Volume: 7  Issue: 1 - 2017
Hide Abstracts | << Back
1.Cover

Page I
DOWNLOAD

2.Contents

Pages II - III
DOWNLOAD

REVIEW
3.The importance of probiotics in antibiotic associated diarrhea
Murat Duman, Aykut Çağlar
doi: 10.5222/buchd.2017.001  Pages 1 - 7
Antibiyotikler çocuklarda en sık reçete edilen ilaçlardır ve buna bağlı antibiyotik ilişkili ishal (Aİİ) sık olarak gözlenmektedir. Antibiyotik tedavisi gastrointestinal sistem florasında kolonizasyon direncini bozarak, çoğunlukla ishal olmak üzere farklı semptomlara neden olmaktadır. Özellikle, penisilin, sefalosporin, klindamisin gibi anaerobik etkinliği olan antibiyotikler, sıklıkla ishale neden olmaktadır. Semptomlar hafif, kendi kendini sınırlayan ishalden, özellikle Clostiridium difficile ilişkili ishal gibi ağır klinik bulgulara kadar değişmektedir. Antibiyotik ilişkili ishal antibiyotik tedavi uyumsuzluğunun önemli bir nedendir. Probiyotikler, antibiyotik tedavisi esnasında veya sonrasında, immun regulatuvar ve antibakteriyel etki ile intestinal sistemdeki mikrobiyal dengeyi iyileştirerek, intestinal mikroekolojiyi düzeltir ve devamını sağlar. Probiyotik çalışmalarına artan bir ilgi vardır ve Aİİ’in önlenmesinde ve tedavisinde probiyotiklerin etkinliği ile ilgili kanıtlar giderek artmaktadır. Çalışmaların kalitesi, probiyotik cinsi, dozu ve süresindeki heterojeniteye rağmen, elde edilen kanıtlar Aİİ önlenmesinde probiyotiklerin koruyucu etkili olduğunu desteklemektedir. Bununla birlikte, hangi probiyotiğin, hangi antibiyotik kullanımında ve hangi hastada daha etkili olduğunu saptamak için daha fazla klinik çalışmaya ihtiyaç vardır. Çocuklarda C. difficile enfeksiyonun önlenmesinde probiyotiklerin etkinliği ile ilgili veriler sınırlıdır. Probiyotiklerin C. difficile enfeksiyonun tedavisindeki yeriyle ilişkili erişkinlerde sınırlı veri varken çocuklarda bu konuyla ilgili yeterli çalışma bulunmamaktadır.
Antibiotics are the most frequently prescribed drugs in children and antibiotic-associated diarrhea (AAD) is common in this population. Antibiotic treatment may disturb the resistance against colonization in gastrointestinal flora, resulting in a range of symptoms, most notably, diarrhea. In particular, antibiotics such as penicillins, cephalosporins and clindamycin, act on anaerobes, are most commonly associated with diarrhea. Symptoms range from mild and self-limiting diarrhea to severe, particularly in Clostiridium difficile associated diarrhea. Antibiotic-associated diarrhea is an important reason for non-adherence with antibiotic treatment. Probiotics maintain and restore intestinal microecology by improving microbial balance in the intestinal tract with the antibacterial and immune regulatory effects during or after antibiotic treatment. There is an increasing interest in studies about probiotics, and evidence for the effectiveness of probiotics in preventing or treating AAD is also increasing. Despite heterogeneity in probiotic strain, dose, and duration of use, as well as in study quality, the overall evidence suggests a protective effect of probiotics in preventing AAD. Nevertheless, further studies are needed to determine which probiotics are associated with the greatest efficacy and for which patients receiving which specific antibiotics. There are limited data regarding the effectiveness of probiotics in the prevention of C. difficile infection in children. Probiotics have limited value in the treatment of C. difficile infection in adults, and there are no data in children.
Abstract | Full Text PDF

