Cilt: 21  Sayı: 2 - 2023
Özetleri Gizle | << Geri
1.
Bir üniversite hastanesi yenidoğan yoğun bakım ünitesi kan kültürlerinden izole edilen etkenler ve antimikrobiyal duyarlılıklarının incelenmesi
Investigation of the agents isolated from the blood cultures of a university hospital neonatal intensive care unit and their antimicrobial susceptibility
Kübra Fırtına Topcu, Mürşit Hasbek, Aslı Çabuk
Sayfa 0
GİRİŞ ve AMAÇ: Neonatal sepsis, çeşitli patojenlerin neden olduğu spesifik olmayan belirti ve semptomlarla karakterize klinik bir sendromdur. Tanısı klinik ve laboratuvar bulgularının birlikte değerlendirilmesi ile konur.Gram pozitif ve Gram negatif bakteriler etyolojide ön planda görülmektedir. Çalışmamızda yenidoğan kan kültürlerinde üreyen mikroorganizma türlerini ve Gram negatif etkenlerin antimikrobiyal duyarlılıklarını değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Geriye dönük 2566 kan kültürü sonucu incelendi. Üremesi olan kan kültür şişelerinden numuneler kanlı agara pasajlandı. Üreyen koloniler maldi-tof ms ile tanımlandı. Tam otomatize cihazda antibiyotik duyarlılık testleri çalışıldı. EUCAST standartlarına göre değerlendirildi.
BULGULAR: Örneklerin %12,1’inde üreme saptandı. Üreme olan hastaların %59,5’i erkekti. Olguların %66’sı term, %53,7’si erken başlangıçlı sepsisti. Olguların %74,6’sı sezaryen ve %59,5’i 2500 gram üstündeydi.Erken ve geç başlangıçlı sepsiste en sık koagülaz negatif stafilokok(KNS) üremesi saptandı.Üreyen etkenler %73,9 KNS, %9 Gram negatif enterik ve nonfermenter basil, %2,9 Gram pozitif basil ve %0,1 mantardı. S.aureus’ların %40’ı metisilin dirençliydi. En fazla antimikrobiyale dirençli saptanan Gram negatif etken Klebsiella spp. idi. Klebsiella spp. izolatları için amikasin %9, ampisilin %100, sefepim %72.7, seftazidim %81.8, gentamisin %81.8, meropenem %9.1 dirençli saptandı. Genişlemiş spektrumlu beta laktamaz %90.9 pozitifti. Acinetobacter spp. izolatları için amikasin %42.8, ampisilin %42.8, gentamisin %42.8, meropenem %42.8 dirençli saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yoğun bakım ünitelerindeki mikroorganizma türleri ve antibiyotik duyarlılıkları zamanla ve klinikler arsında değişkenlik göstermektedir. Sepsis şüphesi ile, henüz kültürle kanıtlanmadan erken dönemde başlanan geniş spektrumlu antimikrobiyaller, kültürde üreme saptandığında etkene özgü dar spektrumlu antimikrobiyaller ile değiştirilebilir, monoterapiye geçilebilir veya tedavi erken sonlandırılabilir. Bu sayede direnç gelişiminin önlenmesine katkı sağlanabilir.
INTRODUCTION: Neonatal sepsis is a clinical syndrome characterized by non-specific signs and symptoms caused by various pathogens.The diagnosis is based on a combination of clinical and laboratory findings.Gram-positive and Gram-negative bacteria are the predominant etiologic agents.In our study,we aimed to evaluate the types of microorganisms grown in neonatal blood cultures and antimicrobial susceptibilities of Gram-negative agents.
METHODS: We retrospectively analyzed 2566 blood culture results.Samples from blood culture bottles with growth were passaged on blood agar.The growing colonies were identified by maldi-tof ms.Antibiotic susceptibility tests were performed on a fully automated device.The results were evaluated according to EUCAST standards.
RESULTS: Growth was detected in 12.1%of the samples.59.5%of the patients with growth were male.66%of the patients were at term and 53.7%had early-onset sepsis.74.6%of the cases were cesarean section and 59.5% were above 2500 grams.Coagulase-negative staphylococci(CNS) were the most common organisms grown in early and late-onset sepsis.73.9% CNS,9% Gram-negative enteric and nonfermentary bacilli,2.9% Gram-positive bacilli and 0.1% fungi were grown.40% of S.aureus were methicillin resistant.The most antimicrobial-resistant Gram-negative agent was Klebsiella spp. Klebsiella spp. isolates were resistant to amikacin 9%,ampicillin 100%,cefepime 72.7%,ceftazidime 81.8%,gentamicin 81.8%,meropenem 9.1%.Extended spectrum beta lactamase was positive in 90.9%.Acinetobacter spp. isolates were resistant to amikacin 42.8%,ampicillin 42.8%,gentamicin 42.8%,meropenem 42.8%.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Microorganism species and antibiotic susceptibilities in intensive care units vary over time and between clinics. Broad-spectrum antimicrobials started early with suspicion of sepsis without culture confirmation can be replaced with agent-specific narrow-spectrum antimicrobials when growth is detected in culture,monotherapy can be switched or treatment can be terminated early.This may contribute to the prevention of resistance development.
Makale Özeti

2.
Çocuk ve Ergenlerde Tip 1 Diyabet Yönetiminde Ebeveynlerin Sağlık Okuryazarlık Düzeylerinin Rolü
The Role of the Health Literacy Levels of Parents in the Management of Type 1 Diabetes in Children and Adolescents
Hatice Mutlu, Elif Söbü, Asan Onder Camas
Sayfa 0
GİRİŞ ve AMAÇ: Sağlık okuryazarlığı, bireylerin kendileri ve başkaları için sağlıkla ilgili kararları ve eylemleri için bilgi ve hizmetleri bulma, anlama ve kullanma becerisine sahip olma derecesidir. Çocuk ve ergenlerde diyabetin regülasyonu aile katılımını ve denetimini gerektiren bir konudur. Bu çalışmada tip 1 diyabetli çocukların glisemik sonuçları ile ebeveynlerinin sağlık okuryazarlık düzeyleri arasındaki ilişki araştırılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmaya en az 6 aydır tip 1 diyabet tanısı ile takipli, 2-18 yaş arası 103 çocuğun ebeveynleri katılmıştır. Katılımcıların sağlık okuryazarlık düzeyleri ile sosyodemografik verileri ve çocuklarının glisemik kontrol sonuçları arasındaki ilişkiler incelenmiştir.
