Cilt: 41  Sayı: 2 - 2024
Özetleri Gizle | << Geri
DERLEME
1.
Foliküler Lenfoma Yönetiminde Gelişmeler: Kapsamlı Bir Derleme
Advancements in the Management of Follicular Lymphoma: A Comprehensive Review
Reid Merryman, Özgür Mehtap, Ann Lacasce
doi: 10.4274/tjh.galenos.2024.2024.0015  Sayfalar 69 - 82
Foliküler lenfoma (FL), Batı ülkelerindeki indolent non-Hodgkin lenfomanın en yaygın alt türüdür. FL genellikle tedavi edilemez olsa da, standart başlangıç tedavileri çoğu hastada yüksek yanıt oranları ve sürdürülebilir remisyonlarla ilişkilidir. Ayrıca, yeni hedefli ajanlar ve immünoterapiler, relaps veya refrakter hastalığı olan hastaların tedavi algoritmalarını değiştirmektedir. Bu derleme, yeni tanı konmuş ve relaps/ refrakter FL için başlangıç evrelemesi, prognoz ve tedavi seçeneklerini tartışmaktadır. FL için başlangıç tedavi seçenekleri arasında aktif gözetim, radyoterapi, rituksimab monoterapisi ve kemoimmünoterapi yer almaktadır. Pozitron emisyon tomografisi/bilgisayarlı tomografi ve kemik iliği biyopsisi ile evreleme, erken evre hastaları tanılamak için kritiktir. FL hastalarının çoğu, rituksimab veya obinutuzumab ile birlikte siklofosfamid, vinkristin, prednizon, siklofosfamid, doksorubisin, vinkristin, prednizon, bendamustin veya lenalidomid gibi seçenekleri içeren kemoimmünoterapiyi başlangıç tedavisi olarak alacaktır. Bu rejimleri karşılaştıran randomize çalışmalarda genel sağkalımda önemli farklar gözlemlenmemiştir. Rituksimab veya obinutuzumab ile idame tedavisi, başlangıç kemoimmünoterapisine yanıt veren hastalarda progresyonsuz sağkalımı artırır. Relaps/ refrakter FL için tedavi seçenekleri, kemoimmünoterapi, lenalidomide tabanlı rejimler, tazemetostat, kimerik antijen reseptörü (CAR)-Thücre terapisi (aksikabtagen sileulesel ve tisagenlecleucel) ve CD3/ CD20 bispesifik antikorlar (BsAb) içermektedir. CAR-T hücre tedavisi ve BsAb’lerle umut verici sonuçlar alındığından, bu yüksek etkili ajanların tedavi algoritmalarını FL’nin ön tedaviden sonraki erken relapsı olan yüksek riskli hastalarda test etmek için birçok çalışma yapılmaktadır. Bu yeni ajanların FL için tedavi algoritmalarını nasıl daha fazla değiştirebileceğini anlamak için ek çalışmalar ve takip gereklidir.
Follicular lymphoma (FL) is the most common subtype of indolent non-Hodgkin lymphoma in Western countries. While FL is generally incurable, standard initial therapies are associated with high response rates and durable remissions for most patients. In addition, novel targeted agents and immunotherapies are changing the treatment algorithm for patients with relapsed or refractory disease. This review discusses the initial staging, prognosis, and treatment options for newly diagnosed and relapsed/refractory FL. Initial treatment options for FL include active surveillance, radiotherapy, rituximab monotherapy, and chemoimmunotherapy. Staging with positron emission tomography/ computed tomography and bone marrow biopsy is crucial for identifying early-stage patients. Most patients with FL will receive chemoimmunotherapy as the initial treatment with options including rituximab or obinutuzumab plus cyclophosphamide, vincristine, and prednisone; cyclophosphamide, doxorubicin, vincristine, and prednisone; bendamustine; or lenalidomide. No significant differences in overall survival have been observed in randomized studies comparing these regimens. Maintenance therapy with rituximab or obinutuzumab in responders to initial chemoimmunotherapy improves progression-free survival. For relapsed/refractory FL, treatment options include chemoimmunotherapy, lenalidomidebased regimens, tazemetostat, chimeric antigen receptor (CAR)-T cell therapy (axicabtagene ciloleucel and tisagenlecleucel), and CD3/ CD20 bispecific antibodies (BsAbs). Given the encouraging outcomes obtained with CAR-T cell therapy and BsAbs, multiple trials are testing these highly active agents in earlier lines of therapy and among highrisk patients with early relapse after frontline chemoimmunotherapy. Additional studies and follow-up are needed to understand how these novel agents may further change treatment algorithms for FL.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA MAKALESI
2.