4.Effects of immigration on children's health
Diler Aydın, Nurdan Şahin, Berna Akay
doi: 10.5222/buchd.2017.008  Pages 8 - 14
Göç, toplumların sosyo-kültürel, ekonomik, politik yapısı ile doğrudan ilişkili olan ve insanlık tarihinin bütün dönemleri boyunca varolan bir olgudur. Göç her zaman önemli bir toplumsal değişim nedenidir. Göç çeşitli nedenlere bağlı olarak gerçekse de bu süreçten ve toplumsal sonuçlarından en fazla etkilenen gruplardan biri çocuklardır. Dünya’da çocuklar son dönem göç hareketleri içerisinde yeni ve önemli bir grup olarak karşımızda çıkmakta ve siyasi gündemin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Göç, çocukların hayatını olumsuz yönde etkilemekte ve kalıcı sağlık sorunlarının ortaya çıkışına neden olabilmektedir. Çocukların özellikle büyüme ve gelişme süreçlerinin devam etmesi, ebeveynlerine bağımlı olmaları ve kendilerini korumadaki yetersizlikleri gibi nedenlerle göç sürecinde sağlık açısından etkilenmelerine neden olmaktadır. Bu süreçte yaşanan tüm olumsuzluklar çocukların fiziksel, ruhsal ve sosyal yapısını derinden ve bazen de kalıcı şekilde zarar görmesine neden olabilmektedir. Göç olayında çocuklar sayısal üstünlüklerinden ve korunmaya muhtaç durumlarından dolayı özel bir konumdadır. Zaten zayıf ve savunmasız olan çocuklar bu süreçten farklı düzeylerde ve farklı yönlerde etkilenen en önemli grup olduğundan sağlık sorunlarına ve çözüm önerilerine daha fazla önem verilmesi gerektiği düşünülmektedir. Bu doğrultuda makalede, göç olayının çocuk sağlığı açısından önemi ve hemşirelik yaklaşımlarının değerlendirilmesi amaçlanmaktadır.
Immigration is a phenomenon directly related to the socio-cultural, economic and political structure of societies and has existed throughout the history of humanity. Immigration is always a major cause of social changes. Although immigration occurs due to various reasons, it is the children who are most affected by immigration and its social consequences. In recent immigration movements in the world, children appear as a new and important group and have become an important part of the political agenda. Immigration adversely affects the lives of children and can lead to the emergence of persistent health problems. All the negativities experienced by children in this process deteriorate their physical, mental and social structure deeply, and these negativities sometimes can cause even permanent damage to them. Children are in a special place in immigration, because of their large number in the immigration population and need for protection. Because they are weak and vulnerable to dangers, children are affected by the results of immigration at different levels and from different aspects. Therefore, it is believed that more attention should be paid to their health problems, and solutions to these problems. Considering this fact, this article aims to investigate the importance of immigration in terms of children’s health and related nursing interventions.
Abstract | Full Text PDF

