Volume: 5  Issue: 1 - 2015
Hide Abstracts | << Back
OTHER
1.Cover

Page I
DOWNLOAD

REVIEW
2.Patological approach to pediatric gastrointestinal tract diseases
Hülya Tosun Yıldırım, Gülden Diniz, Çiğdem Ecevit, Safiye Aktaş
doi: 10.5222/buchd.2015.001  Pages 1 - 9
Çocukluk çağında gözlenen gastrointestinal hastalıklar, her zaman erişkinlerde görülenlerin bir versiyonu değildir. Bazı hastalıklar ise hemen daima pediatrik yaş grubuna sınırlıdır. Çocuklarda yapılan endoskopik biyopsilerin sayısı erişkinlerden daha az olduğu için, çocuklardaki gastrointestinal hastalıkların klinik özellikleri, genel pediatristler için aşina olmayabilir ve çocuk endoskopik biyopsilerindeki histolojik bulgular muhtemelen daha az bilinmektedir.
Bu makalede, pediatrik gastroenterolojinin giderek artan popülariteye sahip bir yan dal uzmanlığı olduğu ve pediatrik gastroenterolojide deneyimli pediatri ve patoloji ekibi ile biyopsinin tanıya katkı oranının arttığı tartışılmaktadır.
Gastrointestinal diseases in childhood are not smaller versions of those that seen in adults. Some disorders are almost always confined to the pediatric age group. Considering the number of endoscopic biopsies performed on children is less than the number performed on adults, clinical features of gastrointestinal disorders in children may not be familiar to general pediatricians and histological features are probably less well known.
In this article, it is discussed that pediatric gastroenterology has increasingly become a popular subspecialty and an experienced team of pediatrics and pathology in pediatric gastroenterology increases the contribution of endoscopic biopsy to diagnosis.
Abstract | Full Text PDF

3.Primary ciliary dyskinesia
Demet Can
doi: 10.5222/buchd.2015.010  Pages 10 - 13
Primer silyer diskinezi; 15 000-20 000 de 1 görülen otozomal resesif bir oto-sino-pulmoner hastalıktır. Son yıllarda başta genetik analizler, nazal nitrik oksit ve silyer motilite testleri olmak üzere tanı ve izlemde yenilikler olmuştır. Bu derleme silyer diskinezilerin klinik özellikleri, tarama testleri, tanı ve tedavisine odaklanmıştır.
Primary ciliary dyskinesia (PCD) is a an autosomal recessive disease affecting approximately 1 in 15,000–20,000 individuals. There have been many advances in the diagnosis and management of PCD in the last few years, including advanced genetic sequencing, nasal nitric oxide assay, and ciliary motility tests. This review focuses on the clinical features of ciliary dyskinesias, screening, diagnostic tests, and management.
Abstract | Full Text PDF

RESEARCH ARTICLE
4.The relatıon between pedıatrıc nurses sociotropy-autonomy personality features and their depressıon levels
Nurdan Akçay Didişen, Gülçin Özalp Gerçeker, Zehra Bahire Bolışık, Didar Zümrüt Başbakkal, Ayça Gürkan
doi: 10.5222/buchd.2015.014  Pages 14 - 21
AMAÇ: Çalışma, hemşirelerin sosyotropik-otonomik kişilik özellikleri ve depresyon düzeyleri arasındaki ilişkinin belirlenmesi amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır.
YÖNTEMLER: Araştırmanın örneklemini 31 Ocak 2010 – 1 Nisan 2010 tarihleri arasında araştırmaya katılmayı kabul eden 182 Pediatri hemşiresi oluşturmuştur. Veriler hemşireleri tanıtıcı bilgi formu, Sosyotropi-Otonomi Ölçeği ve Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) kullanılarak toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde sayı, yüzde, aritmetik ortalama ve korelasyon analizi kullanılmıştır
BULGULAR: Çalışmada hemşirelerin sosyotropi ölçeğinden aldıkları puan ortalaması 61.1±21.9 iken otonomi ölçeğinden aldıkları puan ortalaması ise 69.0±19.0 olarak belirlenmiştir. BDÖ puan ortalaması ise 8.4±7.4 olarak saptanmıştır. Hemşirelerin BDÖ ile onaylanmama kaygısı, ayrılık kaygısı ve başkalarını memnun etme, özgürlük alt ölçeklerinin ve otonomi ölçeğinin ilişkili olduğu saptanmıştır (p<0.05).
SONUÇ: Pediatri hemşirelerinin sosyotropik-otonomik kişilik özelliklerinin orta düzeyde olduğu ve depresyon düzeyleriyle ilişkili olduğu belirlenmiştir. Hizmet içi eğitim programlarında Pediatri hemşirelerinin sosyotropik-otonomik kişilik özelliklerinin birlikte geliştirilmesine yönelik eğitim ve bilgilendirme oturumlarının oluşturulması sağlanabilir.
OBJECTIVE: This definitive study was aimed to determine the relation between Pediatric nurses’ sociotropic-autonomic personality features and depression levels.
METHODS: The study sample was consisted of 182 Pediatric Nurses who was agreed to participate to study between dates of January 31, 2010 - April 1, 2010. We used Nurse Identifier information form, Sociotropy-Autonomy Scale and Beck Depression Scale for data collection. Number, percent, average and Pearson Correlation Analysis were used for data analysis.
RESULTS: In the study, Nurses’ mean sociotropy scale scores was determined 61.1 ± 21.9, while the autonomy scale scores was determined 69.0 ± 19.0. The mean depression scale score was found to be 8.4 ± 7.4. There was a correlation between depression scale and disapproval anxiety, separation anxiety, please others, freedom subscales and autonomy scale points (p<0.05).
CONCLUSION: Pediatric nurses were at a moderate level of sociotrophic-autonomic personality features, and were determined to be associated with depression levels. In training programs, sociotrophic-autonomic personality features of Pediatric Nurses provided the creation of training and information sessions to develop together.
Abstract | Full Text PDF