Alarminlerin Multipl Miyelomda Rolü Var mı?
Do Alarmins Have a Role in Multiple Myeloma?
Ayfer Gedük, Merve Gökçen Polat, Esra Terzi Demirsoy, Berrin Öztaş, Baldan Huri Eryılmaz, Emel Merve Yenihayat, Hayrunnisa Albayrak, Haşim Atakan Erol, Özgür Mehtap, Pınar Tarkun, Abdullah Hacıhanefioğlu
doi: 10.4274/tjh.galenos.2024.2023.0469  Sayfalar 83 - 90
Amaç: Alarminler olarak bilinen calprotektin (CLP), S100A6 ve high mobility group nucleosome-binding protein 1 (HMGN1), birçok tümörün patogenezinde rol almaktadır. Bu çalışmada, multipl myelom (MM) hastalarında serum CLP, S100A6 ve HMGN1 düzeylerinin klinik ve laboratuvar bulgularıyla ilişkisini ve MM patogenezindeki rolünü araştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Yeni tanı almış 55 MM hastası ve 32 sağlıklı gönüllünün serum CLP, S100A6 ve HMGN1 düzeyleri ELISA yöntemiyle ölçüldü. Hastaların medikal kayıtları tarandı.
Bulgular: Hastaların tanıda bakılan CLP, S100A6 ve HMGN1 seviyeleri kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulundu (sırasıyla p=0,012, p=0,001, p=0,030). Alıcı çalışma karakteristikleri (receiver operating characteristic) analizinde MM için CLP <98 ng/mL (eğri altında kalan alan [area under the curve, AUC]: 0,663, %95 güven aralığı [GA] 0,554-0,761, p=0,009), S100A6 <1174,5 pg/mL (AUC: 0,706, %95 GA: 0,598-0,799, p=0,001), HMGN1 için ise <440,18 pg/mL (AUC: 0,640, %95 CI: 0,530-0,740, p=0,03) tanısal cut-off değeri olarak belirlendi. CLP seviyesi, hafif zincir MM hastalarında (ortalama ± standart sapma; 91,58±22,57), ağır zincir MM hastalarına (79,42±15,83) göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu (p=0,03). CLP ile M protein, IgG, globülin ve beta 2 mikroglobulin arasında negatif korelasyon gözlendi (sırasıyla korelasyon katsayısı: -0,361; -0,370; -0,279; -0,300, p=0,024, p=0,06, p=0,04, p=0,0033).
Sonuç: Çalışmamızda yeni tanı almış MM hastalarında CLP, S100A6 ve HMGN1 serum seviyeleri tanısal anlam taşıyacak düzeyde düşük bulunmuştur. Bu sonuçlar, CLP’nin kanda ağır zincir MM tarafından üretilen paraproteine bağlanabileceğini ve dolayısıyla kan seviyelerinin düşük bulunduğunu göstermektedir. Ayrıca DNA tamirinde rol alan HMGN1’nin düşük düzeyleri, HMGN1’in MM’de bulunan komplex genetik anormalliklere katkı sağlayabileceğini düşündürtmektedir.
Objective: Calprotectin (CLP), S100A6, and high mobility group nucleosome-binding protein 1 (HMGN1), known as alarmins, are involved in the pathogenesis of many tumors. In this study, we aimed to investigate the relationships of serum CLP, S100A6, and HMGN1 levels with the clinical and laboratory findings of patients with multiple myeloma (MM) and their roles in the pathogenesis of MM.
