Volume: 3  Issue: 1 - 2013
Hide Abstracts | << Back
OTHER
1.2013-1 Journal Cover

Page I
DOWNLOAD

REVIEW
2.How is atopic dermatitis diagnosed in children?
Pınar Uysal, Nevin Uzuner
doi: 10.5222/buchd.2013.001  Pages 1 - 11
Atopik dermatit alerjen, kimyasal madde ve enfeksiyonlar gibi çeşitli çevresel tetikleyicilerin ortaya çıkardığı aşırı cilt duyarlılığı ile ilişkili kronik enflamatuar bir deri hastalığıdır. Atopik dermatit genellikle ‘atopik marş’ın ilk basamağıdır. Atopik dermatit sistemik bir hastalığın cilt tutulumu olarak karşımıza çıkabilir, sütçocukluğu döneminde gıda alerjisi ve hışıltı atakları ile devam edebilir ve daha sonra astım ve allerjik rinit gelişimine neden olabilir. Ağır atopik dermatit özellikle FLG mutasyonu olan ve/veya belirtileri erken yaşta başlayan ve ailesinde atopi öyküsü olan yüksek riskli sütçocuklarında daha sık görülür. Tanı klinik bulgular ile konur, nesnel bir laboratuar testi bulunmamaktadır. Bu nedenlerle, atopik dermatitin ağırlığının klinik ağırlığın skorlandığı testler yardımı ile tesbit edilmesi ileride gelişebilecek alerjik hastalıkların ve olası ölümcül komplikasyonların öngörülmesi için oldukça önemlidir.
Atopic dermatitis is a chronic inflammatory skin disease associated with cutaneous hyperreactivity to various environmental triggers including allergens, chemicals and infections. Atopic dermatitis is often the initial step in ‘atopic march’. Atopic dermatitis might be the cutaneous manifestation of a systemic disorder that also continues with food allergy and wheezing episodes in infancy period, and gives rise to asthma and allergic rhinitis. Severe atopic dermatitis is seen particulary in children with FLG mutation and/or early beginning symptoms in high risky infants with a history of familial atopy. The diagnosis is based on the clinical findings, and an objective laboratory test does not exist. Therefore, it is important to determine the severity of atopic dermatitis with a validated clinical severity scoring index to estimate the further developing allergic diseases and prediction of possible fatal complications.
Abstract | Full Text PDF

3.Etiology and pathogenesis of chronic constipation in childhood
Maşallah Baran, Kayı Eliaçık
doi: 10.5222/buchd.2013.012  Pages 12 - 17
Konstipasyon birçok faktörün rol aldığı kompleks bir fenomendir. Hormonal faktörlerdeki değişiklikler konstipasyonun fizyolojik mekanizmalarında değişikliğe neden olmaktadır. Konstipasyonlu hastalar çocuk polikliniklerine başvuran hastalar içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Çocukluk döneminde konstipasyonun % 95’i fonksiyonel olup, çoğu hastada altta yatan organik bir neden saptanmaz. Fonksiyonel konstipasyonun neden kaynaklandığı henüz açık değildir. Olguların bazılarında intestinal nöropati veya myopatinin etiyolojide rol aldığı ileri sürülmektedir. Genetik faktörler ile ilgili bilgiler yetersizdir. Etiyoloji ve patogenezde birçok etken söz konusudur. Bu derlemede bu etkenler üzerinde durulmuştur.
Constipation is a complex phenomenon involving several factors. Changes in hormonal factors lead to changes in the physiological mechanisms of constipation. Children with constipation occupy an important place among patients attending outpatient clinics. Ninety-five percent of childhood period constipation is functional, and no underlying organic cause is determined in the majority of cases. The origins of functional constipation are still unclear. Intestinal neuropathy or myopathy has been suggested as playing a role in some cases. Sufficient data regarding genetic factors are lacking. There are several factors in etiology and pathogenesis. This review has evaluated these factors.
Abstract | Full Text PDF