RESEARCH ARTICLE
5.The prevalance of attention deficit hyperactivity disorder and the frequency of medication use among preschool children in a district children hospital
Ayşe Kutlu, Nagihan Cevher Binici
doi: 10.5222/buchd.2017.015  Pages 15 - 21
GİRİŞ ve AMAÇ: 1 Ocak-31 Aralık 2016 tarihleri arasında okul öncesi dönem çocuklarda Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) prevalansı ve ilaç kullanım sıklığını araştırmak.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve hastalıkları polikliniklerine başvuran ve ICD-10 tanı kriterlerine göre DEHB tanısı konan 36-60 ay yaş aralığındaki çocukları dosyaları taranmıştır. Mental retardasyon, duygudurum bozuklukları, anksiyete bozuklukları, otizm spektrum bozuklukları, kronik tıbbi hastalık ve dosyalarda eksik veri olan çocuklar çalışma dışında bırakılmıştır.
BULGULAR: 218 DEHB tanılı okul öncesi çocuk çalışma grubunu oluşturmuştur. DEHB prevalansı okul öncesi çocuklarda %7.8 dir. Hastaların 61 'inde (%28) bir komorbid hastalık vardır ve %32.1 oranında en sık eştanı yıkıcı davranış bozuklukları (Karşıt olma karşı gelme bozukluğu+davranım bozukluğu) olmuştur. Psikososyal tedavi olguların 116 (% 53.2) iken 102 (%46.8) çocuğa psikofarmakolojik tedavi başlanmıştır İlaç tedavisi olarak en sık önerilen psikofarmakolojik ajan risperidon olmuştur.36-48 ay yaş grubuna göre 49-60 ay yaş grubunda daha fazla komorbidite saptanmış ve ilaç tedavisinin kullanıldığı belirlenmiştir. Eştanı sayısının fazlalığı ilaç tedavisi seçeneğini tercih etmede belirleyici olduğu saptanmıştır (p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Psikosoyal tedavi ilk sırada tedavi seçeneği olsa da ilaç tedavisi de gerekli gibi görünmektedir. İlk sırada tercih edilen psikofarmakolojik ajan Risperidon olmuştur. İlaç tedavisini tercih edilmesinde daha büyük yaş ve eştanı sayısının fazlalığı belirleyici gibi görünmektedir.
INTRODUCTION: This study analyzed the prevelance of Attention Deficit Hyperactivity Disorder ( ADHD) and frequency of medication use among preschool children in a district children hospital between January 1 and December 31, 2016.
METHODS: We reviewed the medical files of children who admitted to Child and Adolescent Psychiatry outpatient clinic, in the age range of 36 to 60 months, diagnosed with preschool ADHD (PS-ADHD) according to ICD-10 criteria. Children with comorbid intellectual disability, mood disorders, anxiety disorders, autism sprectrum disorders and chronic medical disorders were excluded. Medical files with incomplete data were removed.
RESULTS: The study sample consisted of 218 preschool children with ADHD. The prevalance of ADHD among preschool children was 7.8% Sixty one (28%) of children had at least one comorbid disorder and the disruptive behaviour disorders ( Oppositional defiant and conduct disorder) were the most common diagnose with the persentage of 32.1%. Psychosocial interventions treatment was applied to 116(53,2%) children, whereas 102(46.8%) children were started on pharmacotherapy. Risperidone was the most prescribed medication with the persentage of 98%. Children in the age group of 49-60 months had more comorbidity and drug use compared to 36-48 months group. The higher number of comorbid disorders was the predictor of drug use (p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Eventhough psychosocial treatment is the first-line of the treatment, additional pharmacotherapy seems to be required. The first choice of pharmacotherapy is Risperidone. Older age and more comorbidity seems to predict the drug use.
Abstract | Full Text PDF

6.Do the psychosocial risk factors of the mothers have effect on the breast milk electrolytes?
Burcu Serim Demirgören, Aylin Özbek, Murat Örmen, Canem Kavurma, Esra Özer, Adem Aydın
doi: 10.5222/buchd.2017.022  Pages 22 - 28
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada başarılı laktasyonun bir göstergesi olarak kabul edilen anne sütü sodyum (Na) düzeyleri ve sodyum/potasyum (Na/K) oranının; anne ve bebeklerine ait sosyodemografik özellikler, annelere ait psikososyal risk etmenleri ve erişkin tipi bağlanma stilleri ile ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi ve Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Sağlıklı Çocuk Polikliniğine başvuran ve çalışmaya katılmayı kabul eden ardışık, sadece anne sütüyle beslenen, 150 sağlıklı yeni doğan bebeğin annesi çalışmaya alınmıştır. Anne ve bebeklere ait veriler, annelerle yapılan yarı yapılandırılmış bir görüşme sonucu elde edilmiştir. Bağlanma stillerini belirleyebilmek için annelerden İlişki Ölçekleri Anketi (İÖA)’ni doldurmaları istenmiştir. Tüm annelerden elle sağma yöntemi ile 10 ml. süt örneği alınmıştır.
BULGULAR: Çalışmaya katılan 150 anneden alınan süt örneklerinin 49’unda (%32.7) sodyum düzeyi ve Na/K oranı yüksek saptanmıştır. Anne sütü Na düzeyi yüksek gruptaki anneler istatistiksel olarak anlamlılık sınırında kendilerini çocuk sahibi olmaya uygun biri olarak bulmadıklarını belirtmişlerdir (p=0.059). Anne sütü Na düzeyleri ve Na/K oranı normal ölçülen bebeklerle yüksek ölçülen bebeklerin annelerinin bağlanma stilleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmanın sonuçlarına göre, annelere ait bazı psikososyal risk etmenlerinin anne sütü elektrolit düzeylerine etki edebileceği söylenebilir. Ancak çalışmanın sonuçları, daha büyük örneklem grubunun alındığı başka çalışmalarca da desteklenmelidir.
INTRODUCTION: In this study, concentrations of sodium (Na) and sodium/potassium ratio (Na/K), as an indicator of successful lactation, and their relationships with the mothers and their babies’ sociodemographic features, psychosocial risk factors of mothers and their adult type attachment styles were aimed to be investigated.
METHODS: The case group consisted of the mothers’ of 150 consecutive, exclusively breasfed, healthy babies that were administered to Dokuz Eylul University School Of Medicine and Tepecik State Hospital Healthy Children Outpatient Unit. Findings including babies’ and their mothers’ features were collected from a semi-structured interview with the mother. Relationship Scale Questionnaire (RSQ) were applied to the mothers to identify the adult type attachement styles of the mothers. Ten ml of breast milk obtained from the mothers by milking manually.
RESULTS: Fourty-nine (%32.7)Mothers had higher than expected breast milk Na concentrations and high Na/K ratio. Mothers with higher concentrations of Na in their milk were mothers that thought they were not appropriate to have a child at significance limits (p=0.059). There were no statistically significant differences between two groups of mothers, one with high mean breast milk Na and Na/K ratio, other with expected levels, regarding their adult attachment styles.
DISCUSSION AND CONCLUSION: According to the results of this study it can be speculated that the some psychosocial risk factors of the mothers have effect on the breast milk electrolytes. But these results should be shown in other studies with a large sample size.
Abstract | Full Text PDF

