Volume: 6  Issue: 1 - 2016
Hide Abstracts | << Back
1.Cover

Page I
DOWNLOAD

REVIEW
2.Hypolipodemias in children
Cahit Barış Erdur, Yiğithan Güzin
doi: 10.5222/buchd.2016.001  Pages 1 - 8
Plazma lipoprotein düzeylerinin düşüklüğü ile karşımıza çıkan hipolipidemiler primer (genetik) veya sekonder (kazanılmış) nedenlere bağlı olabilir. Hiperlipidemilerin aksine, hipolipidemiler, hipolipidemilerin sebep ve sonuçları konularında klinisyenlerin farkındalığı çoğu zaman yeterli olmamaktadır. Bununla birlikte, hipolipidemiler altta yatan ciddi bir sorunun göstergesi olabilir. Açıklanamayan hipolipidemilerin olası nedenleri mutlaka araştırılmalıdır. Bu yazıda, çocuklarda primer ve sekonder hipolipidemilerin nedenleri ve mekanizmaları tartışılmıştır.
Hypolipidemia is a decrease in plasma lipoprotein caused by primary (genetic) or secondary (acquired) factors. Unlike hyperlipidemia physicians are usually unaware of hypolipidemia, its causes and consequences. However, it might be a marker for an underlying, serious problem. Unexplained hypolipidemia should always be investigated for a possible cause. In this report, causes and mechanisms of primary and secondary hypolipidemias in children were discussed.
Abstract | Full Text PDF

3.The new model in evaluating Child Sexual Abuse: Child Advocacy Centers
Özlem Bağ, Sevay Alşen
doi: 10.5222/buchd.2016.009  Pages 9 - 14
Çocuk İzlem Merkezleri (ÇİM), çocuğun cinsel istismarında çalışan profesyonellerin tek çatı altında toplandığı, dolayısıyla multidisipliner yaklaşım özelliği gösterebilen yeni kurumlardır. Ülkemizde ilk olarak 2010 yılında Ankara’da hizmet vermeye başlayan ÇİM’ler giderek yaygınlaşmaktadır. Temel hedef, yasal süreçte ortaya çıkan tekrarlayan ifade verme gereğini ve bu nedenle oluşan ikincil örselenmeyi önlemektir. ÇİM’lerde yapılan adli görüşme, çocuğun yaşadığı bu özel olayı, özel olarak yapılandırılmış aynalı bir odada, bu alanda özel olarak eğitilmiş meslek elemanlarına anlatması, bu sırada süreçte paydaş olacak her kurumun temsilcisinin görüşmeyi izleyerek kendi verilerini elde etmesi esasına dayanır. Görüşmenin görüntülü ve sesli kayıt altına alınması tekrar ifade verme gereğini en aza indirir. Adli görüşme ile bir yandan soruşturma başlatılırken, diğer yandan çocuğun ihtiyacı olan tıbbi ve sosyal hizmetler çocuk dostu bir ortamda sunulmaktadır. ÇİM’lerin ülke genelinde yaygınlaşması, çocuğun cinsel istismarına yaklaşımda uygun hizmet sunumu için önem taşımaktadır.
Child Advocacy Centers (CAC), are newly established centers to achive multidisciplinary approach in child sexual abuse. The first CAC in Turkey has been established in 2010 and they are, now, increasing in number all around the country. The basic goal of CACs is to prevent the secondary abuse due to repeating interviews especially in forensic process. Forensic interview in CACs, is based on the thought that the child tells about this special event to a specialized person in a specialized and child-friendly environment. During this special interview, all professionals have their own data and nobody asks any other question to the child. The forensic interview is recorded in order to prevent repeating interviews. After the interview, both the investigation starts and the child is provided with all social and health needs. It is important to support CACs to maintain appropiate approach in child sexual abuse all around the country.
Abstract | Full Text PDF

