Volume: 5  Issue: 2 - 2015
Hide Abstracts | << Back
1.Cover

Page I
DOWNLOAD

REVIEW
2.The Effect Of Games And Toys On Child Health
Hediye Bekmezci, Hava Özkan
doi: 10.5222/buchd.2015.081  Pages 81 - 87
Oyun, yetenek ve zekâ geliştirici, belli kuralları olan, iyi vakit geçirmeye yarayan eğlence olarak oyuncak ise oyun aracı olarak tanımlamaktadır. Oyun, çocuğu eğlendiren, zevk veren bir faaliyet olmasının yanı sıra, çocuğun bedensel, duygusal, sosyal, bilişsel ve dil gelişimine önemli faydalar sağlamaktadır. Oyun, çocuğun gelişimi ve yetiştirilmesi yönünden oldukça önemli bir olaydır. Çocuğun gözü ile bakıldığında oyun çocuğun en önemli işi, oyuncakları ise en önemli aracıdır. Çocukların, gelişimsel yönden sağlıklı olabilmesi için beslenme, uyku gibi gereksinimleri kadar oyuna ihtiyaç duyulmaktadır. Bu temel ihtiyacın karşılanmaması veya sınırlandırılması, toplumun çekirdeğini oluşturan çocukların sağlıksız bir şekilde gelişmelerine neden olur. Oyun, çocukların olayları farklı bakış açılarıyla görmelerine, yaratıcılıklarının gelişmesine, sevinç ve hüzün gibi duygularının farkına varmalarına, arkadaş grupları içinde toplumsallaşıp, ahlaki ve sosyal kurallara uymayı öğrenmelerine, fiziksel açıdan kas ve kemik yapılarının gelişmesine, ifade yeteneklerinin ve kelime hazinelerinin gelişmesine yardımcı olmaktadır. Çocuklar için uygun oyun ortamları oluşturmalı, gerekli materyalleri sunularak oyun oynamaları desteklemelidirler. Sağlık çalışanları, çocuklarla ilgili uygulamalarda oyun ve oyuncağın çocuk sağlığına ve gelişimine katkı sağlayabileceğini unutmamalıdırlar.
While game is defined as a way of having fun that develops both skills and intelligence, has some certain rules and is used in spending a great time, toy is defined as a game instrument. Game is an activity that not only entertains and amuses the child, but also makes great contributions to her/his physical, emotional, social, cognitive, and language development. Game is a very important event in terms of the development and raising of the child. Considering from the viewpoint of the child; game is the most important business of the child, and the toys are an important game instrument for him/her. As well as requirements such as nutrition and sleep, children need the game in order to be healthy in terms of development. Non-fulfillment or limitation of this basic need causes the unhealthy development of children that constitute the core of society. Game enables children to see the events from a different viewpoint, develop their creativity, recognize their feelings like joy and sorrow, get socialized in friend groups and learn how to obey the moral and social rules, physically develop their muscle and bone structures, and develop their expression skills and vocabulary. It is required to create convenient game environments for children and support their games with necessary materials. Healthcare professionals should keep in mind that games and toys could contribute to the health and development of the child in practices regarding children.
Abstract | Full Text PDF