RESEARCH ARTICLE
4.Cow’s milk allergy in children; 9 years experience of Dr. Behcet Uz Children’s hospital, Izmir
Canan Şule Ünsal, İlker Günay, Hikmet Tekin Nacaroğlu, Suna Asilsoy, Özlem Karadağ, Tanju Çelik, Saniye Girit, Döne Doğan, Demet Can
doi: 10.5222/buchd.2013.018  Pages 18 - 22
AMAÇ: İnek sütü alerjisi çocukluk çağında en sık görülen gıda alerjisidir. Tanıda gecikme olduğunda sistemik reaksiyonlar ortaya çıkarken, yanlış tanı konulduğunda annenin ve çocuğun yetersiz beslenmesine neden olmaktadır. Diğer alerjik hastalıklar gibi besin alerjileri de son yıllarda giderek büyüyen bir sorundur. Amacımız, inek sütü alerjisi vakalarının özelliklerini saptamak ve sıklığının artıp artmadığını belirlemektir.
YÖNTEMLER: Çalışmamız retrospektif ve kesitsel olarak planlandı. Hasta verileri Pediatrik Allerji Bölümü hasta dosyalarından toplandı. Gıda alerjisi tanısı konulan hastalar arasından inek sütü alerjisi saptanan hastalar çalışmaya alındı.
BULGULAR: 2003-2011 yılları arasında gıda alerjisi tanısı ile takip edilen 264 olgu arasından inek sütü alerjisi tanısı alan 105 olgu çalışmaya alındı. Hastaların çoğu 2 yaşından küçük (% 78.1), erkek cinsiyette (% 62.9) idi ve anamnezinde süt alımını takiben kesin öykü vardı (% 79.1). Vakaların % 75.2’sini IgE aracılı inek sütü alerjileri oluşturmaktaydı. Hastaların yarısından fazlası 2010 ve 2011 yıllarında başvuran hastalardı. Bu artışdan daha çok 1 yaş altındaki hastaların fazla olması sorumluydu (p = 0.015). En sık tutulan sistem, deri (% 67.5) ve multisistem (%15.7) olarak bulundu.
SONUÇ: Detaylı bir öykü inek sütü alerjisi tanısında önemli bir rol oynar. Yaşamın ilk yılı içinde çok sayıda hasta çeşitli semptom ve bulgularla karşımıza çıkar. Genellikle hayatı tehdit eden bir durum olmamakla birlikte beslenme, çocuğun gelişimi ve büyümesinde rol oynadığı için doğru tanı çok önemlidir.


OBJECTIVE: Cow’s milk allergy is the most frequent food allergy in childhood. Delayed diagnosis may
cause a number of system dysfunctions, while incorrect diagnosis may result in deficient nutrition of mother and child. As in other types of allergies, food allergy is also a growing problem in recent years. Our aim was to determine the characteristics of our cow’s milk allergy cases and see if there was an increasing trend.
METHODS: The study was retrospective and cross-sectional. Patient data were collected from Pediatric Allergy Department patient files. Food allergy cases were reviewed and patients fulfilling the criteria of cow’s milk allergy were included in the study.
RESULTS: A total of 105 cow’s milk allergy cases out of 264 food allergies who were followed up
between 2003-2011. Most of the patients were under 2 years of age (78.1%), were males (62.9%) and came with a certain history (79.1%). IgE mediated cases constituted the majority (75.2%). More than half of the patients admitted in 2010 and 2011. This was mostly due to the increased number of patients less than twelve months of age (p=0.015). Most frequently involved system was skin (67.5%) and multisystem involvement was 15.7%
CONCLUSION: A detailed history is the key element of diagnosing cow’s milk allergy. There is a
considerable number of cases within first year of life which may present with different signs and symptoms. Although not a life threatening situation, correct diagnosis is vital as nutrition is a key component in development and growth of child.
Abstract | Full Text PDF