BULGULAR: Çalışmamızda anne-baba eğitim durumuna göre ve ketoasidoz nedeniyle hastaneye yatış sayısına göre TSOY-32 puanları anlamlı farklılık gösteriyordu (p=0,045, p=0,039). Yaşları 2-10 yaş arasında değişen gruptaki çocukların ebeveynlerinde HbA1c ile TSOY-32 arasında negatif ve istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardı (rho=-0,275; p=0,046). Yaşı 10 ve üzeri olan çocuklarda ise HbA1c ile TSOY-32 arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmadı (rho=-0,098; p=0,497). Aylık gelir düzeyleri (gelir giderden az, gelir eşittir gider, gelir giderden fazla) ile HbA1c değerleri ve düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p: 0,149).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızın sonuçları tip 1 diyabetli çocukların glisemik sonuçlarında ebeveynlerin sağlık okuryazarlığının rolünü ve önemini vurgulamıştır. Etkili diyabet yönetimi için ebeveynlerin sağlık okuryazarlık düzeyleri değerlendirilmeli ve desteklenmelidir.
INTRODUCTION: Health literacy is defined as the extent to which individuals can find, understand, and utilize information and amenities to inform health-related decisions and actions for themselves and others. Diabetes regulation in children and adolescents is an issue that requires family participation and supervision. This study was conducted to investigate the relationship between the glycemic outcomes of children diagnosed with type 1 diabetes and the health literacy levels of their parents.
METHODS: Parents of 103 children aged 2-18 years who were given the diagnosis of type 1 diabetes at least 6 months ago participated in this study. The relationships between the health literacy levels of the participants and their sociodemographic data and the glycemic control results of their children were investigated.
RESULTS: In our study, TSOY-32 scores differed significantly based on the educational statuses of the parents (p=0.045) and according to the number of hospitalizations due to ketoacidosis (p=0.039). There was a negative and statistically significant relationship between HbA1c and TSOY-32 in the parents of children in the 2-10 age group (rho=-0.275; p=0.046). On the other hand, no statistically significant relationship was identified between HbA1c and TSOY-32 in the group concerning children over 10 years of age (rho=-0.098; p=0.497). There was no statistically significant difference between monthly income levels (income less than expenses, income equals expenses, income more than expenses) and HbA1c values and levels (p: 0.149).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The data collected in this study highlighted the role and importance of parental health literacy levels in the glycemic control-related outcomes of children with type 1 diabetes. The health literacy levels of parents should be evaluated and supported for effective diabetes management.
Makale Özeti

3.
Çocuklarda artmış B12 vitamini düzeylerinin değerlendirilmesi: Klinik olarak anlamlı mı?
Evaluation of increased vitamin B12 levels in children: Is it clinically significant?
Özlem Akbulut, Fatma Burcu Belen-apak, Tuğçe Şençelikel
Sayfa 0
GİRİŞ ve AMAÇ: Çocuklarda artmış serum kobalamin (B12 vitamini) düzeylerinin altında yatan etiyoloji tam olarak bilinmemektedir. Erişkinlerde yaygın olarak otoimmün ve malign hastalıklarla bağlantılı olmasına rağmen, pediatrik hastalarda artmış B12 vitamini düzeyleri için tanısal bir yaklaşım yoktur. Çalışmamızda çocuk hastalarda yüksek vitamin B12 düzeylerinin etiyolojisini araştırarak tanısal yaklaşıma katkı sağlamayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif kohort çalışmada, yaşları 0-18 yaş arasında değişen, vitamin B12 düzeyi ≥600 pg/ml olan 68 hasta (47 kadın, 21 erkek) değerlendirildi. Hastalar vitamin B12 düzeylerine göre üç grupta (Grup-1; 600-799 pg/ml, Grup-2; 800-999 pg/ml, Grup-3; ≥1000 pg/ml) incelendi ve vitamin B12 düzeylerinin yükselmesinin altında yatan nedenler belgelendi.
BULGULAR: Hastaların medyan yaşı 39 (4-214, minimum-maksimum) aydı. Başvuru şikayetleri, fizik ve laboratuvar bulguları karşılaştırıldığında 3 grup arasında anlamlı fark yoktu. B12 vitamini düzeylerinin yükselmesinin etiyolojik faktörlerini incelediğimizde; Hastaların %70,6'sında 'idiyopatik', %11,8'inde 'besinsel protein alımı', %10,3'ünde 'otoimmün hastalık' ve %7,4'ünde 'malignite' olarak belirlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu sonuçlar, vitamin B12 düzeylerinin yükselmesinin en yaygın etiyolojisinin idiyopatik olmasına rağmen; bununla birlikte, otoimmünite veya malignitenin bir yansıması da olabilir. Çocuklarda artmış B12 vitamini düzeyleri için tanısal yaklaşım algoritmaları ileri çalışmalar ışığında geliştirilmelidir.
INTRODUCTION: The underlying etiology of increased serum cobalamin (vitamin B12) levels in children is not fully documented. Despite it is commonly linked to autoimmune and malignant diseases in adults, there is no diagnostic algorithm in pediatric patients for increased vitamin B12 levels. In our study, we aimed to contribute to the diagnostic approach by investigating the etiology of high vitamin B12 levels in pediatric patients.