EXPERIMENTAL WORK
3.To Evaluate the Diagnostic Efficacy of Urinalysis for the Diagnosis of Childhood Urinary Tract İnfection
Mehmet Tekin, Çapan Konca, Habip Almış, İbrahim Hakan Bucak, Yeliz Genç, Ahmet Gündüz, Mehmet Turğut
doi: 10.5222/buchd.2015.088  Pages 88 - 94
GİRİŞ ve AMAÇ: Tam idrar analizi ve idrar kültürü idrar yolu enfeksiyonu (İYE) tanısı için sıklıkla kullanılan inceleme yöntemleridir. Bu çalışmada çocuk yaş grubunda İYE şüphesi olan hastalarda tam idrar tetkiki ve mikroskobik incelemenin tanısal değerinin irdelenmesini amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 111 idrar kültürü pozitif ve 72 kültür negatif olmak üzere toplam 183 hasta alındı. Ateş, kusma, iştahsızlık, sık idrar yapma ve karın ağrısı gibi yakınmalar İYE düşündüren bulgular olarak kabul edildi. İdrarın kimyasal ve mikroskopik incelemesinde İYE göstergesi olabilecek testlerin tanısal doğruluk parametreleri hesaplandı.
BULGULAR: Lökosit esteraz aktivitesi, en yüksek duyarlılığa (% 98,1) sahip parametre iken özgüllüğü düşük (% 54,6) idi. Nitrat pozitifliği ise en yüksek özgüllüğe (% 100) sahip olmasına karşın duyarlılığı düşük (% 45,2) bir parametre idi. Genel olarak, kombine değerlendirmelerde özgüllük artarken duyarlılık azalıyordu. En yüksek özgüllük değerinin nitrit+ lökosit esteraz kombinasyonunda olduğu (% 97,4) ancak duyarlılığın düşük (% 56,8) olduğu saptandı. Nitrit pozitifliği, en iyi pozitif prediktif değere sahip olan parametre (% 100) iken negatif prediktivite açısından zayıf bir parametre (% 21,6) idi. Negatif prediktif değeri en iyi parametreler lökosit esteraz pozitifliği (% 98,6) ve mikroskopide her sahada beşin üstünde lökosit saptanması (% 93,1) iken bunların da pozitif prediktif değerleri düşük (sırasıyla % 46,8 ve % 50,5) saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda tam idrar tetkikinde bakılan birçok parametre ve mikroskobik verinin İYE tanısında yüksek duyarlılığa sahip olduklarını, ancak özgüllüklerinin düşük olduğunu saptadık. Hiçbir tam idrar tetkiki parametresi eşzamanlı olarak hem yüksek duyarlılık hem de yüksek özgüllüğe sahip olmadığı için, İYE tanısının kültürle doğrulanması gerektiğini düşünüyoruz.
INTRODUCTION: Urinalysis and urine culture are commonly used as investigation methods to diagnosis urinary tract infection (UTI). In this study, we sought to determine the diagnostic value of urinalysis and microscopic examination in children with suspected UTI.
METHODS: The study included 183 patients, and consisted of 111 positive and 72 negative urine cultures. The symptoms, such as fever, vomiting, anorexia, pollakiuria and abdominal pain, were considered as signs of UTI. The diagnostic accuracy of the test parameters that were, obtained from chemical and microscopic examination of the urine and, that may be indicators of UTI, were calculated.
RESULTS: Leukocyte esterase activity had the highest sensitivity (98.1%) but low specificity (54.6%). Nitrate positivity had the highest specificity (100%) but low sensitivity (45.2%). In general, a combined assessment produced increased specificity but decreased sensitivity. The highest specificity was detected through the combination of nitrite and leukocyte esterase (97.4%); however, this combination showed low sensitivity (56.8%). Nitrite positivity was the best parameter for positive predictive value (100%), but had a low negative predictivity (21.6%). Leukocyte esterase positivity (98.6%) and presence of leukocytes greater than five in per microscopic field (93.1%) were the best parameters for negative predictive values, but had low positive predictivity (46.8 and 50.5%, respectively).
DISCUSSION AND CONCLUSION: We found many parameters and microscopic urinalysis data had a high sensitivity for UTI diagnosis, however all of these parameters also had low specificity. Since there was no single urinalysis parameter that simultaneously possessed high sensitivity and specificity, we believe that the UTI diagnosis should be confirmed by culture.
Abstract | Full Text PDF