RESEARCH ARTICLE
4.Comparison of the self and the proxy versions of the KIDSCREEN quality of life scale: To what extend can parents predict quality of life of their children?
Hakan Baydur, Dilek Ergin, Gül Gerçeklioğlu, Erhan Eser
doi: 10.5222/buchd.2016.015  Pages 15 - 24
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu araştırmanın amacı KIDSCREEN sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi (SYK) ölçeği öz bildirim yanıtları ile vekil yanıtları arasındaki uyumu karşılaştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma Manisa’da yer alan 6 okulda 8-18 yaş arası 662 çocuk/genç, 543 ebeveyn üzerinde yürütülmüş kesitsel bir araştırmadır. Araştırmada katılımcıların sosyodemografik özellikleri belirlenmiş ve KIDSCREEN yaşam kalitesi anketi uygulanmıştır. Araştırmanın analizinde temel tanımlayıcı bulgular ile öz bildirim-vekil değerlendirmesinin birlikteliğini belirlemek için korelasyon analizi, sınıfiçi korelasyon katsayıları (Intraclass Correlation Coeffience, ICC), Bland-Altman grafiği incelenmiştir. Ayrıca çocuğun/gencin yaşam kalitesi puanlarını vekil/ebeveyn ölçümünün ne kadar açıklayabildiğini belirlemek için doğrusal regresyon analizi yapılmıştır.
BULGULAR: Katılan çocukların %49.4’ü erkek, yaş ortalaması 13.1±2.4’tür. SYK öz bildirim ve vekil yanıtlarının korelasyon katsayısının 0.27 ile 0.52 arasında, ICC değerleri dağılımı ise 0.43 ile 0.68 arasındadır. Ebeveyn yanıtlarının çocuğun/gencin yaşam kalitesini öngörebilmedeki tanımlayıcılık katsayısının (R2) 0.10 ile 0.41 arasında belirlenmiştir. Bland-Altman grafiği KIDSCREEN-52 ve KIDSCREEN-10 için sistematik hatadan uzak, sıfırın etrafında dağılmakta ve ±2 standart sapma aralığı içerisinde yer almaktadır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: KIDSCREEN yaşam kalitesi ölçeği öz bildirim-vekil sürümü orta düzeyde birliktelik ve uyum gösterdiği bulunmuştur. Ebeveyn-çocuk değerlendirmelerinde özellikle Sosyal kabul-zorbalık boyutunda tutarsızlık vardır. Uzun sürümde (KIDSCREEN-52), ebeveynler duygudurum ve duygulanım boyutunda çocuklarından daha yüksek skor verirken, çocuklar kendi bedensel iyilik durumlarını ebeveynlerinden daha olumlu algılamaktadırlar. İndeks sürümde (KIDSCREEN-10) ise çocuk-ebeveyn değerlendirmesi tutarlıdır.
INTRODUCTION: The purpose of this study is to compare the agreement between self and proxy responses of the KIDSCREEN health related quality of life (HRQOL).
METHODS: This is cross sectional study was carried out on 662 children/adolescents aged between 8 to 18 and 543 parents in 6 schools of Manisa city center, Turkey. Following descriptive findings, Pearson correlation analyses, Intraclass Correlation Coefficients and Bland-Altman graphs were performed in the statistical analyses. Additional Linear Regression analysis was performed in order to show the extend of proxy evaluations predicting children's HRQOL.
RESULTS: %49.4 of the children were male; and mean age was 13.1±2.4 years. Correlation coefficients and ICCs of Self and proxy HRQOL evaluations were between 0.27 to 0.52 and 0.43 to 0.68 respectively for the various dimensions of the KIDSCREEN. The range of Determination coefficients (R2) for the prediction of self-ratings by proxy ratings were between 0.10 to 0.41 for different dimensions. Bland-Altman graph showed a sound distribution (majority of the values are between ±2 standard deviation limits) around zero line of the graph for both KIDSCREEN-52 physical well-being scale and KIDSCREEN-10.
DISCUSSION AND CONCLUSION: KIDSCREEN self and proxy ratings showed a moderate level of agreement. A significant disagreement was detected for bullying dimension between self and proxy ratings. Parents overestimated HRQOL in the "moods and emotions" dimension compared to their children whereas children better perceived their physical well-being than their parents for the long version (KIDSCREEN-52). A good agreement was detected between self and proxy ratings for the short version (KIDSCREEN-10).
Abstract | Full Text PDF

5.Evaluation of the topical cyclosporin-A therapy in persistent vernal keratoconjunctivitis patients
Gönen Başer, Uğur Ünsal
doi: 10.5222/buchd.2016.025  Pages 25 - 27
GİRİŞ ve AMAÇ: Tedaviye dirençli Vernal Keratokonjunktivit, göz kapaklarını ve gözün ön segmentini tutan ve görmeyi tehdit edebilen yangısal bir hastalıktır. Topikal Siklosporin A tedavisi bu durumda kullanılabilecek önemli bir tedavi alternatiftir. Çalışmamızda bu tedavinin etkinliğini değerlendirmeyi amaçladık
YÖNTEM ve GEREÇLER: Yaşları 8 ila 17 arasında değişen yedi erkek hastamızın bulgularını, hastalık seyrini ve tedaviye yanıtlarını retrospektif olarak değerlendirdik.
BULGULAR: Hastaların sübjektif şikayetleri ve hastalık tablosu bir hafta sonra gerilemeye başladı. Bir ay sonunda kornea ve göz kapağındaki inflamasyon gerilemeye başladı. Üç ayın sonunda hastaların sübjektif şikayetleri tamamen kayboldu ve kapak altlarında Vernal Keratokonjuktivit hastalığı için tipik olan kaldırım yaşı” görünümü folliküler hipertrofiye bıraktı. Hastaların izlemi halen devam etmektedir
TARTIŞMA ve SONUÇ: Topikal Siklosporin A tedavisinin dirençli Vernal Keratokonjunktvit olgularında yan etki insidansı düşük ve güvenilir olduğunu, ancak hastalığı ne kadar süre ile kontrol altında tutabildiği ve nüks oluşumunu ne oranda azalttığının ileri araştırmalarda gösterilmesi gerektiğine inanıyoruz.
INTRODUCTION: Persistent Vernal keratoconjunctivitis is a chronicle and inflammatory and sight-threating disease of the eyelid and anterior segment of the eye. Topical Cyclosprine-A is an important alternative in these situations.
METHODS: Seven male patients between the age of 8-17 are evaluated retrospective in our clinic. The subjective complaints, the course of the disease and the response to the therapy were recorded.
RESULTS: The complaints and the symptoms decreased one week later. Three months later, there were no complaints in any patient and the cobblestone formation disappeared and converted to follicular hypertrophy.The patients are still under follow-up in our clinic
DISCUSSION AND CONCLUSION: Our belief is that topical Cyclosporine-A is a well-tolerated and reliable option in patients with persistent vernal keratoconjunctivitis. Further investigations are necessary to determine its effect on relapses and how long it can be supress the disorder.
Abstract | Full Text PDF

