Volume: 46  Issue: 5 - 2016
Hide Abstracts | << Back
1.Long term results of small incision lenticule extraction in high myopia
Yusuf Yıldırım, Cengiz Alagöz, Abdülvahit Demir, Onur Ölçücü, Mehmet Özveren, Alper Ağca, Engin Bilge Özgürhan, Ahmet Demirok
Pages 200 - 204
Amaç: Yüksek myopi tedavisinde küçük kesiden lentikül çıkarılması (SMILE) işleminin iki yıllık sonuçlarını değerlendirmek
Gereç ve Yöntem: Ortalama sferik eşdeğer değeri -7,10±0,95 D olan ve tek bir cerrah tarafından rutin SMILE işlemi uygulanmış 35 hastanın 45 gözü çalışmaya dahil edildi ve 2 yıllık takibi içeren dosyalar retrospektif olarak tarandı. SMILE cerrahileri Visumax femtosaniye lazer cihazı (Carl Zeiss Meditec, Jena, Germany) ile gerçekleştirildi. Cerrahi sonrası takipler 1, 6, 12 ve 24. aylarda yapıldı. Çalışma kapsamında düzeltmesiz (GK) ve en iyi düzeltilmiş görme keskinlikleri (DGK), korneal wavefront ölçümlerinin verileri ve tüm komplikasyonlar kaydedildi.
Bulgular: Cerrahi sonrası 24. ayda, emetropi hedeflenen hastaların %86’sı 20/20 ve üzeri görme keskinliğine sahipti. Gözlerin %2’si DGK’da 1 sıra kaybederken, %32’si 1 sıra kazanmıştı. 2 yıllık takip sonrası ortalama sferik eşdeğer değeri -0,30±0,50 D olarak saptandı. Korneanın yüksek sıralı aberasyonlarının toplamı 0,43 µm’den 12. ay sonunda 0,92 μm’ye yükselmişti. Bir hastanın bir gözünde korneal ara yüzeyde metalik yabancı cisimler saptanmıştır ancak bunlar görme keskinliğinde azalmaya sebep olmamıştır.

Sonuç: Yüksek myopinin tedavisinde SMILE cerrahisinin 2 yıllık takibinin sonuçları güvenli ve etkili bir tedavi seçeneği olduğunu göstermektedir. Bu cerrahi yüksek sıralı aberasyonlarda orta düzeyde bir artışa sebep olmuştur.
Objectives: To evaluate two-year results of the small incision lenticule extraction (SMILE) for correction of high myopia.
Materials and Methods: Forty-five eyes of 35 patients with spherical equivalent of -7.10±0.95 D who underwent routine SMILE by a single surgeon were retrospectively followed-up for 2 years. SMILE was performed with a Visumax femtosecond laser (Carl Zeiss Meditec, Jena, Germany). Follow-up intervals were at 1st, 6th, 12th, and 24th months after surgery. We obtained following parameters: uncorrected and best corrected distance visual acuity and corneal wavefront measurements. We also recorded all complications.
Results: After 2 years, 86% of eyes with plano target had an uncorrected distant visual acuity (UDVA) of 20/20 or better. Two percent of eyes lost 1 line of corrected distant visual acuity (CDVA), while 32 % gained 1 line. The mean spherical equivalant (SE) after 2 years was -0.30±0.50 D. Corneal total high-order aberrations increased from 0.43 to 0.92 μm at postoperative 12th month. There were metallic foreign bodies at the corneal interface in 1 eye of 1 patient which cause no decrease in visual acuity.
Conclusion: SMILE for high myopia seems safe and effective in light of two-year follow-up results. The process caused a moderate increase in high order aberrations.
Abstract

2.Posterior Capsular Opacification In Pediatric Cataract Cases In Pre-School And School Age Without Posterior Capsulotomy
Muhammed Batur, Adem Gül, Erbil Seven, Ertuğrul Can, Tekin Yaşar
Pages 205 - 208
AMAÇ: Arka kapsülotomi ve ön vitrektomi yapılmadan katarakt cerrahisi yapılan okul öncesi ve okul çağı pediatrik hastalarımızın arka kapsül kesafeti (AKK) gelişme durumunu değerlendirmeyi amaçladık.

