sırasındaki LT4 dozlarının kalıcı ve geçici KH ayırımında belirleyici olduğu gösterilmiştir.
Objective: In this study, we aimed to determine the frequency and etiology of transient and permanent congenital hypothyroidism (CH), and to investigate the role of laboratory data in predicting permanent and transient hypothyroidism.
Method: A total of 217 patients (111 girls, 106 boys) on L-thyroxine (LT4) therapy who were diagnosed with CH and followed up for at least 3 years were included in the study. The files of the patients were scanned retrospectively. Thyroid stimulating hormone (TSH), free thyroxine (fT4) levels, thyroid ultrasonography results and treatment doses were noted at the time of diagnosis and 4-6 weeks after treatment was discontinued.
Results: Permanent CH was found in 59%, and transient CH in 41% of the cases. The most common causes of permanent, and transient CH were dysgenesis (77.3%), and dyshormonogenesis or unexplained etiology (51.6%), respectively. TSH level at the time of diagnosis was found to be statistically significantly higher in the permanent group, while fT4 levels at the 3rd year were significantly higher in patients with transient CH (p<0.0001, and p=0.002, respectively). LT4 doses were significantly lower in the transient CH group (p<0.0001).
Conclusion: Most frequently permanent hypothyroidism due to dysgenesis was detected. It has been shown that high TSH levels at the time of diagnosis, low fT4 levels in the 3rd year of treatment, and LT4 doses at the time of treatment discontinuation are determinative factors in the differential diagnosis made between permanent and transient CH.
Abstract | Full Text PDF

6.Evaluation of Detailed Fetal Renal Sonographic Findings and the Early Neonatal Outcomes of the Patients with Fetal Pelviectasis Whom Referred After 24th Weeks of Pregnancy
Işıl Uzun Çilingir, Cenk Sayın, Havva Sütçü, Cihan İnan, Selen Gürsoy Erzincan, Füsun Varol
doi: 10.4274/buchd.galenos.2022.55453  Pages 222 - 226
Amaç: Renal pelvik dilatasyon (RPD) ön tanısıyla üçüncü trimesterde perinatoloji kliniğine refere edilen gebelerin tersiyer merkezde yapılan ayrıntılı renal ultrasonlarının analizi.
Yöntem: Gebelik takibi sırasında birinci düzey ultrasonda pelviektazi saptanarak perinatoloji kliniğimize refere edilen üçüncü trimesterdeki gebeler çalışmaya alınmıştır. Gebelerin yaşı, gestasyonel haftası, sol ve sağ renal pelvis çapları,mesane çapları, amniotik sıvı indeksi, ultrasonda ek bulgu varlığı ve sonografik antenatal tanıları analiz edildi. Genetik anomali şüphesi olanlar ve daha önce tanı almış olanlar çalışmaya alınmadı.
Bulgular: On dokuz (%44,18) hastada bilateral hidroüreteronefroz saptanırken 10 (%23,25) hastada sol hidroüreteronefroz, 6 (%13,95) hastada sağ hidroüreteronefroz saptandı. Geriye kalan hastaların 1’inde renal agenezi, 1’inde renal kortikal kist, 6 hastada ise böbrekte kistik genişleme tespit edildi. Ortalama sol renal pelvis çapı 11,20 (4-32) mm iken ortalama sağ renal pelvis çapı 7,89 (4-18) mm idi. On altı (%37,20) hasta antenatal takiplerde veziko üretral reflu ön tanısı aldı. Dokuz (%20,93) hastada antenatal ön tanı ureteropelvik bileşke darlığı idi. Beş (%11,62) hastada posterior üretral valv düşünüldü. Bir hastada renal agenezi. Bir hastada renal kortikal kist, 1 hastada polikistik böbrek, 3 hastada multiple displastik böbrek ön tanısı konuldu.
Sonuç: Gebelik takibinde birinci düzey ultrasonda RPD saptandığında ileri düzeyde değerlendirme için hastaların perinatal merkezlere yönlendirilmesi hayatın ilerleyen yıllarında gelişebilecek ilerleyici böbrek hasarının önüne geçebileceğinden önem taşımaktadır.
Objective: Analysis of detailed renal sonographic findings in the patients whom referred to our tertiary center with the diagnosis of renal pelvic dilatation (RPD) after 24 weeks of gestation.
Method: The study group consisted of the patients who have referred by their doctors to our perinatology center with a diagnosis of pelviectasy. Maternal age, gestational week, right and left renal pelvis diameter, bladder diameter, amniotic fluid index, other sonographic findings and antenatal diagnosis were analysed.
Results: Bilateral hydronephrosis were detected in 19 (44.18%) patients. Unilateral left hydronephrosis were found in 10 (23.25%) patients while right hydronephrosis were found in 6 (13.95%) patients. Mearn left renal pelvis diameter was 11.20 (4-32) mm and mean right renal pelvis diameter was 7.89 (4-18) mm. Antenatal diagnosis was vesicoureteral reflux in 16 (37.20%) patients, ureteropelvic junction obstruction in 9 (20.93%) patients, posterior urethral valves in 5 (11.62%) patients. The antetanal diagnosis was renal agenesia in one patient, renal cortikal cyst in one patient, policyctic renal disease in one patients and multiple dysplastic renal disease in 3 patients.
Conclusion: When RPD is detected in the fetal ultrasound of during pregnancy, directing the patients to the perinatal centers for advanced evaluation is important, since it can prevent the progressive renal damage that may develop in the later years of life.
Abstract | Full Text PDF