5.The effect of circumcision on urinary tract infection and growth in infants without any detected postnatal urinary tract abnormalities despite antenatal diagnosis of hydronephrosis
Engin Köse, Seda Şirin Köse, Özlem Pehlivan, Caner Alparslan, Murat Kanğın, Cevriye Kübra Cenkçi, Cefa Nil Arslan, Alkan Bal, Önder Yavaşcan, Nejat Aksu
doi: 10.5222/buchd.2013.023  Pages 23 - 27
AMAÇ: Dünyada en çok uygulanan cerrahi işlemlerden birisi olan sünnetin idrar yolu enfeksiyonu (İYE) sıklığını 10-20 kat azalttığı bildirilmektedir. Ancak, antenatal hidronefroz (AH) tanılı olgularda sünnetin İYE sıklığına ve büyüme üzerine etkisi ile ilgili çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmada, AH tanısı alıp postnatal izleminde her hangi bir ürolojik anomali belirlenmeyen olgularda sünnetin İYE sıklığına ve büyüme üzerine etkisinin incelemesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Veriler 1998-2010 yılları arasında geriye yönelik değerlendirildi. Antenatal ultrasonografide böbrek pelvis çapı ≥5 mm olan olgular izleme alındı. Olgular İYE sıklığı açısından değerlendirilip, boy ve kilo verileri toplandı. İstatistiksel analizlerde Ki-kare ve student t testi kullanıldı. P değeri <0.05 anlamlı olarak kabul edildi.
BULGULAR: Postnatal dönemde ürolojik bir anomali saptanamayan sünnetli erkek olgularda (n=29) sünnet öncesi yıllık ortalama İYE sıklığı (2.27±1.75) sünnet sonrası yıllık ortalama İYE sıklığına (0.12±0.22) göre yüksek bulunmuştur (p<0.05). Sünnet edilen olgularda sünnet sonrası boy uzaması (ort. boy SDS= 0.19±1.2), sünnet öncesi boy uzamasına (ort. boy SDS= -0.03±1.2) göre istatistiksel olarak anlamlı biçimde daha fazla saptanmıştır (p=0.02). Sünnet öncesi (0.23±1.2) ve sonrası (0.43±0.85) ortalama ağırlık SDS değerleri arasında anlamlı bir farklılık bulunamamıştır (p>0.05).
SONUÇ: Sonuç olarak, doğumdan sonra herhangi bir ürolojik anomali saptanamayan AH tanılı erkek çocukların erken sünnet edilmesi İYE sıklığını azaltmakta ve büyüme üzerine olumlu katkı sağlamaktadır.
OBJECTIVE: Circumcision is one of the most widely used surgical procedures worldwide. It has been suggested that circumcision reduces urinary tract infection (UTI) frequency 10-20 times. However no studies exist investigating the effect of circumcision on UTI frequency and growth in infants with antenatal hydronephrosis (AH). In this study therefore, we aimed to examine the effect of circumcision on UTI frequency and growth postnatally in infants without urological abnormality having AH.
METHODS: The data were evaluated retrospectively between 1998-2010. Infants with a fetal pelvis diameter of ≥5 mm identified with antenatal ultrasound (US) were followed-up. All patients were evaluated in terms of UTI frequency and weight, height data were collected. The chi-square and student’s t tests were used for statistical analysis. P value <0.05 was considered significant.
RESULTS: In circumcised normal male infants pre-circumcision mean UTI frequency (2.27±1.75 per year) was found to be higher than the post-circumcision mean UTI frequency (0.12±0.22 per year) (p<0.05). Post-circumcision height (mean height SDS=0.19±1.2) were significantly greater than pre-circumcision height (mean height SDS=-0.03±0.55) in circumcised males (p=0.02). Pre- (0.23±1.2) and post-circumcision (0.43±0.85) mean weight SDS values were not statistically different (p>0.05).
CONCLUSION: In conclusion, in male infants without detected urological abnormalities having AH, early circumcision decreases the frequency of UTI and provides a positive contribution to the growth.
Abstract | Full Text PDF

6.Histopathologic differential diagnosis of neonatal cholestasis
Hülya Tosun Yıldırım, Gülden Diniz, Safiye Aktaş, Ragıp Ortaç, Malik Ergin, Şeref Targan, Mustafa Bak
doi: 10.5222/buchd.2013.028  Pages 28 - 32
AMAÇ: Bu çalışmada kolestaz saptanan yenidoğanlardaki karaciğer biyopsi bulgularının değerlendirilmesi ve biliyer atrezi ile neonatal hepatit prevalansının belirlenmesi amaçlanmıştır.

YÖNTEMLER: İzmir Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesinde 1992 ile 2011 yılları arasında neonatal kolestaz nedeniyle karaciğer biyopsisi yapılan 153 bebek (0-4 ay) retrospektif olarak incelenmiştir. Bebeklerin gün olarak yaşı, cinsiyeti ve radyolojik inceleme bulguları benzeri parametrelerin birbiriyle ilişkisi değerlendirilmiştir.

BULGULAR: Olguların 93’ü erkek (%60,8), 60’ı kız (%39,2) olup, ortalama yaş 73,8±30,5 gün (10-120 gün) bulunmuştur. Yüz on yedi olguda (%76,5) ayırıcı tanı tek biyopside yapılmıştır. Histopatolojik olarak 82 bebek (%53,6) neonatal hepatit, 71 bebek (%46,4) biliyer atreziyle uyumlu olarak değerlendirilmiştir. Kasai operasyonu biliyer atrezili 23 olguda (%32,4), karaciğer transplantasyonu 11 olguda (%15,4) uygulanmıştır. Olguların yaşı ile hastalık arasında istatistiksel anlamlı ilişki saptanmıştır (p=0,010).

SONUÇ: Bu çalışmada 0-4 aylık neonatal kolestazlı bebeklerin karaciğer biyopsi bulgularının kapsamlı profili çıkartılmıştır. Bu hastalıklarda ayırıcı tanı için ipuçları tartışılmıştır.

OBJECTIVE: We aimed to evaluate the liver biopsy findings of neonatal patients with cholestasis and to determine the prevalence of biliary atresia and neonatal hepatitis.

METHODS: We retrospectively reviewed the liver biopsy findings of 153 newborn (0-4months) patients with neonatal cholestasis between 1992 and 2011 at Izmir Dr.Behcet Uz children’s Hospital. relationship of some parameters such as age, sex and findings of radiological investigations was assessed.

RESULTS: This series consisted of 93 (60.8%) boys and 60 (39.2%) girls with mean age of 73.8±30.5 days (10-120 days). Differential diagnosis was made with only one biopsy in 117 cases (76.5). Histopathologically 82 children (53.6%) were diagnosed as neonatal hepatitis and 71 children (46.4%) as diagnosed as biliary atresia. Kasai operation was performed in 23 children (32.4%) with biliary atresia and transplantation was performed in 11 children (15.4%). There was a relationship between the age of children and diagnosis (p=0.010).