4.Are Parents Right? The Evaluation of Risk Factors And Growth in Poor Appetite Child
Yüksel Bıcılıoğlu, Kayı Eliaçık, Görkem Astarcıoğlu, Serdar Sarıtaş, Ali Rahmi Bakiler
doi: 10.5222/buchd.2015.095  Pages 95 - 100
GİRİŞ ve AMAÇ: AMAÇ: Ailede ciddi kaygılara yol açan iştahsızlık, sık karşılaşılan önemli bir sorundur. Bu olgu-kontrol çalışmasıyla; ailesi tarafından “iştahsız” olarak tanımlanan çocukların büyüme ve gelişmesini, beslenmeyi etkileyen faktörleri ve iştahsızlık için risk faktörlerini irdeledik.
YÖNTEM ve GEREÇLER: YÖNTEMLER: Olgu grubunu (n=147) iştahsızlık ile başvuran kronik hastalığı olmayan 2-12 yaşları arasındaki çocuklar, kontrol grubunu (n=59) akut üst solunum yolu enfeksiyonu nedeniyle başvuran sağlıklı çocuklar oluşturdu.
BULGULAR: Hasta grubunun; boy ve kilo persentilleri anlamlı ölçüde daha düşük, hane halkı geliri daha az, sadece anne sütü ile beslenme süresi 6 aydan kısa (p<0,05) ve katı gıdaya başlama zamanı daha geçti. Annenin örgün eğitim almaması, kısa süreli anne sütü alımı, katı gıdaya geç başlanması iştahsızlık riskini arttırırken; büyük aile yapısı ve gelir düzeyi yüksekliği koruyucu faktörlerdi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: SONUÇ: Özellikle sosyoekonomik düzeyi düşük bölgelerde yapılan beslenme hatalarının çocukların iştahsız olmasında önemli olduğunu ve bu konuda ailelere daha fazla destek olunması gerektiği sonucuna varıldı. Bu nedenle iştahsızlık nedeniyle başvuran çocuklar dikkatle değerlendirilmeli ve ailenin çocuğun beslenme ve büyümesi ile ilgili kaygıları göz ardı edilmemelidir.
INTRODUCTION: OBJECTIVE: Poor appetite is an important common problem which led to serious concerns in the family. In this case-control study, we examined the risk factors affecting nutrition, growth and development for the children who is defined as ‘having poor appetite’ by the family.
METHODS: The study group consisted children between 2-12 years of age (n = 147) who admitted with poor appetite without any chronic disease, the control group (n = 59) consisted of healthy children admitted with acute upper respiratory tract infection.
RESULTS: In the study group; height and weight percentiles were significantly lower, household income was less, only breast milk feeding duration was less than 6 months and starting solid foods time was later (p <0.05). The training of the mother's knitting, short-term intake of breast milk, the late initiation of solid food increases the risk poor appetite, however large family structure and high income level were protective factors.
DISCUSSION AND CONCLUSION: CONCLUSION: In particular, mistakes in child feeding in lower socio-economic level regions is an important factor for appetite children and it was concluded that one should be more support to families in this regard. Therefore, children who suffer anorexia needs a careful evaluation and the family's concerns should not be ignored.
Abstract | Full Text PDF

5.Neonatal Resuscitation Program Provider Courses in Turkey
Başak Tezel, Mustafa İlhan, İlker Günay, Sema Özbaş
doi: 10.5222/buchd.2015.101  Pages 101 - 108
GİRİŞ ve AMAÇ: Ülkemizde yapılan Yenidoğan Canlandırma Programı (Neonatal Resuscitation Program- NRP) kurslarını izleyerek katılımcıların başarı düzeyini etkileyen etkenleri ve bilgi düzeyi değişikliklerini belirlemeyi hedefledik.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamız tanımlayıcı tipteydi. Veri toplamak için kağıt üzerindeki ve elektronik ortamdaki kurs raporları kullanıldı. Kurs raporlarından toplanan katılımcı bilgileri; meslek, uzmanlık dalı, çalışılan yer, cinsiyet, ön test, son test, son sınav ve uygulama sınavı sonuçları idi.
BULGULAR: NRP uygulayıcı kurslarına 2007 yılının ikinci yarısında toplam 1411 sağlık çalışanı katıldı. Ön test-son test arasında anlamlı bir fark vardı. Uygulayıcı kursunun sonunda kursu ve katılımcıları değerlendirmek, bunun yanında yasal zorunluluğu da yerine getirmek için bir sınav yapılmaktadır.Katılımcıların ortalaması yazılı sınav için 94.8±4.7, uygulama sınavı için ise 95.5+-4.5 idi. Ön test, son test, yazılı sınav ve uygulama sınav sonuçları arasında meslek, uzmanlık, çalışılan yer ve cinsiyet yönünden fark bulunmaktaydı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bizim araştırma grubumuzda NRP eğitimi, sağlık çalışanlarının bilgi ve becerisinde anlamlı bir artış sağlamıştır. NRP'nin uygulamaya etkisini değerlendirmek için, eğitim sonrası izlemle bilgi ve becerinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
INTRODUCTION: We aimed to reveal the factors contributing to the success of participants and change in the level of knowledge following Neonatal Resuscitation Program (NRP) courses in our country.
METHODS: Type of our study is descriptive. Electronic and printed course report files were used for data collection. Participant data collected from course reports were occupation, specialty, working place, sex, pre-test, post-test, results of final exam and practice exam.
RESULTS: In the second half of 2007, 1411 health workers attended NRP provider courses. Difference between pre and post-test results was significant. A final exam is given to the participants at the end of the provider course which aims to evaluate the course and participants and also a legislative necessity for certification. Mean score of participants was 94.8±4.7 for written test and 95.5+-4.5 for practice. Also differences were found in respect to occupation, working place and sex for the results of pre-test, post-test, written exam and practice session.