GEREÇ-YÖNTEM: Pediatrik katarakt nedeniyle ameliyat olup göz içi lens implantasyonu yapılan 21 hastanın 30 gözüne ait kayıtlar retrospektif olarak incelendi. Olguların yaşı, AKK gelişme durumu, zamanı, optik aksı kapatma durumuna göre Nd: YAG lazer ihtiyacı ve takip süreleri kaydedildi.

BULGULAR: Hastaların ortalama yaşı 7,6±2,83 (4-12) yıl idi. On iki (%57,14) hastanın tek gözüne, 9 hastanın (%42,86) her iki gözüne katarakt ameliyatı ve göz içi lensi implantasyonu uygulandı. Ortalama takip süresi 17,7±22,67 (3-83) ay idi. Yirmi bir (%70) gözde AKK gelişti, bunlardan 15 (%50) gözde Nd: YAG lazer ile arka kapsülotomi gerektirecek düzeyde optik aksı kapatmaktaydı. Ameliyat sonrası AKK gelişme ortalama süresi 8,91±18,7 (1 hafta-71 ay) ay idi.

SONUÇ: Okul öncesi ve okul çağı pediatrik kataraktlarda cerrahi tecrübe de göz önüne alınarak hastanın özelliklerine göre katarakt ekstraksiyonu ile aynı seansta arka kapsülotomi (ve ön vitrektomi) kararının verilmesinin uygun olduğunu düşünüyoruz.
PURPOSE: We aimed to evaluate development of posterior capsular opacification (PCO) in pre-school and school age children with cataract formation whom performing cataract surgery patients without posterior capsulotomy and anterior vitrectomy.

MATERIAL AND METHODS: The records of 30 eyes of 21 patients who were operated for pediatric cataract surgery and intraocular lens (IOL) implantation were retrospectively reviewed. Age of patients, status and duration of PCO development, status of visual axis covering, requirement for Nd: YAG laser treatment and follow-up period were recorded.

RESULTS: The mean age of the patients was 7.6±2.83 (4-12) years. Unilateral cataract surgery and IOL implantation were performed in 12 patients (57.14%) and bilateral cataract surgery and IOL implantation were performed in 9 patients (42.86%). Average follow-up was 17.7±22.67 (3-83) months. PCO developed in 21 eyes (70%) and covered visual axis in 15 eyes. Therefore Nd: YAG laser posterior capsulotomy was needed in 15 (50%) eyes. The mean duration of postoperative PCO development was 8.91±18.7 (1 week-71 months) months.

CONCLUSION: In pre-school and school age children with cataract, we believe that is appropriate deciding to perform both of cataract surgery and posterior capsulotomy with anterior vitrectomy in the same session by considering surgery experience.
Abstract