CONCLUSION: In the present study, a realistic comprehensive picture of the liver biopsy findings of newborn babies with neonatal cholestasis was revealed. Then it was discussed the clues of differential diagnosis in these disorders.

Abstract | Full Text PDF

7.Topical 0.05% cyclosporin A therapy in children with severe vernal keratoconjunctivitis
Emine Şeker Ün, Şenay Aşık Nacaroğlu
doi: 10.5222/buchd.2013.033  Pages 33 - 37
AMAÇ: Ciddi vernal keratokonjonktivitli çocuklarda %0,05 siklosporin A tedavisinin etkinliğini araştırmak
YÖNTEMLER: : 2010-2012 tarihleri arasında kliniğimizde vernal keratokonjonktivit tanısı alan 19 hasta çalışmaya dahil edildi. Vernal keratokonjonktivitli olguların tanısı tipik klinik bulgulann varlığına göre konuldu. Tüm hastaların semptom ve bulguları skorlandı. Hastalara topical siklosporin tedavisi başlandı. 3. ve 6. ayda tekrar semptom ve bulgu skorlamaları yapıldı.
BULGULAR: Hastaların yaş ortalaması 10.1±1.7 idi. Olguların 12’si erkek, 7’si kadındı. Hastaların semptom skorlarında hem 3. ay hemde 6. ay kontrollerinde belirgin iyileşme saptandı. Hastaların bulgu skorlarında 3. ay kontrollerinde iyileşme belirgin değil iken, 6. ay kontrollerinde belirgin iyileşme ortaya çıkmıştır. Hastaların hiçbirinde tedaviyi kesmeyi gerektiren yan etki ortaya çıkmamıştır.
SONUÇ: Ciddi aktif vernal keratokonjonktivitli hastalarda topikal %0.05 siklosporin A tedavisi klinik semptom ve bulgularda anlamlı düzelme sağlamıştır. Olgularda steroid gereksinimi belirgin olarak azalmıştır. İlaç lokal olarak iyi tolere edilmektedir.
OBJECTIVE: To investigate the effectiveness of 0.05% cyclosporin A therapy in children with severe vernal keratoconjunctivitis
METHODS: Between 2010 and 2012, 19 patients with a diagnosis of vernal keratoconjunctivitis were involved into the study. The diagnosis of vernal conjunctivitis was made according to the presence of typical clinical symptoms. The symptoms and signs determined in the patients were seperately scored. For each patient, topical cyclosporine treatment was initiated, and at the 3. and 6. months of the therapy, scoring of the symptoms and signs were performed again.
RESULTS: The mean age of the participating patients (12 male, 7 female) was 10.1 ± 1.7. The scores of the symptoms showed significant improvement during the controls performed at the 3. and 6. months of the treatment. Despite the scores were not significantly improved at the 3. month of the treatment; significant improvements were observed during the controls at the 6.month of the treatment. No adverse effects which causes the end of treatment were observed.
CONCLUSION: Topical 0.05% cyclosporine A treatment was proved to cause significant improvement in clinical signs and symptoms in severe patients with active vernal keratoconjunctivitis. The need for steroids was found to be significantly reduced in these cases. The drug is well tolerated locally.
Abstract | Full Text PDF