5.Ultrasonographic findings of periventricular hemorrhagic infarction in relation to short-term outcome in preterm infants
Yeliz Pekçevik, Esra Arun Ozer
doi: 10.5222/buchd.2015.022  Pages 22 - 27
AMAÇ: Periventriküler hemorajik enfarkt preterm infantlarda germinal matriks-intraventriküler kanamanın ciddi bir komplikasyonudur ve hasta sağkalımına başlıca etki eden bir faktördür. Bizim bu çalışmada amacımız periventriküler hemorajik enfarkt kranial ultrasonografi bulgularının kısa dönem sağkalımı öngürmeye yardım edip edemeyeceğini araştırmak ve periventriküler hemorajik enfarkt ile perinatal risk faktörlerinin ilişkisini değerlendirmekti.
YÖNTEMLER: Elektronik aramayla 3 yıllık periodda periventriküler hemorajik enfarktı olan preterm infantlar (<2500 gr) retrospektif olarak belirlendi. Periventriküler hemorajik enfarktı olan toplam 35 hasta bulundu ama çalışmanın dışlama kriterleri nedeni ile sadece 28 hasta çalışmaya alındı. Sonuç olarak 28 preterm infant ve 35 kontrol olgusu çalışmaya dahil edildi. Hastaların kranial ultrasonografik görüntülerini ve klinik bilgilerini tekrar değerlendirdik. Değişkenler ki kare ve Fisher's exact test ile basitçe karşılaştırıldı ve bağımsız risk faktörlerini değerlendirmek için multipl lojistik regresyon analizi kullanıldı.
BULGULAR: Geniş, çift taraflı ve solda tek taraflı periventriküler hemorajik enfarktı olan preterm infantlarda mortalite daha fazlaydı. Periventriküler hemorajik enfarkt, doğum odasında kardiyopulmoner canlandırma gerektiren, hayatın ilk günlerinde hipotansiyonu ve sepsisi bulunan hastalarda daha sık bulundu.
SONUÇ: Bu çalışma periventriküler hemorajik enfarktı olan preterm infantlarda kranial ultrasonografik bulguların mortaliteyi öngörmeye yardım edebileceğini göstermektedir.
OBJECTIVE: Periventricular hemorrhagic infarction (PVHI) is a serious complication of germinal matrix-intraventricular hemorrhage in preterm infants and it is a major contributing factor to patient outcome. Our main purpose in this study was to investigate whether cranial ultrasonographic findings of PVHI could help predict short-term outcome and to evaluate the relationship between PVHI and perinatal risk factors.
METHODS: Preterm infants (<2500 g) with PVHI were retrospectively determined by an electronic search for a 3-year period. A total of 35 preterm infants with PVHI were found but only 28 patients enrolled due to exclusion criteria of the study. Finally, 28 preterm infants with PVHI and 35 control subjects were included in the study. Cranial ultrasonographic images and clinical data of the patients were evaluated. Variables were simply compared by using chi-square and Fisher's exact tests and multiple logistic regression analysis was used to evaluate the independent risk factors.
RESULTS: Preterm infants with extensive, bilateral and left-sided unilateral PVHI had higher mortality. PVHI was found to be more frequent in patients who required cardiopulmonary resuscitation in the delivery room, who had hypotension in the first days and sepsis.
CONCLUSION: This study revealed that cranial ultrasonographic findings may help predict mortality in preterm infants with PVHI.
Abstract | Full Text PDF