3.Bed-side diode-laser photocoagulation under remifentanil analgesia for retinopathy of prematurity: Early structural outcomes
Mehmet Ali Şekeroğlu, Emre Hekimoğlu, Beyza Özcan, Ahmet Yağmur Baş, Nihal Demirel, Jale Karakaya
Pages 209 - 214
Amaç
Prematüre retinopatisi nedeniyle remifentanil analjezisi altında yatak başı lazer fotokoagülasyon uygulanan prematüre bebeklerin birinci yıldaki anatomik sonuçlarını ortaya koymak ve bu sonucu etkileyebilecek risk faktörlerini tartışmak amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem
Prematüre retinopatisi tanısıyla yenidoğan yoğun bakım ünitesinde remifentanil analjezisi altında transpupiller diod lazer fotokoagülasyon uygulanan prematüre bebeklerin kayıtları retrospektif olarak incelenerek bebeklerin klinik ve demografik özellikleri, eşlik eden sistemik risk faktörleri, lazer parametreleri, tedavi komplikasyonları, tekrar tedavi sıklığı ve bir yıl sonundaki anatomik sonuçlar kaydedildi.
Bulgular
Çalışmaya ortalama gestasyonel yaşı 27.4±2.2 (23-34) hafta ve doğum ağırlığı 991.7±277.4 (570-2250) gr olan 99 bebeğin (59 erkek, 40 kız) 195 gözü dahil edildi. Gözlerin %66,2’sine yüksek riskli eşik öncesi hastalık, %15,4’üne agresif posterior prematüre retinopatisi, ve %18,4’üne eşik hastalık nedeniyle lazer uygulandı. Ortalama lazer spot sayısı 1510,4±842,1 idi. Lazer sonrasında iki hastada görülen küçük lens opasiteleri ve bir hastada görülen korneal opasite dışında ön segment komplikasyonu izlenmedi. Üç hastada tekrar lazer tedavisi uygulanırken, 6 hastanın birer gözüne retina dekolmanı nedeniyle vitreoretinal cerrahi uygulandı. Bir yıllık takipte 189 gözde (%96,9) iyi anatomik sonuç elde edildi. Agresif posterior prematüre retinopatisi (p=0,001), gecikmiş lazer tedavisi (evre 4a) (p=0,001) ve tedavi öncesi dönemde iris damarlarında dilatasyon ve kıvrımlanma artışı (p=0,002) ile tunika vasküloza lentis (p=0,009) gibi anormal ön segment bulgularının varlığı olumsuz anatomik sonuç için istatistiksel olarak anlamlı risk faktörleri idi.
Sonuç
Remifentanil analjezisi altında zamanında ve doğru şekilde yapılan yatak başı transpupiller diod lazer fotokoagulasyon tedavisi etkili ve güvenli bir yöntem olup görmeyi tehdit eden retina dekolmanı ve vitreoretinal cerrahi ihtiyacını azaltabilmektedir.
Objectives
To evaluate one-year structural outcomes of bed-side diode laser photocoagulation with remifentanil analgesia for retinopathy of prematurity (ROP) and discuss clinical and demographic characteristics of infants and other possible risk factors that may affect the outcome.
Materials and Methods
The medical records of premature infants who were treated with bed-side transpupillary diode laser photocoagulation under remifentanil analgesia for ROP were evaluated for clinical and demographic characteristics, accompanying systemic risk factors, laser parameters, complications of treatment, retreatment rate and one-year structural outcomes.
Results
One-hundred and ninety-five eyes of 99 infants (59 males, 40 females) were recruited for the study. The mean gestational age and birth weight were 27.4±2.3 weeks (23-34) and 1003.3±297.8 g (570-2250), consecutively. Laser was performed for high risk pretreshold ROP in 66.2% of eyes, agressive posterior ROP (APROP) in 15.4% and treshold ROP in 18.4%. The mean number of laser spots were 1510.4±842.1 per laser session. No adverse effects of laser photocoagulaton were observed except small lens opacities in two eyes and corneal opacity in one eye. Retreatment was needed in only three eyes, and vitreoretinal surgery was needed in six eyes of six patients despite laser treatment. Anatomic outcome was fovarable in 189 eyes (96.9%) at the end of a 1-year follow-up. Presence of dilated and tortuous iris vessels (p=0.002) and tunica vasculosa lentis (p=0.009) along with type of ROP (APROP and stage 4a ROP at initial presentation) (p=0.001) were associated with poor anatomical outcome.
Conclusion
Accurate and timely bed-side transpupilary diode-laser photocoagulation under remifentanil analgesia is an effective and safe treatment modality, and may prevent vision threatening retinal detachment and reduce the need for vitreoretinal surgery.
Abstract