7.Determination of the Factors of Affecting and Anxiety Levels of Mothers whose Children were going to have a Pediatric Daily Surgery
Ayşe Gürol, Yıldız Binici
doi: 10.5222/buchd.2017.029  Pages 29 - 38
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu tanımlayıcı ve kesitselı araştırma; günübirlik cerrahi geçirecek çocukların annelerinin, günübirlik cerrahiye karar verme zamanı, tercih etme nedeni, cerrahi işlemler hakkında endişe yaşama durumu ve anksiyete düzeylerini saptamak, etkileyen faktörleri belirlemek amacı ile yapıldı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma, Erzurum il merkezinde bulunan, Erzurum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahi ve Çocuk Yan Dallar Kliniğinde Eylül 2014 - Ocak 2015 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Araştırmanın yapıldığı tarihler arasında ilgili kliniğe günübirlik cerrahi nedeniyle başvuran, araştırmaya katılmayı kabul eden 284 çocuk ve annesi araştırmaya dahil edildi. Verilerin toplanmasında Günübirlik Cerrahi Uygulanan Çocuk ve Ailelerini Tanıtıcı Bilgi Formu ve Durumluk-Sürekli Anksiyete Ölçeği kullanıldı.
BULGULAR: Annelerin yaş ortalamasının 29.69±6.10 yıl olduğu, %34.2’sinin lise mezunu olduğu bulundu. Araştırmada, annelerin %89.1’inin ameliyat öncesi anestezi hakkında bilgilendirildiği, bilgilendirilen annelerin %83.0’ünün bu bilgilendirmeyi doktorları tarafından aldığı saptandı. Annelerin %40.8’i günübirlik cerrahi nedeniyle bir endişe yaşadığını, endişe yaşayan annelerin %27.1’i cerrahi girişim sonrası çocuğunun uyanamama ihtimali nedeniyle endişelendiklerini bildirdi. Annelerin durumluk ve süreklilik anksiyete ölçeğinden aldıkları toplam puan ortalamasının sırasıyla, 46.79±5.37 ve 45.32±6.17 olduğu tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Annelerin durumluk-sürekli anksiyete ölçeklerinden aldıkları puan ortalamalarına göre orta düzeyde anksiyeteye sahip oldukları belirlendi.
INTRODUCTION: This descriptive and cross-sectional study has been done to determine the following themes: time to decide and the prefer reason of the daily surgery of the mothers of the children, determination of their concerns about the surgical procedure, their anxiety levels, and factors that affect all these themes.
METHODS: The research was made between September 2014 and January 2015 in the pediatric surgery department of Erzurum Regional Education and Research Hospital in Erzurum. It was accepted the 284 children and their mothers who came to the daily surgery clinic between the study dates into this study. It was used to Introductory Information Form of the Child Applied Daily Surgery and his/her Family and the State- Trait Anxiety Inventory to collect the data.
RESULTS: It was found that the mean age of the mothers was 29.69 ± 6.10 years and 34.2% of them had graduated from a high school. In the research, it were determined that 89.1% of the mothers were informed of preoperative anesthesia and also 83.0% of the mothers were received this information’s by the doctors. 40.8% of the mothers reported a concern because of the day surgery and 27.1% of this mothers reported that they worry because of the possibility about the child didn’t wake up after the surgery. It was found that mothers total mean score from the state and trait anxiety scale respectively 46.79±5.37 and 45.32±6.17.
DISCUSSION AND CONCLUSION: It was determined that had middle anxiety levels according to the mean scores of them obtained from State-Trait Anxiety scale.
Abstract | Full Text PDF