Materials and Methods: We measured the serum CLP, S100A6, and HMGN1 levels of 55 newly diagnosed patients and 32 healthy controls using the sandwich enzyme-linked immunosorbent assay method. The medical records of the patients were also reviewed.
Results: Serum CLP, S100A6, and HMGN1 levels were significantly decreased in MM patients compared to the control group (p=0.012, p=0.001, and p=0.030, respectively). Receiver operating characteristic analysis was used to determine diagnostic cut-off values for serum CLP, S100A6, and HMGN1 of <98 ng/mL (area under the curve [AUC]: 0.663, 95% confidence interval [CI]: 0.554-0.761, p=0.009), <1174.5 pg/mL (AUC: 0.706, 95% CI: 0.598-0.799, p=0.001), and <440.18 pg/mL (AUC: 0.640, 95% CI: 0.530-0.740, p=0.03), respectively. CLP levels were found to be statistically significantly higher in patients with light chain MM (91.58±22.57 ng/mL) compared to heavy chain MM (79.42±15.83 ng/mL) (p=0.03). A negative correlation was observed between CLP and M protein, immunoglobulin G, globulin, and beta-2 microglobulin (correlation coefficients: -0.361, -0.370, -0.279, -0.300, respectively; p=0.024, p=0.06, p=0.04, p=0.0033).
Conclusion: In this study, we found that serum CLP, S100A6, and HMGN1 levels were statistically lower in patients with newly diagnosed MM compared to the control group. These results suggest that CLP may bind to the paraprotein produced by heavy chain MM in the blood, causing its blood levels to be low. Additionally, low levels of HMGN1, which is involved in DNA repair, suggest that HMGN1 may contribute to the complex genetic abnormalities found in cases of MM.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

3.
Kronik Lenfositik Lösemide İbrutinib ile İlişkili Aritmilerin Değerlendirilmesinde Yeni Bir Skorlama Sistemi: ACEF Skoru
A New Scoring System for the Evaluation of Ibrutinib-Associated Arrhythmias in Chronic Lymphocytic Leukemia: The ACEF Score
İlhan Koyuncu, Betül Koyuncu, Mehmet Can Uğur, Emin Koyun, Oktay Şenöz, Mustafa Doğduş, Oktay Bilgir
doi: 10.4274/tjh.galenos.2024.2024.0045  Sayfalar 91 - 96
Amaç: Kardiyak dokuda Bruton tirozin kinaz inhibisyonu, stres sırasında dokunun korunmasından sorumlu olan PI3K-AKT sinyal yolunun inhibisyonuna neden olur. Bu nedenle aritmi riskinde bir artış vardır. Bu çalışma, yaş, kreatinin ve ejeksiyon fraksiyonu komponentlerini temel alan ve basit bir puanlama sistemi olan Yaş- Kreatinin-Ejeksiyon Fraksiyonu (ACEF) skoru ile bu riskin tahmin edilebilmesini araştırmaktadır.
Gereç ve Yöntem: Kronik lenfositik lösemi (KLL) tanısı alan ve en az 1 yıldır ibrutinib tedavisi alan hastalar ekokardiyografi ve Holter elektrokardiyografi ile değerlendirildi ve sonuçlar tedavi almayan KLL hastalarından oluşan kontrol grubuyla karşılaştırıldı. ACEF skoru, yaş/sol ventriküler ejeksiyon fraksiyonu+1 (kreatinin >2,0 mg/dL ise) formülüyle hesaplandı.
Bulgular: Hastaların aritmi gelişimi değerlendirildiğinde paroksismal atriyal fibrilasyon (PAF) dışındaki aritmi türleri açısından kontrol ve ibrutinib grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı. PAF, ibrutinib kullanmayanlar ile kullananlar arasında %8’e karşı %22 (p=0,042) oranında meydana gelmekteydi. İbrutinib kullanan hastalarda ACEF skorunun >1,21 olması, PAF gelişimini %77 duyarlılık ve %75 özgüllükle öngörmekteydi (eğri altındaki alan: 0,830, %95 güven aralığı: 0,698-0,962, p<0,001).