4.Clinical Features and Course of Patients With Peripheral Exudative Hemorrhagic Chorioretinopathy
Zafer Cebeci, Yasemin Dere, Şerife Bayraktar, Samuray Tuncer, Nur Kır
Pages 215 - 220
Amaç: Periferik eksüdatif hemorajik koryoretinopati (PEHK) tanısı konularak kliniğimizde takip edilen hastaların klinik özelliklerini değerlendirmektir.
Gereç ve yöntem: İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalında Temmuz 2006 ile Haziran 2014 tarihleri arasında PEHK tanısı ile takip ettiğimiz 12 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Çalışmaya 12 hastanın 21 gözü alındı. Hastaların 4’ü (% 33.3) erkek, 8’i (% 66.7) kadındı ve yaşları 73 ile 89 arasında değişmekteydi. Hastalardan 8’i (% 66.7) koroidal kitle tanısı tarafımıza sevk edilmişti. Üç hastada unilateral, 9 hastada bilateral tutulum saptandı. Tüm gözlerde temporal kadranda tutulum gözlendi. On beş (%71.4) gözde subretinal hemoraji ve hemorajik/seröz RPE dekolmanı, 11 (%52.4) gözde lipid eksüdasyonu, 5 (%23.8) gözde kronik RPE değişimleri, 2 (%9.5) gözde subretinal fibrozis, 1 (%4.8) gözde vitre içi hemoraji görüldü. On bir (%52.4) gözde drusen, 2 (%9.5) gözde coğrafik atrofi, 2 (%9.5) gözde KNV skarı PEHK’e eşlik etmekteydi. Bir hastada her iki gözde periferik lezyonların makulayı tehdit etmesinden dolayı, bir hastada bilateral makula ödemi nedeniyle ve bir hastada ise vitre içi hemoraji nedeni ile tedavi uygulandı. Geri kalan gözlerde periferik lezyonların makulayı tehdit etmemesi nedeni ile tedavisiz takip edildi ve takiplerde lezyonlarda ilerleme saptanmadı.
Sonuç: Periferik eksüdatif hemorajik koryoretinopati, ileri yaşta görülen periferik retinanın dejeneratif bir hastalığıdır ve yaşa bağlı makula dejeneransı (YBMD) bulguları da eşlik edebilmektedir. Özellikle YBMD bulguları olan hastalarda, periferik retinanın PEHK lezyonları açısından dikkatli değerlendirilmesi gerekmektedir.
Background: To evaluate the clinical characteristics of patients who were followed-up in our clinic with the diagnosis of peripheral exudative hemorrhagic chorioretinopathy (PEHC).
Materials and methods: Medical records of 12 patients who were diagnosed as PEHC in Istanbul University Istanbul Faculty of Medicine Ophthalmology Department between July 2006 and June 2014 were reviewed retrospectively.
Results: This study included 21 eyes of 12 patients. Four (33.3%) of the patients were male and 8 (66.7%) were female and ages ranged between 73 and 89 years. Eight (66.7%) of the patients were referred us with the diagnosis of choroidal mass. Unilateral involvement was found in 3 and bilateral involvement in 9 patients. Temporal quadrants were involved in all eyes. Fifteen (71.4%) eyes had subretinal hemorrhage and hemorrhagic/serous retinal pigment epithelium (RPE) detachment, 11 (52.4%) had lipid exudation, 5 (23.8%) had chronic RPE alterations, 2 (9.5%) had subretinal fibrosis and 1 (4.8%) with vitreous hemorrhage. Drusen was accompanied to PEHC lesions in 11 (52.4%) eyes, geographic atrophy in 2 (9.5%) eyes, choroidal neovascularization scar in 2 (9.5%) eyes. Treatment was done in both eyes of a patient for lesions which threatens the macula, in a patient with bilateral macular edema and in a patient with vitreous hemorrhage. Remain of the eyes were followed-up without any treatment because they did not threaten the macula and they showed no progression during the follow-up.
Conclusion: Peripheral exudative hemorrhagic chorioretinopathy is a degenerative disease of peripheral retina that is seen in older ages and age-related macular degeneration (AMD) findings can accompany to this pathology. Especially in patients with AMD findings, peripheral retina must be evaluated carefully for existing PEHC lesions.
Abstract

