Volume: 14  Issue: 1 - 2024
Hide Abstracts | << Back
1.Full PDF

Page I
DOWNLOAD

2.Cover

Page II
DOWNLOAD

INVITED REVIEW
3.Evidence-based Psychopharmacological Treatments for Pediatric Bipolar Disorder
Pınar Uran, Elif Akçay
doi: 10.4274/jbuch.galenos.2024.65391  Pages 1 - 9
Bipolar bozukluk sıklıkla yaşamın erken dönemlerinde başlayan kronik bir hastalıktır ve bipolar bozukluğun ilk atağı sıklıkla ergenlik döneminde ortaya çıkar. Pediatrik bipolar bozukluk (PBB), yetişkinlerdeki bipolar bozukluğa göre daha şiddetli semptomlara ve daha kötü prognoza sahiptir. Çocuklar ve ergenler, PBB’nin psikofarmakolojik tedavisine ilişkin verilerin sınırlı olması nedeniyle, öncelikle yetişkinlerde yapılan klinik çalışmalardan elde edilen bulgulara göre tedavi edilmektedir. Psikotrop ajanların etkinliği çocuklarda ve ergenlerde yetişkinlere göre farklılık gösteriyor gibi görünmektedir. PBD’nin kanıta dayalı psikofarmakolojik tedavileri çocuklarda ve ergenlerde giderek artan bir ilgi görmektedir. Bu derlemede PBB için mevcut Amerikan Gıda ve İlaç İdaresi onaylı ilaçlar ve PBB ile ilgili kılavuzlar tartışılmaktadır. Ayrıca, akut manik/karma dönemler, bipolar depresyon ve idame tedavisi dahil olmak üzere bipolar bozukluğun farklı evrelerine bağlı olarak PBB tedavisine ait psikofarmakolojik kanıtlar ve algoritmalar incelenmektedir.
Bipolar disorder is a chronic illness that often onsets in early stages of life, and the first episode of bipolar disorder frequently occurs in adolescence. Pediatric bipolar disorder (PBD) has more severe symptoms and a poorer prognosis compared to bipolar disorder in adults. Due to limited data on the psychopharmacological treatment of PBD, children and adolescents have been treated primarily in consideration of the findings obtained from clinical studies performed in adults. The efficacy of the psychotropic agents seems to differ in children and adolescents compared to adults. The evidence-based psychopharmacological treatment modalities of PBD are of growing interest in children and adolescents. This review discusses current Food and Drug Administration approved medications for PBD and guidelines for PBD. The psychopharmacologic evidence and algorithms of PBD treatment relevant to different stages of bipolar disorder, including acute manic/mixed episodes, bipolar depression, and maintenance treatment are examined in this review article.
Abstract | Full Text PDF

RESEARCH ARTICLE
4.Electrocardiographic Findings in Pediatric MIS-C Patients
Mustafa Mertkan Bilen, Timur Meşe, Murat Muhtar Yılmazer, Ceren Karahan, Mehmet Murat, Gamze Vuran, Cem Doğan
doi: 10.4274/jbuch.galenos.2023.26790  Pages 10 - 14
Amaç: Bu çalışma, koronavirüs hastalığı-2019 pandemisi sırasında Multisistem Enflamatuvar Sendromu olan Çocuklarda (MIS-C) elektrokardiyografik (EKG) bulguları araştırarak, tanı sürecine değerli bir bakış sunmayı amaçlamaktadır.
Yöntem: Ocak 2019 ile Aralık 2021 tarihleri arasında 71 MIS-C olgusu ve 27 Kawasaki hastalığı olgusunun demografik, klinik ve laboratuvar verileri, etik kurul onayı sonrasında hastane kayıtlarından retrospektif olarak toplandı. MIS-C tanısı, Dünya Sağlık Örgütü kriterlerine uygun olarak yapılırken, Kawasaki hastalığı tanısı Amerikan Kalp Derneği kılavuzlarına göre yapıldı.
Bulgular: Yetmiş bir MIS-C olgusu ve 27 Kawasaki hastalığı olgusu dahil edildi. MIS-C hastaları, Kawasaki hastalığı olgularına göre belirgin olarak daha kısa süreli ateş, daha yüksek C-reaktif protein seviyeleri ve yüksek cTnT troponin değerleri sergiledi. Transtorasik ekokardiyografik değerlendirme, MIS-C hastalarında özel kardiyak anormallikleri, mitral ve aort regürjitasyonunu içeren belirli kardiyak patolojileri ortaya çıkardı. ST segment değişiklikleri, T dalga negatifliği ve QRS değişiklikleri MIS-C hastalarında belirgin olarak gözlemlendi.