8.Clinical evaluation of cases followed-up for celiac disease
Özlem Soylu, Ömür Çiğdem Ecevit
doi: 10.5222/buchd.2013.038  Pages 38 - 43
AMAÇ: Çölyak hastalığı ülkemizde de sık görülmekte olup klinik bulguları çeşitlilik göstermektedir. Bu çalışmada, çölyak hastalığı tanısı almış çocukların klinik bulgularının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Olguların dosyaları retrospektif olarak incelenerek yaşları, cinsiyetleri, tanı yaşları, yakınmaları, yakınma süreleri, antropometrik ölçümleri, laboratuar sonuçları ve glutensiz diyet tedavisi başlandıktan bir yıl sonraki antropometrik ölçümleri, laboratuar sonuçları kaydedildi. Tedavi öncesi ve sonrasındaki antropometri ve laboratuar değerleri karşılaştırıldı. Ayrıca yakınma süresi, tanı yaşı, yakınmalar ile antropometrik ve laboratuar değerlerin ilişkisi araştırıldı.
BULGULAR: Çalışmaya alınan 37 olgunun yaş ortalaması 9,0±4,3 ve 22’si kız idi. Yakınmaların ortalama başlangıç yaşı 3,3±4,1 yıl (ortanca 2 yıl) ve yakınma süreleri 3,1±3,0 yıl (ortanca 1,96 yıl) idi. Hastalar ortalama 7,5±4,7 yaşlarında tanı almışlardı. Olgular büyük oranda kronik ishal (%62,2), karın şişliği (%59,5), karın ağrısı (%59,5) ve büyüme geriliği (%48,6) ile başvurmuştu. En sık olarak anemi (%24) ve tip 1 diyabet (%14) eşlik etmekteydi. Olgularda kronik malnütrisyon (%52) ön plandaydı. Glutensiz diyet sonrasında antropometri ve laboratuar bulgularında anlamlı düzelme saptandı. Kronik ishal ve iştahsızlığın büyüme üzerine etkili olduğu görüldü. Yakınma süresi ve tanı yaşı da antropometrik ölçümlerle negatif korele idi.
SONUÇ: Çölyak hastalığına yönlendiren yakınmalarda gastrointestinal bulguların ön planda olması, hastalığın diğer klinik bulgularının farkındalığının arttırılması gerektiğini düşündürmektedir. Ayrıca yakınma süresinin uzamasının ve tanı yaşının gecikmesinin büyümeyi olumsuz etkilemesi erken tanının önemini vurgulamaktadır. Tedavinin glutensiz diyetin yanı sıra iştahsızlık ve anemi gibi bulguların göz önünde bulundurularak düzenlenmesi önem taşımaktadır.
OBJECTIVE: Celiac disease is frequent and has variable clinical presentation. In this study, evaluating clinical findings of children with celiac disease is aimed.
METHODS: Age, gender, age of diagnosis, symptoms, duration of symptoms, anthropometric measurements, laboratory findings, the anthropometric and laboratory findings after a year of gluten free diet are noted from the hospital records retrospectively. Anthropometric and laboratory findings before and after treatment were compared. Additionally, the relation of duration of symptoms, age of diagnosis, symptoms with anthropometric and laboratory findings were investigated.
RESULTS: Of 37 cases 22 were girls, mean age was 9.0±4.3 years. Mean age at onset of symptoms was 3.3±4.1 years (median 2 years), mean duration of symptoms was 3.1±3.0 years (median 1.96 years). Mean age of diagnosis was 7.5±4.7 years. Cases presented mostly with chronic diarrhea (62.2%), abdominal distention (59.5%), abdominal pain (59.5%) and failure to thrive (48.6%). Mostly anemia (24%) and type 1 diabetes (14%) accompanied. Chronic malnutrition (52%) was most frequent. Anthropometric and laboratory findings improved significantly after diet. Chronic diarrhea and anorexia were influential on growth. Duration of symptoms and age of diagnosis were negatively correlated with anthropometric findings.
CONCLUSION: As the gastrointestinal symptoms are more important in diagnosis of celiac disease, it gives rise to think the requirement for raising the knowledge of other clinical manifestations of the disease. Moreover, negative effect of long duration of symptoms and delay in diagnosis emphasizes the importance of early diagnosis. Arrangement of treatment by considering symptoms and signs like anorexia and anemia besides gluten free diet is important.
Abstract | Full Text PDF

9.Combined nutritional anemia coexisting with microcytic anemia
Ayşen Türedi, Hüseyin Demirbilek, Semra Saygı, Çiğdem Aliosmanoğlu, Murat Söker
doi: 10.5222/buchd.2013.044  Pages 44 - 48
AMAÇ: Demir eksikliği çocuklardaki en sık mikrositer anemi nedenidir. B12 eksikliği ise daha nadir görülür ve makrositer anemi ile seyreder. Bu çalışmada mikrositer anemilerde demir eksikliği ile birlikte B12 eksikliğinin ne sıklıkta görüldüğünü ve kombine nutrisyonel (demir ve B12 eksikliği) anemileri saf demir eksikliği anemisinden ayırmada tam kan sayımı parametrelerinin önemini araştırmayı amaçladık.
YÖNTEMLER: Diyarbakır Çocuk Hastalıkları Hastanesi ve Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi hemotoloji polikliniği’ne anemi nedeni ile yönlendirilen, bilinen bir kronik hastalığı olmayan ve nutrisyonel anemi saptanan 80 hasta çalışmaya dahil edildi. Serum ferritin, B12 vitamini ve folik asit düzeyleri kemilüminesan enzim immunometrik yöntemi ile Unicel DxI 800 (Beckman Coulter, USA) cihazında, tam kan sayımı parametreleri ise ABX pentra DX 120 (Horiba ABX Diagnostics, Fransa) cihazında ölçüldü.
BULGULAR: Hastaların 73’ü mikrositik anemi indekslerine sahipti. Bunların 41’i saf demir eksikliği anemisiydi. Yetmişüç hastanın 32’sinde (% 43) demir eksikliği anemisinin yanısıra B12 eksikliği de saptandı. Kombine nutrisyonel anemisi olan hastalar ile sadece demir eksikliği olan hastaların tam kan sayımı parametreleri arasında anlamlı bir farklılık saptanmadı (p>0.05).
SONUÇ: Çalışmamızda da görüldüğü üzere mikrositer anemili hastaların neredeyse yarısına (% 43’ü ) B12 eksikliği eşlik etmektedir. Bu nedenle tam kan sayımı parametreleri mikrositer anemiyi düşündüren hastalarda demir parametrelerinin yanı sıra, B12 eksikliğinin erken tanınıp, tedavi edilebilmesi için, serum B12 düzeylerinin de ölçülmesi gerektiğini düşünüyoruz.
OBJECTIVE: Iron deficiency is a leading cause of microcytic anemia for children. On the other hand, B12 deficiency, which is more rare event than iron deficiency, coexists with macrocytic anemia. The purpose of this study is two-fold: first, to measure the frequency of B12 deficiency in microcytic anemia with iron deficiency anemia, second to investigate the role of complete blood count paramaters in differentiating combined nutritional anemia (iron and B12 deficiency) from pure iron deficiency.
METHODS: The study was carried out with 80 patients who were diagnosed as nutritional anemia without any chronic disease at hematology policlinics of Diyarbakir Children and Dicle University Hospitals. Serum ferritin, B12 vitamin and folic acid levels were measured by Unicel DxI 800 device via chemiluminescence enzyme immunometric method. Complete blood count parameters were measured by ABX Pentra DX 120 device.
RESULTS: Seventy-three of patients has microcytic anemia index. Fourty-one of those had pure iron deficiency anemia. Thirty-two of seventy-three patients (% 43) diagnosed as having B12 deficiency in addition to iron deficiency. No significant difference was observed in the complete blood count parameters of patients with pure iron deficiency and combined nutritional anemia (p>0.05).
CONCLUSION: As it can also be seen from our study, almost half of the patients (43%) with microcytic anemia were associated with B12 deficiency. Therefore, we conclude that it may be useful to measure serum B12 levels besides iron levels in those patients with microcytic anemia in order to treat B12 deficiency via its early diagnosis.
Abstract | Full Text PDF