6.The relationship between serum TSLP and TARC levels with the severity of atopic dermatitis in infants
Fatih Birtekocak, Pınar Uysal, Aslıhan Büyüköztürk Karul
doi: 10.5222/buchd.2016.028  Pages 28 - 36
GİRİŞ ve AMAÇ: Atopik dermatit tanılı sütçocuklarında serum TSLP ve TARC düzeylerinin ölçülmesi, hastalığın ağırlığı ile ilişkisinin araştırılması ve elde edilen sonuçların sağlıklı çocukların değerleri ile karşılaştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Atopik dermatitin ağırlığı SCORing atopik dermatitis score (SCORAD) ile belirlendi. Atopik dermatitli çocuklarda topik durumun değerlendirilmesi için deri prik testi uygulandı. Tüm katılımcılarda serum TSLP ve TARC düzeyi ölçüldü.
BULGULAR: Atopik dermatitli çocukların serum TSLP ve TARC düzeyleri sağlıklı kontrollerin değerlerinden anlamlı olarak yüksekti (sırasıyla, p=0.001, p=0.004). Atopik dermatitin ağırlığı ile serum TARC düzeyleri arasında ilişki var iken (p=0.014), TSLP ile hastalığın ağırlığı arasında ilişki saptanmadı (p=0.80). Atopik dermatitli çocuklarda TSLP ve TARC arasında korrelasyon saptanmaz iken (p=0.576), TARC ile hastanın yaşı arasında negatif yönde orta düzeyde korrelasyon saptandı (r= -0.426, p=0.038). Receiver operating characteristic (ROC) analizinde serum TSLP düzeyinin atopik dermatit varlığını öngörmesi için hesaplanan Eğri Altında Kalan Alan (Area Under Curve, AUC) 0,780 [%95 Güven Aralığı (0,640 - 0,885) p<0,001] bulundu. Serum TSLP 30,41 pg/mL düzeyinin atopik dermatit varlığını öngörmede duyarlılığı %72 ve özgüllüğü %84 olarak saptandı. Serum TARC düzeyinin atopik dermatit varlığını öngörmesi için hesaplanan AUC 0,738 [%95 Güven Aralığı (0,595 - 0,852) p=0,0007] bulundu. Serum TARC 242.68 pg/mL düzeyinin atopik dermatit varlığını öngörmede duyarlılığı %72 ve özgüllüğü %68 bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Serum TSLP ve TARC düzeyleri sütçocuklarında atopik dermatit varlığı ile yakından ilişkilidir. Serum TARC düzeyi atopik dermatit ağırlığı ile ilişkilidir.
INTRODUCTION: The aim of the study is to measure serum levels of TSLP and TARC, to evaluate the relationship with disease severity and to compare the results with the levels of healthy controls.
METHODS: The severity of the atopic dermatitis was determined by SCORing atopic dermatitis score (SCORAD). Skin prick test was performed to evaluate atopic status. Serum TSLP and TARC were measured in all participants.
RESULTS: Serum levels of TSLP and TARC were significantly higher in children with atopic dermatitis than that of healthy controls (p=0.001, p=0.004, respectively). While, there was an association between disease severity and serum TARC levels (p=0.014), no association was found with TSLP (p=0.80). There was no correlation between TSLP and TARC (p=0.576), however, TARC was negatively correlated with age of the children with atopic dermatitis (r= -0.426, p=0.038). In Receiver operating characteristic (ROC) analysis, Area Under Curve (AUC) was 0,780 [95% Confident Interval (0,640 - 0,885), p<0.001] for serum TSLP level to estimate atopic dermatitis. The sensitivity of serum TSLP level of 30,41 pg/mL was 72% and the specificity was 84% to estimate atopic dermatitis. The AUC was 0,738 [95% Confident Interval (0,595 - 0,852), p=0.0007] for serum TARC level to estimate atopic dermatitis. The sensitivity of serum TARC level of 242.68 pg/mL was 72% and specificity was 68% to estimate atopic dermatitis.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Serum levels of TSLP and TARC are closely related with atopic dermatitis in infants. Serum TARC level is associated with severity of atopic dermatitis.
Abstract | Full Text PDF