Sonuç: Sonuçlar, MIS-C olgularının EKG profil hakkında önemli bilgiler sağlamaktadır. Özellikle, ST segment değişiklikleri ve T dalga negatifliği gibi göstergeler, MIS-C’yi diğer benzer durumlardan ayırmada ve kardiyak etkilerini anlamada kritik bir rol oynamaktadır. Bu veriler, MIS-C’nin tanı ve tedavisinde kullanılabilecek değerli klinik işaretler sunmaktadır.
Objective: This study investigates electrocardiographic (ECG) findings in pediatric patients diagnosed with Multisystem Inflammatory Syndrome in Children (MIS-C) during the coronavirus disease-2019 pandemic, offering valuable insights into the diagnostic process.
Method: Demographic, clinical, and laboratory data of 71 MIS-C cases and 27 Kawasaki disease cases between January 2019 and December 2021 were retrospectively collected from hospital records, following ethics committee approval. MIS-C diagnosis adhered to World Health Organization criteria, and Kawasaki disease diagnosis followed American Heart Association guidelines.
Results: Seventy one MIS-C cases and 27 Kawasaki disease cases were included. MIS-C patients exhibited a significantly shorter duration of fever, higher C-reactive protein levels, and elevated serum cardiac troponin T troponin values compared to Kawasaki disease cases. Transthoracic echocardiographic evaluation revealed specific cardiac abnormalities in MIS-C patients, including mitral regurgitation and aortic regurgitation. ST segment changes, T-wave negativity, and QRS changes were observed significantly in MIS-C patients.
Conclusion: Results provide crucial information about the ECG profile of MIS-C cases. Particularly, indicators such as ST segment changes and T-wave negativity play a critical role in distinguishing MIS-C from other similar conditions and understanding its cardiac effects. These data offer valuable clinical markers that can be utilized in the diagnosis and treatment of MIS-C.
Abstract | Full Text PDF

5.Our Experiences with Hyperbaric Oxygen Therapy in Paediatric Orthopaedics
Figen Aydın, Mustafa İncesu
doi: 10.4274/jbuch.galenos.2023.76093  Pages 15 - 19
Amaç: Hiperbarik oksijen tedavisi (HBOT) ortopedide başlıca crush yaralanmalar ve kompartman sendromu gibi akut travmatik iskemiler, reimplantasyonlar, kronik osteomyelit, tutması şüpheli greft ve flepler, gazlı gangren, nekrotizan yumuşak doku enfeksiyonları, avasküler nekrozlar ve post-op yara iyileşmesinin geciktiği durumlarda kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı çocuklarda en çok hangi ortopedik endikasyonlarda HBOT uyguladığımızı belirlemektir. Ayrıca çocuk ortopedisi ile ilgilenen hekimlerle HBOT konusunda bilgi paylaşmayı amaçladık.
Yöntem: Dosya ve sistem kayıtlarımızı inceleyerek 01.01.2006 ile 01.01.2016 tarihleri arasında crush yaralanma, kompartaman sendromu, kronik osteomyelit ve gecikmiş yara iyileşmesi endikasyonlarıyla HBOT uyguladığımız tüm çocuk hastaları belgeledik. 0-18 yaş arasında ve yukarıda sayılan endikasyonlarda en az 15 seans HBOT gören hastaların demografik özellikleri, endikasyonları, tedavi sonuçları, karşılaştığımız sorunlar, komplikasyon ve yan etkileri kayıt altına aldık.
Bulgular: Otuz bir hastaya toplam 1029 seans HBOT uyguladık. Hastalardan 24’ünün tedavisi planlandığı şekilde tamamlandı (%77,4). Hastaların 19’unda (%61,3) şifa sağlandı. İki hastada (%6,4) tedavi sonucunda minor morbidite ile düzelme oldu, üç hastanın (%9,7) tedavi sonucunda ise herhangi bir düzelme olmadı. Altı hastada ilk seans sırasında anksiyete bulguları gözlendi (%0,6 hasta seansı). Seanslar sırasında tedavinin kesilmesini gerektirecek bir komplikasyona rastlanmadı.