10.Developmental problems in infants diagnosed as congenital cytomegalovirus infection
Erhan Özbek, Şükran Keskin Gözmen, Ferah Genel, Zeynep İlkşen Yılmaz, Aycan Ünalp, İlker Devrim
doi: 10.5222/buchd.2013.049  Pages 49 - 53
AMAÇ: Çalışmamızda konjenital semptomatik sitomegalovirüs enfeksiyonlarında yaşamın ileri aylarında oluşan gelişimsel geriliklerin araştırılması amaçlandı.
YÖNTEMLER: Konjenital sitomegalovirüs enfeksiyonu tanısı almış olan 7 hastada gelişimsel gerilikler Bayley gelişimsel değerlendirme ölçeği II kullanılarak araştırıldı.
BULGULAR: 2 hastada sadece psikomotor gelişim endeksinde, 3 hastada ise zihinsel gelişim endeksi ve psikomotor gelişim endeksinde ciddi performans kaybı gözlendi. İki hastada ise bu indeksler normaldi. Ciddi performans kaybı zihinsel gelişim endeksi ve psikomotor gelişim indeksi için sırasıyla % 42.8 ve% 71.4 oldu. Hastalarımızdaki gelişimsel gerilik psikomotor alanda daha fazla saptandı.
SONUÇ: Semptomatik konjenital sitomegalovirüs enfeksiyonu olan bebeklerde, Bebek Gelişimi Ölçekleri nörogelişimsel durumun iyi bir göstergesidir. Erken tanı konmuş bebekler rehabilitasyon programına alınmalıdır.
OBJECTIVE: We aimed to assess developmental delays in further months of life in patients with congenital symptomatic cytomegalovirus infection in our study.
METHODS: The developmental delays were determined by using Bayley Scales of Infant Development II (BSID-II) in 7 patients who had diagnosis of congenital cytomegalovirus infection.
RESULTS: Two patients had severe performance loss in psychomotor development index whereas 3 patients had severe loss of performance in both mental development and psychomotor development indexes. These indexes were normal in 2 patients. Severe performance loss was 42.8 % and 71.4 % in mental development and psychomotor development indexes respectively. Psychomotor development delay was more evident.
CONCLUSION: Scales of Infant Development is a good predictor of neurodevelopmental outcome in infants with symptomatic congenital cytomegalovirus infection. Rehabilitation program should be started in infants who had early diagnosis.
Abstract | Full Text PDF