8.Does the number of engaged screw threads affect the stability of slipped capital femoral epiphysis insitu fixation?
Hüseyin Günay, Levent Küçük, Murat Celal Sözbilen, Elcil Kaya Biçer, Mutlu Çobanoğlu
doi: 10.5222/buchd.2017.039  Pages 39 - 44
GİRİŞ ve AMAÇ: Adölesanlarda obezite ile birlikte sık görülen bir hastalık olan femur başı epifiz kaymasının (FBEK) tedavisi kanüllü vida ile in-situ tespittir. Bu çalışmada, tek kanüllü vida ile tedavi edilen FBEK’lerde epifizi geçen yiv sayısı ile stabilitenin ilişkisini saptamak amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2008-2013 yılları arasında kanüllü vida ile opere olan 25 FBEK hastasının 33 kalçası pre op ve post op olarak klinik ve radyolojik olarak değerlendirildi. Kalçalar etyolojisine göre akut, kronik zeminde akut ve kronik olmak üzere gruplandırılırken, stabilite açısında gruplandırıldılar. Radyolojik olarak kalça tam AP ve frog-leg pozisyonlarında, operasyon öncesi ve sonrası Southwick açıları (epifiz -diafiz açısı), operasyon sonrası epifiz hattını geçen yiv sayıları ölçüldü.
BULGULAR: 13 olguda metabolik veya endokrinolojik patoloji gözlendi. Tek kanüllü vida kullanılarak opere edilen olguların 4 ünde cerrahi sonrasında kayma açılarında artış olduğu gözlendi ve revize edildi. Bu 4 kalçada ön-arka ve frog-leg pozisyonlardaki grafilerde değerlendirilen epifiz hattını geçen yiv sayısı ortalaması 1.85’idi. Kayma açısında artış olmayan 29 kalça da ise yiv sayısı ortalaması 3.87 idi (p<0.001). Ortalama kayma açısı pre-operatif 37.88°±15.2° iken post-operatif 29.00°±16.41° düştüğü tespit edildi (p=0.0001). post-operatif kayma açıları etyolojiye göre değerlendirildiğinde ise gruplar arası anlamlı fark olduğu görüldü (p=0.019). Akut grupta ortlama kayma 21.00°±11.08° iken kronik grupta 42.22°±17.98°’idi (p=0.009).
TARTIŞMA ve SONUÇ: FBEK tedavisinde uygulanan tek kanüllü vida ile in-situ tespitte, epifiz hattını geçen vida yiv sayısı en az dört olmalıdır, aksi halde stabilite yetersiz olacaktır.
INTRODUCTION: To evaluate the relationship between the stability of the physis and the number of screw threads passing across the physeal line in the treatment of slipped capital femoral epiphysis (SCFE) with single screw fixation.
METHODS: Thirty three hips of 25 patients who had undergone insitu fixation in SCFE were included the study. The mean age and follow up was 12.33 years old (range, 7–16) and 42.24±16.65 months, respectively. The hips were grouped regarding to chronicity; acute, acute on chronic and chronic slips. With regards to the stability of the slip, the patients were also regrouped. Preoperative and postoperative both antero-posterior and frog leg pelvis radiographies were evaluated to measure Southwick slip angles and the number of screw threads.
RESULTS: Metabolic or hormonal disease was present in 13 patients. During the follow up four of the hips were reoperated due to the insufficiency of the screw threads passing across the physeal line. The mean number of the screw threads was 1,85 (range, 0–3) for the revised hips and 3.87 (range, 2–5) for the rest. The mean slip angle was 37.88°±15.2° preoperatively. Postoperatively, the angle was reduced to 29.00°±16.41° (p=0.0001). Postoperative slip angle determined significantly different between chronicity groups (p=0.019). In the acute slip group, mean slip angle was 21.00°±11.08° whereas in the chronic group was 42.22°±17.98° (p=0.009).
DISCUSSION AND CONCLUSION: It was concluded that in surgical treatment of SCFE with a single screw, the number of screw threads passing across the epiphyseal line should be at least four; otherwise fixation would not be stable enough.
Abstract | Full Text PDF