METHODS: In this retrospective cohort study, 68 patients (47 women, 21 men) aged 0-18 years with a vitamin B12 level ≥600 pg/ml were evaluated. The patients were analyzed in three groups (Group-1; 600-799 pg/ml, Group-2; 800-999 pg/ml, Group-3; ≥1000 pg/ml) according to their vitamin B12 levels and etiologies underlying increased vitamin B12 levels were documented.
RESULTS: The median age of the patients was 39 (4-214, minimum-maximum) months. When the complaints at admission, physical and laboratory findings were compared, there was no significant difference between the three groups. When we examined the etiological factors of increased vitamin B12 levels; It was determined as 'idiopathic' in 70.6% of the patients, 'nutritional protein intake' in 11.8%, 'autoimmune disease' in 10.3%, and 'malignancy' in 7.4%.
DISCUSSION AND CONCLUSION: These results indicate that although the most common etiology of elevated vitamin B12 levels is idiopathic; however, it may also be a reflection of autoimmunity or malignancy. Diagnostic approach algorithms for increased vitamin B12 levels in children should be developed in the light of further studies.
Makale Özeti

4.
0-6 Yaş Çocukların Gelişim Düzeyleri ve Etki Eden Faktörler
The Developmental Levels of 0-6 Year Old Children and Affecting Factors
Metin Pıçakçıefe, Onur Muhammet Vatandaş, Hande Aytaç, Raziye Ülkü Kıcalı, Şeyma Ata
Sayfa 0
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada 0-6 yaş arası çocukların Denver-2 ile gelişimlerini değerlendirmeyi ve sonuçları etkileyen faktörleri incelemeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Sürveyans verisinin analiz edildiği, tanımlayıcı ve retrospektif tipteki çalışmanın evrenini bir ilçe sağlık müdürlüğü sağlıklı hayat merkezine başvuran 391 çocuk oluşturmuştur. Verilerin analizinde SPSS 22.0 paket programı kullanılmıştır. Verinin değerlendirilmesinde ANOVA, Kruskal Wallis, Fisher’in Kesin Testi, Pearson Ki-kare kullanılmış, p<0,05 anlamlılık sınırı kabul edilmiştir.
BULGULAR: Çalışmamıza katılanların %49,9’u kadın, yaş ortalaması 3.0±1.4 ve %100’ü 0-6 yaş aralığındadır. Çalışmanın sonucunda, DGTT-2 test edilen 391 çocuktan 241'i (%61,6) normal, 53’ü (%13,6) şüpheli, 97'si (%24’8) anormal bulunmuştur. Çalışmamızda, anne ve baba eğitim düzeyinin düşmesiyle, annenin ev hanımı olmasıyla ve çocuğun cinsiyetinin erkek olmasıyla DGTT 2 sonucunun anormal çıkma olasılığı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur (p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmada çocukların dörtte birine yakınının anormal gelişim gösterdiği saptanmıştır. Anne ve baba eğitim düzeyi, anne mesleği ve çocuğun cinsiyeti çocuğun gelişiminde etkili olduğu bulunmuştur. Sağlıklı hayat merkezlerinin sayılarının artırılması, çocukların bu merkezlere yönlendirilmesi ve düzenli takibe gelmelerinin sağlanması önerilebilir.
INTRODUCTION: In this study, we aimed to evaluate the development of 0-6 year old children with Denver II and to examine the factors affecting the results.
METHODS: The population of the descriptive and retrospective, in which the surveillance data were analyzed, consisted of 391 children who applied to healthy life center of district health directorate. SPSS 22.0 package program was used to analyze the data. The data was examined by using ANOVA, Kruskal Wallis, Fisher's Exact Test and Pearson Chi-square, p <0.05 was considered as statistically significant.
RESULTS: 49.9% of the participants in our study were women, average age was 3.0±1.4 and 100% was between 0-6 age. As a result of the study, 241 (61.6%) out of 391 children identified with DDST 2 have been found to be normal, 53 (13,6%) of them suspicious and 97 (24,8%) children are found to be abnormal. A statistically significant difference was found between the decrease in the education level of the parents, the fact that the mother was a housewife and the child's gender was male and the probability of abnormal DDST 2 results (p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In the study, it was determined that almost one fourth of the children showed abnormal development. It has been found that the education level of the mother and father, the mother's profession and the child's gender are effective in the development of the child. It can be suggested to increase the number of healthy living centers, direct the children to these centers, ensure regular follow-up.
Makale Özeti

5.
Adolesanların internet bağımlılığı riskleri ile prososyal davranışlar arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi
Evaluation of the relationship between adolescents' internet addiction risks and prosocial behaviors
Tolga Kasap, NAZAN KAYMAZ, Hakan Aylanç, Fatih Battal
Sayfa 0
GİRİŞ ve AMAÇ: Prososyal davranış, başka bir kişi veya gruba fayda sağlamayı amaçlayan gönüllü olarak yapılan davranış olarak tanımlanır. Prososyal davranış okul öncesi dönemde, iki yaş civarında ortaya çıkar ve yaşam boyunca sıklığı ve çeşitliliği artar. İnternet, birçok olumlu katkı sağlasa da, kişinin internette maruz kaldığı olumsuz davranışlar zamanla bireylerin bunu normalleştirmesine ve sonucunda insanın bazı duyularını kaybetmesine neden olabilmektedir. Hızla gelişen bir bağımlılık davranışı olan internet bağımlılığı, zayıf sosyal iletişim, yalnızlık, depresyon vb. durumlara yol açabilmektedir. Bununla birlikte birçok olumlu davranışın internet aracılığıyla öğrenilebileceği de unutulmamalıdır. Bu çalışma, adolesanlarda internet bağımlılığı ile prososyal davranış arasındaki ilişkiyi değerlendirmeyi amaçladı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 10-18 yaşları arasındaki sağlıklı adolesanlarda kesitsel bir çalışma yapılmıştır. Katılımcılardan sosyo-demografik özelliklerini içeren bir anketi ve iki ölçeği yanıtlamaları istenmiştir; i) Young İnternet Bağımlılığı Ölçeği-Kısa Formu (YİBÖ-KF); internet bağımlılığını değerlendirmek için, ii) Çocuk Prososyallik Ölçeği (ÇPÖ); prososyal davranışlarda bulunma eğilimini değerlendirmek için. Ölçek puanları, katılımcıların sosyo-demografik özelliklerine göre birbirleriyle karşılaştırıldı.