Sonuç: ACEF skoru, KLL tanısı alan ve ibrutinib başlanması planlanan hastalarda PAF gelişimini öngören bir risk skoru olarak kullanılabilir.
Objective: Bruton tyrosine kinase inhibition in cardiac tissue causes inhibition of the PI3K-AKT signaling pathway, which is responsible for protecting cardiac tissue during stress. Therefore, there is an increase in the risk of arrhythmia. This study explores the prediction of that risk with the Age-Creatinine-Ejection Fraction (ACEF) score as a simple scoring system based on the components of age, creatinine, and ejection fraction.
Materials and Methods: Patients diagnosed with chronic lymphocytic leukemia (CLL) and receiving ibrutinib treatment for at least 1 year were evaluated with echocardiography and Holter electrocardiography and the results were compared with a control group of CLL patients who had not received treatment. ACEF score was calculated with the formula age/left ventricular ejection fraction+1 (if creatinine >2.0 mg/dL).
Results: When the arrhythmia development of the patients was evaluated, no statistically significant difference was found between the control and ibrutinib groups in terms of types of arrhythmias other than paroxysmal atrial fibrillation (PAF). PAF was found to occur at rates of 8% versus 22% (p=0.042) among ibrutinib non-users versus users. For patients using ibrutinib, an ACEF score of >1.21 predicted the development of PAF with 77% sensitivity and 75% specificity (area under the curve: 0.830, 95% confidence interval: 0.698-0.962, p<0.001).
Conclusion: The ACEF score can be used as a risk score that predicts the development of PAF in patients diagnosed with CLL who are scheduled to start ibrutinib.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

4.
Erişkin Primer İmmün Trombositopeni Yönetimi: Delphi-Temelli Uzlaşı Önerileri
Management of Adult Primary Immune Thrombocytopenia: Delphi- Based Consensus Recommendations
Ahmet Muzaffer Demir, Elif Gülsüm Ümit, Muhlis Cem Ar, Mesut Ayer, Meltem Aylı, Volkan Karakuş, Emin Kaya, Fahir Özkalemkaş, Nilgün Sayınalp, Mehmet Sönmez, Fahri Şahin, Selami Koçak Toprak, Tayfur Toptaş, İrfan Yavaşoğlu, Ümran Çalış
doi: 10.4274/tjh.galenos.2024.2024.0055  Sayfalar 97 - 104
Amaç: Primer immün trombositopeni (pITP), trombositlerin artan yıkımı ve/veya bozulmuş üretimi ile ilişkili edinsel bir oto-immün hastalıktır. pITP’nin tanı ve yönetimi zorludur; ayrıca hem uzmanlık hem de uluslararası fikir birliği raporları ile kılavuzlarının, ulusal farklılıkları da göz önünde bulundurarak, yorumlanmasını gerektirir. Bu çalışmada Türkiye’deki hematologların pITP hastalarının birinci ve ikinci basamak tedavisinin belirli alanlarındaki fikir birliği düzeylerini değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Türk Hematoloji Derneği bünyesinde kurulan Türkiye Ulusal ITP Çalışma Grubu (14 yürütme kurulu üyesi), modifiye Delphi yöntemi ile pITP’nin birinci basamak ve sonraki tedavilerine ilişkin ifadelerden oluşan 21 maddelik bir anket geliştirdi. Üniversite veya devlet hastanelerinde çalışan 107 yetişkin hematolog, ardışık iki tur boyunca ifadelere katılıp katılmama yönünde oy kullandı.
Bulgular: Katılımcılar kortikosteroidlerin birinci basamak tedavi olarak ve sınırlı süreyle kullanılması konusunda fikir birliğine vardı. Metilprednizolonun, dekzametazondan ziyade tercih edilen kortikosteroid olduğu gözlendi. İntravenöz immünoglobulin tedavisinin kanama dışında kullanımı tercih edilmez iken, thrombopoietin reseptör antagonistleri (TPO-RA) veya rituksimab ikinci basamak tedavi olarak önerilebileceği, kronik pITP hastalarında tanıdan 12-24 ay sonra splenektomi düşünülebileceği konusunda da görüş birliğine varıldı.