Sonuç: Ortopedik endikasyonlarla tedaviye alınan hastaların HBOT’si herhangi bir komplikasyon olmadan tamamlanmıştır. HBOT’nin çocuk ortopedisinde güvenli bir şekilde kullanılabileceğini düşünmekteyiz. Ancak bu konuda daha geniş hasta serilerine ihtiyaç vardır.
Objective: The main uses of hyperbaric oxygen therapy (HBOT) in orthopaedics are acute traumatic ischemia such as crush injuries and compartment syndrome, reimplantations, chronic osteomyelitis, grafts and flaps with suspected involvement, gas gangrene, necrotizing soft tissue infections, avascular necrosis and delayed post-op wound healing. The aim of this study was to determine the most common orthopaedic indications for HBOT in pediatrics. We also aimed to share information about HBOT with pediatric orthopaedic surgeons.
Method: By reviewing our files and system records, we documented all pediatric patients who underwent HBOT between 01.01.2006 and 01.01.2016 with the indications of crush injury, compartment syndrome, chronic osteomyelitis and delayed wound healing. We recorded the demographic characteristics, indications, outcomes, problems encountered, complications and side effects of patients aged 0-18 years who received at least 15 sessions of HBOT.
Results: A total of 1029 HBOT sessions were performed in 31 patients. Treatment was completed as planned in 24 patients (77.4%). Cure was achieved in 19 patients (61.3%). Two patients (6.4%) had improvement with minor morbidity, and three (9.7%) had no improvement as a result of the treatment. Anxiety symptoms were observed in only six patients during the first session (0.6% patient sessions). The sessions did not result in any complications that required treatment to be discontinued.
Conclusion: HBOT in patients with orthopaedic indications was completed without complications. We believe that HBOT can be safely used in pediatric orthopaedics. However, larger patient series are needed.
Abstract | Full Text PDF

6.Evaluation of Infectious Complications and Their Causative Agents in Pediatric Cancer Patients: A Prospective Single-center Cohort Study
Dorukhan Besin, İlknur Çağlar, Elif Kıymet, Elif Böncüoğlu, Neryal Tahta, Sultan Okur Acar, Özgür Özdemir Şimşek, Bengü Demirağ, Tuba Hilkay Karapınar, İlker Devrim
doi: 10.4274/jbuch.galenos.2024.88310  Pages 20 - 27
Amaç: Bu çalışmada, altta yatan farklı tipte hematolojik maligniteler ve solid tümörler ile takip edilen hastaların epidemiyolojik, mikrobiyolojik, klinik özelliklerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Bu kohort çalışmasına pediatrik maligniteli hastalar dahil edilmiştir. İki yıl takip edilen 88 hasta çalışmaya dahil edildi. İlk tanıdan itibaren gün sayısı, tekrarlayan enfeksiyöz ataklar, ateşli gün sayısı, nötropeni ve nötropenik olmayan atak varlığı, kemoterapi rejimleri, antimikrobiyal ajanlar, kan ve idrar yolu kültür örnekleri kaydedildi.
Bulgular: Toplam 149 enfeksiyöz epizod gözlendi. Takipte enfeksiyöz epizodu olmayanlarda yaş ortalaması 9,02±5,17 yıl iken, iki ve daha fazla enfeksiyöz epizodu olanlarda 5,70±4,60 yıldı ve anlamlı olarak daha düşüktü (p=0,024). Bu enfeksiyöz epizodlar sırasında farklı yerlerden toplamda 264 mikrobiyal kültür alındı. Tüm kültürlerde kan kültürlerinin %27’si ve idrar yolu kültürlerinin %9’u pozitifti. En sık izole edilen mikroorganizma Gram-pozitif bakterilerdi (n=23, %57,5).
Sonuç: Pediatrik çağdaki kanserlerde yaş azaldıkça daha yüksek enfeksiyon komplikasyonları riski izlenmiştir. Hematolojik maligniteleri olan çocukların konsolidasyon ve indüksiyon dönemlerinde nötropenik ateş geliştirme olasılığı daha yüksektir. Çalışmamızdaki nedeni bilinmeyen ateş oranlarından da yola çıkarak bu grup hastalıklarda daha iyi mikrobiyolojik tanı için daha fazla çalışma gerekmektedir.