5.The efficacy of intravitreal bevacizumab in vitreous hemorrhage of diabetic subjects
Cengiz Alagöz, Yusuf Yıldırım, Murat Kocamaz, Ökkeş Baz, Uğur Çiçek, Burcu Çelik, Halil İbrahim Demirkale, Ahmet Taylan Yazıcı, Muhittin Taşkapılı
Pages 221 - 225
Amaç: Proliferatif diyabetik retinopatiye bağlı gelişen vitreus hemorajisinin (VH) çekilmesinde intravitreal bevacizumab’ın (İVB) etkinliğini değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem: Proliferatif diyabetik retinopati nedeni ile VH gelişen 70 hastanın (43 erkek, ortalama yaş 55.6±12.2 yıl) 70 gözü geriye dönük olarak değerlendirildi. Hastaların demografik özellikleri, başlangıç ve sonuç bulguları ile yapılan girişimler kaydedildi. İVB enjeksiyonu yapılarak takip edilen olgular (Grup 1, N=29) ile İVB yapılmadan takip edilen olgular (Grup 2, N=41) VH temizlenme zamanı ve cerrahiye gitme oranı açısından kıyaslandı.
Bulgular: Ortalama takip süresi Grup 1’de 14.5±6.1 ay ve Grup 2’de 18.4±9.6 ay idi (p=0.185). Ortalama görme keskinliği başlangıçta ve son muayenede iki grup arasında benzer bulundu (tümü için p>0.05). Grup 1’de % 86 olguya, Grup 2’de ise % 58 olguya ilk 1 ay içerisinde panretinal fotokoagülasyon uygulanabildi (p=0.016). VH temizlenme zamanı iki grupta farklı değildi (Grup 1’de 2.3±2.1 ay ve Grup 2’de 3.4±2.6 ay, p=0.146). Cerrahi gerektiren olgu sayısı Grup 1’de 7 (% 24.1) iken Grup 2’de 20 (%48.8 ) idi (p=0.048).
Sonuç: Proliferatif diyabetik retinopatiye bağlı VH gelişen olgularda intravitreal bevacizumab sonuç görme keskinliğini etkilemese de cerrahiye olan gereksinimin az olması ve erken dönemde panretinal fotokoagülasyon yapılabilen olgu sayısının daha fazla olması açısından etkili bulunmuştur.
Objectives: To evaluate the efficacy of intravitreal bevacizumab in the resolution of vitreous hemorrhage (VH) secondary to proliferative diabetic retinopathy (PDR).
Material and Methods: Seventy eyes of 70 patients (43 male, mean age 55.6±12.2 years) diagnosed to have VH secondary to PDR were evaluated retrospectively. Demographic characteristics of the patients, baseline and final clinical results, and the interventions the patients were subject to were recorded. The patients who received IVB injections (Group 1, n = 29) were compared to those who did not receive injections (Group 2, n = 41) for VH clearance time and rate of surgery.
Results: The mean follow-up time was 14.5±6.1 months in Group 1 and 18.4±9.6 months in Group 2 (p=0.185). The mean visual acuity was similar between the groups at baseline and at the last visit (for all p>0.05). Panretinal photocoagulation could be applied in 86% of subjects in Group 1 and in 58 % in Group 2 within one month (p=0.016). VH clearance time was not different between the groups (2.3±2.1 months in Group 1 and 3.4±2.6 months in Group 2, p=0.146). The number of subjects requiring surgery was 7 (24%) in Group 1 and 20 (%48.8) in Group 2 (p=0.048).
Conclusion: Intravitreal bevacizumab was found efficient in cases with VH secondary to PDR in terms of reducing the need for surgery and increasing the rate of subjects to whom panretinal photocoagulation could be applied in the early period, although no impact was present on final visual acuity.
Abstract