DISCUSSION AND CONCLUSION: NRP training has achieved a significant increase of knowledge and skill levels of the health workers in our study group. In order to assess impact of NRP on practice; knowledge and skills should be evaluated with a follow-up following the training.

Abstract | Full Text PDF

6.Risk Factors of Seizure Recurrence After Antiepileptic Drug Withdrawal
Mehmet Çeleğen, Ünsal Yılmaz, Gürkan Gürbüz, Kübra Çeleğen, Aycan Ünalp
doi: 10.5222/buchd.2015.109  Pages 109 - 114
GİRİŞ ve AMAÇ: AMAÇ: Epilepsi tanılı çocuklarda antiepileptik ilaç kesimi sonrası relaps oranlarının ve relapsa etki eden risk faktörlerinin retrospektif olarak değerlendirilmesi.
YÖNTEM ve GEREÇLER: YÖNTEMLER: İki yıllık nöbetsiz izlemi sonrası antiepileptik ilaç tedavisi kesilen 88 hasta değerlendirilmeye alınmıştır. Tedavi kesimi sonrası nöbeti tekrarlayan hastalar relaps grubu olarak, nöbeti tekrarlamayanlar ise remisyon grubu olarak incelenmiştir. antiepileptik ilaç kesiminden sonra hastalar 2 yıl izlenmiştir. Relapse neden olabilecek faktörler incelenmiştir.
BULGULAR: Çalışma grubuna alınan hastaların % 57 si relaps, %43’ü remisyon olan hastalardan oluşuyordu. Nörolojik defisiti olan, epilepsi etyolojisi semptomatik olan, tedavi süresi iki yılın altında olan, ilaç kesim hızı üç ayın altında olan, remisyon öncesi elektroensefalogram bulgusu anormal olan ve politerapi kullanan hastalarda relaps sık görülmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: SONUÇ: Antiepileptik ilaçları azaltırken nörolojik defisiti varlığı, tedavi süresi, ilaç kesim hızı, remisyon öncesi elektroensefalogram bulguları, nöbet tipi ve kullandığı ilaç sayısı relaps açısından bizim için önemli yol gös¬terici araçlardır.
INTRODUCTION: OBJECTIVE: To evaluate retrospectively the relapse rate of epilepsy associated to antiepileptic drug withdrawal in epileptic children and to determine the risk factors of seizure recurrence.
METHODS: Eigty-eight children with epilepsy who were seizure-free for at least 2 years were enrolled and all children were proposed to stop antiepileptic drug treatment and were followed. Patients with recurrent seizure after drug withdrawal evaluated as a relapse group and seizure free patients evaluted as a remission group. Patients were followed for 2 years after AED withdrawal. Factors that may cause relapse were analyzed.
RESULTS: The study group consisted of 57% of patients with relapse, 43% patients with remission. Relapse is more common in patients with neurological deficits, symptomatic etiology of epilepsy, treatment period is less than two years, drug tapering rate is less than 3 months, electroencephalogram findings is abnormal before remission, receiving politherapy.
DISCUSSION AND CONCLUSION: CONCLUSION: While tapering the antiepileptic drugs, a history of neurological deficits, treatment period, drug tapering rate, electroencephalogram findings before remission, seizure type and number of drugs used are important guides for us.
Abstract | Full Text PDF