BULGULAR: Araştırmanın örneklemini yaş ortalaması 13,75 olan 488 adolesan (292 kız, 196 erkek) oluşturmuştur. YİBÖ-KF puanını en çok etkileyen parametrenin adolesanın günlük internet kullanım süresi olduğu (p<0,01 ve β=0,396) ve ÇPÖ puanını en çok etkileyen parametrenin okul başarısı olduğu belirlenmiştir (β=-0,166, p<0,001). ÇPÖ ile YİBÖ-KF arasında negatif korelasyon bulundu (p=0,001, r=-0,269). Ayrıca adolesanın ÇPÖ puanı, adolesan ve babaya göre özellikle annenin günlük internet kullanım süresi ile negatif korelasyon göstermiştir (p=0,344 ve r=-0,043).
TARTIŞMA ve SONUÇ: İnternet bağımlılığı riski ile prososyal davranışlar arasında ters bir ilişki olduğu için, internet bağımlılığı riski yüksek olan adolesanlarda prososyal davranışlar motive edilmelidir. Adolesanlarda prososyal davranışları artırmak için annelere kendi günlük internet sürelerinin adolesanın prososyal davranışları üzerindeki etkisinin adolesanın kendi günlük internet kullanım süresinden daha anlamlı bir etkisinin olduğu anlatılmalıdır.
INTRODUCTION: Prosocial behavior is defined as behavior that is done voluntarily, aiming to benefit another person or group. Prosocial behavior appears in preschool, around age two, and increases in frequency and variety throughout life. While the internet can provide many positive prospects, exposure to negative behaviors on the internet may cause an individual to normalize them over time, which eventually could cause humans to lose certain senses. As a fast-growing addictive behavior, IA can lead to poor social communication, loneliness, depression, etc.. However, it should be remembered that many positive behaviors may be learned through the internet. The present study aimed to evaluate the relationship between IA and prosocial behavior in adolescents.
METHODS: A cross-sectional study was conducted with healthy adolescents aged 10 to 18. The participants were asked to answer a questionnaire including socio-demographic information and two scales; i) Young's Internet Addiction Scale-Short Form (YIAS-SF); for evaluating internet addiction (IA), ii) Child Prosociality Scale (CPS); for evaluating the tendency to engage in prosocial behaviors. The scale scores were compared with each other through the socio-demographic features of the participants.
RESULTS: The study sample consisted of 488 adolescents (292 females, 196 males) with a mean age of 13.75. The parameter that affected the YIAS-SF score most was found to be the adolescent's duration of daily internet use (p<0.01 and β=0.396), and it was determined that the parameter that affected the CPS score the most was school success (β=-0,166, p<0.001). A negative correlation was found between CPS and YIAS-SF (p=0,001, r=-0,269). Furthermore, there was a negative correlation between the adolescent's CPS score and the mother's daily internet use duration in comparison to the adolescent's and the father's (p=0.344 and r=-0.043).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Since there is an inverse relationship between the risk of IA and prosocial behaviors, prosocial behaviors should be motivated in adolescents at high risk of IA. To promote prosocial behaviors in adolescents, mothers should be informed that the duration of their own daily internet time has a more significant effect on the adolescent's prosocial behavior than the adolescent's daily internet use time.
Makale Özeti

6.
Bebek dostu bir üniversite hastanesinde hastanede kalış süresi boyunca formül süt desteğinin belirleyicileri
Determinants of formula milk supplementation at a baby friendly university hospital during hospital stay
Selma Aktas, Ebru Kazanci, Ayse Korkmaz
Sayfa 0
GİRİŞ ve AMAÇ: Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Amerikan Pediatri Akademisi (AAP) ve Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) yaşamın ilk 6 ayında sadece anne sütü ile beslenmeyi tavsiye ederken; AAP, 1 yaş sonrasına WHO ise 2 yaş sonrasına kadar emzirmeye devam edilmesini önermektedir. DSÖ ve UNICEF, tüm dünyada emzirme oranlarını artırmak için Bebek Dostu Hastane Girişimi (BFHI) adlı küresel bir program geliştirdi, bu programın 6. adımı, yeni doğanlara tıbbi olarak gerekli olmadıkça anne sütü dışında yiyecek verilmemesini sağlamaktır. Bu çalışma ile, bebek dostu bir hastanede doğum sonrası hastane izlemi sırasında ve taburculuk sonrasında formül süt destek oranını, nedenlerini ve katkıda bulunan risk faktörlerini belirlemeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma, Ocak 2020 ile Ocak 2021 tarihleri arasında bebek dostu sertifikalı özel bir üniversite hastanesinde dünyaya gelen ve anne yanında izlenen sağlıklı bebeklerin ve annelerin kayıtlı verileri toplanarak yapılmış retrospektif bir çalışmadır.
BULGULAR: Hastanede kalış süresi boyunca formül süt ile desteklenme oranı %13.78 (n: 128) idi. C/S yolu ile doğanlarda formül süt destek gereksinimi anlamlı daha yüksekti. Lojistik regresyon analizi sonucunda formül süt destek gereksinimi için en sık neden olarak anne sütü yetersizliği belirlenirken, yardımcı üreme tekniği ile gebelik, çoğul gebelik, 2500 gr'ın altında doğum ağırlığı, gebelik yaşı 37 haftadan küçük olmak, maternal obstetrik hastalık öyküsü, Gestasyonel Diabetes Mellitus ve annede sigara kullanımı diğer etkili faktörler olarak belirlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Doğumdan sonra sağlık profesyonelleri tarafından anneye yeterli destek verilirse, hastanenin yazılı emzirme politikasına uyulursa, tıbbi endikasyonlar dışında formül süt desteği verilmezse ve taburcu olduktan sonra da emzirme danışmanlığına devam edilirse olası risk faktörlerinin olumsuz etkileri önemli ölçüde azaltılabilir.