CASE REPORT
7.A 30-day-old Infant with Meningitides due to Invasive Methicillin-sensitive Staphylococcus aureus Infections: A Case Report
Ela Cem, Elif Kıymet, Elif Böncüoğlu, Şahika Şahinkaya, Miray Yılmaz Çelebi, Mine Düzgol, Aybüke Akaslan Kara
doi: 10.4274/buchd.galenos.2022.23500  Pages 227 - 229
Dış merkeze ateş nedeni ile başvuran ve kan kültüründe metisiline duyarlı Staphylococcus aureus (S. aureus) (MSSA) üremesi saptanan 1 aylık kız hasta, 14 günlük antibiyograma uygun tedaviye rağmen klinik iyileşme olmaması ve kan kültürü pozitifliğinin devam etmesi üzerine hastanemize sevk edildi. Başvurusunda beyin omurilik sıvısı (BOS) kültüründe de MSSA saptanan ve altta yatan immün yetmezlik veya komorbiditesi olmayan hastanın, 14 gün süre ile antibiyograma uygun sefotaksim tedavisi sonucu BOS bakısında lökositozun sebat ettiği görüldü. Otuz günlük tedavinin ardından hastanın BOS bulguları ve klinik bulguları tamamen normal olarak taburcu edildi. Pediyatrik hastalarda S. aureus’un neden olduğu merkezi sinir sistemi enfeksiyonları nadirdir. S. aureus menenjitinin tedavisi, yayınlanmış rehberlerin olmaması, BOS’de terapötik ilaç konsantrasyonlarına ulaşmanın zorluğu ve dirençli suşların varlığı nedeniyle zordur. Bu nedenle klinik önemi yüksektir. Bu olgu, S. aureus’a bağlı menenjitin tedavi yönetiminde güçlüğü ve ileri tetkik gerekliliğini vurgulamak amacıyla sunulmuştur.
One-month-old girl was referred to our hospital because of ongoing fever and methicillin-sensitive Staphylococcus aureus (S. aureus) (MSSA) positivity in blood cultures, despite the administration of antimicrobials for 14 days. Although there was, no immunodeficiency or underlying disease that could be a risk factor for infection, on the 14th day of the cefotaxime for MSSA meningitides, the persistence of leukocytosis in cerebrospinal fluid (CSF) analyses also was continued. After administration 30 days of treatment, the patient was discharged from the hospital with a normal CSF analysis and clinic. Central nervous system infections caused by S. aureus are uncommon in pediatric patients. The treatment of S. aureus meningitis is challenging because of the lack of established management guidelines, difficulty in achieving therapeutic drug concentrations in CSF, and presence of resistant strains. Therefore, it has a high clinical importance. This case is presented to emphasize that meningitis due to S. aureus difficulty in the treatment management, and need for further examination.
Abstract | Full Text PDF