Sonuç: pITP’li hastaların yönetimini iyileştirmek için kortikosteroidlerin yanı sıra TPO-RA’ların doz ve süresinin optimizasyonu gerekli olduğu konusunda fikir birliği sağlanmıştır.
Objective: Primary immune thrombocytopenia (pITP) is an acquired autoimmune disorder related to the increased destruction and/or impaired production of platelets. Its diagnosis and management are challenging and require expertise and the interpretation of international consensus reports and guidelines with national variations in availability. We aimed to assess the agreement of hematologists in Türkiye on certain aspects of both first-line and second-line management of patients with pITP.
Materials and Methods: Applying a modified Delphi method, the Turkish National ITP Working Group (14 steering committee members), founded under the auspices of the Turkish Society of Hematology, developed a 21-item questionnaire consisting of statements regarding the first-line and second-line treatment of pITP. A total of 107 adult hematologists working in either university or state hospitals voted for their agreement or disagreement with the statements in two consecutive rounds.
Results: The participants reached consensus on the use of corticosteroids as first-line treatment and with limited duration. Methylprednisolone was the corticosteroid of choice rather than dexamethasone. Use of intravenous immunoglobulin was not preferred for patients without bleeding. It was also agreed that thrombopoietin receptor antagonists (TPO-RAs) or rituximab should be recommended as second-line treatment and that splenectomy could be considered 12-24 months after diagnosis in patients with chronic pITP.
Conclusion: The optimization of the dose and duration of TPO-RAs in addition to corticosteroids is necessary to improve the management of patients with pITP.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

5.
Kardiyovasküler Cerrahi Geçiren Hastalarda Aspirin ve Klopidogrel Direncinin Değerlendirilmesi: Tek Merkez Kesitsel Çalışma
Assessment of Aspirin and Clopidogrel Resistance in Patients Undergoing Cardiovascular Surgery: A Single-Center Cross- Sectional Study
Abdullah Özer, Hüseyin Demirtaş, Sercan Tak, Başak Koçak, Eda Nur Yiğiter, Gürsel Levent Oktar, Zühre Kaya
doi: 10.4274/tjh.galenos.2024.2024.0043  Sayfalar 105 - 112
Amaç: Bu çalışmanın amacı kardiyovasküler cerrahi geçiren hastalarda light transmission-lumiaggregometry (LT-LA) ve Platelet Function Analyzer-100 (PFA-100) kullanarak antitrombosit ilaç direncini araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya cerrahi gerektiren stabil koroner arter hastalığı ve periferik vasküler hastalık tanısı konan 60 hasta dahil edilmiştir. Katılımcılar üç gruba ayrılmıştır: Aspirin (ASA) alan hastalar (n=21), klopidogrel (KLO) alan hastalar (n=19) ve ikili tedavi (ASA+KLO) alan hastalar (n=20). Antitrombosit ilaç direncini araştırmak için agregasyon, sekresyon ve kapanma zamanının test edildiği LT-LA ve PFA-100 cihazları kullanılmıştır.