INTRODUCTION: While the World Health Organization (WHO), the American Academy of Pediatrics (AAP) and the United Nations Children's Fund (UNICEF) recommend exclusive breastfeeding in the first 6 months of life, the AAP recommends continuity of breastfeeding beyond the age of 1 and WHO beyond the age of 2 years. We aimed to determine the rate, causes and contributing risk factors of early formula milk supplementation (FMS) both in hospital setting during early postpartum
METHODS: The study was done retrospectively by collecting the recorded data of mothers and their healthy infants that were born in a private baby-friendly hospital from January 2020 to January 2021.
RESULTS: Formula milk supplementation rate during hospital stay was 13.78 % (n: 128). C/S delivery is significantly higher in formula milk supplemented group. While breast milk insufficiency was determined as the most common cause for FMS, as a result of logistic regression analysis, pregnancy with assisted reproductive technique, multiple pregnancy, birth weight less than 2500 g, gestational age less than 37 weeks, maternal/obstetrical diseases, Gestational Diabetes Mellitus and smoking in the mother were determined as potent factors on FMS.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The negative effects of possible risk factors can be significantly reduced if adequate support is given to the mother by health professionals after birth, the hospital's written breastfeeding policy is followed, FMS is not given other than medical indications and breastfeeding counseling continues after discharge.
Makale Özeti

7.
Çocukluk çağı kronik nörolojik hastalıklarında ebeveynlerin sağlık okuryazarlığının Değerlendirilmesi
Evaluation of parents' health literacy in chronic neurological diseases of childhood
Rabia Tütüncü Toker, Yasin Karali, Nilüfer ülkü Şahin, Nihal Sahin
Sayfa 0
GİRİŞ ve AMAÇ: Sağlık okuryazarlığı, bireylerin uygun sağlık kararlarını verebilmesi, sağlık hizmetlerine erişebilmesi ve verilen tedaviyi anlayarak uygulayabilmesinin derecesi olarak tanımlanmaktadır. Bu çalışmada amaç kronik nörolojik hastalığa sahip çocukların ebeveynlerinin sağlık okuryazarlığı düzeyini değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kronik nörolojik hastalıkla takip edilen çocuk hastaların ebeveynlerine Türkiye Sağlık Okuryazarlığı Ölçeği-32 içeren anket uygulandı.
BULGULAR: Çalışmaya 338 ebeveyn (53,3% kadın, 46,7% erkek) katıldı. Katılımcıların sağlık okuryazarlık düzeyi TSOY-32 ölçeğine göre; 15,4% (n: 52) yetersiz, 24,6% (n=83) sorunlu/sınırlı, 34% (n=115) yeterli, 26% (n: 88) mükemmel olarak saptandı. Epilepsi ile izlenen hastaların ebeveynlerin 40,2%'sinin, nöromüsküler hastalıkla izlenen hastaların ebeveynlerin 58,8%'inin ve nörodejeneratif hastalıklar ile izlenen ebeveynlerin 52,6%’sının sağlık okuryazarlık düzeyi yetersiz veya sorunlu-sınırlı olarak saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kronik nörolojik hastalıklara sahip çocukların ebeveynlerinin 40%’ının sağlık okuryazarlığı yeterli düzeyde değildir. Bu oran kronik nörolojik hastalığın görülme sıklığı az olduğu durumlarda artmaktadır. Kronik nörolojik hastalıklarda toplumsal farkındalığın ve sağlık okuryazarlığının arttırılmasına yönelik eğitim programları düzenlenmesi uygun olacaktır.
INTRODUCTION: Health literacy is defined as the degree to which individuals can make appropriate health decisions, access health services, and understand and apply the treatment given. The aim of this study is to evaluate the health literacy level of the parents of patients diagnosed with one of the chronic neurological diseases of childhood.
METHODS: The study was conducted by applying a questionnaire containing the Turkish Health Literacy Scale-32 to the parents of pediatric patients followed up for chronic neurological diseases.
RESULTS: 338 people (53,3% female, 46,7% male) participated in the study. According to the participants' health literacy level according to the TSOY-32 scale; 15,4% (n=52) were inadequate, 24,6% (n=83) problematic/limited, 34% (n=115) adequate, 26% (n=88) excellent. The health literacy level of 40,2% of the parents of the patients followed up with epilepsy, 58,8% of the parents of the patients followed up with neuromuscular disease and 52,6% of the parents followed up with neurodegenerative diseases was found to be insufficient or problematic-limited.
DISCUSSION AND CONCLUSION: 40% of parents of children with chronic neurological diseases do not have sufficient health literacy. This rate increases in cases where the incidence of chronic neurological disease is low. It would be appropriate to organize training programs to increase social awareness and health literacy in chronic neurological diseases.
Makale Özeti

8.
Üçüncü basamak bir merkezde akut gastroenteritli çocuklara tanı ve tedavi yaklaşımı: Tıbbi maliyet analizi
Diagnosis and treatment approach of children with acute gastroenteritis in a tertiary center: Medical cost analysis
Serkan Atıcı, Buket Dalgıç
Sayfa 0
GİRİŞ ve AMAÇ: Çocuklarda sık görülen bir hastalık olan akut gastroenteritin tanı ve tedavisi için literatürde iyi tanımlanmış kılavuzlar olmasına rağmen çoğu zaman hastalar bu kılavuzlara göre yönetilmemekte ve gereksiz tetkik ve tedaviler uygulanmaktadır. Gereksiz test ve tedavi maliyetleri, sağlık harcamalarının önemli bir yüzdesini oluşturmaktadır. Türkiye'de üçüncü basamak bir merkeze başvuran akut gastroenteritli hastaların tanı ve tedavi maliyetlerini analiz etmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya Gazi Üniversitesi Hastanesi'ne başvuran ve akut gastroenterit tanısı alan 18 yaş altı toplam 342 hasta alındı. Hastaların klinik özellikleri, tanı ve tedavi yaklaşımları ve tıbbi maliyetleri kayıt altına alınarak analiz edildi. Tıbbi maliyetler, SGK olarak bilinen Sosyal Güvenlik Kurumu'na gönderilen faturalara göre hesaplandı.