6.Evaluation of follow-up and treatment results in Coats disease
Zafer Cebeci, Şerife Bayraktar, Yusuf Cem Yılmaz, Samuray Tuncer, Nur Kır
Pages 226 - 231
Amaç: Bu çalışmanın amacı Coats hastalığı tanısı konulan hastaların klinik özellikleri ve takip, tedavi sonuçlarını değerlendirmektir.
Gereç ve yöntem: Kliniğimizde Coats hastalığı tanısı konulan 27 hastanın dosyaları geriye dönük incelendi. Tüm olgulara tam oftalmolojik muayene yapıldı ve fundus fotoğrafları çekildi. Hastaların evreleri ve tedavi şekilleri kaydedildi.
Bulgular: Çalışmaya 27 hastanın 27 gözü dahil edildi. Ortalama yaşı 9.03 yıl olan hastaların 21’i erkek, 6’sı kadın idi. Hastaların üçü 18 yaş üstündeydi. Shield sınıflandırmasına göre; 1 (%3.7) gözde evre 2A, 4 (%14.8) gözde evre 2B, 6 (%22.2) gözde evre 3A1, 3 (%11.1) gözde evre 3A2, 1 (%3.7) gözde evre 3B, 4 (%14.8) gözde evre 4 ve 8 (%29.6) gözde evre 5 saptandı. 14 hastada tedavi uygulandı ve bunların 12’sinde kombine tedavi yapıldı. En sık yapılan tedavi şekli laser fotokoagülasyon ve kriyoterapi idi. Bir hastada skleral band serklaj ve 3 hastada pars plana vitrektomi yapıldı. 5 hastada enükleasyon yapıldı.
Sonuç: Coats hastalığı kronik bir hastalıktır ve ana hedef tekrarlayan kombine tedaviler ile vasküler anomalilerin ve bunlara bağlı komplikasyonların ortadan kaldırılmasıdır. Tedaviler erken evrede fonksiyonel başarıya yol açabilir, daha ilerlemiş hastalıkta ise gözün korunmasına yardımcı olabilmektedir.
Objectives: The aim of this study was to evaluate the clinical features, follow-up and treatment results of patients diagnosed with Coats disease.
Materials and methods: Medical records of 27 patients diagnosed with Coats disease in our clinic were reviewed retrospectively. All patients underwent complete ophthalmological examination and fundus photography was taken. Stages and treatment options were recorded.
Results: Twenty seven eyes of twenty seven patients included in the study. Mean age was 9.06 years and 21 of patients were male and 6 were female. Three patients were older than 18 years old. Based on the Shields classification; 1 (3.7%) eye was stage 2A, 4 (14.8%) eyes were stage 2B, 6 (22.2%) were stage 3A1, 3 (11.1%) were stage 3A2, 1 (3.7%) was stage 3B, 4 (14.8%) were stage 4 and 8 (29.6%) were stage 5. Treatment was done in 14 patients and combined treatment in 12 patients. The most common treatment modalities were laser photocoagulation and cryotherapy. Encircling band was done in one patient and pars plana vitrectomy in 3 patients. Enucleation was done in 5 patients.
Conclusions: Coats disease is a chronic disease and main target is to eliminate the vascular anomalies and their complications with repetetive, combination therapies. Treatment in early stages can lead to a functional success, and in advanced stages leads to a salvagable eye.
Abstract

7.Imaging Methods in the Diagnosis of Optic Disc Drusen
Betül Tuğcu, Hakan Özdemir
Pages 232 - 236
Optik disk druseni (ODD) kalsifik hyalin birikimi ile karakterize optik sinirin iyi huylu konjenital anamolisidir. Yüzeyel yerleşimli ODD’ler fundus muayenesi esnasında kolayca teşhis edilirken, gömülü olanları tespit edebilmek için B - tarama ultrasonografi, fundus flöresein anjiografi (FFA), bilgisayarlı tomografi (BT), fundus otoflöresan (FOF) görüntüleme gibi ek yöntemlere ihtiyaç duyulmaktadır. ODD, ultrasonografide yüksek reflektiviteli yuvarlak yapılar şeklinde tespit edilirler. ODD, FOF’ta, hiper-otoflöresan alanlar bilgisayarlı tomografide beyaz, parlak cisimcikler şeklinde görünürler. FFA, ODD’nin gerçek optik disk ödeminden ayrımında faydalı olabilmektedir. Optik disk ödeminde erken fazda yaygın sızıntıya bağlı hiperflöresans, ODD’de ise geç fazda düzgün sınırlı hiperflöresans görünür. Son yıllarda literatürde optik koherens tomografi (OKT) ile ODD’nin daha detaylı değerlendirildiği ve optik disk ödeminde ayrımında yardımcı bulgular sağladığı bildirilmektedir. Bu derlemede, OKT’nin ODD teşhisindeki yeri literatür eşliğinde irdelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Optik disk druseni, görüntüleme yöntemleri, optik koherens tomografi
Optic disc drusen (ODD) are benign congenital anomaly of the optic nerve and characterized by calcified hyaline bodies. While superficial drusen can be diagnosed easily during fundus examination; in buried drusen, it can be necessary to use additional imaging methods such as B-scan ultrasonography, fundus fluorescein angiography (FFA), computed tomography (CT) and fundus autofluorescence (FAF). ODD can be detected by USG with the presentation of highly reflective round structures. ODD appear as hyper- autofluorescent area on FAF and bright spots on CT scans. FFA can be helpful in differentiating ODD from true optic disc edema. Optic disc edema shows early hyperfluorescence due to diffuse leakage whereas ODD presents as well-defined hyperfluorescence in the late phase. In recent years, it has been reported that with optical coherence tomography (OCT) examination, ODD are evaluated in detail and useful findings are achieved for differentiation of optic disc edema from ODD in literature. In this review, the role of OCT for the diagnosis of ODD is discussed.
Keywords: Optic disc drusen, imaging methods, optical coherence tomography
Abstract