Bulgular: Adenozin difosfat (ADP) ile indüklenmiş agregasyon yanıtına göre ASA direnci 21 hastanın %43’ünde tespit edilirken, bunu 19 hastanın %22’sinde KLO direnci ve 20 hastanın %15’inde ikili ilaç direnci izlemiştir. Diyabet, hipertansiyon ve hiperlipidemi en sık tanımlanan komorbid hastalıklardı. Komorbid risk faktörleri olan hastalarda, ADP’ye verilen trombosit agregasyon yanıtının medyan maksimum amplitüdü ASA grubunda KLO ve ikili tedavi gruplarına göre anlamlı olarak yüksekti (p=0,0001). ASA monoterapisi ile tedavi edilen hastalarda, LT-LA’da trombosit agonistlerine karşı agregasyon yanıtının maksimum amplitüdü, ADP agonisti kullanan hastaların %43’ünde ve kolajen agonisti kullanan hastaların %28’inde ≥%70 üzerinde bulunmuştur. ASA tedavisi sırasında LT-LA’da ADP (≥0,29 nmol) ve kolajen (≥0,41 nmol) ile indüklenen artmış ATP salınımı, ADP agonisti kullanılan hastaların %66’sında ve kolajen agonisti kullanılan hastaların %80’inde saptanmıştır. Sadece ASA alan hastaların PFA-100 cihazında kapanma süreleri, kolajen-ADP kartuşu kullanarak %28’sinde ve kolajen-epinefrin (CEPI) kartuşu kullanarak %62’sinde normaldi. Kardiyovasküler cerrahi geçiren hastaların 12’sinde (%20) tekrarlayan tromboz ve kanama tespit edildi. Bu hastaların üçünde (%25) ADP ile indüklenen agregasyon (≥%70) ve sekresyon (≥0,29 nmol) normal yanıtı yanında CEPI kartuşu ile normal kapanma sürelerini içeren ASA direnci bulundu.
Sonuç: Bulgularımız, LT-LA ve PFA-100 ile antitrombosit ilaç takibinin yüksek riskli ve komplike kardiyovasküler cerrahi hastalarında yararlı olabileceğine işaret etmektedir.
Objective: We aimed to investigate antiplatelet drug resistance utilizing light transmission-lumiaggregometry (LT-LA) and the Platelet Function Analyzer-100 (PFA-100) in patients undergoing cardiovascular surgery.
Materials and Methods: The study included 60 patients diagnosed with stable coronary artery disease and peripheral vascular diseases that required surgery. Participants were divided into three groups: patients receiving aspirin (ASA) (n=21), patients receiving clopidogrel (CLO) (n=19), and patients receiving dual therapy (ASA+CLO) (n=20). Aggregation and secretion tests by LT-LA and closure time by the PFA- 100 were used to measure antiplatelet drug resistance.
Results: Based on the adenosine diphosphate (ADP)-induced aggregation test, 43% of patients were resistant to ASA, 22% to CLO, and 15% to dual therapy. Diabetes, hypertension, and hyperlipidemia were the most commonly identified comorbid disorders. In patients with comorbid risk factors, the median value of platelet aggregation response to ADP was significantly higher in the ASA group than in the CLO and dual therapy groups (p=0.0001). In patients receiving ASA monotherapy, the maximum amplitude of aggregation response to platelet agonists was ≥70% in 43% of patients for ADP and 28% for collagen by LT-LA. Elevated ADP (≥0.29 nmol) and collagen (≥0.41 nmol)-induced adenosine triphosphate release were found by LT-LA in 66% of patients utilizing an ADP agonist and 80% of patients using a collagen agonist undergoing ASA therapy. Closure times obtained with the PFA-100 were normal in 28% of patients using collagen- ADP cartridges and 62% of patients using collagen-epinephrine (CEPI) cartridges who received ASA. Recurrent thrombosis and bleeding were observed in 12 (20%) patients with cardiovascular disease. Three of these individuals (25%) showed ASA resistance with normal responses to ADP-induced aggregation (≥70%) and secretion (≥0.29 nmol), as well as normal CEPI closure times.
Conclusion: Our findings suggest that antiplatelet drug monitoring with LT-LA and PFA-100 may be useful in high-risk and complicated cardiovascular patients.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

HEMATOLOJIK GÖRÜNTÜLER
6.
Bazofilik Farklılaşma Gösteren Akut Promiyelositik Lösemi: Nadir Bir Varyant
Acute Promyelocytic Leukemia with Basophilic Differentiation: A Rare Variant
Andrés Felipe Melo Arias, Silvia Escrıbano Escribano Serrat, Marta Polo Zarzuela, Cristina García Sánchez, Miguel Gómez Álvarez, Eduardo Anguita, Celina Benavente Cuesta, Fernando Ataulfo González Fernández
doi: 10.4274/tjh.galenos.2023.2023.0344  Sayfalar 113 - 115
Makale Özeti | Tam Metin PDF

7.