BULGULAR: SGK'ya gönderilen faturalara göre toplam maliyet ortalaması 15,90+9,26 Euro, laboratuvar test maliyet ortalaması 7,70+6,73 Euro ve hastanede tedavi maliyeti ortalaması 1,83+4,30 Euro olarak hesaplandı. Akut gastroenterit tanı ve tedavisi ile ilgili güncel kılavuz önerilerine göre test maliyetinin %70'i ve tedavi maliyetinin %90'ı uygunsuz bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sağlık profesyonelleri, özellikle çocuk doktorları, güncel kılavuzları dikkate alarak uygun tanı ve tedavi yaklaşımlarını uygulamayı hedeflemelidir. Bu sayede akut gastroenterit vakalarında tıbbi maliyetlerin düşürülmesi ve gereksiz harcamaların önlenmesi mümkündür.
INTRODUCTION: Although there are well defined guidelines in the literature for diagnosis and treatment of acute gastroenteritis which is common diseases in children, most of time patients are not managed according to these guidelines and unnecessary tests and treatments are performed. The unnecessary tests and treatments costs account for a significant percentage of healthcare spending. We aimed to analyze the diagnostic and therapeutic cost of patients with acute gastroenteritis who admitted to the tertiary center in Turkey.
METHODS: A total of 342 patients, aged under18 years were admitted to Gazi University Hospital and diagnosed with acute gastroenteritis were included to the study. The clinical features, diagnosis and treatment approach and medical costs of the patients were recorded and analyzed. The medical costs were calculated according to the bills which were sent to Social Security Foundation known as SGK.
RESULTS: According to the bills which were sent to SGK the mean total cost was calculated $22.99±13.40, the mean laboratory test cost was $11.14±9.72 and the mean cost of the treatment in the hospital was $2.64±6.21. 70% of testing cost and 90% of treatment cost were inappropriate according to the current guideline recommendation about diagnose and treatment of acute gastroenteritis.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Health professionals, especially pediatricians, should aim to apply appropriate diagnostic and therapeutic approaches, taking into account current guidelines. In this way, it will be possible to reduce medical costs and avoid waste in acute gastroenteritis cases.
Makale Özeti

9.
Alt solunum yolu enfeksiyonu geçiren altı-yirmidört aylık çocuklarda D vitamini düzeyi ve demir eksikliğinin değerlendirilmesi
Evaluation of vitamin D level and iron deficiency in six- twenty four months children with lower respiratory tract infection
Busra Zeynep YILMAZ, VESILE MELTEM ENERGIN, SEVGI PEKCAN
Sayfa 0
GİRİŞ ve AMAÇ: Dünya Sağlık Örgütü tarafından alt solunum yolu enfeksiyonları (ASYE); bronşiolit ve pnömoniler çocukluk çağında tüm dünyada en önemli morbidite ve mortalite sebeplerinden biri olarak tanımlanmaktadır. Bu çalışma ASYE geçiren 6-24 ay arasında olan çocuk hastalarda D vitamini düzeyi ve demir eksikliğinin hastalığın klinik seyrindeki öneminin saptanması ve değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya Eylül 2019-Aralık 2021 tarihleri arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalına başvuran çocuk servislerinde alt solunum yolu enfeksiyonu nedeniyle yatışı olan yaşı altı ay ile 24 ay aralığında olan hastaların arasından D vitamini ve/veya hemogram alınan hastalar seçildi. Kontrol grubuna ise alt solunum yolu enfeksiyonu dışlanan ve herhangi bir sebeple hastanemize başvuran D vitamini ve veya hemogram alınan hastalar seçildi. Retrospektif olarak tarama yapıldığında çalışmamıza 82 alt solunum yolu enfeksiyonu tanılı hasta ve 84 kişi kontrol grubuna dahil edildi. Hasta grubunun klinik bulguları, her iki grubun laboratuvar değerleri ve demografik değerleri retrospektif olarak toplandı. İstatistiksel analizler için SPSS 22.0 programı kullanıldı. p<0,05 olması anlamlı kabul edildi.
BULGULAR: Hasta grubu olarak alınan olguların 27’si (%32,9) kız, 55’i (%67,1) erkek; kontrol grubu olarak alınan olguların (n: 84) 46’sı (%54,8) kız ve 38’i (%45,2) erkekti. Hasta grubunun yaş ortalaması 13,32±5,51 ay, kontrol grubunun yaş ortalaması 14,94±7,55 aydı. Alt solunum yolu enfeksiyonu tanılı hastalar ve sağlıklı kontrol grubu arasında cinsiyet ve yaş açısından istatistiksel anlamlı fark yoktu. Hasta grubunda ortalama D vitamini düzeyi istatistiksel olarak anlamlı düşük bulundu (p=0,037). Hasta grubu ile kontrol grubu D vitamini düzeylerine göre karşılaştırıldığında ise istatistiksel olarak D vitamini anlamlı düşük bulundu (p=0,01). Hastaların D vitamini ve Hb düzeyine göre, hastane yatış süreleri, tedavileri, ASYE klinik ağırlığı, mekanik ventilatör ihtiyacı incelendi; iki grup arasında istatistiksel anlamlı fark izlenmedi. D vitamini profilaksisi alan hastaların almayan hastalara göre D vitamini düzeyi istatistiksel olarak anlamlı olarak yüksek bulundu (p: 0,043).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Alt solunum yolu enfeksiyonu ile takip edilen hastaların D vitamini açısından değerlendirilmelerinin uygun olacağı kanaatindeyiz. Bu hastalarda D vitamini desteğinin alt solunum yolu enfeksiyonlarının tekrarlamasını da engelleyeceğini düşünüyoruz. Ayrıca ülkemizde uygulanan D Vitamini Eksikliği Önleme ve Kontrol Programı gibi programların dünya genelinde uygulanmasının ve dikkatli yürütülmesinin de D vitamini eksikliğini önlemede önemli bir rol aldığını vurgulamaktayız.