7.Does silymarin affects neuroblastoma cell death via pro-inflammatory cytokine production with cisplatin?
Zekiye Altun, Emre Çecen, Ayça Pamukoğlu, Safiye Aktaş, Nur Olgun
doi: 10.5222/buchd.2016.037  Pages 37 - 45
GİRİŞ ve AMAÇ: Nöroblastom çocukluk çağında en sık görülen ekstrakraniyal solid tümördür. Sisplatin çocukluk çağı kanserlerinde yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Silmarin “milk thistle” dan ekstrakte edilen bir poliflavonoid bileşiktir. Pro-inflamatuar sitokinlerin nöroblastomda tümör gelişimi ve metastazında rolleri vardır. Bu çalışmanın amacı nöroblastom hücrelerinde silmarinin tek başına ve sisplatin ile birlikte kullanılmaları durumunda anti-tümoral ve pro-inflamatuar sitokin üretimi üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: C1300 fare nöroblastom hücreleri 37°C %5 CO2 ve DMEM hücre çoğalma ortamı kullanılarak çoğaltıldı. Hücrelere silmarin, sisplatin ve silmarin-sisplatin kombinasyonu uygulandı ve hücre canlılığı üzerindeki etkisi WST-1 ve apoptotik hücre ölümü akış sitometrik olarak anneksin-V/PI testi ile değerlendirildi. Pro-inflamatuar sitokinler olan IL-6, IL-1β ve TNF-α düzeyleri fare ELISA testleri kullanılarak ölçüldü. Gruplar arasındaki farklar SPSS 15.0 programında Kruskall- Wallis ve Mann-Whithney-U analizi ile değerlendirildi ve p<0.05 istatistiksel anlamlı kabul edildi.
BULGULAR: Silmarin doz bağımlı olarak hücre canlılığını kontrol grubuna göre azalttı. Silmarin-sisplatin kombinasyonu hücre canlılığını sisplatine göre daha da azalttı. Sisplatin pro-inflamatuar sitokin düzeylerini arttırdı. Pro-inflamatuar sitokin düzeyleri tek başına silmarin ile değişmedi. Silmarin-sisplatin kombinasyonu pro-inflamatuar sitokin düzeylerini sisplatine göre azalttı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bulgularımız silmarinin tek başına ve sisplatin ile kombine edildiğinde potansiyel anti-tumoral bir ajan olduğunu göstermektedir. Silmarin-sisplatin kombinasyonunun anti-tumoral etkisi pro-inflamatuar sitokin düzeylerinin azaltılması ile gerçekleşiyor olabilir. Silmarinin anti-tumoral etkisinin ve etki mekanizmalarının in-vivo hayvan modelleri üzerinde denenerek kanıtlanması gerekmektedir
INTRODUCTION: Neuroblastoma is the most common extracranial solid tumor in childhood. Cisplatin is widely used in pediatric malignancies. Silymarin is a polyflavonoid compound extracted from “milk thistle”. Pro-inflammatory cytokines have role in tumor growth and metastases of neuroblastoma cells. The aim of this study was to evaluate silymarin alone or with cisplatin combinations have any effects on proliferation and pro-inflammatory cytokine productions in neuroblastoma cells.
METHODS: C1300 mouse neuroblastoma cells were grown with DMEM medium in 37°C and 5%CO2 conditions. The cells were treated with silymarin, cisplatin and silymarin-cisplatin combinations and cell viability was evaluated with using WST-1 and apoptotic cell death with flow cytometric annexin-V/PI tests. Pro-inflammatory cytokines of IL-6, IL-1β and TNF-α level were measured with mouse ELISA kits. Differences between the groups were evaluated with Kruskall- Wallis and Mann-Whitney-U analysis in SPSS 15.0 program and p<0.05 was accepted as a statistically significant.
RESULTS: Silymarin reduced the cell viability in a dose dependent manner when compared to control. Silymarin -cisplatin combination greatly reduced viability of cells compared to cisplatin alone. Cisplatin increased the level of pro-inflammatory cytokines. Pro-inflammatory cytokine levels did not change with silymarin alone. Combinations of silymarin and cisplatin decreased pro-inflammatory cytokine levels except IL-1β when compared to cisplatin alone.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Our results indicated that Silymarin is a potential anti-tumoral agent alone and with cisplatin combinations. Anti-tumoral effect of this combination possibly worked on decreasing pro-inflammatory cytokine levels. Anti-tumoral effect and mechanisms of silymarin should be proven by testing on the in-vivo animal models.
Abstract | Full Text PDF

8.Comparison of Laryngeal Mask Airway (LMA)-Classic and Laryngeal Mask Airway-Proseal in Pediatric Patients
Gürcan Güngör, Pervin Sutaş Bozkurt, Lale Yüceyar
doi: 10.5222/buchd.2016.046  Pages 46 - 52
GİRİŞ ve AMAÇ: Çocuklarda proseal laringeal maskeyi (PLMA) klasik laringeal maskeye (KLMA) göre yerleştirme özellikleri, kaçak basıncı ve komplikasyonlar açısından karşılaştırmayı hedefledik.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Etik kurul onayı ve ailelerinden aydınlatılmış hasta onamları alındıktan sonra günübirlik koşullarda genel anestezi altında kasık bölgesi patolojileri, sünnet, sistoskopi, biyopsi ve göz ameliyatı geçirecek ASA I ve II, 3 aylık-14 yaş arası 203 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların randomizasyonu operasyon tarihinde hastane eczanesi ve ameliyathanede bulunan laringeal maske (LMA) türüne göre yapıldı. Prospektif planlanan çalışmada veriler geriye dönük olarak değerlendirildi. Standart anestezi tekniğinden sonra LMA’lar farklı kıdemlerdeki uzmanlık öğrencisi anestezi doktorları tarafından yerleştirildi. Hemodinamik değişiklikler, ventilasyon sırasında oluşan mide distansiyonu, LMA yerleştirilme süresi, deneme sayısı, yerleştirilme tekniği, kaf basıncı, kafın şişirildiği hava volümü, kaçak sesi varlığı, anestezistin kıdemi ve komplikasyonlar kaydedildi.
BULGULAR: 137 olguda PLMA ve 66 vakada KLMA denendiği ve/veya kullanıldığı görüldü, 3 vakada PLMA dört kez denenmesine rağmen başarısız olundu ve endotrakeal tüp (ETT) yerleştirildi, KLMA grubunda bir hastaya LMA yerleştirilemedi ve entübe edildi.
Maske ile ventilasyon sırasında her iki grupta da olguların yaklaşık %25’inde anestezistler tarafından mide distansiyonuna neden olundu. Birinci denemede KLMA veya PLMA’nın başarıyla yerleştirilme oranı sırasıyla %87.7 ve %87.3 idi. Anestezist deneyimleri, yerleştirme başarı oranı, yerleştirilme süreleri, kaf şişirme volümleri, orofarengeal gaz kaçak basıncı ve operasyon sonrası komplikasyonlar açısından iki grup arasında anlamlı fark bulunmadı.