Objective: This study aimed to evaluate the epidemiological, microbiological, clinical characteristics of the patients followed up with different types of underlying hematologic malignancies and solid tumors.
Method: This cohort study included patients with pediatric malignancy. Eighty-eight patients who were followed up for two years were included. The number of days from the first diagnosis, recurrent infectious episodes, number of days with fever, presence of neutropenia and nonneutropenic episodes, chemotherapy regimens, antimicrobial agents, blood and urinary tract culture samples were recorded.
Results: A total of 149 infectious episodes were observed. The median age was 5.08 years. The mean age was 9.02±5.17 years in patients who had no infectious episodes during the follow-up and 5.70±4.60 years in patients with two and more infectious episodes and was significantly lower (p=0.024). In total, 264 microbial cultures were retrieved from different locations during these infectious episodes. Regarding all the cultures, 27% of blood cultures and 9% of urinary tract cultures were positive. The most commonly isolated microorganism were Grampositive bacteria (n=23, 57.5%).
Conclusion: Younger children with cancer are at higher risk of infection complications compared to children of older ages. Children with hematologic malignancies are more likely to develop a neutropenic fever during the consolidation and induction periods. Regarding the high rate of FUO in our study, more attempts to increase microbiological diagnosis in this patient population.
Abstract | Full Text PDF

7.Seven Cases of Severe Neutropenia: A Single-center Experience
Begümhan Demir Gündoğan, Selma Ünal, Hakan Kurt
doi: 10.4274/jbuch.galenos.2024.23911  Pages 28 - 33
Amaç: Ağır konjenital nötropeni, kemik iliğinde miyeloid olgunlaşmanın durması ile karakterize, nadir görülen, heterojen bir grup hastalıktır. Bu çalışmada tek merkezden takip edilen Kostmann sendromu için yedi olguda klinik ve laboratuvar bulguları, genetik mutasyonlar, tedavi yaklaşımları ve sonuçlarının tartışılması, nadir görülen bir hastalık olması ve nadir görülen bir hastalık olan yedi olgunun takip edilmesinin olağandışı olması nedeniyle literatüre katkı sağlanması amaçlandı ediliyor.
Yöntem: Bu retrospektif çalışmada Kostmann sendromu nedeniyle takip edilen yedi olgunun verileri hasta dosyalarından elde edildi. Tanı, 3 aydan uzun süredir mutlak nötrofil sayısının <500/mm³ olması ve HAX-1 geninin moleküler genetik analizinin pozitif olmasıyla konuldu.
Bulgular: Olguların tümü akraba evliliği olan ebeveynlerden doğmuştu. Yedi olgunun altısında kardeş öyküsü vardı. Olguların tamamında homozigot HAX-1 mutasyonu vardı. Olgu 1’de motor zeka geriliği, olgu 5’te ise ürogenital sistem anomalisi vardı. Profilaktik granulocyte-colony stimulating factor (G-CSF) tedavisi uygulanmamasına rağmen hiçbir olguda mortalite veya maligniteye rastlanmadı.
Sonuç: Nötropeni ve tekrarlayan enfeksiyonlarla başvuran hastalarda konjenital nötropeni tanısı ve ayırıcı tanısı mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Kostmann sendromu gibi ciddi nötropeni olgularının izlenmesi önemlidir. Aileler, enfeksiyonun erken belirtileri ve hastalığın profilaktik GCSF’siz tedavisi için düzenli hasta takibinin önemi açısından eğitilmelidir.
Objective: Severe congenital neutropenia is a rarely encountered heterogeneous group of disorders characterized by myeloid maturation arrest in the bone marrow. The present study aimed to discuss clinical and laboratory findings, genetic mutations, therapeutic approaches and outcomes in these rarely seen seven cases followed up with the diagnosis of Kostmann syndrome in a single center so as to make a contribution to the literature.
Method: In this retrospective study, data of the seven cases followed up with the diagnosis of Kostmann syndrome were retrieved from the patient files. The diagnosis was established based on an absolute neutrophil count of <500/mm³ persisting for more than 3 months and presence of HAX-1 gene mutations detected by positive molecular genetic analysis.
Results: All patients were born to consanguineous parents. Six of the seven cases had sibling history. All cases had homozygous HAX-1 mutation. Case 1 had motor-mental retardation and case 5 had urogenital system anomaly. Mortality or malignancy was not encountered in any of the cases despite the absence of prophylactic granulocyte-colony stimulating factor (G-CSF) therapy.