6.Knowledge, Attitude and Practice of the Parents about Management of Acute Gastroenteritis.
Hurşit Apa, Özlem Bekem Soylu, Ilker Günay, Fatma Devrim
doi: 10.5222/buchd.2015.028  Pages 28 - 33
AMAÇ: Dehidratasyonun evde tedavisinin doğru yapılması gerek mortalite, gerekse morbiditeyi azaltabilmektedir. Bu çalışmada orta ve üst sosyal sınıfta yer alan ailelerin ishale yaklaşıma ilişkin bilgi, tutum ve davranışlarını ölçmeyi amaçladık.
YÖNTEMLER: Çalışmaya 6 ay 5 yaş arasında çocuğu olan ebeveynler alındı. Ebeveynleri sosyokültürel düzeyleri; beslenme, sıvı alımı ve oral rehidratasyon sıvısı kullanımına ilişkin bilgi, tutum ve davranışları sorgulandı.
BULGULAR: Çalışma grubunda 189 ebeveyn bulunmaktaydı. Yüksek sosyokültürel düzeyde olan ebeveynler grubun %79.4’ünü oluşturmaktaydı. Emzirmenin sürdürülmesi gerektiği ebeveynlerin %90’ından fazlası tarafından belirtildi. Ebeveynler besin miktarının aynı (%54.1) ya dad aha fazla (%33.0) olması gerektiğini söylediler. Ebeveynlerin çoğunluğu (%93.3) ishal durumunda sıvı alımını arttırmaktaydı. Sosyokültürel düzey grupları arasındaki fark anlamlı değildi. Oral rehidratasyon sıvısı kullanımına ilişkin bilgi düzeyi yeterli değildi.
SONUÇ: Sosyokültürel düzeyden bağımsız olarak tüm ebeveynlerin ishal ve dehidratasyon tedavisi konusunda uygun bir biçimde bilgilendirilmesi gereklidir.
OBJECTIVE: Proper dehydration management at home could decrease both mortality and morbidity. We aimed to quantify the knowledge, attitude and practice of intermediate and high social status families in diarrhea management.
METHODS: Parents with children aged between 6 months-5 years were enrolled. Sociocultural levels of parents, knowledge, attitude and practice about feeding, fluid intake and usage of oral rehydration fluid for diarrhea were questioned.
RESULTS: There were 189 parents in the study group. Parents with high sociocultural class were 79.4% of the group. Over 90% of the parents stated that breastfeeding should continue. Parents said that food amount should be same (54.1%) or increased (33%). Parents, mostly increased fluid intake in case of diarrhea (93.3%). The difference between sociocultural classes was not significant. Knowledge on usage of oral rehydration fluid was not sufficient.
CONCLUSION: Regardless of sociocultural level all parents should be informed properly on management of diarrhea and dehydration.
Abstract | Full Text PDF