7.Our Results of Fetal and Neonatal Autopsies
Zübeyde Yıldırım Ekin, Sevil Sayhan, Pınar Öksüz, Duygu Ayaz, Mehmet Özeren, Gülden Diniz
doi: 10.5222/buchd.2015.115  Pages 115 - 119
GİRİŞ ve AMAÇ: Kliniğimizde 9 yıllık süredeki fetal ve neonatal otopsilerimizin geriye dönük olarak irdelenmesi
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kliniğimizde 13 yıllık dönemde 216 fetal ve neonatal otopsi olgusu geriye dönük olarak incelenmiştir. Olguların cinsiyet dağılımları, otopsi tanıları ve olgularda saptanan anomalilerin dökümü yapılmıştır.
BULGULAR: Kliniğimizde yıllık otopsi ortancamız 25’dir. Otopsi tanılarının dağılımı: İlk sırada %55.2 oranında doğumsal anomali saptanmıştır. İkinci sırada %13,3 oranı ile anoksi saptanmış olup, İntrakraniyel kanama tanısı %9.2 oranı ile 3. sırada yer almıştır. %8.2 olguda ise otoliz nedeni ile sağlıklı değerlendirme yapılamamıştır. En sık oranda (%35.3) nöral tüp/merkezi sinir sistemi patolojileri saptanmıştır. Bunu %16.6 ile böbrek patolojileri ve %15.3 ile solunum sistem patolojileri izlemektedir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Fetal ve neonatal otopsi ölü doğum, neonatal ölüm veya doğum komplikasyonu sonucu görülen ölümlerin sebebini ve hastalığın tekrarlama riskini belirlemede ve sonraki gebeliklerin izleminde önemli bir tanı yöntemidir
INTRODUCTION: To analyse fetal and neonatal autopsies in a period of 9 years in our institution.
METHODS: In our pathology department 216 fetal and neonatal autopsies performed in 9 years were anaysed and documented according to sex distribution, autopsy diagnosis and congenital anomalies.
RESULTS: In our institution our autopsy median is 25. The distribution of autopsy diagnosis is 55.2% congenital anomalies, 13,3% anoxia, 9,2% intracranial hemorragia; while in 8,2% of the cases no spesific diagnosis could be made due to autolysis. The most common
pathology was neural tube defects as 35,3% and this is followed renal pathologies in 16,6% of the cases and respiratory system pathologies as 15,3% of the cases.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Perinatal and neonatal autopsy is an important procedure for assessing the cause of fetal and neonatal deaths or complications which would
help us to regard the risk rate in the consequent pregnancies and lead us in the management of the following pregnancies.
Abstract | Full Text PDF