9.Defining teachers’ situation of liking children: Kars province example
Rukiye Türk, Funda Kardaş Özdemir, Gizem Kerimoğlu Yıldız
doi: 10.5222/buchd.2017.045  Pages 45 - 52
GİRİŞ ve AMAÇ: Aile ve okul ortamında sevgiyle karşılaşan çocuklar gelecekte daha huzurlu bir ortam sağlanmasında önemli rol oynayabilirler. Bu çalışmada; ilk ve ortaöğretim kurumlarında öğretmenlerin çocuk sevme durumlarının belirlenmesi, bu durumun erkek ve kadın öğretmenler arasında bir farklılık gösterip göstermediğinin belirlenmesi amaçlanmaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmanın örneklemini; ilköğretim kurumlarından 155, ortaöğretim kurumlarından 314 ve diğer eğitim kurumlarından 21 olmak üzere toplam 500 öğretmen oluşturmuştur. Bu öğretmenlerin çocuk sevme durumlarını belirlemek amacıyla verilerin toplanmasında Barnett Çocuk Sevme ölçeği ve araştırmacılar tarafından oluşturulan demografik veri formu kullanılmıştır.
BULGULAR: Cinsiyete göre bakıldığında kadın ve erkek öğretmenler arasında çocuk sevme durumu açısından istatistiksel olarak anlamı bir fark bulunmamıştır. Öğretmenlerin yaş grupları arttıkça çocuk sevme durumlarının arttığı, evli ve çocuk sahibi öğretmenlerin de bekar öğretmenlere göre çocuk sevme puanlarının daha yüksek olduğu ve bu farkların istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulunmuştur. Bunun yanında mesleğini seven ve kendi isteğiyle tercih eden öğretmenlerin çocuk sevme puanları daha yüksek bulunmuş ve aralarındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu görülmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Öğretmenlerin çocuk yaşamındaki etkilerinin büyüklüğü göz önüne alındığında çocuk sevme durumlarının birçok faktöre göre değişiklik gösterdiği belirlenmiş ve bu konuda farkındalık oluşturulmuştur.
INTRODUCTION: Children who get necessary love in family and school life may have an important role for a peaceful life in the future. The purpose of this study is defining the teachers’ liking of children, and difference of this liking between male and female teachers.
METHODS: The sample of this study includes total 500 teachers, 155 of them are from primary schools, 314 from secondary schools and 21 from the other educational institutions. To define these teachers’ liking of children, data collected with Barnett Liking of Children Scale and demografic data collection form.
RESULTS: In point of gender, there was no statistical differences between male and female teachers regarding liking of children. It was found that liking of children points were high in teachers with higher age, married teachers and teachers who had children and these differences were statistically significant. In addition, teachers’ liking of children points who like their job and choose voluntarly this job were higher than the other teacher and this difference was statistically significant.
DISCUSSION AND CONCLUSION: When considering the effect of teachers’ importance on children’s lifes it was determined that teachers’ liking of children vary depending on many factors and awarness has been created on this subject.
Abstract | Full Text PDF