7.Examining the effect of socio-demographic characteristics of parents on the use of child car safety seat
Duygu Arıkan, Pınar Bekar
doi: 10.5222/buchd.2015.034  Pages 34 - 42
AMAÇ: Bu çalışma ebeveynlerin sosyo-demografik özelliklerinin çocuk oto güvenlik koltuğu kullanımına etkisini tespit etmek amacıyla yapılmıştır
YÖNTEMLER: Veriler 07-15 Nisan 2014 tarihleri arasında toplanmıştır. Araştırma, tanımlayıcı niteliktedir. Kura yöntemiyle tespit edilen 2 anaokulunda bulunan toplam 243 çocuktan otomobili olan, 0-9 yaş arası çocukları olan ve çalışmayı kabul eden 92 annenin 112 çocuğu üzerinde yapılmıştır.
BULGULAR: Annelerin % 67.9’u çocuk oto güvenlik koltuğunu kullandığını, % 43.8’i çocuk oto güvenlik koltuğu hakkındaki bilgileri televizyon, gazete, dergi ve reklamlardan gördüğü, çocuk oto güvenlik koltuğu kullanan annelerin % 92.1’i çocuk oto güvenlik koltuğunu kendi satın aldığı saptanmıştır. Ailelerin % 67,1’i çocuğunun oto güvenlik koltuğu kullanmaya başlama yaşının 0 aylık-1 yaş olduğu, % 39.5’i çocuk oto güvenlik koltuğunu halen kullandığı, % 97.4’ü çocuk oto güvenlik koltuğu arabanın arka koltukta olduğu, % 86.8’inin çocuk oto güvenlik koltukta çocuğun yüzünün öne doğru, yola baktığını, % 85.5’inin çocuğun emniyet kemerinin her zaman bağladığını, % 59.2’sinin çocuk büyüdükçe oto güvenlik koltuğunu değiştirmediğini belirtmişlerdir.
SONUÇ: Anne ve babanın eğitim seviyesinin çocuk oto güvenlik koltuğu kullanımına etkili olduğu saptanmıştır. Ebeveynlerin ÇOGK kullanmaması ya da kullanımında hatalar yapması çocukların seyahat güvenliği açısından tehlikeli oluşturabilir.
OBJECTIVE: The purpose of this study was to determine the effect of socio-demographic characteristics of parents on the use of the child car safety seat
METHODS: The data were collected between 07-15 April 2014. This is a descriptive study. Among totally 243 children in 2 kindergartens determined by lot; the study was conducted on 112 children of 92 mothers who had cars, had children aged between 0-9 years and agreed to participate in the study.
RESULTS: It was determined that 67.9% of mothers used child car safety seats, 43.8% gained their knowledge on child car safety seats from television, newspapers, magazines and commercials, and 92.1% of mothers who used child car safety seats bought child car safety seats themselves. 67.1% of families specified that the age of their child to start using the child car safety seat was 0 month-1 year, 39.5% specified they have still used the child car safety seat, 97.4% specified that their child car safety seat was located on the rear seat of their car, 86.8% specified that their child faced forward towards the road while sitting on the child car safety seat, 85.5% specified that they always fasten the child’s safety belt, 59.2% specified that they did not change the child car safety seat as the child grew older
CONCLUSION: It was identified that the educational levels of parents were effective on the use of the child car safety seats. Parents’ not using or misusing the child car safety seats may pose dangers to the travel safety of children.

Abstract | Full Text PDF

8.Etiological profile and neurodevelopmental outcomes of the patients who had seizure in the neonatal period
Gürkan Gürbüz, Aycan Ünalp, Erhan Özbek, Nurettin Ünal, Şebnem Çalkavur, Özgür Olukman, Sertaç Arslanoğlu
doi: 10.5222/buchd.2015.043  Pages 43 - 47
AMAÇ: Bu çalışmamızın amacı yenidoğan döneminde konvülziyon geçiren olguların etiyolojik profilini ve nörogelişimsel prognozlarını belirlemektir
YÖNTEMLER: Çalışmamızda, Haziran 2008-Haziran 2011 tarihleri arasında, Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yenidoğan konvülziyonu geçiren olgulara prospektif olarak Bayley-2 gelişim testi uygulandı.
BULGULAR: Yenidoğan döneminde konvülziyon geçiren 12-36 aylar arasındaki çocuklar çalışmaya dahil edildi. Olguların 22 (%43,1) tanesi kız ve 29 (%56,9) tanesi erkekti. Cinsiyet ile prognoz arasında anlamlı ilşki saptanmadı. %58,8 olgu term ve %41,2’si pretermdi. Olguların %52,9’unun doğum ağırlığı 2500 gr’ın altındadır. Çalışmamızda düşük doğum ağırlığı ile sekel gelişimi ve kognitif fonksiyonların kaybı arasında anlamlı bir ilişki saptanmıştır (p=0,01). Konvülziyon etiyolojisinde en sık HIE 22 (%43.1) olmak üzere, 7 (%13.7)’sinde hipoglisemi, 6 (%11.8)’sında intrakranial kanama, 2 (%3.9)’sinde merkezi sinir sistemi enfeksiyonu, 1 (%1.9)’unda serebral anomali, 1 (%1.9)’unda serebral infarkt saptanmıştır. 12 (%23.5) hasta idiopatik olarak kabul edilmiştir. En sık görülen nöbet türü %45,1 ile subtle nöbetlerdir. Olguların %29,4’ü tonik, %19,6’sı klonik, %5,9’u myoklonik vasıfta nöbet geçirmiştir. İntrakranial kanaması olan 13 hastanın 11’inin (%84) prematüre olduğu görüldü. Olguların çocuk nörolojisi poliklinik takibinde 29 (%56,9) hastada sekel gelişmediği görüldü. En sık görülen sekelin %43,1 ile spastisite olduğu, bunu %27,5 ile epilepsinin izlediği görüldü. Klonik ve myoklonik tip nöbetlerle sekel gelişimi arasında anlamlı ilişki saptandı. Sekeli olan hastaların %63’ünde EEG patolojisi saptandı. Bayley gelişim testinde olguların %54.9unda mental ve motor performans düşük olarak saptandı.
SONUÇ: Yenidoğan döneminde konvülziyon geçirmiş olan olguların prognozunu belirleyen en önemli risk faktörleri; etiyolojik tanı, nöbet tipi, doğum ağırlığı, anormal EEG aktivitesi, status epileptikus varlığıdır.
OBJECTIVE: The purpose of this trial is to obtain etiological profile and neurodevelopmental prognosis of newborns with seizures.
METHODS: Fiftyone patients who were interned in Dr.BehcetUz Children′s Hospital with the diagnosis of neonatal seizure, were prospectively assessed with Bayley-2 developmental test.
RESULTS: Patients between 12–36 months old were included in the trial. 22(%43.1) of them were girl and 29(%56.9) were boys There were no statisticaly significant reletionship between the gender and prognosis. 58.8% were term infant and %41.2 were preterm infants. The birth weight were under 2500gr %52.9 of the patients. There were significant relationship between low birth weight and cognitive dysfunction and sequelae formation (p=0.001). The etiology of seizures most commonly HIE 22(%43.1) patients, 7(%13.7) had hypoglicemia,2(%3.9) had CNS infections, 6(%11.8) had cerebral hemorrhage, 1(%1.9) had cerebral anomaly,1(%1.9) had cerebral infarct. 12(%23.5) patients assumed as idiopathic neonatal seizures. Most common seizure type was subtle seizures with persantage of 45.1. %29.4 were tonic, %19.6 clonic, %5.9 were clonic seizures. Following examination in pediatric neurology polyclinic showed that, 29(%56.9) patient had no seuqelae formation. Spasticity was the most common seuqelae with a percentage of %43.1, and epilepsia formed in %27.5. There were a significant correlation between clonic and myoclonic seizures and sequlae formation. %63 of the patients with sequlae had abnormal EEG activity.According to the Bayley developmental test %54.9 of the patients had low mental and motor performans scores.
CONCLUSION: Risk factors that has influence on the prognosis of patients with neonatal seizures are; etiological diagnosis, seizure type, birth weight, abnormal EEG acitivity and status epilepticus.
Abstract | Full Text PDF