INTRODUCTION: Lower respiratory tract infections are defined by the World Health Organization as one of the most important causes of morbidity and mortality in childhood worldwide. This study was conducted to determine the importance of vitamin D level and iron deficiency in the clinical course of the disease in patients aged 6-24 months with lower respiratory tract infection.
METHODS: In this study, we included patients who were hospitalized in the pediatric unit due to lower respiratory tract infection at Necmettin Erbakan University Meram Medical Faculty from 6-24 months old. Patients with vitamin D and/or hemogram levels were selected between September 2019 and December 2021. In control group, we choose who applied to our hospital for any reason without lower respiratory tract infection and have vitamin D and or hemogram level in our record. When retrospectively scanned, 82 patients with lower respiratory tract infections and 84 people in the control group were included. Clinical findings, laboratory values and demographic values of both groups were collected retrospectively. SPSS 22.0 program was used for statistical analysis. A p<0.05 was considered significant.
RESULTS: In patient group; 27 (32.9%) were female and 55 (67.1%) were male, in the control group; 46 (54.8%) were female and 38 (45.2%) were male. There was no statistically significant difference between the patients with lower respiratory tract infection and the healthy control group in regard of gender and age. Mean Vitamin D level and Vitamin D level were determined to be significantly lower in the patient group respectively; p=0,01, p=0,037. We evaluated by Vitamin D and hemoglobin level, there was no statistically significant result between the two groups in terms of hospitalization, treatments and clinical severity of lower respiratory tract infection. Vitamin D levels were found to be statistically significantly higher in patients who received vitamin D prophylaxis compared to those who did not (p: 0.043).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In conclusion, we think that it would be appropriate to evaluate the patients for vitamin D value who followed up with lower respiratory tract infection.Therefore, think that vitamin D supplementation will also prevent recurrence of lower respiratory tract infections in these patients, should be kept in mind.
Makale Özeti

10.
Çocuklarda Konvülsif Status Epileptikus Etiyolojisi
Etiologies Of Convulsive Status Epilepticus in Children
Rabia Tütüncü Toker, Muhittin Bodur, Mehmet Sait Okan
Sayfa 0
GİRİŞ ve AMAÇ: Konvülsif status epileptikus (KSE), değişen derecelerde bilinç bozukluğu ve motor semptomlarla seyreden çocukluk çağının nörolojik acillerinden biridir. Bu çalışmanın amacı, KSE'li hastaların etiyolojisini tanımlamaya çalışmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya KSE'li 1 ay ile 18 yaş arasındaki çocuklar dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri, nöbet tipi, nöbet etiyolojisi, epilepsi öyküsü, kullandığı ilaçlar ve komplikasyonlar kaydedildi.
BULGULAR: Çalışmaya %60,7'si erkek olmak üzere 145 hasta alındı. Hastaların %55.9'unda nöbet tipi fokal başlangıçlıydı. KSE etiyolojisinde en sık nedeni bilinmeyen grup (%48) saptandı ve bu grubun %72,9'nda epilepsi öyküsü vardı Akut etiyolojide sırasıyla en sık ateşli (%17) ve merkezi sinir sistemi enfeksiyonları (%8,3) bulundu. En sık pulmoner komplikasyonlar gelişti. Mortalite oranı %0,7 idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çocuklarda KSE'nin en sık etiyolojisi olarak “bilinmeyen etiyoloji” bulunmuştur. Akut etiyolojilerde ateşli nöbetler ve merkezi sinir sistemi enfeksiyonları sık görülür.
INTRODUCTION: Convulsive status epilepticus (CSE) is one of the neurologic emergencies of childhood with varying degrees of impaired consciousness and motor symptoms. The aim of this study was to try to define the etiology of patients with CSE.
METHODS: Children aged 1 month to 18 years with CSE were included in the study. The demographic characteristics of the patients, seizure type, seizure etiology, epilepsy history, drugs used, and complications were recorded.
RESULTS: One hundred forty-five patients who were diagnosed as having were included in the study, 60,7% of whom were male. The seizure type was focal onset in 55,9% of the patients. According to the etiology of CSE, the most common group was found as unknown group(48%), and 72,9% of those had a history of epilepsy. Febrile (17%) and central nervous system infections (8,3%) were found to be the most common in acute etiology, respectively. Pulmonary complications developed most frequently. The mortality rate was 0,7%.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The “unknown etiology” is found as the most common etiology of CSE in children. Febrile seizure and central nervous system infections are common in acute etiologies.
Makale Özeti

11.
Çocuklarda B12 Vitamin Seviyesi
Vitamin B12 Level in Children
İlknur Sürücü Kara, Necla Aydın Peker, İlke Küpeli, Cuma Mertoglu
Sayfa 0
GİRİŞ ve AMAÇ: B12 vitamini eksikliği ciddi sonuçlar doğurabilir ve B12 vitamini yüksek seviyeleri bazı hastalıkların takip sürecinde yol gösterici olabilir. Polikliniğimize başvuran kronik hastalığı olmayan çocuklarda vitamin B12 düzeyinin (retrospektif taranarak) belirlenmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Genel çocuk polikliniğine başvuran tüm hastaların dosyası retrospektif tarandı sadece halsizlik, iştahsızlık şikayeti ile başvuran kronik hastalığı olmayan, sağlıklı çocuk muayenesi tanılı hastalar çalışmaya alındı.