Conclusion: The diagnosis and differential diagnosis of congenital neutropenia must be considered in the patients presenting with neutropenia and recurrent infections. Monitoring of the cases with severe neutropenia like Kostmann syndrome carries extreme importance. Families should be educated in terms of early signs of infection and importance of regular patient monitoring for prophylactic G-CSF-free management of the disease.
Abstract | Full Text PDF

8.Does Prebiotic Food Consumption Reduce Sleep Disorder Symptoms in Children With and Without Asthma? A Case-control Study
Özlem Öztürk Şahin, Erkan Doğan, Aysel Topan, Büşra Demirer, Yeliz Taşdelen
doi: 10.4274/jbuch.galenos.2024.32391  Pages 34 - 41
Amaç: Astımlı ve astımı olmayan çocuklarda prebiyotik besin tüketim durumunun uyku bozuklukları semptomları üzerine etkilerinin değerlendirilmesi amaçlandı.
Yöntem: Bu çalışma bir olgu kontrol çalışmasıdır. Çalışmada 6-12 yaş arasında olan, astım grubunda 55, kontrol grubunda ise 70 çocuğa ait veriler elde edildi. Verilerin elde edilmesinde Çocuklar için Uyku Bozuklukları Ölçeği (ÇUBÖ), Prebiyotik Besin Tüketim Sıklığı Formu ve Çocukluk Çağı Astım Kontrol Testinden yararlanıldı. Uzman bir pediatri doktoru tarafından Küresel Astım Girişimi kılavuzu doğrultusunda çocukların astım kontrol düzeyi belirlendi.
Bulgular: Astım grubunda yer alan çocukların yaş ortalamasının 9,16±3,11, kontrol grubunda ise 9,39±3,24 olduğu saptandı. Astım ve kontrol grupları arasında gündüz uyuma ve gece uyanma durumu, ÇUBÖ puanı ve günlük prebiyotik besin tüketimi açısından farklılığın olmadığı belirlendi (p>0,05). Astım grubunda yer alan çocukların kontrol grubuna göre daha fazla prebiyotikle zenginleştirilmiş ürün kullandığı saptandı (p<0,012). Astım kontrol düzeyi ile ÇUBÖ puanı ve prebiyotik besin tüketimi açısından farklılığın olmadığı belirlendi (p>0,05). Hem astım hem de kontrol grubunda ÇUBÖ puanı ve prebiyotik besin tüketimi arasında anlamlı bir ilişkinin olmadığı tespit edildi (p>0,05).
Sonuç: Astımlı çocuklarda hem uyku bozuklukları hem de astım kontrol düzeyi üzerindeki etkisini belirlemede prebiyotik besin tüketiminin rolü belirsizdir. Astımlı çocuklarda prebiyotiklerin kullanımı ile ilgili daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır.
Objective: This study aims to evaluate the impact of prebiotic food consumption on sleep disturbance symptoms in children with and without asthma.
Method: This is a case-control study. Data were collected from 55 children with asthma and 70 children without asthma, aged 6 to 12 years. Data collection included the Sleep Disturbance Scale for Children (SDSC), Prebiotic Food Consumption Frequency Form, and Childhood Asthma Control Test. The asthma control level of children was determined by a pediatrician following the Global Initiative for Asthma’s guidelines.
Results: The average age of children with asthma was 9.16±3.11, while for children without asthma, it was 9.39±3.24. No significant differences were found between children with and without asthma in daytime napping, nighttime awakening, SDSC score, and daily prebiotic food consumption (p>0.05). It was observed that children with asthma used more prebiotic-enriched products than children without asthma (p<0.012). There was no significant difference in asthma control level, SDSC score, and prebiotic food consumption between children with and without asthma (p>0.05). Furthermore, no significant relationship was found between the SDSC score and prebiotic food consumption in children with and without asthma (p>0.05).
Conclusion: Prebiotic food consumption’s role in determining sleep disturbances and asthma control levels in children with asthma remains uncertain. Further research is needed on the use of prebiotics in children with asthma.