10.Birth Injuries: Assessment Of Clinical Findings And Maternal, Fetal And Obstetric Risk Factors
Rüya Çolak, Kazım Çoban, Kıymet Çelik, Ezgi Yangın Ergon, Senem Alkan Özdemir, Özgür Olukman, Şebnem Çalkavur
doi: 10.5222/buchd.2017.053  Pages 53 - 59
GİRİŞ ve AMAÇ: Doğum travmalarının çoğu hafif ve kendini sınırlayan şekilde gerçekleşmesine rağmen, birkısmı yenidoğan ve yaşamın ilerleyen dönemlerinde geçici ve kalıcı nörolojik sekellere, hatta ölüme neden olabilmektedir. Tek merkezli, retrospektif çalışmamızda, doğum travmalarının varlığını, tipini ve bebekte yaralanmaya neden olan ilişkili olduğu risk faktörlerini belirlemeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2009 – 2013 yılları arasında yenidoğan yoğun bakım kliniğimize yatan ve doğum travması bulunan 123 bebeğin dosyaları incelendi. Doğum travmaları, yumuşak doku hasarı, kemik doku hasarı, sinir dokusu hasarı, intrakranial kanama, intraabdominal organ hasarı olarak beş gruba ayrıldı. Ayrıca annede multiparite varlığı, diabetes mellitus varlığı, doğum şekli, gestasyon haftası, doğum ağırlığı gibi faktörlerin doğum travması ile ilişkisi araştırıldı.
BULGULAR: : Çalışma süresinde,16792 hastanın 123’ünde (%0.73) doğum travması saptandı.Doğum travmaları >40GH bebeklerde ve NSVY ile doğumlarda sık olarak gözlendi.Doğum travmalarından en sık görülen yumuşak doku travmasıydı.Yumuşak doku travmasının, primipar annelerde,kızlarda, sezeryan ile doğan bebeklerde ve doğum ağırlığı <4000gr olan bebeklerde anlamlı olarak daha fazla olduğu belirlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Obstetrik yöntemlerde gelişmelere rağmen, doğum travmaları neonatal mortalite ve morbiditenin hala önemli bir kaynağıdır. Doğum travmalarına yönelik risk faktörlerinin bilinmesi, riskli gebeliklerin yakın takibinin sağlanması ve uygun doğum şeklinin belirlenmesi ile travmatik doğum sıklığı azalacaktır. Ek olarak, hastanın başvurusundaki farklı şikayetlerin de doğum travması ile ilişkili olabileceğinden, klinisyenin doğum travmalarına geniş yelpazeden bakması gerekmektedir. Bu nedenle, detaylı bir anamnez ve ayrıntılı fizik muayene, tedavinin zamanında başlanması ve hukuki sonuçlar için belgelemenin yapılması açısından çok önemlidir.
INTRODUCTION: Although most birth injuries are mild and self-limited, others may be serious causing temporary or permanent neurological impairment. In this single centre, retrospective study we aimed to determine the presence and type of birth injury and related risk factors predisposing the infant to injury.
METHODS: We evaluated 123 newborns with birth injuries whom were hospitalized in our neonatal intensive care unit from January 2009 to December 2013. We classified birth injuries into five main categories such as fractures, soft tissue injuries, nerve tissue injuries, intraabdominal organ injuries and intracranial hemorrhage. Relationship between the presence of birth injury and predisposing risk factors such as maternal diabetes, multiparity, mode of delivery, gestational age and birth weight of the neonate were investigated.
RESULTS: During the study period, 123 infants out of 16792 (0.73 %) were determined to have birth injury. It is observed that birth injuries is associated with vaginal delivery and gestasyonal age more than 40 weeks. Injuries to soft tissues were the most common type of injury.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Despite recent refinements in obstetric techniques, birth injuries still remain an important source of neonatal morbidity and mortality. We predict that a significant reduction in the occurance rate of this dramatic clinical entity can be achieved if the clinicians recognize predisposing risk factors, ensure appropriate follow-up of high-risk pregnancies and determine appropriate mode of delivery.
Abstract | Full Text PDF

LETTER TO THE EDITOR
11.FNAB In The Pediatric Cervical Masses Can Cause To Delay Of Diagnosis
Elif Usturali Keskin, Gülden Diniz, Ali Kanik, Ulku Kucuk, Ibrahim Cukurova
doi: 10.5222/buchd.2017.060  Pages 60 - 62
Abstract | Full Text PDF

12.Maternal Parathyroid Adenoma Causing Neonatal Hypocalcemic Convulsions
Hüseyin Anıl Korkmaz
doi: 10.5222/buchd.2017.063  Pages 63 - 64
Abstract | Full Text PDF