8.Factors affecting pulmonary artery development indices prior to total correction in cases with Tetralogy of Fallot: An observational review in 100 cases
Rahmi Özdemir, Taliha Öner, Savaş Demirpençe, Cem Karadeniz, Murat Muhtar Yılmazer, Önder Doksöz, Barış Güven, Yılmaz Yozgat, Timur Meşe, Vedide Tavlı, Osman Nejat Sarıosmanoğlu, Emin Alp Alayunt
doi: 10.5222/buchd.2015.120  Pages 120 - 124
GİRİŞ ve AMAÇ: Fallot tetralojisi tanısı konulan hastaların tam düzeltme ameliyatı öncesi pulmoner arter gelişimini gösteren McGoon oranı, Nakata indexi, pulmoner arter Z skoru ile arkus aortanın seyri, patent foramen ovalenin (PFO) varlığı veya yokluğu ve hastanın cinsiyeti arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2003 ile Ocak 2011 tarihleri arasında Fallot tetralojisi tanısı ile tam düzeltme ameliyatı öncesi diyagnostik anjiografi yapılan, öncesinde şant cerrahisi geçirmeyen 100 olgu çalışmaya alındı. Retrospektif olarak ekokardiyografi ile elde edilen sol ventrikül diyastol sonu çapı (LVEDd), PFO ve arkus aortanın seyri, anjiografik olarak ölçülen McGoon oranı, Nakata indeksi, pulmoner arter Z skoru değerlendirildi.
BULGULAR: Olguların %72’si erkek, %28’sı kızdı. Median yaş 21 ay (min: 4 ay max: 228 ay) olan hastaların doğum ağırlıkları ise 2960±550 gramdı. Hastalarda sol arkus aorta hakimiyeti (%77) izlendi. LVEDd %18 hastada normalin altındaydı. PFO %23, koroner anomali %4, majör aorto pulmoner kollateral arterler (MAPCA) %3, sol superior vena kava %6 oranındaydı. PFO’su olan hastalarda pulmoner arter Z skoru olmayanlara göre daha düşük bulundu (p<0.05). Arkus aorta seyrinin ve cinsiyetin ise hastalar arasında fark oluşturmadığı izlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Fallot tetralojili hastalarda PFO’nun varlığı pulmoner arter Z skorunu etkileyebilir. Bunun yanı sıra arkus aorta seyrinin ve cinsiyetin tam düzeltme ameliyatı öncesi pulmoner arter gelişimini etkileyen faktörler olmadığını düşünmekteyiz.
INTRODUCTION: The present study aimed to evaluate the association between the equations indicating the pulmonary artery development prior to total correction in patients diagnosed with Tetralogy of Fallot,such as McGoon ratio,Nakata index and pulmonary artery Z score and the course of aortic arch,the presence/absence of accompanying PFO and the patient’s gender.
METHODS: The study included 100 cases who had diagnostic angiography before the total correction surgery with the diagnosis of Tetralogy of Fallot between January 2003 and January 2011. The study retrospectively evaluated the left ventricular end diastolic diameter (LVEDd), the presence of PFO and the course of aortic arch as obtained by echocardiography, and the McGoon ratio, Nakata index and pulmonary artery Z scores as measured by angiography.
RESULTS: Of the patients, 72% were male and 28% were female. The median age was 21 months (min: 4,max: 228) and the birth weight was 2960±550 gram. The left aortic arch dominance (77%) was observed. LVEDd was below normal in 18% of the patients. The rate was 23% for PFO, 4% for coronary abnormality, 3% for MAPCA and 6% for left superior vena cava. Pulmonary artery Z scores were found lower in patients with PFO compared to those without PFO (p<0.05). The course of aortic arch and sex were not different among the patients.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The presence of PFO may affect pulmonary artery Z scores in cases with Tetralogy of Fallot. On the other hand, we believe that the course of aortic arch and sex are not among factors affecting pulmonary artery development before total correction surgery.
Abstract | Full Text PDF

CASE REPORT
9.Klippel Treunanay Syndrome in differential diagnosis of cerebral palsy
Pakize Karaoğlu, Yasemin Topçu, Erhan Bayram, Uluç Yiş, Handan Güleryüz, Semra Hız
doi: 10.5222/buchd.2015.125  Pages 125 - 128
Klippel Treunanay Sendromu konjenital vasküler malformasyonlar, kemik ve yumuşak doku hipertrofisi ile karakterize nadir bir hastalıktır. Burada çocuk nöroloji kliniğimize yürüme güçlüğü ve tek taraflı ekstremite atrofisi nedeniyle, serebral palsi ön tanısı ile gönderilmiş, 5 yaşında bir olgu sunulmuştur. Daha dikkatli bir fizik inceleme ile sol taraflı hemihipertrofisi ve porto şarabı lekesi olduğu görülen ve beyinde venöz malformasyonları saptanan olgu Klippel Treunanay Sendromu tanısı almıştır. Yürüme güçlüğü ile başvuran olgular serebral palsi açısından değerlendirilirken fizik inceleme ayrıntılı olarak yapılmalı, eşlik eden tek taraflı hipertrofi ve deri bulguları varlığında Klippel Treunanay Sendromu akla gelmelidir.
Klippel Treunanay Syndrome is a rare disorder characterised by congenital vascular malformations and hypertrophy of soft tissues and bones. Here we report a 5 year old child who was referred to our department of child neurology with an initial diagnosis of cerebral palsy since he had difficulty in walking and unilateral atrophy of extremities. Detailed physical examination revealed left hemihypertrophy and port wine stain. With these findings and venous malformations of the brain he had a final diagnosis of Klippel Treunanay Syndrome. While investigating cerebral palsy in children with difficulty in walking, a detailed physical examination should be performed and accompanying unilateral hypertrophy and skin findings should suggest Klippel Treunanay Syndrome.
Abstract | Full Text PDF