Abstract | Full Text PDF

9.Clinical Characteristics and Treatment Outcomes of Cases Diagnosed with Pediatric Optic Neuritis
Sibğatullah Ali Orak, Çisil Çerçi Kubur, Hümeyra Köse, Aslı Kübra Atasever, Muzaffer Polat
doi: 10.4274/jbuch.galenos.2024.47887  Pages 42 - 47
Amaç: Optik nörit (ON) genellikle akut ve subaküt monooküler görme kaybına neden olan demiyelinizan bir hastalıktır. Yüksek oranda multiple skleroz (MS) ile ilişkilendirilmiştir. Bu çalışmada akut veya subaküt ON ile başvuran hastalardaki klinik seyir, yardımcı tanı testleri ve tedavi uygulamaları sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: Bu çalışmada Ocak 2015-Ocak 2021 yılları arasında akut ON ile çocuk nöroloji bölümünde değerlendirilen 3-18 yaş arası ON hastaların tıbbi kayıtları retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Çalışmamıza 18 hasta dahil edildi. Hastaların %55,6’sı kız, %44,4’ü erkekti. ON’nin ilk başlangıç yaşı ortalama 13,8±2,3 yıldı. Takip sürecinde hastalardan 10’u (%56) izole ON, 7’si (%39) MS, 1 hasta akut dissemine ensefalomiyelit (%5) tanısı aldı. Hastalarımızda ilk başvuruda en sık görülen şikayetler bulanık görme ve görme kaybıydı. ON hastaların %83,7’sinde (16 hasta) unilateral ve %16,7'sinde bilateral (2 hasta) idi. Görme alanı muayenesi yapılan 11 hastanın 10’un da başlangıçta görme alanı etkilenmişti. İncelenen 18 hastanın 11’inde başlangıçta renkli görmede bozulma mevcuttu.
Sonuç: Çalışmamız neticesinde görme kaybı bulguları ile gelen hastalarda ON’nin ayırıcı tanılarda düşünülmesi gerektiği, bununla birlikte ON’li hastalarda ilk başvuru sırasında veya izlemlerde MS başta olmak üzere diğer demiyelinizan hastalıkların olabileceği veya gelişebileceği akılda tutulmalıdır.
Objective: Optic neuritis (ON) is a condition that causes vision loss usually in one eye, often due to multiple sclerosis (MS). In this study, we aim to examine the clinical course, diagnostic tests, and treatment outcomes of patients presenting with acute or subacute ON.
Method: In this retrospective study, we examined the medical records of pediatric patients aged 3-18 years who were evaluated for acute ON in our neurology department between January 2015 and January 2021.
Results: Our study population of 18 participants consisted of female (55.6%), and male (44.4%) patients with an overall mean age of 13.8±2.3 years at admission. During the follow-up period, patients received the diagnosis of isolated ON (n=10), MS (n=7), and acute disseminated encephalomyelitis (n=1). The most common complaints at initial presentations were blurred vision and visual loss. ON was unilateral in 83.7% and bilateral in 16.7% of the patients. Color vision was initially impaired in 11 of 18 patients. Cranial magnetic resonance imaging (MRI), orbital MRI and spinal MRI revealed demyelinating lesions at different rates.
Conclusion: It is crucial to consider ON as one of the potential causes of vision loss in patients. The possibility of other demyelinating diseases, including MS, which can be present or may develop in patients with ON either during the initial presentation or follow-up should be kept in mind.
Abstract | Full Text PDF

10.Prevalence and Risk Factors of Iron Deficiency Anemia in Children with Atopic Dermatitis
Mahir Serbes, Elif Güler Kazancı
doi: 10.4274/jbuch.galenos.2024.68693  Pages 48 - 55
Amaç: Alerjik gıdalardan kaçınma, kronik enflamasyon ve immünsüpresif ilaç kullanımı atopik dermatitte (AD) anemi ile ilişkili faktörlerdir. Bu çalışmada AD’li çocuklarda demir eksikliği anemisi (DEA) sıklığını ve bu sıklığa etki eden komorbid risk faktörlerini araştırmayı amaçladık.
Yöntem: Mayıs 2019’dan Ekim 2019’a kadar Sivas Numune Devlet Hastanesi'nde 0-6 yaş arası AD’li 100 çocuk (hasta grubu) ve aynı yaş grubunda AD’si olmayan 100 sağlıklı çocuğun (kontrol grubu) tıbbi kayıtları geriye dönük olarak analiz edildi.