9.The Evaluation Of Awareness And Level Of Knowledge About Tuberculosis İn Pediatric Residents
Ahu Kara, Öznur Doğar, Saliha Kanık Yüksek, Hurşit Apa, Nuri Bayram, Tamer Güneş, Hasan Tezer, İlker Devrim
doi: 10.5222/buchd.2015.048  Pages 48 - 53
AMAÇ: TTüberküloz global bir sağlık sorunudur. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre her yıl 74,000 çocuk tüberküloz nedeni ile ölmekte ve yılda yarım milyon çocuğa yeni tanı konulmaktadır. Bu çalışma, pediatri asistanlarının tüberküloz ile ilgili bilgi düzeylerini, tutum ve davranışlarını değerlendirmek amacıyla gerçekleştirildi.
YÖNTEMLER: Ankete üç ayrı merkezden 110 pediatri asistanı katıldı. Tüberküloz tanı, tedavi, korunma ve takip ile ilgili hazırladığımız çoktan seçmeli 38 sorudan oluşan anket formunu cevaplandırmaları istendi.
BULGULAR: Katılımcıların yaş ortalaması 27.4 ± 2.6 yıl olarak tespit edildi. Tüberkülozun Türkiye’deki sıklığı sorulduğunda sadece 20 hekim (%18.2) doğru tahmin etmiş ve hekimlerin çoğunluğu (%55.5) bu konuda hiçbir fikri olmadığını belirtmiştir. PPD’nin pozitif olarak kabul edileceği durumlar hakkındaki bilgi düzeyinin %38.2 oranında olduğu görülmüştür. ‘Akciğer tüberküloz hastalığı olan hastalarla bulaştırıcı oldukları dönemde temas edecek olan kişiler hangi maskeyi takmalıdırlar?’ sorusunun yanıtı ise hekimlerin %68.4’ü tarafından N95 maske, %16.4’ü cerrahi maske olarak verilmiştir. Hekimlerin %14.5’i hangi maskeyi kullanacağı konusunda hiçbir fikri olmadığını belirtmiştir.
SONUÇ: Pediatri asistanları örneklemi üzerinden değerlendirildiğinde sağlık çalışanlarının özellikle tüberkülozun ülkemizdeki durumu ile ilgili farkındalık oranının düşük olduğu görülmüştür. Özellikle hekimlerin kişisel korunma ile ilgili bilgilerinin eksik olması, hekimler için tehlikeli hatta ölümcül olabilecek komplikasyonlara neden olabilir. Bu çalışma pediatri asistanlarına tüberküloz ile ilgili eğitim verilmesinin önemli olduğunu göstermektedir.
OBJECTIVE: Tuberculosis is a global health problem. The World Health Organization estimated that there were half million new children cases diagnosed as tuberculosis annually and 74,000 deaths in children due to tuberculosis. This study was performed in order to assess the attitudes and knowledge of pediatric residents' about tuberculosis.
METHODS: In this descriptive study data were obtained by a multiple choise administered including 38 questions about the diagnosis, treatment, prevention, and monitoring of tuberculosis. Totally 110 pediatric residents from three different teaching hospitals had filled the questionnaire.
RESULTS: The mean age of participants was 27.4 ± 2.6 years. Only 20 residents (18.2%) had correctly estimated the incidence of tuberculosis in Turkey while majority of the participants (55.5%) stated that they had no idea. The knowledge about the cases that the tuberculin skin testing (TST) was accepted as positive was found to be 38.2%. The answers to the questions ‘Which mask must be weared in contact of the patient during the infectious period of pulmonary tuberculosis?' were N95 (68.4% of participants) which was true and surgical mask(16.4% of the participants). Nearly 14.5 percent of the participants had no idea which mask to use.
CONCLUSION: This study has shown that the pediatric residents did not have enough knowledge about tuberculosis in Turkey. In particular, residents’ lack of information on personal protection from tuberculosis may cause important or even potentially fatal complications. This study indicated that post-gradutae education programmes for tuberculosis should be developed.
Abstract | Full Text PDF