10.Gianotti-Crosti Syndrome associated with Epstein-Barr Virus infection
Simge Eren, Mine Düzgöl, Ahu Kara, Nuri Bayram, Malik Ergin, İlker Devrim
doi: 10.5222/buchd.2015.129  Pages 129 - 132
Gianotti-Crosti sendromu ya da diğer adıyla çocukluk çağının papüler akrodermatiti, kendi kendini sınırlayan döküntülü bir hastalıktır. Gianotti-Crosti Sendromu yüz, kalça ve ekstremitelerde belirgin olmak üzere papüler veya papüloveziküler lezyonlarla karakterizedir. Ön planda Hepatit B virus enfeksiyonu sonrası geliştiği saptanmasının yanı sıra son yıllarda diğer viral etkenlere bağlı geliştiği bildirilmiştir
Bu olgu sunumunda Epstein Barr virus enfeksiyonuna sekonder Gianotti-Crosti Sendromu gelişen 17 aylık bir erkek hasta sunulmuştur.
Gianotti-Crosti syndrome or papular acrodermatitis of childhood period is a self-limiting exanthame disease. Gianotti-Crosti syndrome is characterized by papular or papulovesicular lesions which were especially localized at face, hips and limbs. The association of hepatitis B virus infection with Gianotti-Crosti syndrome has been well-documented in recent years, however other viral pathogens have been reported to be casutive agents too. In this case report, we present a 17-month-old boy with Gianotti-Crosti syndrome associated with Epstein Barr virus infection.
Abstract | Full Text PDF

11.Absence of Ductus venosus; A Case Report
Şevket Ballı, İlker Kemal Yücel, Orhan Bulut
doi: 10.5222/buchd.2015.133  Pages 133 - 136
Duktus venozus intraabdominal umblikal veni vena kava inferiora bağlamaktadır. Duktus venozus yokluğu kardiyak, ekstrakardiyak anomaliler ve kromozomal anomaliler ile birlikte bulunabilir. Prognozunda umblikal venin açıldığı yer önemlidir. Fetüste duktus venozus yokluğu tanısı renkli Doppler ultrasonografi ile konulabilir. Bizde izole duktus venozus yokluğunda portal sinüse açılan umblikal ven vakasını sunulmaktadır.
Ductus venosus connects the intra-abdominal umbilical vein to inferior vena cava. Absence of ductus venosus may exist with cardiac, extracardiac, or chromosomal abnormalities. Connection site of umblical is important in the absence of ductus venosus. Diagnosis of absence of ductus venosus can be made by colour Doppler ultrasound in fetus. We also peresented a case which umbilical vein joined portal sinus in the absence of ductus venosus.
Abstract | Full Text PDF