Dasatinib ile İlişkili Deri ve Saç Hipopigmentasyonu
Hypopigmentation of the Skin and Hair Associated with Dasatinib Therapy
Vishnu Sharma, Vansh Bagrodia
doi: 10.4274/tjh.galenos.2023.2023.0280  Sayfalar 116 - 117
Makale Özeti | Tam Metin PDF

8.
Karadeniz Bölgesinden Bir Visseral Leishmaniasis Olgusu: Deri Lezyonları ve Kemik İliğinde Leishmania donovani Amastigotları
A Visceral Leishmaniasis Case from the Black Sea Region: Skin Lesions and Leishmania donovani Amastigotes in the Bone Marrow
Birgül Öneç, Cihadiye Elif Öztürk, Ayten Yazıcı
doi: 10.4274/tjh.galenos.2023.2023.0254  Sayfalar 118 - 120
Makale Özeti | Tam Metin PDF

EDITÖRE MEKTUP
9.
Persistan Orta-Yüksek Seviyede İzole Anti-Kardiyolipin Antikoru IgA veya Anti-β2- Glikoprotein-I IgA İzotiplerinin Herhangi Bir Klinik Önemi Var mı?
Persistent Moderate-to-High Levels of Isolated Anticardiolipin Antibody IgA or Anti-β2-Glycoprotein-I IgA Isotypes: Do They Have Any Clinical Relevance?
Ayşe Bahar Keleşoğlu Dinçer, Jonathan Thaler, Doruk Erkan
doi: 10.4274/tjh.galenos.2024.2024.0068  Sayfalar 121 - 122
Makale Özeti | Tam Metin PDF

10.
Philadelphia Kromozom Pozitif Akut Lenfoblastik Lösemi Olgusunda JAK2V617F Klon Birlikteliği
A Case of Philadelphia Chromosome-Positive Acute Lymphoblastic Leukemia with Coexistence of the JAK2V617F Clone
Li-li Han, Xia Yang, Haiping Dai, Junfeng Zhu
doi: 10.4274/tjh.galenos.2024.2023.0467  Sayfalar 123 - 125
Makale Özeti | Tam Metin PDF

11.
Homozigot PMS2 Eksikliği Olan Bir Hastada Akut Lenfoblastik Lösemi Sonrası Gelişen Refrakter Burkitt Lenfoma
Refractory Burkitt Lymphoma Following Acute Lymphoblastic Leukemia in a Patient with Homozygous PMS2 Deficiency
Dildar Bahar Genç, Zeynep Yıldız Yıldırmak, Murat Elli, Akif Ayaz, Özlem Ton
doi: 10.4274/tjh.galenos.2024.2023.0476  Sayfalar 126 - 127
Makale Özeti | Tam Metin PDF

12.
RUNX1: : RUNX1T1 İçeren Akut Myeloid Lösemide Yeni Dört-Yol t(8;14;15;21) (q22;q22;q15;q22.1) Varyant Translokasyonu
Novel Four-Way t(8;14;15;21)(q22;q22;q15;q22.1) Translocation Variant in Acute Myeloid Leukemia with RUNX1: : RUNX1T1
Noriko Tsuge, Fumiya Ogasawara, Takumi Kondo, Shohei Yoshida, Kensuke Kojima
doi: 10.4274/tjh.galenos.2024.2024.0038  Sayfalar 128 - 129
Makale Özeti | Tam Metin PDF

13.
Miyeloproliferatif Neoplaziler ve Sodyum-Glukoz Ko-Transporter-2 İnhibitörleri: Bir Olgu Serisi
Myeloproliferative Neoplasms and Sodium-Glucose Co-Transporter-2 Inhibitors: A Case Series
Pusem Patır, Kübra Çerçi, Erdal Kurtoğlu
doi: 10.4274/tjh.galenos.2024.2024.0050  Sayfalar 130 - 132
Makale Özeti | Tam Metin PDF