10.An Investigation of depression and desparation levels in parents of subakut sklerozan panensefalit (SSPE ) patients
Çimen Altay, Duygu Arıkan
doi: 10.5222/buchd.2015.054  Pages 54 - 60
AMAÇ: Bu araştırmanın amacı SSPE hastalığı olan çocukların ebeveynlerinin sosyo-demografik özelliklerini saptamak, depresyon ile umutsuzluk düzeylerini belirlemek ve depresyon umutsuzluk düzeyleri arasındaki ilişkiyi saptamaktır.
YÖNTEMLER: Araştırma, Diyarbakır İlinde SSPE Derneği Diyarbakır şubesine kayıtlı SSPE hastalarının ebeveynleri (73 kişi) ile yürütülmüştür. Araştırma Aralık 2014 ve Ocak 2015 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Veriler Sosyo-demografik Veri Formu, Beck Depresyon Ölçeği, Beck Umutsuzluk Ölçeği ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik dağılım, ortalama, standart sapma, korelasyon, Kruskal Wallis, Mann Whitney U t testi ve Alpha katsayı hesaplaması kullanılmıştır.
BULGULAR: SSPE’li çocuğa sahip ebeveynlerin depresyon ve umutsuzluk düzeyleri ile yaş, eğitim, gelir düzeyi, yaşadığı yer, çocuk sayısı değişkenlerine göre anlamlı farklılıklar tespit edilmemiştir.
SONUÇ: Ebeveynlerin depresyon düzeyleri orta düzeyde, umutsuzluk düzeyleri hafif düzeyde olduğu saptanmıştır. Depresyon, umutsuzluk düzeyleri arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu bulunmuştur(p<0.01). SSPE’li çocukların tedavilerinin yapılabileceği kurumların yaygınlaştırılması ve erken dönemlerde anne-babalara, aile eğitimi, bireysel danışmanlık hizmetlerinin verilmesi önerilmiştir.
OBJECTIVE: Aims of this study are detecting sociodemographics of parents of SSPE patients, determining of parents' depression and level of desparation, and detecting the relation between depression and levels of desparation
METHODS: This study was conducted with the parents of SSPE patients who are registered to Diyarbakır branch of SSPE Foundation. The investigation was carried out between December 2014 and January 2015. Data was gathered by Sociodemographic data form, Beck Depression Inventory, the Beck Hopelessness Scale. The data was evaluated with percentage, Mann Whitney U test, Kruskal-Wallis, t test, mean, correlation analyses and alpha coefficient.
RESULTS: A significant difference wasn't detected between number of children, age, level of education, place, average income and depression and hopelessness levels of parents of children with SSPE.
CONCLUSION: It was detected that level of depression was moderate and level of hopelessness was mild. A significant relation is positively detected between depression and level of hopelessness (p<0.01). It was suggested that to educate the parents of SSPE patients in early period and giving personal consulting service and it was suggested that the universalization of the treatment institutes for SSPE will be important.
Abstract | Full Text PDF