Bulgular: Çalışmamızda AD’li çocuklarda DEA sıklığı (%15), sağlıklı çocuklara (%5) göre anlamlı olarak yüksekti (p<0,001). AD’nin erken başlangıcı, artmış SCORAD şiddeti, eşlik eden gıda duyarlılığı, özellikle çoklu gıda duyarlılığı, astım, deri enfeksiyonu, 6 aydan uzun süre emzirme ve çoklu atopik hastalık tanısı, AD’li çocuklarda daha yüksek DEA sıklığı ile ilişkilendirildi. Oysa saman nezlesi, ailede atopi öyküsü, sigara dumanına maruz kalma, geniş aile büyüklüğü, akrabalık ve ebeveynlerin sosyoekonomik düzeyi, AD’li çocuklarda daha yüksek DEA sıklığı ile anlamlı bir şekilde bağlantılı değildi.
Sonuç: AD’li çocuklarda DEA prevalansı sağlıklı çocuklara göre anlamlı olarak yüksek bulundu. Bu nedenle, AD’li çocuklarda DEA için tarama ve izleme konusunda klinisyen farkındalığının artırılması, AD hastalık yükünün en aza indirilmesi için esastır. Gelecekte bu ilişkiyi ve etkileyen faktörleri araştırmak için daha kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.
Objective: Refraining from intake of allergic foods, chronic inflammation and immunosuppressive drug use are factors associated with anemia in atopic dermatitis (AD). In this study, we aimed to investigate the frequency of iron deficiency anemia (IDA) and comorbid risk factors affecting this frequency in children with AD.
Method: The medical records of 100 children aged 0-6 years with AD (patient group) and 100 healthy children of the same age group without AD (control group) were treated in Sivas Numune State Hospital from May 2019 to October 2019 were retrospectively analyzed.
Results: In our study, the frequency of AD in children with AD (15%) was significantly higher than in healthy children (5%) (p<0.001). Early-onset AD, increased SCORAD severity index scores, concomitant food sensitivities, especially multiple food sensitivities, asthma, skin infection, breastfeeding for more than 6 months and presence of multiple atopic conditions were associated with a higher frequency of AD in children with AD. However, hay fever, family history of atopy, exposure to cigarette smoke, large family size, consanguinity and parental socioeconomic status were not significantly associated with a higher prevalence of AD in children with AD.
Conclusion: The prevalence of AD was significantly higher in children with AD compared to healthy children. Therefore, improving clinicians’ self awareness of screening and monitoring for AD in children with AD is essential to minimize the burden of AD disease. More comprehensive further studies are needed to investigate the link between IDA and AD and relevant influencing factors.
Abstract | Full Text PDF

11.Clinical and Laboratory Features of Culture-positive Neonatal Sepsis: A 5-year Single-center Experience at Tertiary Neonatal Intensive Care Unit in Turkey
Mustafa Aydın, Işılay Özeren, Ayşen Orman, Samet Benli, Nilay Hakan, Erdal Taşkın
doi: 10.4274/jbuch.galenos.2024.34032  Pages 56 - 64
Amaç: Neonatal sepsis yenidoğanda, özellikle de düşük doğum ağırlıklı prematüre bebeklerde önemli bir mortalite ve morbidite nedenidir. Bu çalışmada kültür pozitif neonatal sepsisli hastaların klinik ve laboratuvar özelliklerinin araştırılması amaçlandı.
Yöntem: Ocak 2013 ile Aralık 2017 tarihleri arasında hastanemizde yatan 4241 hasta arasında kültür pozitif sepsis tanısı alan 233 yenidoğan bebeğin tıbbi kayıtları incelendi. Bu hastaların demografik ve klinik verileri geriye dönük olarak kaydedildi.
Bulgular: Hastaların çoğunluğunu ileri derecede ve orta derecede prematüre bebekler oluşturmaktaydı (%39,1 vs. %11,6). Bunların %74,2’sinde invaziv mekanik ventilasyon, %26,9’unda santral kateterizasyon öyküsü vardı. En çok izole edilen patojenler (%56,2) Gram-negatif bakteriler, özellikle Klebsiella pneumoniae (n=67, %28,8) idi. Post-hoc analizi Gram-pozitif ve Gram-negatif bakteriler ile mantarlar arasında lökopeni yönünden istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğunu (sırasıyla %12,3, %16,8 ve %17,2) gösterdi (p=0,021). Lökopeni gelişen hastalarda (n=36, %15,5) ölüm oranı, lökositoz gelişen hastalara (n=50, %21,5) göre daha yüksekti (%72,2 vs. %50, p<0,001). Total parenteral beslenme süresinin mortalite açısından anlamlı risk faktörü olduğu belirlendi (p=0,015).