12.Cerebral cavernoz hemangiom presented with West syndrome
Mehmet Canpolat, Gül Demet Kaya Özçora, Ayşe Kaçar Bayram, Gonca Koç, Sefer Kumandaş, Ali Kurtsoy, Hakan Gümüş, Hüseyin Per
doi: 10.5222/buchd.2015.137  Pages 137 - 140
Serebral kavernöz hemanjiomlar vasküler yapının nadir hamartomlarındandır. Bunlar gerçek neoplazm olmayıp, klinik ve radyolojik neoplazmları taklit ederler. Sıklıkla serebral hemisferde olmak üzere santral sinir sisteminin tüm kısımlarında oluşabilirler. Fokal nörolojik defisit ve intrakranial hipertansiyon bulguları büyük serebral kavernomu (> 3 cm) olan çocuklarda en sık klinik başvuru bulgulardır.(1) Nadiren hastalar epileptik nöbet ile başvurular. Bu çalışmada, epileptik spazm ve elektroensefalogram da hipsaritmi paterni ile başvuran metabolik taramaları normal saptanan, antiepileptik tedaviye dirençli nöbetleri olan kranial magnetik rezonans görüntülemesinde kavernöz hemanjiyom saptanması üzerine cerrahi tedavi yapılan,cerrahi tedavi sonrası hipsaritmi paterni kaybolan,nöbet sıklığı azalan 7 aylık kız hasta, etiyolojik faktörlerin epilepsi prognozunda en önemli belirleyici olduğunu vurgulamak amacıyla sunuldu.
Cerebral cavernous hemangiomas are rare hamartomas of vascular structure. Thev are not true neoplasms, but mimics neoplasms clinically and radiologically. Cavernous hemangiomas are vascular malformations that can occur in all parts of the central nervous system but most commonly in the cerebral hemispheres. Focal neurological deficits and symptoms of intracranial hypertension are the most frequent clinical manifestations in children with large (>3 cm) cerebral cavernomas. (1)Rarely, patients applies with epileptic seizures. In this study, a 7 months old girl who applied with epileptic spasms and with hypsarrhythmi patterns on EEG, with normal metabolic tests findings, antiepileptic treatment-resistant seizures and cavernous hemangioma detected in cranial imaging, whose hypsarrhythmi pattern in the electroencephalogram disappeared after surgery with decreasing seizure frequency, is presented to emphasize that the etiological factors are the most important determinants in the prognosis of epilepsy
Abstract | Full Text PDF

13.Intrapleural Placement Of Catheter And Hemothorax During Insertion Of Hickmann Catheter
Kübra Evren Şahin, Işık Alper, Berna Aliye Erözkan Akan, Taner Balcıoğlu
doi: 10.5222/buchd.2015.141  Pages 141 - 144
Hickman kateter ile santral venöz kateterizasyon işleminde genellikle juguler veya subklaviyen venler kullanılmaktadır. Kateterizasyon sırasında ultrasonografi kullanılması, kateterizasyon komplikasyonlarını azaltmaktadır. Kateterizasyon sonrasında, olguların fizik muayene ve Posterior-Anterior akciğer grafisi ile kontrol edilmesi, kateter lokalizasyonu ve olası komplikasyonların görülmesini sağlamaktadır. Santral venöz kateteri kullanmadan önce kateter lümeninden ajite serum fizyolojik uygulanması ile kateter ucundan çıkan baloncukların ekokardiyografi altında sağ atriumda görülmesi de, kateter ucunun yerinin değerlendirilmesini sağlamaktadır. Bu olgu sunumunda, Akut Lenfoblastik Lösemi tanısı ile izlenen çocukta sol subklaviyen venden Hickman kateter takılması sırasında kateterin intraplevral yerleşimi ve plevral efüzyon ile masif hemotoraksın tanı ve tedavisi sunulmuştur.
The operation of the central venous catheterization with the Hickman catheter is generally done via jugular or subclavian veins. During catheterization, the use of ultrasonography reduces catheterization complications. After the cardiac catheterization, cases should be checked through both a Posterior Anterior chest radiography and a physical examination to observe the catheter location and possible complications. Before using the central venous catheter, the agitated serum physiologic is firstly applied through catheter’s lumen and then at the catheter tip micro bubbles are observed on right atrium under echocardiography so that it provides the validation of the catheter tip location.
In this case report, a diagnosis and treatment of a pleural effusion and a massive hemothorax and an intrapleural placement of the catheter is presented during on the Hickman catheter insertion on a child with Acute Lymphoblastic Leukemia.
Abstract | Full Text PDF

LETTER TO THE EDITOR
14.Galen vein aneurysm in a newborn case with sinus venosus atrial septal defect and partial pulmonary venous return anomaly who had developed findings compatible with congestive heart failure
Yeliz Sevinç, Savaş Demirpençe, Seda Tunca, Ayda Haksever, Barış Güven, Vedide Tavlı
doi: 10.5222/buchd.2015.145  Pages 145 - 148
Abstract | Full Text PDF