BULGULAR: Çalışmaya üç bin yüz altmış üç çocuk dahil edildi. Çocukların %5.5’ inde B12 vitamini eksikliği, %23.6’ inde B12 vitamini yetersizliği (sınırda eksikliği) ve %2.1’ inde yüksek B12 vitamini düzeyi mevcuttu. Hem kız hem de erkek çocuklarda vitamin B12 düzeyinin en düşük olduğu yaş aralığı 14-18 yaş olarak bulundu (p<0,001). Vitamin B12 eksikliği ve borderline eksikliği en çok Ağustos ve Temmuz aylarında görüldü (p<0,001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: B12 vitamini eksikliği ve borderline eksikliği hastaların yaklaşık üçte birinde, en sık 1-3 yaş grubunda ve adolesan yaş grubunda yaz mevsiminde gözlendi.
INTRODUCTION: Vitamin B12 deficiency may have serious results and surplus vitamin may be guiding in the process/ follow-up of some diseases. It was aimed to determine the vitamin B12 level (by retrospective screening) in children without chronic disease who applied to our outpatient clinic.
METHODS: After excluding acute and chronic diseases, vitamin B12 levels, age, gender, and the season of presentation were investigated in all patients who applied to the general pediatric outpatient clinic, only in children with complaints of fatigue, decreased appetite, and healthy child examination.
RESULTS: Three thousand one hundred and sixty three children were included in the study. Vitamin B12 deficiency was present in 5.5% individuals, vitamin B12 insufficiency was present in 23.6% individuals, and high vitamin B12 level was present in 2.1% individuals. The age range with the lowest vitamin B12 levels in both female and male children was found to be 14-18 years (p<0.001). Vitamin B12 deficiency and borderline deficiency were mostly seen in August and July (p<0.001).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Vitamin B12 deficiency and borderline deficiency were observed in approximately one third of patients, most frequently in the age group of 1-3 years, and in the adolescent age group in summer season.
Makale Özeti

12.
Çocuklarda Hastalık Semptomlarının Alerjen Spesifik İmmünoterapi Tedavisi ile İlişkisi
The Relationship between Disease Symptoms and Allergen-Specific Immunotherapy Treatment in Children
Uğur Altaş, Ayşen Çetemen, Zeynep Meva Altaş, Fatih Çiçek, Mehmet Yaşar Özkars
Sayfa 0
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda alerjen spesifik subkutan immünoterapi (SKİT) tedavisi uygulanan hastaların tedavi sonrası klinik bulgularının ve yaşam kalitelerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamıza Çocuk Alerji ve İmmünoloji Bilim Dalında 2022 yılı Ekim ayında SKİT uygulanan, ev tozu akarı alerjisi olan, sadece alerjik rinit tanılı veya alerjik rinit ile astım birlikteliği gösteren 39 hasta dahil edilmiştir. Hastaların sosyodemografik özellikleri, laboratuvar parametreleri, klinik bulguları değerlendirilmiştir. Spesifik immünoterapi tedavisi sonrası hastalık semptomlarının kantitatif olarak değerlendirilebilmesi için Görsel Analog Ölçeği (VAS) ve Rinokonjonktivit Skorlama Sistemi (RCSS) kullanılmıştır. Hastalığa bağlı yaşam kalitesi ise Pediatrik Rinokonjunktivit Yaşam Kalitesi Anketi (PRQLQ) anketi ile değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Çalışma kapsamında değerlendirilen 39 hastanın 33’ü (84.6%) alerjik rinit tanılı iken 6’sı (15.4%) astım ve alerjik rinit tanılıydı. Hastaların %66.7’si (n=26) erkekti. Medyan yaş 10.0 yıldı (6.0-17.0). Hastalara uygulanan toplam SKİT enjeksiyon sayısının hastaların VAS, RCSS ve PRQLQ skorları ile ilişkisi değerlendirildi. Tüm puanlar ile orta-güçlü negatif korelasyon görüldü. RCSS oküler-kızarıklık alt puanı hariç tüm korelasyonlar istatistiksel olarak anlamlıydı (P<0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: SKİT tedavisinin daha ileri dönemlerinde olan hastaların klinik bulgularının şiddeti daha düşük iken yaşam kaliteleri daha yüksektir. Bu bulgular; alerjik rinit tanılı hastaların klinik bulgularının şiddetinin SKİT tedavisi süresince azalma gösterdiği şeklinde yorum yapılabilir.
INTRODUCTION: It was aimed to evaluate the post-treatment clinical findings and quality of life of patients who were treated with allergen-specific subcutaneous immunotherapy (SCIT).
METHODS: Our study included 39 patients who underwent SCIT in October 2022 in the Department of Pediatric Allergy and Immunology, who were allergic to house dust mites, diagnosed with allergic rhinitis or allergic rhinitis and asthma together. Sociodemographic characteristics, laboratory and clinical features of the patients were evaluated. Visual analog scale (VAS) and Rhino Conjunctivits Scoring System (RCSS) were used to quantitatively evaluate disease symptoms after allergen-specific immunotherapy treatment. Disease-related quality of life was evaluated with the Pediatric Rhinoconjunctivitis Quality of Life Questionnaire (PRQLQ) questionnaire.
RESULTS: Of the 39 patients evaluated, 33 (84.6%) were diagnosed with allergic rhinitis; 6 (15.4%) were diagnosed with asthma and allergic rhinitis. Of the patients, 66.7% (n=26) were male. The median age was 10.0 years (6.0-17.0). The relationship between the total number of SCIT injections administered to the patients and the patients' VAS, RCSS and PRQLQ scores was evaluated. A moderate to strong negative correlation was seen with all scores. Except for the RCSS ocular-redness subscore, all correlations were statistically significant (p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: While the severity of clinical findings is lower in patients who are in the further stages of SCIT treatment, their quality of life is higher. It can be interpreted that the severity of clinical findings of patients with a diagnosis of allergic rhinitis decreased during SCIT treatment.
Makale Özeti