8.Transient Hyperphosphatasemia Associated with Human Bocavirus Infection
Raziye Merve Yaradılmış, İlknur Bodur, Aytaç Göktuğ, Muhammed Mustafa Güneylioğlu, Betül Öztürk, Ali Güngör, Nilden Tuygun
doi: 10.4274/buchd.galenos.2022.06937  Pages 230 - 232
Geçici hiperfosfatemi, metabolik kemik veya karaciğer hastalığı olmaksızın bebeklik ve çocukluk döneminde yüksek serum alkalin fosfataz seviyeleri ile karakterize, çocuklarda nadir görülen iyi huylu bir durumdur. Birçok farklı durum ile ortaya çıkabileceği gibi özellikle gastrointestinal, kulak, idrar ve solunum yolu enfeksiyonlarında geçici hiperfosfatazemi görülebilmektedir. Viral bulaşıcı bir hastalık tarafından tetiklendiğine inanılır. Klinisyenlerin bu konuda bilinçlendirilmesi tanıyı kolaylaştırması ve ek araştırmalar gerektirmemesi açısından önemlidir. Burada human bocavirüs enfeksiyonu ile ilişkili akut bronşiolit ile birlikte geçici hiperfosfatezemi saptanan olgu sunulmaktadır.
Transient hyperphosphatemia is a rare benign condition in children characterized by elevated serum alkaline phosphatase levels in infancy and childhood without metabolic bone or liver disease. As it can occur with many different conditions, temporary hyperphosphatasia can be seen especially in gastrointestinal, ear, urinary and respiratory tract infections. It is believed to be triggered by a viral infectious disease. It is important to raise the awareness of clinicians on this issue in terms of facilitating the diagnosis and not requiring additional research. Here, a case of transient hyperphosphatasemia with acute bronchiolitis caused by human bocavirus infection is presented.
Abstract | Full Text PDF

9.A Case of Severe Poisoning due to Oral Hydrofluoric Acid Ingestion that Could Survive with Timely Effective Treatments
Emine Pınar Küllüoğlu, Doğa Lüleyap, Alper Çiçek, Ayşe Berna Anıl, Çapan Konca, Emel Berksoy, Gamze Gökalp, Ayşenur Özel Doğruöz, Demet Alaygut
doi: 10.4274/buchd.galenos.2022.38159  Pages 233 - 238
Hidroflorik asit (HFA), en korozif inorganik asitlerden biridir. Sistemik toksisite genellikle yutma veya soluma sonrasında ortaya çıkar. Hipokalsemi, hipomagnezemi, hipokalemi, hiperkalemi, şok, metabolik asidoz ve ventriküler disritmilere yol açabilir. On üç aylık erkek hasta, bilinmeyen miktarda HFA içeren markasız pas sökücü içtikten sonra hastaneye kaldırıldı. Hastaneye kabulünün ardından hasta çocuk acil servisinde ventriküler fibrilasyon ile ani kalp durması yaşadı. Kardiyopulmoner resüsitasyon ve defibrilasyon yapıldı. Ardından çocuk yoğun bakım ünitesinde 12 saat sürekli veno-venöz hemodiyafiltrasyon (CVVHDF) uygulandı ve şifa ile taburcu edildi. Bildiğimiz kadarıyla, bu vaka literatürde oral maruziyetten sonra zamanında CVVHDF uygulanıp hayatta kalan ilk pediatrik vakadır.
Hydrofluoric acid (HFA) is one of the most corrosive inorganic acids. Systemic toxicity usually occurs after ingestion or inhalation. It can lead to hypocalcemia, hypomagnesemia, hypokalaemia, hyperkalaemia, shock, metabolic acidosis, and ventricular dysrhythmias. A 13-month-old male patient was hospitalized after drinking an unknown amount of unbranded rust remover that contained HFA. Following his admission to the hospital, the patient suffered a sudden cardiac arrest with ventricular fibrillation in the pediatric emergency department. Cardiopulmonary resuscitation and defibrillation were carried out. Subsequently, continuous veno-venous hemodiafiltration (CVVHDF) was applied for twelve hours in the pediatric intensive care unit and he was discharged with a recovery. To the best of our knowledge, this case is the first pediatric case in the literature to survive after oral exposure and to receive successful CVVHDF.
Abstract | Full Text PDF

OTHER
10.2022 Referee Index

Page E1
Abstract | Full Text PDF

11.2022 Author Index

Pages E1 - E2
Abstract | Full Text PDF

12.2022 Subject Index

Pages E3 - E4
Abstract | Full Text PDF