TARTIŞMA ve SONUÇ: KLMA ve PLMA’nın birbirlerine üstünlüğü bu seride bulunamamıştır. Anestezistin tecrübeli olduğu yöntemin en uygun seçenek olacağını düşünmekteyiz.
INTRODUCTION: The aim of this study is to compare the use of proseal laryngeal mask airway (PLMA) to classical laryngeal mask airway (KLMA) in respect to replacement, air leak pressures and complications.
METHODS: 203 children at the ages of 3 months to 14 years who were scheduled for groin surgery, circumcision, biopsy or eye surgery with ASA scores of I and II were included. Randomization of the children was done according to the availability of PLMA or KLMA in the hospital pharmacy at the time of surgery. This study was prospectively designed and retrospectively evaluated. Following standard anesthesia technique LMAs were placed by anesthesia residents at different seniority. Gastric distention at ventilation, duration of LMA, volume of air, number of attemps, technique for placement, cuff pressure, air volume in cuff, presence of air leak noise and complications were all recorded.
RESULTS: PLMA and KLMA were attempted/placed to 137 and 66 children respectively. Placement of PLMA was unsuccessful in 3 cases and KLMA in a case after four attempts and these cases were intubated.
Mask ventilation caused gastric distantion in 25% of cases in both groups regardless of the seniority of the anesthesiologists. The success rates at first attempt were 87.7% and 87.3% for KLMA and PLMA groups respectively. Anesthesiologists experiences, success rates, duration of placement, cuff air volumes, airleak pressure and complications were similar between groups.

DISCUSSION AND CONCLUSION: KLMA and PLMA could not be found superior to each other. We conclude that the use of LMA, the best criteria is the experience of the anesthesiologist.
Abstract | Full Text PDF

9.Evaluation of endothelial function and platelet activation in dyslipidemic children
Sema Kalkan Uçar, Yasemin Delen Akcay, Turan Kologlu, Ertürk Levent, Eser Yıldırım Sozmen, Mahmut Çoker
doi: 10.5222/buchd.2016.053  Pages 53 - 58
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada ailesel hiperlipidemi tanılı çocuklarda endoteliyal fonkisyon ve trombosit aktivasyonunu, plazma homosistein, asimetrik dimetil arjinin, nitrotirozin ve p-selektin aracılığı ile değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 2-16 yaş arası, statin kullanan 35 ailesel heterozigot hiperlipidemik hasta; LDL-ferez uygulanan 10 homozigot hiperlipidemik hasta ve 25 sağlıklı çocuk katılmıştır. “İntima-media” kalınlığı, endotelium bağımlı vasodilatasyon göstergeleri ekokardiyografi aracılğı ile değerlendirilmiştir. LDL- aferez işlemi adsorbsiyon yöntemine dayalı çift membran tekniği ile uygulanmıştır. Plazma nitrotirozin, homosistein, asimetrik dimetil arjinin, ve p-selektin düzeyleri ELISA yöntemi ile bakılmıştır.
BULGULAR: Plazma homosistein (p=0.000), ADMA (p=0.005), nitrotirozin (p=0.808), p-selektin (p=0.466) LDL-ferez olan grupta en düşük bulunmuştur. Plazma homosistein ve “intima/media” kalınlığı arasında (r=0.334, p=0.043) pozitif koralasyon saptanmışıdır. Bizim çalışmamızda LDL-ferez olan grupta plazma homosistein, ADMA, ve nitrotirozin anlamlı düşük bulunmuş olup endotaliyal disfonksiyon ve platelet aktivasyonun iyileştirilmesinde önemli bir role sahip olabileceği düşünülmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada homozigot hiperlipidemi grubunun LDL-ferez sonrası homosistein, ADMA, ve nitrotirozin seviyeleri heterozigot hiperlipidemk çocuklara göre anlamlı düşük saptanmıştır.
INTRODUCTION: The aim of this study was to determine the parameters in relation with endothelial function and platelet activation in children with familial hypercholesterolemia by measuring plasma homocysteine, assymetrical dimethyl arginin (ADMA), nitrotyrosine and p-selectin.
METHODS: Thirty five heterozygous familial hypercholesterolemic patients on statin therapy, 10 homozygous familial hypercholesterolemic patients treating by LDL apheresis and lipid-lowering drugs, and 25 healthy children, all aged between 2 to 16, were enrolled in this study. Echocardiography was performed and intima-media thickness (IMT), endothelium-dependent vasodilation parameters were evaluated. LDL apheresis was performed by adsorbtion method by using double membran filtration technique. Plasma nitrotyrosine, homocysteine, p-selectin and ADMA levels were determined with an enzyme-linked immunosorbent assay (ELISA) using a commercial kit.
RESULTS: Plasma homocysteine (p= 0.000), ADMA (p= 0.005), nitrotyrosine (p=0.808), p-selectine (p= 0.466) were lowest in the LDL apheresis group. Positive correlation was detected between homocysteine and intima/media thickness (r=0.334, p=0.043). Our data showed that LDL apheresis therapy might decrease plasma levels of homocysteine, ADMA, and nitrotyrosine, and eventually plays an important role in the improvement of endothelial dysfunction and platelet activity.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Our data showed that at post-LDL apheresis status the homozygous hyperlipidemic children have lower levels of homocysteine, ADMA, and nitrotyrosine, compare to the heterozygous hyperlipidemic children
Abstract | Full Text PDF