11.Childhood Brucellosis in Southeastern Region of Turkey: A retrospective analysis
Çapan Konca, Murat Tutanç, Ali Güneş, Mehmet Ali Taş
doi: 10.5222/buchd.2013.054  Pages 54 - 59
AMAÇ: Bu çalışmada dört yıllık süreçte brusellozis tanısıyla yatırılarak takip ve tedavi edilen hastaların demografik ve klinik özelliklerinin değerlendirilmesi amaçlandı.
YÖNTEMLER: Retrospektif olarak yapılan bu çalışmaya 2003-2007 yılları arasında Dicle Üniversitesi Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Servisi‘ ne brusellozis tanısı ile yatırılan 34 olgu alındı. Hastaların demografik özellikleri, klinik yakınmaları, fizik muayene ve laboratuar bulguları değerlendirildi. Standart tüp aglütinasyon testi, Rose Bengal testi ve klinik bulgular tanı kriteri olarak kullanıldı.
BULGULAR: Hastaların 12(35%)'i kız, 22(65%)'i erkekti. Hastaların ortalama yaşı 9.2± 3.4 yıl idi. 21(61.7%) hasta kırsal alandan başvurmuştu. 2 hasta dışında tüm hastalar, çiğ süt ve süt ürünleri tüketmişti. Hastaların yakınma ve bulgularına arasında ateş (30, 88.2%) ve kas-iskelet sistem yakınmaları (26, 76.4%) ön plandaydı. Laboratuar incelemelerinde hematolojik tutulum belirgindi. Tedavide sekiz yaşından küçük çocuklara trimetoprim-sulfametoksazol + rifampisin, sekiz yaşından büyüklere doksisiklin + rifampisin 6 hafta boyunca uygulandı. Dört hastada relaps görüldü.
SONUÇ: Brusellozisin başvuru nedenleri arasında kas iskelet sistem yakınmaları ve ateş ilk sıradadır. Hematolojik sistem bulguları olan hastada brusellozis ayırıcı tanılar arasında olmalıdır. Tedavinin başarılı olması ve relaps oluşmaması için kombine tedaviler yeterli süre verilmelidir
OBJECTIVE: To evaluate the clinical and laboratory findings, treatment modalities and outcomes of children with brucellosis in a four-year period
METHODS: This retrospective study included 34 children who were admitted to Dicle University Pediatric Infectious Diseases Service with brucellosis between 2003-2007. Demographic features, clinical symptoms, physical examination and laboratory findings of patients were evaluated. The standard tube agglutination test, Rose Bengal test and clinical findings were used as diagnostic criteria for brucellosis.
RESULTS: In the study, twelve patients (35%) were female and 22 (65%) were male. The mean age was 9.2 ±3.4 years. Twenty-one patients (61.7%) were from rural areas of Turkey. All of the children except two patients have reported to consume unprocessed milk and dairy products. The most frequent complaints and clinical findings were fever (88.2%) and musculo-skeletal system symptoms (76.4%). Hematological involvement was significant in laboratory results. Trimethoprim-sulfamethoxazole + rifampicin were administered to children smaller than 8 years and doxycycline + rifampicin to children older than 8 years during 6 weeks for treatment. Four patients were relapsed.
CONCLUSION: Musculoskeletal system complaints and fever are the most common symptoms in brucellosis. Brucellosis should be considered as differantial diagnosis in patients with hematological signs. Combined treatments should be administered within a sufficient period for a successful treatment and avoiding relapse.
Abstract | Full Text PDF

CASE REPORT
12.Van der Knaap disease: Case report
Erhan Bayram, Yasemin Topçu, Pakize Karaoglu, Uluç Yiş, Handan Çakmaçı Güleryüz, Semra Hız Kurul
doi: 10.5222/buchd.2013.060  Pages 60 - 62
Van der Knaap hastalığı, çok nadir görülen ve genellikle MLC1 geni mutasyonu sonucunda gelişen bir hastalıktır. Yaygın beyin beyaz cevher tutulumu ve subkortikal kistlerin varlığı karakteristiktir. İnfantil başlangıçlı makrosefali ve yavaş ilerleyici nörolojik bulgular ayırıcı tanıda önemlidir. Bu makalede, Van der Knaap hastalığı tanısı konulan 5 yaşında erkek olgu nadir görülmesi nedeniyle sunulmuştur.
Van der Knaap disease is a very rare disease that usually develops as a result of the mutation in the MLC1 gene. It is characterized by the presence of diffuse brain white matter involvement and subcortical cysts. Infantile onset macrocephaly and slowly progressive neurologic findings are important in the differential diagnosis. In this report, a 5 years old boy who was diagnosed with Van der Knaap disease were described because of its rarity
Abstract | Full Text PDF