CASE REPORT
11.Iatrogenic calcinosis cutis at upper eyelid following extravasation of calcium gluconate from inappropriate intravenous cannula
Neslihan Zengin, Mehmet Özgür Zengin, Esat Çınar, Eyyüp Karahan, İbrahim Tuncer, Cem Küçükerdönmez
doi: 10.5222/buchd.2015.061  Pages 61 - 64
Amaç: Uygun olmayan intravenöz kateterden kalsiyum glukonat'ın damar dışına sızması sonucu üst göz kapağında kalsinozis saptanan bir olgunun sunulması amaçlanmıştır.
Olgu sunumu: Üst göz kapağı, şakak ve alın bölgesinde hiperemi ve ödem saptanan 3970 gram yenidoğan olgu değerlendirilmiştir. Cilt altı kalsiyum birikimi sadece sağ üst göz kapağında izlenmekteydi. Olguya nonatal hipokalsemi nedeni ile süperfisiyal temporal venden inravenöz kasiyum glukonat verilmişti.
Sonuç: Kalsiyum glukonat tedavisi kesilip, kanül çıkarıldı ve sıcak baskı uygulandı. On üçüncü günde sert lezyon geriledi fakat cilt altı kalsiyum birikimi devam etmekteydi. İki ay sonra yapılan kontrolde hiçbir sekel kalmadığı görüldü.
Purpose: To report a case of iatrogenic calcinosis at the upper eyelid region due to inappropriate placement of intravenous cannula and extravasation of calcium gluconate.
Case report: A 3970-g female neonate has edema and erythema with firm mass on the temple, forehead and right upper eyelid. Subcutaneous calcium deposition was mainly seen on the upper eyelid. With the diagnosis of neonatal hypocalcemia, she was treated with intravenous calcium gluconate injected into the superficial temporal vein on the right temple.
Results: Calcium gluconate was discontinued, the cannula removed and warm compress applied. At 13 th day of life the size of the firm lesion had markedly resolved however subcutaneus calcium deposits remained. At the second month after delivery, routine control examination revealed no sequela.
Abstract | Full Text PDF

12.Methemoglobinemia due to prilocaine during neonatal circumcision: a case report
Özkan İlhan, Esra Arun Özer, Senem Alkan, Sinem Akbay, Berat Kanar, Şeyma Memur, Mustafa Mansur Tatlı
doi: 10.5222/buchd.2015.065  Pages 65 - 68
Methemoglobinemi yenidoğan döneminde siyanoza neden olabilen, nadir bir hematolojik hastalıktır. Konjenital ya da edinsel olmak üzere iki tipi bulunan methemoglobinemi yenidoğan döneminde en sık ilaç reaksiyonu olarak ortaya çıkmaktadır. Lokal anestezik olarak yaygın kullanılan prilokainin, yenidoğan bebeklerde edinsel methemoglobinemiye yol açabildiği bildirilmektedir. Sünnet öncesi lokal anestezik olarak prilokain uygulanan ve siyanoz gelişen 10 saatlik bir yenidoğan bebek, methemoglobinemi tanısı konularak intravenöz askorbik asit tedavisi ile başarıyla tedavi edilmiştir. Nadir görülen bir klinik durum olan methemoglobinemi ve tedavisi literatür eşliğinde tartışılarak sunulmuştur.
Methemoglobinemia, which may cause cyanosis in the neonatal period, is a rare hematological disorder. Methemoglobinemia may occur in congenital and acquired conditions. Drugs are the most reason of methemoglobinemia in newborns. It is reported that prilocaine, is widely used as a local anesthetic, may causes acquired methemoglobinemia in the neonatal period. A 10-hour-old newborn, who became cyanotic after applying prilocaine as a local anesthetic before the circumcision, was diagnosed with methemoglobinemia and successfully treated with intravenous ascorbic acid therapy. In this study, methemoglobinemia, which is a rare clinical condition, and its treatment are discussed and presented with the literature.
Abstract | Full Text PDF