CASE REPORT
13.Exercise induced a rare cardiac arrest: A case with catecholaminergic polymorphic ventricular tachycardia
Şevket Ballı, Eviç Zeynep Akgün, İlker Kemal Yücel, Mustafa Orhan Bulut, Gökmen Akgün, Emine Hekim Yılmaz, Taliha Öner, Ahmet Çelebi
doi: 10.5222/buchd.2017.065  Pages 65 - 68
Biz burada 15 yaşında katekolaminerjik polimorfik ventriküler taşikardiye ( KPVT) bağlı kardiyak arrest nedeniyle resüsitasyon yapılmış, kardeşi efor esnasında kardiyak arrest nedeniyle ex olmuş bir vakayı sunduk. KPVT de hastaların kardiyak yapısal bir bozukluğu olmamasına rağmen egzersiz yada efor esnasında kardiyak arreste neden olabilmektedir. KPVT li hastalarda efor esnasında senkop ve aile hikayesi tanıda önemlidir. Biz burada KPVT li hastaların tanı ve tedavisini vurgulamak istedik.
In this report, we present 15 years old girl with catecholaminergic polymorphic ventricular tachycardia who had cardiac resuscitation due to cardiac arrest and her sister was died from cardiac arrest. Catecholaminergic polymorphic ventricular tachycardias (CPVT), without structural cardiac abnormalities, can lead to sudden cardiac arrest during exercise or acute emotion. Patient with CPVT usually present with exercise induced syncope and diagnosis made based on family history. Background of these case highlighted the diagnosis and treatment of CPVT.
Abstract | Full Text PDF

14.High-Resolution Optical Coherence Tomography In Diagnosis of Congenital Hereditary Retinoschisis
Ömer Kartı, Mehmet Özgur Zengin, Anıl Korkmaz, Tekin Aydın, Menekşe Binzet, Eyyüp Karahan, Tuncay Kusbeci
doi: 10.5222/buchd.2017.069  Pages 69 - 72
13 yaşında erkek hasta ilerleyici görme azlığı şikayetiyle başvurdu. Semptomları 3 yıl önce başlamış ve son 2 yıldır kötüleşmişti. Aile öyküsünde benzer şikayete sahip birey yoktu. Travma, inflamatuar veya infeksiyöz oküler hastalık öyküsü yoktu. Düzeltilmiş en iyi görme keskinliği her iki gözünde 0.3 idi. Refraksiyon her iki gözde +2.50 diyoptri idi. Yüksek çözünürlüklü optik koherens tomografi (OKT) incelemesinde bilateral foveal kesitlerde foveanın merkezinde nörosensöriyel retinanın geniş hiporeflektif kistoid boşluklar ile bölündüğü ve perifoveal alanda iç ve dış retinal tabakaların arasında küçük kistik boşlukların olduğu köprü formu vardı. Çalışmamızda konjenital retinoskizis tanısı alan olgunun yüksek çözünürlüklü OKT bulguları incelendi. Ayrıca hastalığın yönetimiyle ilgili güncel gelişmeler sunuldu.
A 13-year-old male with a complaint of progressive visual decrease has been referred. The symptom started 3 years ago and worsened in past 2 years. There was no one with a family history of similar complaints. He had no previous history of trauma, inflammatory or infectious ocular disease. He had a best-corrected visual acuity of 0.3 in both eyes. Refraction was +2.50 dioptrics in the both eyes. The foveal sections examined with high-resolution optical coherence tomography (OCT) that demonstrated wide hyporeflective cystoid spaces that split the neurosensory retina at the center of the fovea and small cystic space that formed bridges between the outer and inner retinal layers in perifoveal area bilaterally. In our study was examined high-resolution OCT findings in patient diagnosed with congenital retinoschisis. Also, the current developments related to management of the disease were presented.
Abstract | Full Text PDF

15.Treatment with pars plana vitrectomy in a patient with sub-internal limiting membrane hemorrhage
Uğur Ünsal, Eyyüp Karahan, Ömer Kartı, Gönen Başer, Tülin Kaçmaz
doi: 10.5222/buchd.2017.073  Pages 73 - 76
Farklı etyolojilere bağlı oluşan iç limitan membran altı hemorajiler şiddetli görme kaybına neden olabilmektedir. Bu olgu sunumunda anemiye bağlı iç limitan membran hemorajisi olan ve anemi tedavisine yanıt vermeyen hastada pars plana vitrektomi ile tedavi uygulandı. Hastada tedavi sonucunda komplikasyon olmadan görme rehabilitasyonu sağlandı.
Sub-internal limiting membrane hemorrhage caused by various etiologies may result with severe visual loss. In this case report a patient with sub-internal limiting membrane hemorrhage caused by anemia that was refractory to treatment, and treated with pars plana vitrectomy was reported. Visual rehabilitation was provided without any complication.
Abstract | Full Text PDF