8.Isolated microspherophakia presenting with angle closure glaucoma
Tülay Şimşek, Emrullah Beyazyıldız, Enver Şimşek, Faruk Öztürk
Pages 237 - 240
Her iki gözünde bulanık görme şikayeti ile kliniğimize başvuran 13 yaşındaki bir kız hasta sunulmuştur. Göz muayenesinde yüksek miyopi, küçük sferik kristalin lense bağlı pupiller blok ve açı kapanması glokomu saptandı. Bu olgu sunumunda mikrosferofakili hastalarda glokom tedavi şekilleri tartışılmıştır.
We report a case of 13 year old girl presenting to our clinic with the complaint of blurred vision in her both eyes. Ophthalmic examination revealed high myopia and angle closure glaucoma due to pupillary block caused by small and spherical crystalline lens. Treatment approaches of glaucoma in patients with microspherophakia were discussed in this case report.
Abstract

9.A Case with Lyme Disease Accompanied by Uveitis and White Dot Syndrome
İlkay Kılıç Müftüoğlu, Yonca Aydın Akova, Sirel Gür Güngör
Pages 241 - 243
Bu olgu sunumunda periferal retinal vaskülit, intermediyer üveit ve arka kutupta multifokal beyaz noktaları ile ortaya çıkan bir Lyme hastalığı olgusunu sunmayı amaçladık. Her iki gözünde vitrit ve kartopu opasiteleri olan hastada Lyme hastalığı tanısı klinik, anjiyografik ve labaratuvar bulguları ile kondu. Hastanın fundus floresein anjiyografisinde optik sinirde ve retinal venlerde sızıntı ve bilateral çok sayıda hiperfloresans gösteren odaklar mevcuttu. Hastada uygulanan kombine antibiyotik ve steroid tedavisi ile semptom ve bulgularda belirgin düzelme saptadık. Oftalmologlar üveit ve multifokal beyaz nokta hastalıklarının Lyme hastalığı ile birlikte olabileceğini akılda tutmalıdır.
In this case report we aimed to report a case with Lyme disease presenting as peripheral retinal vasculitis, intermediate uveitis and multifocal white dots in the posterior pole. The diagnosis of Lyme disease was made based on clinical, angiographic and laboratory findings in a patient with vitritis and snowball opacities in both eyes. Fundus fluorescein angiography revealed optic nerve head and retinal veins leakage and bilateral multiple foci which were hyperfluorescent. After the treatment with combination of systemic antibiotics and steroids, patient showed significant relief in symptom and significant improvement in ocular findings. Ophthalmologist should bear in mind that conditions presenting with uveitis and multifocal white dots can be related with Lyme disease.
Abstract