13.Cytomegalovirus Associated Diffuse Encephalomyelitis In A Healty Child
Reyhan Yiş, Uluç Yiş, Kürşat Bora Çarman, Necibe Güneş, Emrah Akar, Ümit Derundere
doi: 10.5222/buchd.2015.069  Pages 69 - 74
Sitomegalovirüs (CMV) infeksiyonları immun sistemi normal ve immun yetmezlikli kişilerde farklı klinik tablolara yol açmaktadır. İmmun sistemi normal kişilerde primer CMV infeksiyonunun semptomatik seyretme oranı %10'un altındadır. Semptomatik seyirli olgular sıklıkla mononükleoz benzeri sendrom ile nadiren santral sinir sistemi, solunum sistemi, gastrointestinal sistem, kardiyovasküler sistem, hepatik ve hematolojik sistemi etkileyerek organ spesifik komplikasyonlara bağlı semptom ve bulgular ile kendilerini gösterirler. CMV’nin SSS infeksiyonları, immün yetmezlikli hastalarda daha sıklıkla görülmekte olup, oluşturduğu klinik tablolar ensefalit, ventriküloensefalit, serebral kitle lezyonları, transvers miyelit ve poliradikülomiyelit olarak sıralanabilir. Bu yazıda tamamen sağlıklı dört yaşındaki erkek hastada CMV infeksiyonu ile ilişkili ortaya çıkan diffüz ensefalomyelit olgusu nadir görülmesi nedeniyle sunulmuştur.
Dört yaşında bir erkek hasta alt ekstremitelerde ilerleyici güçsüzlük, bilinç bulanıklığı, irritabilite, idrar retansiyonu ve kabızlık şikayetleri ile hastaneye getirildi. Bacaklarda bilateral proksimal ve distal kas gücünün azalmış olduğu, alt ekstremitelerde derin tendon reflekslerinin alınamadığı belirlendi. Çalışılan anti-CMV IgM ve IgG pozitif, anti- CMV IgG avidite “grey- zone” olarak saptanmıştır. BOS örneğinde CMV DNA ve HSV 1-2 DNA negatif olarak bulunmuştur. Beyin ve spinal kordun MRG’de hiperintens lezyonlar gözlenmiştir.
Hastaya Gansiklovir ve intravenöz immunglobulin tedavisi başlandı. Tedaviye pulse metilprednizolon ilave edildi. Hastanın fiziksel güçsüzlüğünün devam etmesi nedeniyle fizik tedavi programına alınmış ve nörojenik mesane için aralıklı kateterizasyon başlanmıştır.
Sonuç olarak; CMV, immun sistemi normal çocuklarda diffüz ensefalomiyelit etkenlerinden olup tanısı oldukça zor olup, serolojik, virolojik, radyolojik ve klinik bulgulara dayalı olarak tanı konmaktadır. İmmun sistemi normal hastalarda CMV ilişkili nörolojik bozuklukların tedavisi amacıyla en iyi protokolün değerlendirilmesi için daha fazla hasta verisine ihtiyaç vardır.
CMV infections leads to variable clinical conditions in patients with normal immun system and immunodeficiency. The ratio of symptomatic infection in patients with normal immunodeficiency is under 10%.
Symptomatic patients generally present with momonucleosis like syndrome and rarely with organ specific complications including central nervous system, respiratory system, gastrointestinal system, cardiovascular system, hepatic and hematologic system.
Central nervous system infections of CMV are more common in patients with immunodeficiency and include encephalitis, ventriculoencephalitis, cerebral mass lesions, transverse myelitis and polyradiculomyelitis. Here we present a previously healthy 4 year old boy with CMV infection related diffuse encephalomyelitis due to rare occurrence.
A four year old boy was admitted with complaints of progressive weakness in lower extremities, decreased level of consciousness, irritability, urinary retention and constipation. Muscle power was decreased in proximal and distal muscles of legs and deep tendon reflexes could not be obtained in lower extremities. Anti CMV IgM and IgG were positive and CMV avidity was grey zone. CSF analysis revealed negative CMV, HSV1-2 DNA. Brain and spinal cord MRI revealed hyper intense lesions. Gancyclovir and immunoglobulin treatments were started. Pulse methylprednisolone was then added to treatment. The patient was taken into physical rehabilitation for weakness and intermittent catheterization was ordered for neurogenic bladder.
In conclusion, CMV is a cause of diffuse encephalomyelitis in children with normal immune system, the diagnosis is difficult and depends on serologic, virologic, radiologic and clinical findings. More information is needed for the best treatment protocol of CMV related neurologic disorders in patients with normal immune system.
Abstract | Full Text PDF

LETTER TO THE EDITOR
14.Cellulitis After Mice Bite
İbrahim Hakan Bucak, Habip Almış, Velat Çelik, Mehmet Turgut
doi: 10.5222/buchd.2015.075  Pages 75 - 77
Abstract | Full Text PDF

15.Well known, but initial unthinkable a diagnosis: macroamylasemia
Habip Almiş, İbrahim Hakan Bucak, Velat Çelik, Mehmet Tekin, Mehmet Turgut
doi: 10.5222/buchd.2015.078  Pages 78 - 79
Abstract | Full Text PDF