10.Why parents do not abstain from smoking around their children?
Dilek Aslan, Ekin Koç, Elif Nursel Özmert, Songül Acar Vazioğlu
doi: 10.5222/buchd.2016.059  Pages 59 - 64
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma, bir üniversite çocuk hastanesinin sağlam çocuk polikliniğine başvuran anne ve babaların çocukların olduğu ortamlarda sigara içmekten neden kaçınmadıklarını araştırmak amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Tanımlayıcı özellikte olan bu araştırmanın verileri 11 Kasım 2013 ve 30 Mart 2014 tarihleri arasında toplanmıştır. Araştırmaya polikliniğe başvuran beş yaş altı çocukların anne ya da babaları arasında çalışmaya katılmayı kabul eden 115 kişi katılmıştır.
BULGULAR: Araştırmaya katılan 115 ebeveynin %53,9’unu babalar ve %46,1’ini anneler oluşturmaktadır. Katılımcıların %49,6’sı yaşam boyu en az 100 sigara içtiğini ve %37,4’ü de halen sigara içtiğini ifade etmiştir. Katılımcıların %75,7’sinin evinde hiç kimse sigara içmemektedir. Evlerin %32,1’inde balkonlarda sigara içmek engellenmemektedir. Ebeveynlerin çocukların yanında sigara içilmesinin nedenleri olarak düşündükleri en sık iki neden bilinçsizlik/bilgi eksikliği (%34,7) ve bağımlılık/alışkanlık (%24,6) olmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Evlerde çocukların sigara dumanından pasif etkilenim riskinin en önemli kaynağı ebeveynin sigara içmesidir. Sağlıksız olan bu davranışın önlenmesi çocukların sağlığı açısından yaşamsaldır. Anne ve babaların çocuklarının yakınında sigara içme davranışından kaçınmalarının dinamiklerini ortaya koyan kesitsel ve niteliksel tipte çalışmalara gereksinim bulunmaktadır.
INTRODUCTION: In this study, we aimed to determine why parents do not abstain from smoking around their children who admitted to the “well-baby clinic” of a university hospital in Ankara.
METHODS: Data collection of this descriptive study was conducted between 11th of November 2013 and 30th of March 2014. One hundred and fifteen volunteer participants who are either mothers or fathers of the children under five years of age participated in the study.
RESULTS: Fifty three point nine percent of the participants were fathers and 46.1% of them were mothers. Forty nine point six percent of the participants stated that they had smoked at least 100 cigarettes in their lifetime and 37.4% of them were current smokers. Nobody smoke in 75.7% of the participants’ houses. Smoking was not prohibited in the balconies in 32.1% of the houses. The most frequent two reasons why the participants do not abstain from smoking around their children were lack of information (34.7%) and addiction (24.6%).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The major passive smoking source at home is the parents’ smoking behavior. Prevention of this unhealthy behavior is crucial for children’s health. Long term studies in cross-sectional and qualitative designs clarifying the dynamics which determine parents’ abstaining behavior from smoking around their kids are needed.
Abstract | Full Text PDF

11.Role of the treatment of functional constipation for improving voiding dysfunctions
Mehmet Can, Ali Sayan
doi: 10.5222/buchd.2016.065  Pages 65 - 72
GİRİŞ ve AMAÇ: KFK (Kronik Fonksiyonel Kabızlık) ile kliniğe başvuran hastalarda tabloya işeme bozukluklarının da eşlik ediyor olması sık görülen bir durumdur. AEM (Aşırı Etkin Mesane-Overactive Bladder) ve İGD (İşemeyi Geciktirme Davranışı-Voiding Postponement) ve İİB (İşeme İşlev Bozukluğu-Dysfunctional Voiding) KFK’a en sık eşlik eden işeme bozukluğu türleridir. Çalışmamızda amaç, hem KFK ile en sık görülen işeme bozukluğu tipini hem de KFK tedavisine en iyi yanıt veren işeme bozukluğu tipini göstermektir. Böylece hangi işeme bozukluğu türlerinde standart işeme rejimi ve KFK tedavisinin yeterli olabileceğini, hangi tip işeme bozukluklarında ise ilaç tedavisi, biofeedback tedavi, nöromodülasyon gibi ileri tedavi seçeneklerinin düşünülmesi gerektiği açıklığa kavuşmaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniğinde 2007-2013 yılları arasında kabızlık ve işeme bozukluğunun birlikte görüldüğü 73 hasta incelenmiş ve KFK tedavisinde başarı sağlanan ve düzenli bağırsak alışkanlığı kazanmış olan 44 hasta öykü, muayene ve laboratuvar verileri ışığında değerlendirilmiştir.
BULGULAR: KFK tedavisinde başarı sağlanan ve düzenli bağırsak alışkanlığı kazanmış olan 44 hastanın yaşları 5-13 yaş arasında değişmekteydi. Çalışma kapsamındaki hastaların 19’u erkek (%43,2), 25’i kızdır (%56,8). KFK ve işeme bozukluğunun birlikte bulunduğu 44 hastamızda işeme bozukluklarının dağılımı şöyledir: 31 hastada aşırı etkin mesane AEM (%70,4), 10’unda işeme işlev bozukluğu (İİB) (%22,7), 3’ünde (%6,8) işemeyi geciktirme davranışı (İGD) saptanmıştır. Buna göre KFK’nın tedavisi ile düzenli bağırsak alışkanlığı kazanan hastalarımızda işeme bozukluklarının düzelmesinde başarı oranları şöyleydi: Tam iyileşme 18 hastada (% 40,9), iyileşme 9 hastada (%20,4) ve kısmi iyileşme 8 hastada (%18,2) sağlanabilmiş, 9 hastada (%20,4) iyileşme olmamıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: KFK’da içi gaita ile dolu, genişlemiş rektum mesaneye bası yaparak hem dolma hem de boşalma fonksiyonlarını bozar ve üriner inkontinans, idrar yolu enfeksiyonu gibi tablolara yol açar. KFK işeme bozukluğu tipleri içinde en sık AEM ile birlikte izlenir. Kabızlığın tedavisi ile en yüksek iyileşme AEM ve İGD olan çocuklarda görülür. İİB ise kabızlık tedavisine en az yanıt veren işeme bozukluğu tipidir.
INTRODUCTION: Accompaniment of voiding dysfunctions in patients who suffer from CFC (Chronic Functional Constipation) is a frequent condition. OAB (Overactive Bladder), VP (Voiding Postponement) and DV (Dysfunctional Voiding) are the most frequently accompanying types of voiding disorders to CFC. We aimed to demonstrate both the most accompanying type of voiding dyfunction to CFC and the most treatment -responsive type of voiding dysfunction to CFC treatment. So it will be clear that which types of voiding dysfunctions can be treated by only standart therapy of CFC or need further treatment methods like medication, biofeedback therapy or neuromodilation.
METHODS: Seventy-three patients who suffered both from CFC and voiding dyfunctions were examined in the Clinic of Pediatric Surgery of Tepecik Training and Research Hospital between 2007 and 2013, and 44 of them who had been treated succesfully with CFC, and had regular bowel functions were evaluated in the light of anamnesis, examination, and laboratory findings
RESULTS: Forty-four [19 (43.2 %) boys, and 25 (56.8%) girls] patients (aged between 5-13 years) whose treatments were successful, and as a result recovered their regular bowel movements were included in the study. The distribution of the voiding dysfunctions in our patient group who suffered from CFC were as follows; OAB(n= 31;70.4 %), DV (n=10; 22.7 %) and VP (n=3; 6.8 %). The recovery rates of voiding dysfunctions in our patients after succesful treatment of CFC were; Full recovery (n= 18;40.9 %), recovery (n= 9;20.4 %), partial recovery (n= 8; 18.2 %) and no improvement (n= 9; 20.4 %)
DISCUSSION AND CONCLUSION: In CFC patients the dilated rectum filled with feces squeezes the bladder and disrupts both filling and emptying functions. The most accompanying voiding dysfunction to CFC is OAB. The best recovery is seen in OAB and VP after the successful treatment of CFC. DV gives the least response to the successful treatment of CFC.
Abstract | Full Text PDF