10.Idiopathic Isolated Cilioretinal Artery Occlusion Treated with Hyperbaric Oxygen Therapy
Serdar Aktaş, Osman Murat Uyar, Erol Özer, Hatice Aktaş, Kadir Eltutar
Pages 244 - 247
Silioretinal arter tıkanıklığı (SRAT) çeşitli sistemik hastalıklarla birlikte bildirilmiş nadir bir durumdur. Bu çalışmada, hiperbarik oksijen (HBO) tedavisi ile başarılı olarak tedavi edilen idiopatik izole SRAT olgusu sunulmaktadır. Yirmi altı yaşında erkek hasta, sol gözünde ani ağrısız görme kaybı şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Fundus floresein anjiografide silioretinal arterde tıkanıklık görüldü. Görme alanı incelemesinde sol gözde alt yarıda defekt saptandı. İki hafta süren HBO tedavisi sonrasında görme keskinliği 20/200’den 20/20’a çıktı. Görme alanı defekti kısmen düzeldi.
Cilioretinal artery occlusion (CLRAO) is a rare event; which has been reported in association with various systemic diseases. We report a case of idiopathic isolated CLRAO treated successfully with hyperbaric oxygen (HBO) therapy. A 26-year-old man presented with a sudden, painless visual loss and an inferior hemivisual field defect in the left eye. Fluorescein angiography demonstrated an occluded cilioretinal artery. After 2 weeks of HBO therapy, visual acuity improved from 20/200 to 20/20. The visual field defect improved.
Abstract

11.Tick Infestation of Eyelid: Two Case Reports
Aslıhan Uzun, Mustafa Gök, Murat Doğan İşcanlı
Pages 248 - 250
Göz kapağında kene enfestasyonu Kırım Kongo kanamalı ateşine sebep olabilecek nadir ancak ciddi bir durumdur. Bu çalışmada göz kapağında kene ısırığı ile başvuran iki olgu sunulmuştur. Kene çıkarıldıktan sonra hastaların hiç birinde sistemik hastalık bulgusu veya lokal sekel lezyon gelişmemiştir. Göz kapağında yerleşmiş olan kenelerin mekanik olarak bir bütün şeklinde çıkarılması güvenli ve etkili bir tedavi şeklidir.
Tick infestation on eyelid is a rare but serious condition that can lead to Crimean Congo hemorrhagic fever. In the current study, two cases who presented with tick infestation on eyelid, were reported. None of these patients developed systemic disease or adverse sequelae after tick extraction. Complete mechanical removal of tick located on eyelid with a blunt forceps is a safe and effective treatment method.
Abstract

12.Orbital Eccrine Hidrocystoma
Deniz Marangoz, Işın Doğan Ekici, Ferda Çiftçi
Pages 251 - 254
Yirmidokuz yaşında kadın hasta, sol göz üst kapak medyalinde 4 yıldır giderek büyüyen ağrısız kitle şikayetiyle kliniğimize başvurdu. Kitle üzerinde herhangi bir cilt lezyonu, kapak ödemi, diplopi ya da görsel şikayet bulunmamaktaydı. Oküler muayenesinde, göz hareketleri normaldi, fundus muayenesinde patolojiye rastlanmadı. Sol göz üst kapak medyalinde ağrısız, hareketli kitle palpe edildi. Kontrastlı orbita MR görüntülemesinde 12x8x7mm boyutunda kontrast tutmayan düzgün sınırlı kistik kitle lezyonu saptandı. Kapsül korunarak kitle total eksize edildi ve patolojik inceleme sonucunda ‘ekrin hidrokistoma’ tanısı konuldu. Amacımız, orbita tümörleri ayırıcı tanısında, orbitada nadir görülen ekrin hidrokistomanın da yer alması gerektiğini vurgulamaktır.
Twenty-nine year-old female patient presented with a painless mass on her upper eyelid medially. She noticed 4 years ago and it increased in size over time. No diplopia, no eyelid swelling, no skin lesion overlying the mass and no visual disturbances developed. In ocular examination eye movements and funduscopy were normal. The mass was movable and painless with palpation. MRI with contrast showed a 12x8x7 mm sized well-circumscribed cystic lesion with no contrast dye appearance. Surgically removal was performed delicately, no capsular rupture was occured. Patological examination revealed an eccrine hidrocystoma. Our aim is to underline that ecrine hidrocystoma should be involved in differential diagnosis of the orbital mass.
Abstract