Sonuç: Uzun süreli parenteral beslenme, düşük doğum ağırlıklı ve septik yenidoğanlarda mortalite açısından önemli bir risk faktörüdür. Lökopeni ve nötropeni gelişen septik yenidoğanlarda ölüm oranının daha yüksek olması dikkat çekicidir.
Objective: Neonatal sepsis is an important cause of neonatal mortality and morbidity, especially in low birth-weight premature babies. This study aimed to examine the clinical and laboratory features of cases with culture-positive neonatal sepsis.
Method: Medical records of 233 newborn infants with culture-positive sepsis among 4241 hospitalized patients between January 2013 and December 2017 were reviewed. Demographic and clinical data of these patients were retrospectively recorded.
Results: The majority of patients was extremely and moderately preterm infants (39.1% vs. 11.6%). These patients had a history of invasive mechanical ventilation (74.2%) or central catheterization (26.9%). The mostly isolated pathogens (56.2%) were Gram-negative bacteria, especially Klebsiella pneumoniae in 67 (28.8%) cases. Post-hoc test showed a statistically significant difference in the incidence rates of leukopenia between patients infected with Gram-positive, Gram-negative bacteria and fungi (12.3%, 16.8% and 17.2%, respectively) (p=0.021). Patients who developed leukopenia (n=36, 15.5%) had a higher mortality rate compared to those with leukocytosis (n=50, 21.5%) (72.2% vs. 50%, p<0.001). The duration of total parenteral nutrition was found to be a significant risk factor in terms of mortality (p=0.015).
Conclusion: Prolonged parenteral nutrition is an important risk factor for mortality in low-birth weight newborns and those with sepsis. It is noteworthy that the mortality rate is higher in newborns with sepsis who developed leukopenia and neutropenia.
Abstract | Full Text PDF

CASE REPORT
12.A New Potential Threat for Nosocomial Infections: Cupriavidus metallidurans as a Cause of Bacteremia in Children
Fahri Yüce Ayhan, Utku Karaarslan, Mustafa Gülderen, Özgen Alpay Özbek, Aybüke Akaslan Kara, Gizem Güner Özenen, Hasan Ağın
doi: 10.4274/jbuch.galenos.2024.35492  Pages 65 - 68
Enfeksiyon etkeni olarak sık rastlanmayan ancak klinik örneklerde çevresel kökenli mikroorganizmaların soyutlandığı hastane enfeksiyonlarında, saptanan mikroorganizmanın kolonizasyon mu yoksa enfeksiyon etkeni mi olduğu konusundaki ayrımın güçlüğü hem mikrobiyologlar hem de klinisyenler yönünden başa çıkılması zor bir durum yaratır. Bakteriyemi olgularında çevresel kökenli mikroorganizmalara ilişkin artan bildirimler bu etkenlerin hastane enfeksiyonlarındaki önemini ortaya koymaktadır. Giderek daha çok sayıda Bakteriyemi olgusunda Cupriavidus türlerinin soyutlanması, su ve toprakta bulunan bu Gram-negatif çomakların hastane enfeksiyonları yönünden dikkate alınması gerektiğini düşündürmektedir. Bu çalışmada iki olguda kan kültürlerinden soyutlanan Cupriavidus metallidurans kökenlerinin özellikleri ve hastane enfeksiyonundaki rolleri ele alınmaktadır.
Hospital infections associated with uncommon pathogens usually originated from environmental sources and are challenging for microbiologists and clinicians because of the difficulties in the differentiation of colonization vs infection. Increasing reports of bacteremia caused by environmental pathogens point out their importance in hospital infections. The increasing number of case reports of bacteremia due to Cupriavidus spp., impose to consider these unusual microorganisms which are aerobic Gram-negative rods that live in soil and water. In this report, we present two cases of bacteremia in which Cupriavidus metallidurans were isolated from blood cultures and discuss the roles of the isolates in hospital infection.
Abstract | Full Text PDF

LETTER TO THE EDITOR
13.Children’s Rights in the Turkish Healthcare System
Pınar Ayvat
doi: 10.4274/jbuch.galenos.2024.88886  Pages 69 - 70
Abstract | Full Text PDF