13.Familial Mediterranean fever presenting with protracted febrile myalgia: A case report
Can Öztürk, Sümer Sütçüoğlu, Esra Özer, Sezin Aşık Akman
doi: 10.5222/buchd.2013.063  Pages 63 - 66
Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığının klinik spektrumu özellikle son on beş yılda genişlemiştir, “uzamış febril miyalji” de Ailevi Akdeniz Ateşi’nin klinik bulguları içinde yer almaya başlamıştır. Alt ve üst ekstremitelerinde on gündür süren şiddetli miyalji ve ateşle çocuk kliniğine yatırılan 12 yaşındaki kız olgu sunulmuştur. Ailevi Akdeniz Ateşi tanısı homozigot M694V mutasyonu saptanarak konmuştur. Uzamış febril miyaljinin Ailevi Akdeniz Ateşinde atipik klinik belirtilerden biri olduğu vurgulanmak istenmiş ve bu konu ile ilgili literatürün gözden geçirilmesi amaçlanmıştır.
The clinical spectrum of familial Mediterranean fever (FMF) expanded especially in the last fifteen years, so "protracted febrile myalgia" is now considered one of the clinical manifestations of the FMF. We present a 12-year-old girl who was admitted to the Pediatrics Clinic with fever and severe myalgia in upper and lower extremities lasting for 10 days before the diagnosis of FMF. Her genetic diagnosis was homozygous for M694V mutation. We emphasize that protracted febrile myalgia in some cases of FMF could be the first symptom during childhood. The case was presented with the review of the literature.
Abstract | Full Text PDF

14.A rare complication of acute otitis media: A 6-month old infant with peripheral facial paralysis
Cengiz Çevik, Murat Tutanç, İbrahim Şilfeler, Ercan Akbay, Ümmü Alakuş
doi: 10.5222/buchd.2013.067  Pages 67 - 70
Orta kulakta enflamasyon sonucu ortaya çıkan klinik tablo olarak tanımlanan otitis media çocukluk çağında görülen ikinci en sık enfeksiyon hastalığıdır. Yapılan çalışmalarda akut otitis mediaya (AOM) neden olan patojenlerin Streptokokus pnomonia, Hemofilus influenza ve Moraksella kataralis olduğu bildirilmiştir. En sık 6-24 ay arasında görülür. AOM çocuklarda sık görülen bir hastalık olmasına rağmen periferik fasiyal paralizi (PFP) AOM’nın sık görülmeyen bir komplikasyonudur. PFP’nin çocuklarda en sık sebebi ise Bell’s pallsidir. Üst solunum yolu enfeksiyonu (ÜSYE) sonrasında AOM geçiren ve 3. günde PFP (Hause-Brackman sınıflamasına göre Grade III) ile gelen hasta yatırılarak intravenöz (İV) antibiyotik ve bir haftalık steroid tedavisi ile takip edildi. İkinci ayın sonunda medikal tedavi ile hastanın PFP’si tamamen düzeldi. Bu çalışmada 6 aylık kız çocukta AOM’nın nadir komplikasyonu olan fasiyal paraliziyi hatırlatmayı amaçladık.
Otitis media is the second most common infection disease of childhood, which is defined as clinical presentation that occurs due to inflammation of middle ear. In the studies, it has been reported that Streptococcus pneumonia, Hemophilus influenzea and Moraxella catarrhalis are the causative agents accounted from acute otitis media (AOM). It is most commonly seen between 6 and 24 months of age. Although AOM is a commonly encountered disease in children, peripheral facial paralysis (PFP) is an uncommon complication of AOM. Most common cause of PFP is Bell’s paralysis in children. A child, who had a history of AOM following upper tract infection and presented with PFP (Grade III according to Hause-Brackman classification) on the day 3 of infection, was admitted to hospital and given IV antibiotic therapy. One-week steroid therapy was initiated during follow-up period. At the end 2 months, PFP was completely recovered by medical treatment. In the present study, we aimed to call attention to rare complication of AOM, facial paralysis, in this 6-months old girl.
Abstract | Full Text PDF

15.Rebound compulsive behaviors upon abrupt discontinuation of valproate in a child with autistic disorder
Özalp Ekinci, Tanju Çelik, Fevziye Toros
doi: 10.5222/buchd.2013.071  Pages 71 - 74
Otistik spektrum bozukluklar (OSB) tanılı çocuk ve ergenlerde kompulsif davranışlara sık olarak rastlanmaktadır. Psikotrop ilaçların OSB’ye eşlik eden kompulsif davranışlar, stereotipik hareketler ve agresyon belirtilere faydalı olabildiği gösterilmiştir. Bu olgu sunumunda valproatın kesilmesine bağlı rebound kompulsif davranışlar gelişen ergen bir otistik olgu tartışılacaktır.
Compulsive behaviors are commonly encountered in children and adolescents with Autistic Spectrum Disorders (ASD). Psychotopic drugs are shown to be effective in the treatment of compulsive behaviors, stereotypical movements and aggressive symptoms. In this case report, the emergence of rebound compulsive behaviors with the discontinuation of valproate in an adolescent with autistic disorder will be discussed.
Abstract | Full Text PDF

LETTER TO THE EDITOR
16.Aortic atresia: A case report
Önder Doksöz, Vedide Tavlı, Timur Meşe, Murat Muhtar Yılmazer, Barış Güven, Taliha Öner, Yılmaz Yozgat, Savaş Demirpençe, Rahmi Özdemir
doi: 10.5222/buchd.2013.075  Pages 75 - 76
Abstract | Full Text PDF