12.Histopathological frequency of Helicobacter pylori in children between 1-18 ages in the Erzurum province
Şenay Erdoğan Durmuş, Hilal Balta, Sevilay Akalp Özmen, Ali Kurt, İlknur Çalık, Ahmet Erkan Bilici, Fazlı Erdoğan
doi: 10.5222/buchd.2016.073  Pages 73 - 77
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda Erzurum ilinde, pediatrik yaş grubunda üst gastrointestinal sistem (GİS) endoskopilerinde Helicobacter pylori (HP) sıklığının araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Temmuz 2014-Mayıs 2015 döneminde, hastanemizde üst GİS endoskopisi uygulanmış, antrum biyopsisi alınmış, 1-18 yaş arası, 59 olgu çalışmaya alındı ve retrospektif olarak incelendi. Antrum biyopsileri hemotoksilen-eozin ve modifiye Giemsa yöntemi ile boyanarak ışık mikroskobunda değerlendirildi. Mononükleer hücre infiltrasyonu, nötrofil infiltrasyonu, atrofi, intestinal metaplazi, HP varlığı incelendi ve Sydney Sistemine göre negatif (0), hafif (+1), orta (+2), şiddetli (+3) olarak sınıflandırıldı.
BULGULAR: Çalışmaya alınan olguların 38 (%64,4)’i kız, 21 (%35,6)’i erkek olup, yaş ortalamaları 11,84±4,88 yıl idi. 36 olguda (%61,01) değişik şiddetlerde HP tespit edildi. Cinsiyet bakımından HP oranları erkek olgularda %66,66 (14/21), kızlarda %57,89 (22/38) idi. 1-5 yaş, 6-10 yaş, 11-18 yaş gruplarında HP sıklığı sırasıyla %57,14, %56,25, %63,88 idi. HP tespit edilen olguların %33,33’ünde hafif (+1), %52,78’inde orta (+2), %13,89’unda şiddetli (+3) oranda HP izlendi. HP pozitif 36 olgunun tümünde değişik derecelerde mononükleer hücre infiltrasyonu, 33’ünde değişik derecelerde nötrofil infiltrasyonu izlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Erzurum ilinde endoskopik biyopsilerde pediatrik yaş grubunda HP sıklığı %61,01’dir. 1-5 yaş arası çocuklarda HP sıklığı %57,14 oranında saptanmış olup ülkemizin batısında ve batı ülkelerinde yapılan çalışmalara göre daha yüksek bulunmuştur.
INTRODUCTION: The purpose of this study is to investigate the frequency of Helicobacter pylori (HP) in the Erzurum province in the pediatric age group’s upper gastrointestinal (GI) endoscopy.
METHODS: In July 2014-May 2015 period, 59 patients which were performed upper GI endoscopy in our hospital and were taken antral biopsies, between 1-18 years old, included in the study and analyzed retrospectively. Antrum biopsies stained with hematoxylin-eosin and modified Giemsa and evaluated by light microscopy. Mononuclear cell infiltration, neutrophil infiltration, atrophy, intestinal metaplasia, HP existence examined and classified as negative (0), mild (+1), moderate (+2), severe (+3) according to the Sydney system.
RESULTS: 38 of our patients were female (64.4%) and 21 of them were male (35.6%) and the mean age was 11.84 ± 4.88 years. HP was found in 36 cases (61.01%) in varying degrees. HP rates in male patients 66.66% (14/21), 57.89% in females (22/38) in terms of gender. The frequencies of HP 57.14%, 56.25%, 63.88%, respectively, in the age groups 1-5 years, 6-10 years, 11-18 years. %33.33 of patients had mild, %52.78 had moderate, %13.89 had severe positivity for HP. Mononuclear cell infiltration in varying degrees were seen in all of 36 HP positive patients and neutrophil infiltration in varying degrees were seen 33 of them.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In the Erzurum province the frequency of HP in the pediatric age group’s endoscopic biopsies is 61.01%. In 1-5 years children HP frequency was detected as 57.14%. This rate is higher than the studies that were made in our country's west and the western countries.
Abstract | Full Text PDF

CASE REPORT
13.Neonatal Hyperekplexia: A Case Report
Erhan Çalışıcı, Hamdi Oğrag, Belma Saygılı Karagöl
doi: 10.5222/buchd.2016.078  Pages 78 - 80
Hiperekpleksia, işitsel, dokunsal veya görsel ani dış uyaranlara karşı belirgin irkilme yanıtı ve hipertoni ile karakterize nadir görülen epileptik olmayan paroksismal bir bozukluktur. Fizik muayenede buruna ya da alına uygulanan dokunma uyarısına hastanın verdiği irkilme yanıtının görülmesi tanı için önemlidir. Bu yazıda hastanemizde doğan, anne yanı izlemi sırasında konvülsiyon öntanısı ile yenidoğan ünitemize yatırılan ve izleminde de hiperekpleksia tanısı konulan bir yenidoğan olgu sunulmakta ve konvülsiyon ayırıcı tanısında neonatal hiperekpleksianın akılda tutulması gerektiğine dikkat çekilmektedir.
Hyperekplexia is a rare nonepileptic paroxysmal disorder characterized by an exaggerated startle reaction and hypertonia to unexpected auditory, somatosensory and visual stimuli. Diagnosis is based on the evocation of startle reflex in response to nose or forehead tapping on physical examination. We report a male newborn infant, born in our hospital and referred to our neonatal unit with the complaint convulsion onset in the first day of life on the mothercare followup and hyperekplexia was entertained to this baby. This case emphasizes that neonatal hyperekplexia should be considered in the differential diagnosis of convulsions.
Abstract | Full Text PDF

14.Subcutaneous Fat Necrosis Associated with hypo/Hypercalcemia and Brachiall Plexopathy
Sevgi Yimenicioğlu, Mehmet Fatih Yimenicioğlu, Ahmet Türkeli, Arzu Ekici, Demet Açıkalın, Veysel Nijat Baş
doi: 10.5222/buchd.2016.081  Pages 81 - 84
Subkutan yağ nekrozu yaşamın ilk haftalarında görülen etiyolojisi tam olarak bilinmeyen nadir bir hastalıktır. Gestasyonel diabet, preeklampsi, asfiksi, mekonyum aspirasyonu, doğum travması, sepsis ve hipotermi gibi perinatal komplikasyonların suçlandığı bir pannikülittir. Sırt, omuzlar, kalça ve uylukta yerleşen, kırmızı renkli, keskin sınırlı sıklıkla ağrısız nodüller ile karakterizedir.
Bu olguda zamanında doğan, asfiktik doğum öyküsü olan, hipotermi tedavisi uygulanan, erken dönemde hipokalsemi daha sonra hiperkalsemi ve nefrokalsinozis gelişen 24 günlük yenidoğan bebekte subkutan yağ dokusu nekrozuna bağlı gelişebilecek metastatik kalsifikasyonların erken dönemde eşlik edebileceğinin vurgulanması açısından sunulmuştur.
Subcutaneous fat necrosis is a rare disorder, mostly seen at first week of life whose etiology is not truely known. It ıs panniculitis that perinatal compliactions like gestational diabetes, preeclampsia, asphyxia, meconium aspiration, birth trauma, sepsis and hypothermia are thought to be the causes. Subcutaneous fat necrosis is charecterized by red sharp bordered usually painless nodular lesions on back, shoulders, hips, thighs.
In this case we decided to emphasize early development of metastatic calcifications due to subcutaneous fat necrosis at a 24 days old term neonate with a history of neonatal asphyxia who had administered hypothermia; in the early period hypocalcemia and afterwards hypercalcemia and nephrocalcinosis had developed.
Abstract | Full Text PDF

15.A Case With a Rare Supraventricular Tachycardiamyopathia in Neonatal Period
Şevket Ballı, Eviç Zeynep Basar, Gokmen Akgün, Ilker Kemal Yücel, Orhan Bulut
doi: 10.5222/buchd.2016.085  Pages 85 - 88
Bu vaka sunumu ile yenidoğan döneminde nadir olarak görülen ve taşikardi ilişkili kardiyomiyopatiye neden olan permanent junctional resiprocating taşikardili bir hasta paylaştık. Kırk iki günlük kız hasta taşikardi ve huzursuzluk yakınması ile kliniğimize başvurdu. Elektrokardiogramda dar QRS li taşikardi ve DII, DIII, AVF de negatif p dalgaları izlendi, ekokardiyografik incelemede sol ventrikül sistolik disfonksiyonu saptandı. Medikal tedavi sonrası hastanın kardiyak fonksiyonlarının normale döndüğü görüldü. Özellikle tedavi edilebilir kardiyomiyopati sebebi olması nedeniyle permanent junctional resiprokan taşikardinin önemini vurgulamak istedik.
The following case report describes a patient with Permanent junctional resiprocating tachycardia which is a rare form of supraventricular tachycardia in newborn and its also related with tachycardia-induce cardiomyopathy. Fourty-two days old female child had presented with tachycardia and irritability. Electrocardiogram depicted narrow QRS tachycardia and inverted P waves in leads DII, DIII, aVF. Echocardiography revealed left ventricular systolic dysfunction. After medical treatment the cardiac functions was normal. We emphasize that permanent junctional resiprocating tachycardia is one of the few treatable cause of cardiomyopathy in children.
Abstract | Full Text PDF